Tekil Mesaj gösterimi
Alt 10 Temmuz 2012, 00:04   Mesaj No:7

enderhafızım

Medineweb Emekdarı
enderhafızım - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:enderhafızım isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 5879
Üyelik T.: 28 Aralık 2008
Arkadaşları:32
Cinsiyet:Bay
Memleket:İst
Yaş:38
Mesaj: 3.185
Konular: 1383
Beğenildi:166
Beğendi:17
Takdirleri:216
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
evtx Cevap: Hz. Peygamberden Anne ve Babaya 50 Nasihat

26. Nasihat

Anne ve babanız için hayırlı evlâd olunuz, çocuklarınıza da güzel örnek


Abdullah İbn Mes ûd(ra) anlatıyor: Allah Rasûlü ne(sav); "Amellerin hangisi Allahu Teâlâ ya daha sevimlidir?" diye sordum. "Vaktinde kılınan namaz" diye cevap verdiler. "Sonra hangisi?" dedim. "Anne, babaya iyilik. Onlara hayırlı evlad olmak," dediler. "Daha sonra hangisi?" dedim. "Allah yolunda cihad," buyurdular.[1]

Bizi en güzel şekilde yaratan ve sayısız nimetlerle donatan Rabbimiz, kendisine şükür ile anne ve babamıza şükran duyguları taşımamızı Zikr-i Hakîm de yan yana zikrediyor ve şöyle buyuruyor.

“Biz insana anne-babasını vasiyet etmişizdir. Çünkü anası onu nice sıkıntılara katlanarak taşımıştır. İki yıl içinde de sütten ayrılmıştır. Bunun içindir ki; bana ve ana-babana şükret diye tavsiyede bulunmuşuzdur. Şüphesiz dönüş banadır.” (Lokman Sûresi – 31/ 14)

Anne ve babanızın sizin büyümeniz, yetişmeniz ve hayata sağlam adımlarla basmanız için dünyaya ilk geldiğiniz günlerden itibaren neler yaptığını, nelere katlandığını, sizin için ne ümitler besleyip ne hayaller kurduğunu yeniden gözden geçiriniz. Geçip giden anları yeniden yaşayınız. Onların üzerinizdeki haklarını düşününüz. Sizin çocuklarınız için yaptıklarınızı ve onlardan beklediklerinizi de düşününüz. Bütün bunlardan sonra anne ve babanıza nasıl davranacağınıza karar veriniz.

Bu kararı verirken günün birinde kendi çocuklarınızın da size nasıl davranmasını istediğinize de karar verdiğinizi unutmayınız.

Sonra Zikr-i Hakîm e kulak veriniz: "Rabbin sadece kendisine kulluk etmenizi, ana ve babanıza da iyi davranmanızı emretti, böyle hükmetti. Onlardan biri yada her ikisi senin yanında yaşlanırlarsa, sakın onlara “öf!” bile deme! Onları azarlama, onlara karşı daima güzel sözler kullan.

Onların üzerine rahmet ve şefkatle koruyu kanatlarını indir ve “Rabbim! Küçüklüğümde onlar beni nasıl yetiştirip büyütmüşlerse, sen de onlara öylece rahmet et!” diye dua et.” (İsrâ Sûresi 17 / 23-24)

Mü minler yaşça büyük olan insanlara hürmet göstermelidirler. Bu Allah Rasûlü nün irşadıdır, buyruğudur. Büyükler, anne veya baba olduğunda elbette hürmet ve yakınlık görmeye çok daha hak sahibidirler.

Anne ve babanıza gösterdiğiniz hürmette de çocuklarınıza örnek olunuz. Onlar sizde görsün hürmet duygularının ifadesini, yakınlığın davranışlara aksedişini. Bu duygularla filizlensin gönülleri.

Hz. Ömer in oğlu Abdullah ın(ra) şu davranışına dikkat ediniz. Abdullah İbn Dînar anlatıyor: "İbn Ömer Mekke için yola çıkmıştı. Deveye uzun süre binmenin getirdiği bıkkınlığı atlatmak, biraz rahatlamak için devesinden inerek bindiği bir merkebi vardı. Başına bağladığı bir de sarığı.

Bir gün bu merkebin sırtında ilerliyordu. Sahralarda göçebe yaşayan bir adam yanlarından geçiyordu. Ona; –Sen Fülanın oğlu Fülan değil misin? diye sordu. Adam; – Evet, oyum, diye cevap verdi. Abdullah(ra) cevabı duyunca merkebini ona verdi. -Buna bin! dedi.

Sarığını da ona uzattı. -Bunu da başına sar.

Adam uzaklaşıp gidince yanında bulunanlar dayanamadı: -Allah seni affetsin! Merkebini bir bedevîye verdin. Üzerine binip biraz rahatlıyordun. Başına sardığın sarığı da verdin.

Bir başka rivayette şu ek yer alır: Bunlar göçebe yaşayan insanlar. Az bir şey bile onları sevindirmeye yeterdi.

Abdullah İbn Ömer in onların bu sözlerine verdiği cevap ince bir duyguyu ve edeb anlayışını bizlere aktarıyordu:

Ben Allah Rasûlü nü(sav) şöyle buyururken duydum: "İyiliklerin en güzellerinden biri de bir insanın babasının arkasındandan onun dostuna yaptığı iyilik, gösterdiği yakınlık, sıcaklıktır, baba dostuyla bağlarını korumasıdır."

Bu insanın babası, babam Ömer in dostuydu. [2]

Baba dostuna sevgi ve hürmet, şüphesiz ondan önce babaya duyulan sevgi ve hürmettir. Bu davranış ne kadar ince ve duygu yüklü bir davranıştır. Hz. Ömer hayatta olsaydı, dostu olan bir insanın çocuğuna, kendisine dost olduğu için böyle davranıldığını öğrenseydi neler hissederdi, dersiniz. Oğlu Abdullah için gönlünde nasıl bir duygu canlanır, dudaklarından nasıl duâlar dökülürdü.

Bazı davranışlar daha da ince bir mânâ taşırlar. Anlatacaklarını kendi üsluplarıyla anlatırlar. Çok söze ihtiyaç bırakmazlar.
_________________________________________

[1] Sahih-i Buhârî, Mevâkîtü s-Salât (4/ 154-155), Sahih-i Müslim, İman (1/ 89).
[2] Sahih-i Müslim, Biir ve Sıla (4/ 1979).










27.Nasihat

Akrabalarınızla bağlarınızı koruyunuz.

Enes İbn Malik in(ra) rivâyet ettiği bir hadiste Allah Rasûlü(sav) şöyle buyurur: "Kim rızkının bollaşmasını, ömrünün uzamasını arzu ediyorsa akrabalık bağlarını koruyup gözetsin." [1]

Bizleri belli bir nesep bağı ve silsilesi çerçevesinde yaratan Rabbimiz; “Onun adını anarak birbirinizden isteklerde bulunduğunuz Allah’a karşı gelmekten ve sıla-i rahime riâyetsizlikten (akrabalık bağlarını zarar verecek davranışlardan) sakının. Şüphesiz Allah sizi daima murakabe edendir,”(Nisâ, 4/ 1)buyurur.

Şer -i Şerifin korunmasını, ısrarla üzerinde titrenilmesini emrettiği sıla-i rahim, akraba ve yakınlarla bağların korunmasıdır.

Günümüzde sıla-i rahim denilince daha çok farklı şehirlerde oturan insanların kendi köylerini, kasabalarını ziyaret etmeleri, orada bulunan anne-baba ve akrabasının yanına varma, gönüllerini alma anlaşılır oldu. Bu ziyaretlerin akrabalık bağlarını canlı tutma ve koruma konusunda güzel bir davranış olduğunda şüphe yoktur. Ancak sıla-i rahim ile kastedilenin bütünü bu değildir.

Sıla-i rahim, akrabalarla sıcak bağların kurulması ve korunmasıdır. İhtiyaçları olduğunda yanlarında yer almak, sıkıntılarını, acılarını, coşkularını, sevinçlerini paylaşmak, maddî, manevî iyiliklerini istemek ve bunun için çalışmaktır. Büyüklerine hürmet göstermek, küçüklerinin yetişmesi için gayret etmektir. Onlarla ziyaretleşmek, hediyeleşmek, haberleşmek, düğünlerinde, derneklerinde hazır bulunmak, onlarla aynı duyguların paylaşıldığını kendilerine hissettirmek, çocukların birbirlerini yakından tanımalarına ve kaynaşmalarına imkan hazırlamaktır.

Günümüzde şehir hayatı bizleri kalabalıkların içinde yalnızlığa itiyor. Binlerce insanla yaşıyoruz. Kendimizi onlardan uzak hissediyoruz. Otobüslerde, vapurlarda, trenlerde yolculuklar yapıyor yanımızda oturanlarla tek kelime bile konuşmadan inip kendi yolumuza gidebiliyoruz. Akan veya kaynaşan kalabalık bizim için çok mânâ ifade etmiyor… Biz hayal dünyalarımıza dalarak onların arasında yaşıyor, kendi dertlerimiz, sıkıntılarımız veya sevincimizi içimizde hapsediyoruz. Birçoğumuz her gün aynı kapıdan girip çıksa da, aynı asansöre binse de kendi binalarında oturan insanları, komşularını bile tanımıyor.

Biz yalnızız ve bu yalnızlığı giderek daha fazla kabulleniyoruz.

Sıla-i rahim, yalnızlıktan kurtulmanın, çevremizdeki insanlardan bir parça olduğumuz şuurunu yeniden canlandırmanın, yakınlarımızla bütünleşmenin, hafızalarımızın derinliklerinde kalan hatıraları yeniden yaşamanın adıdır.

Ayrıca çocukların diğer yakınlarını tanımaları, onlara kan bağlarının ne kadar güçlü olduğu konusunda bilgi verecek, kalplerinde güven duygularının kök salmasına vesile olacaktır. İç dünyalarına garip bir mutluluk hissi yayılacaktır. Amcaların, dayıların, teyzelerin, halaların, onların çocuklarının varlığını bilmek, onlarla karşılaşmak, onlar tarafından sevgiyle karşılanmak ve kucaklanmak elbette güzeldir. Akrabanın evlerinin, yerlerinin bilinmesi, kendileri için kapılarının açılması karşılıklı sevinç ifadeleri elbette ki kalplerde yer bulacaktır.

Akraba ile yardımlaşma ve dayanışma, bir çok zorluğun kolaylıkla aşılmasını, bir çok sıkıntının silinip yok edilmesini sağlayacaktır. Yaşanan Marmara Depreminde akraba olanların birbirlerini kurtarmak, birbirlerine yardım etmek için çırpınışlarını, maddî, manevî yarlarını sarmak için gayretlerini unutmayınız. Gözler önüne serilen bir çok ibret sahnelerini görmemezlikten gelmeyiniz.

Yardım için önce akrabanın seçilmesinin doğru olduğu gibi, davete de ilk olarak yakınlardan başlanılması doğru olandır.

Bunun için Rabbimiz, Rasûlü ne; "Yakın akrabanı hakka uyandır, onlara hak yolu tebliğ et. Sana inanan ve tabî olan mü minlere şefkat kanatlarını indir," (Şuarâ 26/ 214-215) buyuruyor. Artık açık davet yapılmasını ve davete Allah Rasûlü nün kendi yakınlarından başlamasını emrediyordu.

Alacakları tavır ne olursa olsun doğru olan yakınlardan başlanılması ve giderek halkanın genişletilmesiydi. Bazen çok uzakların yakınlara geldiği ve en yakın akrabadan daha yakın olduğu da, insanın gönlünde farklı bir yer edindiği de bir gerçektir. Ancak hayra davet, yardımlaşmak ve dayanışmak için akrabadan başlanılması daima doğru olandır…

Sıla-i rahim, Allah ın korunmasını emrettiği bağlardandır[2] .
_____________________________________
[1] Sahih-i Buhârî, Edeb ( 18/ 127, 128), Sahih-i Müslim, Birr ve Sıla (4/ 1982).
[2] Bak: Ra d Sûresi(13), Âyet: 21, Nisâ Sûresi(4), Âyet: 1, 36.








28. Nasihat

Çocuklarınıza şahsiyetli olmayı, başka zihniyetleri taklit etmemeyi, olduğu gibi görünmeyi öğretiniz.


Efendimizin gönül burucu bir haber üslubuyla bizleri ikaz ettiği şu hadis-i şerife iyi dikkat ediniz:

"Gün gelecek sizden öncekilerin yolunu karış karış, adım adım takip edeceksiniz. Öyle ki onlar keler deliğine girmeye kalkışsalar siz de tereddütsüz peşlerinden girmeye kalkışacaksınız."

Allah Rasûlü nden bu sözleri duyan sahabeler diyorlar ki; "Ya Rasûlallah! Onlar Yahudiler ve Hıristiyanlar mı?" diye sorduk; Rasûlullah(sav); "Ya kim olacaklardı?" buyurdu. [1]

Burada "keler" diye tercüme etmek zorunda kaldığımız hayvan dış görünüşü itibariyle kelere, yani kertenkeleye benzeyen fakat ondan kat kat büyük olan ve "dabb" diye anılan bir hayvandır. Ancak mühim olan hayvanın büyüklüğü veya küçüklüğü değil taklidin ne derece olduğudur.

Hadiste yer alan "keler deliğine girmeye kalkışsalar, siz de tereddütsüz peşlerinden girmeye kalkışacaksınız" ifadesinde mübâlağa olduğunu biliyoruz. Bununla birlikte içine düşülen taklitçiliğin ne derece körü körüne olduğunu vurguladığını da hissediyoruz. Ne yazık ki günümüzde örneklerini de fazlasıyla görüyoruz.

Rasûlullah(sav) Efendimiz, başka zihniyetleri, başka inançları ifade eden kıyafetleri, davranışları, bayramları, merasimleri, saç şekillerini, adetleri hoş görmemiş, uzak durmuş ve uzak durulmasını istemiştir. Onlara özenti duyulmasına razı olmamıştır.

Rasûlulah ın gayr-i müslimlere benzemekten sakınılmasını istediği hadislerin en kısa, öz ve geniş manalı olan herhalde şu hadis olsa gerektir:

"Kim kendisini bir kavme benzetirse o kişi onlardandır." [2]

Allah Rasûlü nün bu ikazları ve irşadı ile bu gün içinde bulunduğumuz durum ve sergilediğimiz tavırlar üzerinde uzun uzun durup düşünmek zorundayız. Yolumuz, yönümüz ne tarafa doğru? Bunun muhasebesini yapmalıyız.

Hak yolun yolcusu, İslâm şuurunun azimli taşıyıcıları olan kardeşlerimiz de çocuklarının kıyafetlerinde, saç tıraşlarında, söz ve davranışlarında, düşünüş, değerlendiriş üsluplarında, ölçü kabul ettikleri temel değerlerde bu inceliğe dikkat etmek, bu konuda titizlik göstermek zorundadırlar. Hepimiz kör bir özenme ve taklid anlayışından uzak durmak, değerlerimizi korumak, çocuklarımızı da uzak tutmak ve değerlerimizle yetiştirmek mecburiyetindeyiz.

Allah Rasûlü nün terbiyesi altında yetişen aziz bir sahabenin davranışına ve sözlerine dikkat edioruz: Haccac İbn Hassan, ablası Muğayra’dan kendisiyle ilgili olarak duyduğu şu hadiseyi bizlere naklediyor. Muğayra anlatıyor:

"Enes İbn Mâlik’in yanına girdik. Sen o günlerde çocuktun. Sağlı sollu sarkan iki perçemin vardı. Senin başını okşadı ve sana bereket için duâ etti. “Bu perçemleri kesin,” dedi. “Bunlar Yahudîlerin bıraktıkları perçemdir.” [3]

Buradaki "perçem" kelimesi belki de "zülüf" olarak tercüme dilmeliydi. Çünkü perçem daha ziyade alın üzerinden sarkan saçların adıdır. Zülüf ise kulak yanlarında aşağı sarkan ve perçeme göre daha uzun olan saçlardır. Küçük Haccac ın sarkan saçlarının da böyle olduğunu anlıyoruz. Yahudîlerin inançları gereği zülüf sarkıtışları da bu şekildedir. Enes in(ra) ikazı da bu yüzden, yani yandan sarkan saçlarının Yahudi zülüflerine benzeyişindendir.

Ancak zülüf bizim dilimizde ve edebî anlayışımızda daha çok kızların, kadınların alından ve kulak yanlarından sarkan saçları için kullanılır ve medih ifadelerinde yer alır. Dolayısıyla erkeklerin sarkan saçları, esasen zülüfe benzese de perçem diye tercüme edilmesinde bir mahzur olmasa gerektir. Ancak ne şekilde sarktığı izah edilmelidir. Çünkü dünyada estirilen nice moda rüzgârlarının Yahudîler tarafından estirildiği, kendi değerlerini kaybetmiş, heva ve hevesinin, meşrû veya gayr-i meşrû dünya zevklerinin peşine düşmüş, kendi inancını, asıl değerlerini Hıristiyan Dünyayı da istediği istikamete rahatça sürüklediği gözler önündedir. Ne yazık ki aynı çılgın akıştan İslâm Dünyasının da kendisini kurtaramadığı bir gerçektir.

Çok acı bir hüküm olduğuna inanmakla birlikte diyarımızda yaşadığımız bir gerçek daha vardır: İman bağı, ülkemiz insanının iman bağından çok daha zayıf insanların yaşadığı nice ülkeler vardır. Ancak içinde kendi imanına düşman olan ve bunu her fırsatta dışa aksettiren insanların yaşadığı nadir ülke vardır… Bu, ayrıca üzerinde durulması ve incelenmesi gereken bir konudur.

Siyonistlerin tesiriyle esen moda rüzgârlarının içinde onlara ait bir çok izlerin olduğu da dikkatli bakan gözler tarafından görülecektir. Kendi zihniyetlerinin, değerlerinin yayılması, beyinlerde yer etmesi, şuur altına yerleşmesi için çok ustaca tanıtma ve özendirme çalışmaları yaptıkları da kaydedilmesi gereken bir başka gerçektir.

Bu açıdan bakarak yılbaşı ve nevruz kutlamalarını, anne, baba, sevgili günlerini iyi değerlendiriniz. Nasıl bir inancın veya zihniyetin izlerini taşıdıklarına da dikkat ediniz.

Bir milletin kendi değerlerine sahip çıkması, akıntılara kapılarak sürüklenmemesi, esen rüzgârlarla sağa sola savrulmaması o milletin temel yapısının ve kendilerine güveninin sağlamlığını ve fertlerinin şahsiyetlerinin güçlülüğünü ve olgunluğunu gösterir.

Biz hayatın mânâsına inanan, hedefi ve gayesi olan bir milletiz. Çocuklarımızı ve gençlerimizi son hedefine ulaşacak şuurda, dirayette, azim ve cesarette, güç ve kuvvette, sabır ve ****nette yetiştirmek zorundayız.

Onları şuurlu ve sıhhatli yetiştirmek istiyorsak kendimiz onlardan önce hakka doğru yol alan bir mü minin şuur ve azmini taşımalıyız. Anne ve baba olarak çocukların temel yapısının âile yuvasında oluştuğunu asla unutmamalıyız.

_______________________________

[1] Sahih-i Buharî, İ tisam ve Enbiya (20/ 234), Sahih-i Müslim, İlim (4/ 2054).
[2] Sünen-i Ebu Davud, Libas (4/ 314)
[3] Sünen-i Ebu Davud, Tereccül (4/ 412)







29. Nasihat

Âilenize ve çocuklarınıza zaman ayırınız.


İmam Buhârî nin naklettiği bir hadise kulak veriyoruz. Ebu Cuhayfe Vehb İbn Abdullah(ra) anlatıyor:

Allah Rasûlü(sav) Selmâ-ı Farisî ile Ebu d-Derdâ yı kardeş yapmıştı. Sonraki günlerde Selmân, Ebu d-Derdâ yı ziyaret etti. Selman, evlerinin bahçesinde Ümmü d-Derdâ yı gördü; elbiseleri eskiydi. Neden bu durumda olduğunu sordu; "Kardeşin Ebu d-Derdâ nın dünya ile ilgisi, dünyalığa ihtiyaç duyduğu yok artık," diye cevap verdi. Selmân (ra) onun ne demek istediğini anlamıştı.

Kardeşi Ebu d-Derdâ yanına girdi. Kardeşi onu karşıladı, vakti gelince hazırlanan yemeği ona sundu; "Buyur ye, ben oruçluyum," dedi. Selmân(ra) onun bu sözlerine; "Sen yemedikçe ben de yemem" diye cevap verdi. Bunun üzerine Ebu d-Derdâ(ra) da onunla birlikte yemek yedi.

Gece olmuştu. Ebu d-Derdâ gece namazı için hazırlandı. Selmân(ra) ona; "Yat uyu!" dedi. Ebu d-Derdâ(ra) yatıp uyudu. Daha sonra yine kalkıp namaz kılmak istedi. Selmân (ra) yine; "Uyu!" dedi.

Gecenin son dilimi kalmıştı. Selman(ra) Ebu d-Derdâ ya; "Şimdi kalk" dedi. Birlikte namaz kıldılar. Namazın arkasından Selmân(ra) kardeşi Ebu d-Derdâ ya(ra) şöyle diyordu:

"Rabbinin senin üzerinde hakkı vardır. Kendi bedeninin senin üzerinde hakkı vardır. Âilenin senin üzerinde hakkı vardır. Her hak sahibine hakkı olanı ver."

Ebu d-Derdâ(ra) Rasûlullah(sav) Efendimizin yanına gelerek ona Selmân(ra) ile yaşadıklarını ve söylediği sözü anlattı. Efendimiz; "Selmân doğru söyledi," buyurarak Selmân ı tasdik etti. [1]

Olması gereken her hak sahibine hakkının verilmesiydi. Kişi Rabbini de unutmamalı ona olan kulluk borçlarını yerine getirmeli, kendi sıhhatini, istirahatını, bedenî ihtiyaçlarını ve âilesini, âilesinin ihtiyaçlarını ihmal etmemeli, bu ihtiyaçlara göre zamanını tanzim ve tertip etmelidir.

Nitekim Allah Rasûlü nün(sav) çok oruç tutan ve çok ibadet eden, kendi sıhhatine ve âilesine yeterli vakit ayırmayan Abdullah İbn Amr İbn Âs a(ra) tavsiyesinde de bu dengenin vurgulandığını görüyoruz:

"Hanımının senin üzerinde hakkı vardır, seni ziyaret eden misafirinin senin üzerinde hakkı vardır, bedeninin senin üzerinde hakkı vardır." [2]

Hatta hadisin Sahih-i Buhârî de yer alan rivayetinde "Gözlerinin senin üzerinde hakkı vardır," [3]

Sahih-i Müslim de yer alan bir rivayetinde de; "Çocuğunun senin üzerinde hakkı vardır" [4] ekleri yer alır.

Bu gün durduğumuz noktada Allah Rasûlü nün bu irşadı üzerinde gerçekten derin derin düşünülmeli, durumumuz muhasebeden geçirilmelidir. Bilinmelidir ki, kişinin âilesine sunacağı hizmet ayrı bir ecir kaynağıdır.

Bu ihtiyaç, sadece nafaka ihtiyacı değildir. Belki nafaka temini kadar onlarla beraber olmaktan huzur ve saadet duyduğunu hissettirme de değer taşır. Arzu edilen sadece âile reisinin ilgisi de değildir. Âile içinde yer alan her fert âilenin diğer fertlerinin ilgisine muhtaçtır. Dolayısıyla anneler ve babalar kendilerine, yuvalarına ve çocuklarına zaman ayırmalı, belli bir zaman diliminde birbirleriyle ilgilenmeli, ailece bir arada bulunmalıdırlar. Hayat akışı, dünyalık ve iş kaygısı bizi yuvamızdan koparmamalıdır. Zaman bulamıyorum cümlesi bir mazeret değildir. Hayat akışı zaman bulmaya göre tanzim ve tertip edilmelidir. Zaman bulamama bir kusurdur; kusurların mazeret olarak gösterilmesi ise ikinci bir kusurdur.

Allah Rasûlü nün(sav) içinde bulunduğu durumu, şartları düşününüz. Çekilen acı ve sıkıntıları, yapılan savaşları, kaybedilen insanları düşününüz. Onun sadece kendi ve yakınlarıyla değil bütün mü minlerle ilgilenmek zorunda olduğunu, tebliğ vazifesini, hakkı yeryüzünde hâkim kılma mücadelesini ve bütün bunları içine sığdırdığı yılları göz önüne getiriniz.

Ve Rabbimizin ona hitabına dikkat ediniz:

"Ey Nebî! Biz seni bütün ümmetlere ve peyamberlere bir şahid, bir müjdeleyici, bir uyarıcı olarak gönderdik.

Allah ın izniyle Allah yoluna bir davetçi, nur saçan bir ışık kaynağı olarak…

Mü minlere, Allah tan kendilerine büyük bir lütuf bahşedileceğini müjdele.

Kâfirlere ve münafıklara boyun eğme! Onların eziyetlerine de aldırma. Allah a güven, Allah a dayan. Vekil ve destek olarak Allah sana yeter." (Ahzâb Sûresi -33 Âyet 45-48)

Bu kadar ağır bir mesuliyetin içinde Allah Rasûlü nün âilesine, çocuklarına, torunlarına zaman ayırışı üzerinde derin derin düşününüz. İnsanın arzu edince ve hayatını tanzim edince zaman bulacağında şüphe yoktur.

Şimdi Ebu Hureyre yi(ra)dinliyoruz:

“Gündüzün bir saatinde Rasûlulllah’ın(sav) peşinden dışarı çıktım. Arkasından yürüyordum. O da sessiz, ben de sessizdim. Birbirimizle konuşmadan ilerliyorduk. Benî Kaynuka Pazarı’na kadar böyle geldik. Sonra Rasûlullah(sav) buradan ayrılarak Hz. Fatıma’nın evine vardı.

“Ufaklık orada mı!? Ufaklık orada mı!?” diye seslendi.

Hasan’ı kastediyordu. Kanaatimiz o ki, annesi onu yıkıyor, boynuna kokulu çiçeklerden bir gerdanlık takıyordu. Çok geçmedi, küçük Hasan koşarak geldi. Rasûlullah ona, o da Rasûlullah’a sarıldı. Rasûlullah(sav) Efendimiz onun için; “Allahım! Ben onu seviyorum, sen de sev. Onu seveni de sev!” diyerek duâ etti.[5]

Fatıma(ra) ile Hz. Ali’nin evlerinin, Âişe Vâlidemiz ile Allah Rasûlü’ünün odalarının hemen arkasında, kuzey tarafında olduğunu, Âişe Vâlidemiz e âit oda ile bu evin arasında bir kişinin ancak yan dönerek girebileceği bir sokağın bulunduğunu biliyoruz.Buharî’nin naklettiği rivâyette, Peygamber Efendimizin gelerek Fatıma’nın evinin önündeki boşluğa oturduğu ve torununa oradan seslendiği zikredilir. [6]

Bu güzel manzarayı yeniden gözlerinizde canlandırınız: Allah Rasûlü(sav) gündüzün bir saatinde torununu özlüyor, onu sevmek istiyor, pazaryerinde yön değiştiriyor, kızının evinin önüne geliyor ve torununu yanına çağırıyor. Fatıma(ra) onu hazırlayarak sevmesi için dedesinin yanına yolluyor.

Bu, Efendimizin hem torununa, hem de kızına sevgisidir. Çünkü onun içten gelerek dışarıya aksettirdiği bu sevgi, her ikisini de sevindirecektir. Hangi anne, çocuğunun kendi babası tarafından bağrına basılıp sevilmesini istemez ki?...

Ayrıca hadisteki kelimelere dikkat edildiğinde, Rasûlullah’ın üslubunda bir parça mizah olduğu da görülecektir. Bizim burada “ufaklık” diye tercüme ettiğimiz “lukka‘” kelimesi yaklaşık dilimizdeki “yaramaz" veya "afacan” kelimelerinin benzeri bir kelimedir. Afacan ve yaramaz, dilimizde nasıl daha çok çocuklar için ve onlara takılmak arzusuyla kullanılıyorsa, bu kelime de daha çok çocuklar için ve onlara takılmak niyetiyle kullanılır. Nitekim Efendimizin çocuklara çok güzel üsluplarla takıldığını, onlarla latifeleştiğini gösteren başka hatıralar da vardır.

Küçük Hasan’ın kollarını açarak Allah Rasûlü’ne koşuşunu, onun kollarını açarak torununun boynuna sarılışını bekleyişini düşününüz. Sonra da kucaklaşmayı. Bütün bunların tabiîliğini ve güzelliğini.

Bunun üzerine çok söz söylemeye hacet yok. Allah Rasûlü(sav) bizim üsve-i hasenemizdir. Onun bize üsve-i hasene olması da Rabbimizinüzerimizdeki en büyük lütuflarından biridir. O, bu gün anlamakta zorlandığımız birçok şeye zaman buluyordu. İbadete, hem de dolu dolu yapılan bir ibadete, cemaate, cihada, irşada, davete, sohbete, ziyarete, âilesine, yakınlarına, torunlarına, kendisine küçük yaşlardan başlayarak emeği geçen Ümmü Eymen in kapısına varıp gönlünü almaya ve daha nicelerine...

Bir insan bir şeyi gerçekten arzu ederse ona zaman bulur ve ayırır.

Âileler fırsat buldukça yemeklerde bir araya gelmelidir. Akşamları bir araya gelince televizyona teslim olup beraberliğin içinde yalnızlığı, uzaklığı yaşamamalıdır. Günlük bir araya gelme imkânları yoksa haftada belli bir zaman dilimini değerlendirmelidirler.

Mesela hazırlık yaparak uygun bir günün veya tatil gününün ikindi namazına bir–bir buçuk saat kala bir araya gelmeli, anne, babalar ve Kur an okumayı öğrenen çocuklar sırayla Kur an okumalıdır. Okuyuş derecesine göre okunan birer sayfa veya birkaç âyet olabilir. Bu Kur an tilaveti, sıkmadan, sıkılmadan paylaşılmalıdır.

Arkasından seçilen birkaç hadis okunması da bir araya gelişe güzellik kazandıracaktır.

Çocuklardan okuyuşu güzel olan birine siyer kitabından bir bölüm veya sahabe hayatından bir tablo okutulmalı, arkasından duygular ve düşünceler paylaşılmalıdır.

Sonra kalkılarak birlikte namaz kılınmalı ve duâ edilmelidir. Babanın imamlık, çocuklardan birinin müezzinlik yapması çok güzel olacaktır.

Namazın arkasından hazırlanan küçük bir ziyafetle bir arada olmanın tadı çıkartılmalıdır.

Bu evinizin manevî havasını güzelleştirecek, evinize canlılık getirecektir. Ayrılan iki–üç saatlik bir zaman dilimi haftanın bütününe tesir edecektir.

Eğer bu bir araya gelişe, istikrar ve intizam kazandırılırsa âilenin her ferdine tesir edecek, çocuklarınızda derin izler bırakacaktır.

Çocuklarınızın maddî manevî sağlam bir yapıda olmasını istiyorsanız onlarla güzellikleri birlikte yaşamanın yollarını bulmalısınız. Birlikte yaşayış, anne ve babanın çocuklarına en güzel terbiye verme yollarından biridir. Hayat akışının insanlara öğrettikleri basite alınamayacak orandadır ve daha kalıcıdır.

Çocukların dünyaya geliş anlarından altı yaşlarına kadar öğrendikleri sonraki yıllarda öğrendiklerinden hiç de az değildir ve onların bilgilerinin, şahsiyetlerinin temelini oluşturur. Bir başka ifadeyle insanın bilgi ve karakter temelleri âile yuvasında atılır...

Bu gün yanlış açılardan bakılarak değerlendirilen ve yanlış değerlendirmelerle imrenilen batı dünyasında yaşayan çocukların çoğunun anne ve babanın birbirinden koptuğu, parçalanmış âile çocukları olduğu unutulmamalı, bir arada oluşun nimeti yavrulara tattırılmalıdır...

Çocukların iç dünyası, anne ve babasıyla birlikte hissettiği saadet meltemleriyle daha da güzelleşecektir.

__________________________________________________ _____
[1] Sahih-i Buhârî, Savm (9/ 143-144).
[2] Sahih-i Buhârî, Savm (9/ 157), Sahih-i Müslim, Sıyam (2/ 813).
[3] Sahih-i Buhârî, Savm (9/ 157, 160).
[4] Sahih-i Müslim, Sıyam (2/ 814).
[5] Sahîh-i Buhârî, Büyû‘ (9/ 329), Sahîh-i Müslim, Fedâilü’s-Sahâbe (4/ 1882-1883).
[6] Bak: Sahih-i Buhârî, Büyû‘ (9/ 329)





30. Nasihat

Büyüklerinize hürmet, küçüklerinize şefkat ve merhamet gösteriniz.


Allah Rasûlü(sav) bir hadisinde çocuklara şefkati, büyüklere hürmeti şu sözlerle vurgular:

"Küçüklerimize şefkat ve rahmet duymayan, büyüklerimize hürmet göstermeyen, hakkı, iyiliği ve doğruyu yaymak, kötülükleri yok etmek için gayret etmeyen bizden değildir." [1]

Bu hadis şüphesiz bir çok açıdan değerlendirilmesi gereken bir hadistir. Küçüklerimize şefkat duyulmasının ve merhametle muamele edilmesinin, büyüklerimize hürmet duyulmasının ve bunların davranışlarımıza aksetmesinin İslâm ahlâkının bir parçası olduğunu vurgulayışı da kesin ve nettir.

Hadisin Sünen-i Tirmizî de yer alan bir başka rivâyetinde; "Küçüklerimize şefkat ve rahmet duymayan, büyüklerimizin izzet ve şerefini bilmeyen bizden değildir," buyrulur. [2]

Sünen-i Ebu Davûd da yer alan rivâyette ise biraz daha değişiklikle; "büyüklerimizin hakkını, kadrini ve kıymetini bilmeyen," lafzı yer alır. [3]

Her bir ifade farklılığında, bizlere hitap eden bir başka incelik vardır.

Küçüklere şefkat ve merhamet duygusu beslmek gibi büyüklerin büyüklüğünü, küçükler üzerindeki hakkını bilmek, takdir etmek ve onlara hürmet göstermek de İslâmî ahlâkın bir gereği olduğunda şüphe yoktur.

Böylece küçükler emniyet duygusu içinde ve huzurlu yetişip filizlenirken büyükler de kendilerine düşeni yapmanın huzurunu duyacaklar ve karşılığını dünyada hürmet görerek, ihtiyaç halinde yardımlarına koşularak alacaklardır. Ebedî hayatta ise yaptıkları sebebiyle çok daha fazla sevinecekler, daha da yapmış olmanın hasretini, isteğini, arzusunu derinden hissedeceklerdir.

Ayrıca çocuklarla yaşlı büyükler arasında çok güzel bağlar kurulur. İş dünyasında boğuşan babalara göre büyük babalar ve annelere göre büyük anneler torunlarla ilgilenmeye daha müsait olabilirler. Onlara babaların, annelerin anlatmakta zorlanacağı bir çok şeyi anlatabilirler. Çocuklar büyük babalara, büyük annelere hizmet ederek hem ahlâkî duygularını geliştirirler, hem de işe yaramanın, bir iş başarmanın hazzını duyarlar. Onlardan duydukları sözlerle, gördükleri davranışlarla zekâları gelişir, ufukları genişler.

Büyük babalar ve büyük anneler de, kendilerinden bir parça olan, üzerlerinde emeklerinin ve haklarının olduğu bir aile yuvasında olmanın veya onlarla buluşmanın, torunlarını sevmenin, onlarla ilgilenmenin, onların gelişip filizlenmesine şahid olmanın gönül huzurunu duyarlar.

Çocuklar müthiş bir merak taşırlar. Akıl almaz sorular sorarlar. Anne ve babalar çok defa çocukların bu sorularından bunalır ve onları başlarından savmaya çalışırlar. Büyük babalar ve büyük anneler onların bitmez, tükenmez sorularına cevap vermekte daha sabırlıdırlar. Çok defa kendilerine verilen cevabı bütünüyle anlamasalar bile çocuklar ciddiye alındıkça, sorularına cevap verildikçe bundan hoşlanır ve rahatlık hissederler. Kendileriyle ilgilenilmesi ve ilgilenen insanların olması ayrıca onlara güven duygusu verir. Fikren, bedenen ve ruhen gelişmelerine müsbet tesir eder.

Ömrü yeten her insan çocukluk, gençlik, olgunluk ve dinçlik ve yaşlılık devrelerinden geçer. Bu devrelerin hepsinde çevresinde yer alan yakınlarına, dostlarına ihtiyacı vardır. Bu ihtiyaç şüphesiz çocukluk ve yaşlılık devresinde çok daha büyüktür. Her insan kendisini karşısındakinin yerine koyabilmeli ve onun nasıl bir bekleyiş içinde olduğunu çok iyi değerlendirmeli ve bu ihtiyacı karşılamada kusur etmemelidir.

Daha önce anne ve babalara hürmet ve hizmet üzerinde durmuştuk. Büyüklere hürmet anneleri, babaları, büyük anneleri ve büyük babaları içine aldığı gibi amcaları, dayıları, teyzeleri, halaları ve cemiyet içinde yaşça büyük olan her insanı içine alır.

Allah a hamd ediyoruz ki bütün menfî gelişmelere rağmen bizim cemiyetimiz bu hassasiyeti kaybetmemiştir. Mensubu olmakla izzet ve şeref duyduğumuz İslâm dininin ahlâk güzelliklerinden biri de budur.

Batı dünyasındaki yaşlı insanların kalabalıklar içindeki yalnızlığı esef vericidir ve ibretlik bir derecededir. Şefkatsizliğin, merhamet eksikliğinin, hürmet yokluğunun, akraba bağlarındaki kopukluğun insanları nasıl bir ümitsizlik ve yalnızlık dünyasına ittiğini görüp ibret almak isteyenler, batı dünyasında boş bakışlarla park ve bahçelerde dolaşan, balkonlarındaki çiçeklerini sulayarak, ellerinde köpeklerini gezdirerek bu dünyadan göçünceye kadar zaman dolduranları ibretle seyretmelidirler.

Nasıl bir dünyaya imrenir duruma getirildiğimiz o zaman kendini daha iyi belli edecektir.

Bizim şiârımız büyüklerimize hürmet, küçüklerimize şefkattir. Büyüklerle istişare etmek, onların duygu ve düşüncelerine değer vermek, onların hayata iştiraklerini sağlamak, rızalarını kazanmak, dualarını almak, onları iki cihan saadetine vesile etmektir.

[1] Sünen-i Tirmizî, Birr (4/ 322). Tirmizî, hadisin hasen olduğunu söyler.
[2] Sünen-i Tirmizî, Birr (4/ 322). Tirmizî hadis için hasen, sahih der.
[3] Sünen-i Ebu Davûd, Edeb (5/ 232-233)

Alıntı ile Cevapla