Tekil Mesaj gösterimi
Alt 02 Eylül 2012, 23:04   Mesaj No:8

Sedat11

Avatar Otomotik
Durumu:Sedat11 isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 20031
Üyelik T.: 01 Eylül 2012
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Mesaj: 3
Konular: 0
Beğenildi:0
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Standart Cevap: Kur’ân ancak sünnetle anlaşılır

KUR’AN ANCAK SÜNNETLE ANLAŞILIR

Nebi (s.a.v.)’i aradan çıkarmak isteyen bazı kimseler Hz. Muhammed (s.a.v.)’in sadece bir nakilci, diğer bir ifâdeyle bir “postacı” olduğu, vazifesinin, sadece Kur’ân’ı teblîğden ibaret bulunduğunu; Kur’ân’ın dinle ilgili her şeyi açıkladığını, sünnetin veya başka bir şeyin dinî hükümlere kaynaklık etmesine, Kur’ân’ı açıklamasına gerek kalmadığını savunurlar.

Din kardeşim iyi düşün Nebi (s.a.v.) , Kur’ân-ı Kerîm’de toplu bir şekilde bildirilenleri, ya’nî kısa ve kapalı olarak bildirilenleri açıklamasaydı, Kur’ân-ı Kerîm kapalı kalırdı. Nebi (s.a.v.)’in vârisleri olan mezheb imâmlarımız Hadîs-i şerîflerde üstü kapalı olarak bildirilenleri açıklamasalardı, Nebi (s.a.v.)’in sünneti kapalı kalırdı.

Böylece, her asırda gelen âlimler, Nebi (s.a.v.)’e tâbi olarak, kısa ve üstü kapalı anlatılanları açıklamışlardır. Meselâ Nebi (s.a.v.), abdesti nasıl alacağımızı Hadîs-i şerîfleri ile bize bildirmeseydi, nasıl abdest alacağımızı Kur’ân-ı Kerîm’den çıkaramazdık. Namazların kaç rek’at oldukları ve orucun, haccın, zekâtın hükümleri, nisâb mikdârları, şartları ve farzları ve sünnetleri, Kur’ân-ı Kerîm’den çıkarılamazdı.

İmrân bin Husayn (r.a.)’e bir kimse, bizimle yalnız Kur’ân’la konuş (Kur’ân’dan delîl getir) deyince, İmrân (r.a.) ona: “Sen tam ahmaksın. Kur’ân-ı Kerîm’de farzların rek’atlarının sayısı açık olarak var mı? Yâhud bunda sesli okuyun, diğerinde sessiz deniyor mu?” buyurarak onu susturdu.

Hz. Ömer (r.a.)’e yolculukta namazın kasr edilmesi, ya’nî dört rek’atlı farzları iki rek’ât olarak kılmaktan soruldu ve: “Biz, azîz kitabda korku namazını buluyoruz, fakat seferî namazı bulamıyoruz” denildi. Sorana: “Ey kardeşimin oğlu, Allahü Teâlâ bize Peygamber (s.a.v.)’i gönderdi. Biz bir şey bilmeyiz. Ancak biz, Resûlullah (s.a.v.)’in yaptığını gördüğümüz şeyi yaparız. O, seferde, dört rekatlı farzları iki kılardı. Onu teşrî’ eden (şer’i hüküm olarak belirleyen) Resûlullah (s.a.v.)’dir” buyurdu. (Beyhâki, Sünen)

(İmâm Şârânî, Mîzân’ül Kübrâ, Mukaddime Bölümü)

SÜNNETE SARILAN KURTULUR

Sünnetten yararlanabilmek için her şeyden önce Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in “en güzel örnek” olduğuna, sünnetinin yaşanabilirliğine, insan özüne ve ihtiyaçlarına en üst seviyeden cevaplar getirdiğine inanmak gerekir. Zîrâ Hz. Peygamber (s.a.v.) âlemlere rahmet ve hidâyet rehberi olarak gönderilmiştir. Sünnetin kurtarıcılığından şüphe etmek Hz. Peygamber (s.a.v.)’in risâletine karşı çıkmak anlamına gelir. Nitekim Abdullah İbni Mes’ûd (r.a.) bir defâsında “Peygamberiniz’in sünnetini terk ettiniz mi saptınız gitti demektir” tenbîhinde bulunmuştur.

“Gerçekten sen doğru yola çağırıyorsun” (Mü’minûn s.23), ve “Eğer o peygambere itaat ederseniz doğru yolu bulmuş olursunuz.” (Nûr s. 54) âyetleri, sünnetin kurtarıcılığını ortaya koyan Kur’ânî delîllerdendir.

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) “Ben sizi bel bağınızdan tutmuş ateşe düşmekten kurtarmaya çalışıyorum; siz ise, elimden kurtulup ateşe girmeye çalışıyorsunuz” buyurmuştur. Başka bir hadîste:

“Benim ve Allah’ın benimle gönderdiği İslâm’ın durumu, bir topluluğa gelip şöyle diyen kişinin durumuna benzer:

- Ey Milletim, gerçekten ben, üzerinize gelmekte olan bir orduyu gözlerimle gördüm. Ben, size bu tehlikeyi bildiren apaçık bir haberciyim. Binaenaleyh canınızı kurtarmaya bakın!

Bu sözler üzerine ahâlinin bir kısmı ona itaat etti ve akşamdan yola çıkarak tabiî bir yürüyüşle bulundukları yeri terk edip gittiler, kurtuldular. Bir kısmı da onu yalanladı, yerlerinde kaldılar. Ordu onlara sabaha karşı baskın verdi ve hepsinin kökünü kazıdı. İşte bu hâl, bana itaat, getirdiklerime ittiba edenler ile bana isyan ve Hakk’tan getirdiklerimi yalanlayan kimselerin durumunun ta kendisidir” (Buhârî, İ’tisâm 2)

(Süyûtî, Miftâhü’l-cenneh, 53-54.s.)

İSLAM’DAKİ DERİN HASSÂSİYET

Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’in harb-sulh, ibâdet-ticaret, hak ve adâlet, suç-cezâ gibi ciddî ve önemli konularla meşgûl olması hemen herkes tarafından pek tabiî karşılandığı halde, onun, günlük insan hareketlerinin biçim ve şekilleriyle de meşgûl olmasını bazıları akıllarına sığdıramayabilirler. Nitekim Selmân-ı Fârisî (r.a.)’e bir müşrik biraz da alaylı bir edâ ile şöyle dedi:

“Görüyorum ki dostunuz Muhammed, size her şeyi, ama her şeyi, hatta helâya nasıl oturacağınızı bile öğretiyor?”

Selmân, gayet ciddî bir edâ ile:

“Evet, gerçekten de öyle”, diyerek onu tasdîk ettikten sonra Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’in tuvalet âdâbıyla ilgili tavsiyelerini sıraladı.” (Müslim, Tahâret 57-58)

Peygamber (s.a.v.) Efendimiz ümmetine bir baba gibi her konuyu öğretmiş, onların izzet ve şerefine yaraşır davranışları göstermiştir. Bunda “küçük işlerle meşgûliyet” gibi bir basitlik değil, “en küçük ayrıntıyı bile ihmal etmeme derecesinde bir ciddiyet, sorumluluk ve insanı bir bütün olarak değerlendirmek” gibi derin ve anlamlı bir hassâsiyet yatmaktadır. İşte Selmân (r.a.), bunun farkındaydı ve aklınca alay etmek isteyen “Bir peygamber de böyle şeylerle uğraşır mıymış?” demeye getiren devrin çağdaş müşrik zihniyetine gerçeği bütün safiyeti ve açıklığı ile haykırıyordu: “Evet, herşeyi bize O (s.a.v.) öğretiyor!”
(İmâm Nevevi, Riyazüs Sâlihin, 1.c. 16-36.s.)
Alıntı ile Cevapla