Tekil Mesaj gösterimi
Alt 29 Ekim 2012, 13:07   Mesaj No:28

bilinmez

Meal Gurubu Üyesi
Medineweb Emekdarı
bilinmez - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:bilinmez isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 13966
Üyelik T.: 27Haziran 2011
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Mesaj: 2.154
Konular: 309
Beğenildi:178
Beğendi:15
Takdirleri:560
Takdir Et:
Standart Cevap: Tasavvufla İlgili sorularıma cevap arıyorum inşallah

TASAVVUF FELSEFESİNİN "ŞİRK KANALLARI"

Gerçek bilimden mahrum cahillikle, şeytani felsefelerle zehirlenmiş "antik felsefeler"in etkisiyle, İblis'in, "aldatıcı-hayali" rüya ve vizyonlarıyla, İslam'ın içine nasıl "şirk kanalları" açıldığını; "Allah'a yaklaşmak" maskesi altında ne şeytanca iftiralar atıldığını; akla-ilme aykırı, Kur'an'ın reddettiği sayfalarca ne hezeyanlar kusulduğunu ifade etmek, Sonsuz Yüce Allah'ın bir kölesi olarak üzerimize farzdır. İslam'a açılan "şirk kanalları"yla ihdas edilen bir "felsefe"nin, "gerçek İslam" diye geniş topluluklara yutturulması; bu yolla İslam'ın, "kabalacı-küreselci çağdaş New Age'ci felsefe"yle uzlaştırılması ve kurulacak "yeni dünya düzeni"nin çimentosu yapılması, kimin planıdır dersiniz? "Tasavvuf felsefesi"nin geldiği noktaya bakarsanız, asırlardır yürütülen bu "mistik-felsefi propaganda"nın amacına ulaşmış olduğunu rahatlıkla görebilirsiniz. İşte "tasavvuf felsefesi"nden akla ziyan bilgiler:

Aslen Farisi olan Ma'ruf el-Kerhi, Harun er-Reşid devrinde ve kendisine nisbet edilen Bağdat'ın Kerh mahallesinde yaşayan ilk mutasavvıflardandır. Onun öğrencisi süfi Seri es-Sakati, hocası Maruf'u, bakın şeytani bir rüyayla nasıl göklere çıkarır:



''Rüyamda Ma'ruf el-Kerhi'yi Arş'ın altında gördüm. Allah, meleklerine; 'Bu kimdir?' diye soruyordu. Melekler; 'Sen daha iyi bilirsin, Ya Rabb'i!' diye cevap verdiler. Allah; 'Bu, muhabbetimden sarhoş olan ve ancak bana kavuşmakla ayılan Ma'ruf el-Kerhi'dir' dedi."


Bunlar, Kur'an dışı, şeytan işi akla ziyan zırvalar. Mürit öğrenci, şeyhini göklere çıkarır da, şeyhi, onun ödülünü vermez mi? Ma'ruf birgün müridi Seri es-Sakati'ye şöyle der:



"Allah'tan bir şey istediğin zaman, O'ndan benim adımla iste."


Bu şeyh ve müridin karşılıklı ifadeleri, okyanusa atılsa onu bozar. Bir tarafta, bir rüya ile şeyh efendiyi, haşa Arş'a çıkarma hayali, diğer taraftan Müslüman'ın, Müslüman'a; peygamberlerin Müslümanlar'a duası dışında, Allah'tan "aracılar"la yardım istemek; dünyada iken yaşayanları yahut ölüleri şefaatçi(aracı) kılmak; açıkça "şirk"tir ve İslam'a "şirk kanalı" açmaktır. Unutmayalım ki Mekkeli müşrikler de "ilahlar"ını, Allah'tan yardım istemek için aracı kılmaktaydılar. Allah, Kitabı'nda bakın ne diyor:



İnsanlardan Allah'tan başkasını ortak edinen öyle kimseler vardır ki; o Allah'a ortak koştukları kimseleri, Allah'ı sever gibi severler. Ancak iman edenlerin, Allah sevgisi daha şiddetlidir. Keşke o zalimler(müşrikler), azabı gördükleri zamanı bir görselerdi. Muhakkak gücün-kuvvetin tamamı Allah'a aittir ve muhakkak Allah, azabı şiddetli olandır.

[BAKARA(2)/165]



Allah'ın dışında onlara fayda da, zarar da veremeyecek olan kimselere köle oluyorlar. Ve diyorlar ki: "Bunlar bize, Allah'ın indinde şefaat edeceklerdir." De ki: "Göklerde ve Arz'da, Allah'ın bilmediği bir şeyi mi haber veriyorsunuz? O, şirk koştukları şeylerden yüksektir, münezzehtir(yücedir)."

[YUNUS(10)/18]



Yardım görürler umuduyla, Allah'tan başka ilahlar edindiler.
Onların (ilah edindikleri), onlara yardım edemezler. Aksine, kendileri, onların hazır askerleridir.

[YASİN(36)/74-75]



Dikkat et! Halis din Allah'ındır. O Allah'ın dışında dostlar edinenler (dediler ki): "Biz, onlara, bizi Allah'a bir yakınlıkla yaklaştıracaklar diye köle oluyoruz." Muhakkak Allah, onların arasında, o ihtilaf ettikleri konularda hüküm verecektir. Şüphesiz Allah, o hakkı örten yalancı kimseyi, hidayete erdirmez.

[ZÜMER(39)/3]



De ki: "'Şefaat'in tamamı Allah'a aittir. Arz'ın ve göklerin mülkü O'nundur. Ve dönüşünüz de O'nadır."

[ZÜMER(39)/44]


Bayezid ve Ebu Said el-Harraz dışındaki üçüncü asır sufileri, "fena doktrini"ni arka planda tuttular ve "vahdeti vücut" dilini seyrek olarak kullandılar. Ayrıca "tasavvuf"u, İslam'la uzlaştırmak için bir hayli gayret gösterdiler.

Bestam'lı Bayezid el-Bestami, gerçekte Farisi kökenli olup İran tasavvufunun en önde gelen mutasavvıflarından birisidir. İşte şeytanla yatıp kalkanların bozulmuş ruh halleri.. Aşağıdaki zırvaların sahiplerinin İslam'la, Kur'an'la ne ilişkisi olabilir?



"Ben, Hak'tan Hakk'a çıktım. Ey ben olan Sen! Fena fillah makamını gerçekleştirdim. Ben şimdi önceden olduğum kişi değilim. Çünkü Ben ve Hak demek, Hakk'ın birliğinin inkarıdır.. Hayır! Ben diyorum ki, Allah benim aynamdır. Çünkü O, benim dilimde konuşur ve ben ise yok oldum. İnsan için bir şeysiz, zühdsüz, ilimsiz ve amelsiz olmasından daha faziletli bir şey yoktur. Zira o, hiçbir şeysiz olursa, her şey onun olur."


Bestami efendi demek istiyor ki; ben yokum Allah var ve ben de O'ndayım. Ben yokum demekle yok mu oluyorsun, sonra da haşa Allah'la beraber mi oluyorsun! Bu derece hayale dalmış, İblis'e yular kaptırmış bir insanın ruh sağlığının normal olduğu söylenebilir mi? İblis'in içirdiği şarap o derece sarhoş etmiş ki bakın ne diyor:



"Yılanın kabuğundan soyulduğu gibi ben de Beyazıt'lığımdan çıktım. Sonra baktım; gördüm ki, aşık, maşuk ve aşk birdir. Çünkü tevhid aleminde hepsi birdir. (Haşa) Ben Allah'ım(!) Benden başka ilah yoktur(!) O halde bana ibadet edin(!) Kendimi tesbih ederim(!) Şanım ne yücedir(!)"


Gerçekte, Allah diye İblis'le "aşk fenası"na kapılan bu kendini kaybetmiş adamın şeytani hezeyanları bitmiyor ve devam ediyor:



"Arş nedir? diye sorulmuş. 'Ben oyum' demiş. 'Kürsi nedir?' denmiş. 'Ben oyum' demiş. 'Levh ve kalem nedir?' denilmiş yine 'Ben onlarım' demiş"


Bravo!... Müthiş felsefe!.. Bunları İblis'in kendisi söyleyemez. Söylemez çünkü gerçeği biliyor. Amacı böyle "kibrinden aklı gitmiş ademoğlu"na, yular takmak ve onlara söyletmektir. Yukarıdaki Kur'an dışı, akıl dışı sözlerin sahibi olan meczubun, İslam'la, izanla, ilimle ve velayetle ne ilgisi olabilir? Hayır yanıldınız "velayet"le bir ilgileri vardır elbette... Ancak bu velayet, hiç şüpheniz olmasın "İblis'in velayeti"dir.

Bunların bütün hayali düşüncelerinin kaynağı, "şeytani rüyalar" ve "vizyonlar"dır. Oradan beslenir ve nemalanırlar. Aslında bugün de tüm kibirli-tekil hasta liderler, benzer vizyonlardan beslenirler. Bu rüyaların-vizyonların arkasında kimler vardır dersiniz? Hiç şüpheniz olmasın İblis'in adamları.. İşte mutasavvıf Bestami efendinin çocukluğunda gördüğü bir vizyon:



"Çocukluğumda bir gece Bestam'dan çıktım. Ay doğmuştu ve her şey sakindi. Bir mertebe gördüm ki, on sekiz bin alem onun yanında zerre gibi kalıyordu. Titredim ve beni büyük bir dehşet kapladı. 'Ya Rabb'i!' diye bağırdım. Bu azamete rağmen boş saha, bu celale rağmen ürkütücü mülk!' Gaipten bir ses duydum: 'Sahanın boşluğu kimsenin gelmediğinden değil, bizim istemediğimizden dolayıdır. Zira yüzünü toprağa sürten herkes buraya girmeye ehil değildir' der."


Zavallı insanlar, güya ellerinde Kur'an var, ancak bir üst boyutta bulunan; her türlü vizyonlar gösteren, ancak kendileri görünmeyen şeytancıkların nasıl da oyuncağı olmuşlar!.. Sanki Sonsuz Yüce Rabb'imiz bu son kitabında, şeytanları bize hiç anlatmamış.. Sanki akıl buharlaşmış, gerçek vahyin yerini iblislerin vahyi almış...Yazıklar olsun!

Abdulkerim el-Cili'de, aynı "şeytani vahdeti vücut felsefesi"ni fütursuzca savunuyor, tüm süfli putperestliği Hak olarak görüyor. Ve putperestleri, ateşperestleri, hakkı örtenleri, Teslis'i takdis ediyor ve tüm sapkınlıkları-akılsızlıkları nasılda temize çıkarıyor:



"Allah, bütün inançların özü ve hakikatidir. Putperestler, alemin her parçasına nüfuz eden varlığa ibadet etmektedirler. Düalistler, yaratıcı ve yaratılanın birliğine tapmaktadırlar. Ateşperestler ise, ateşin bütün tabiatları yok ettiği gibi, bütün isim ve sıfatların kendisinde fani olduğu bir zata ibadet etmektedirler. Allah'ın varlığını inkar edenler, gerçekte hüviyeti veya fiili olarak değil, potansiyel olarak yaratıcı olması itibariyle ona ibadet etmektedirler. Sonuçta bütün insanlar kurtulmuşlardır. İslam'ın, tevhid anlayışına en yakın Hıristiyanlık'tır. Hıristiyanlar'ın hatası, "İlahi tecelli"yi İsa ile sınırlandırıp, tüm insanlara teşmil etmemeleridir. Hakkı insanda müşahede edenlerin ibadeti, ibadetlerin en mükemmelidir."


İblis'in şerbetini içerek sarhoş olan-"fena"laşanlardan birisi ve oldukça açık sözlü olan Hallac ise sadece Firavun'u değil, özellikle İblis'in isyanını da kutsayarak; "tevhid"in en üst örneği olarak gösteriyor ve İblis ağzıyla şöyle konuşuyor:



"Eğer Allah'ı tanımıyorsanız, en azından eserlerini tanıyın. İşte ben bir eseriyim ve ben Hakk'ım. Zira ben Hak'la Hak olarak ebediyen devam edeceğim. Hocam ve arkadaşım İblis ve Firavun'dur. İblis, cehennemle tehdit edildi; yine de vazgeçmedi. Firavun suda boğuldu; yine de vazgeçmedi. Çünkü o, kendisi ile Allah arasındaki hiçbir vasıtayı kabul edemezdi. Ben de öldürülsem veya elim-ayağım doğransa da vazgeçmeyeceğim."


Bu sözlerinin sahibinin kimin ajanı olduğu, kimden vahiy aldığı, hocasının kim olduğu; Allah'ın ekmeğini yiyip, kimin kılıcını salladığı ve kimin velisi olduğu ne kadar da açık... Sahibinin sesi...İşte bu adamlar hakkında Kur'an'ın hükmü:



Bir fırka, hidayet üzeredir ve bir fırkanın üzerine de, dalalet(sapkınlık) hak olmuştur. Şüphesiz onlar(sapkınlar), Allah'ın dışında şeytanları dostlar edinmişlerdir ve kendilerini doğru yolda sanmaktadırlar.

[ARAF(7)/30]


İbni Arabi(1165-1240), döneminin Yahudi filozoflarından ve "kabala felsefesi"nden oldukça etkilenmiştir. Aynı devirde yaşayan kabalacı Moşe Şem Tov'un "adam kadmon"uyla, "vahdeti vücut"cu Arabi'nin "insan-ı kâmil"i aynıdır. İkisi de Aramice yazan aynı kaynaktan beslenen Kurtuba'lı iki filozof.. Kabalanın "adam kadmon"u da, "vahdeti vücut" da bir madalyonun iki yüzü... Arabi, Yahudiler'le dostluk kurdu ve Yahudiler'den "kabala"yı öğrendi ve böylece "vahdeti vücut" şeytani felsefesini geliştirdi. Arabi'nin en çok ilham aldığı kaynaklardan birisi olan "kabala felsefesi"inin özü şudur:

"Bütün ruhlar, İlahi Ruh'la birlikte sadece ve sadece bir bütün oluşturur. Tanrı aynı anda birçok ve tektir, o büründüğü sayısız şekle rağmen emsalsiz bir varlıktır, parça bütünün yerine geçebilir. Yaratıcı, aynı anda hem bilgi hem bilen ve bilinendir, onunla birleşmemiş ve onun kendi özünde bulmadığı hiçbir şey var olmaz, var olan her şey O'dur ve her şey O'nda en saf ve kusursuz biçimlerinde bulunmaktadır. İsmin üstatları diye adlandırılan seviyeye ulaşmış mistikler, bu noktaya geldiklerinde Tanrı'dan farklı değillerdir(!): Tanrı ve Gerçeklik, soyut düşünceler değildir. Tanrı, kendini sonsuz sayıda parça halinde gösteren Bütünlüktür(!) İnsanın, Tanrı'nın görüntüsünde yaratılmış olması bu demektir."

Arabi'nin "vahdeti vücut" felsefesiyle, "kabala felsefesi" arasında hiç bir fark olmadığını yukarıdaki ifadeler açıkça göstermektedir. İbni Arabi, kökleri İblis'e dayanan "antik felsefeler" ve "kabala"dan esinlenerek "vahdeti vücut" felsefesini bir "şirk kanalı" olarak geliştirmiştir. Bu "şeytani felsefe"nin amacı; bizzat var olan, her şeyi yoktan var eden ve yarattığı hiçbir şeye benzemeyen Sonsuz Yüce Allah'la, yarattığı her şey arasında bir "bütün-parça" ilişkisi kurmaktır. Bu şeytani mantalite ile "vücut birliği" sağlanmış; ve böylece de "tevhid"(!) gerçekleşmiş olacakmış!..Bizce de Arabi, bu yolla "İblis felsefesiyle birlik" sağlamış ve "en büyük şirk"i işlemiş olmaktadır.

İbni Arabi konusunda otorite olan Afifi, tüm nezaketine rağmen, onun, "ilkesiz- tevil yöntemi"yle nasıl kendini kandırdığını ve Kur'an'a ihanet ettiğini şöyle açıklıyor:



"İbni Arabi, "özel bir te'vil metodu"yla, ayet ve hadislerden istediği anlamları çıkarır. Şayet ayetin zahirinde delalet, teşbih ve tecsim açısından olsa bile "kendi sistemi"ni teyit eden bir şey varsa, onu alır; şayet sistemini destekleyen bir şey yoksa, ayeti zahir anlamından istediği başka bir anlama çeker. İbni Arabi, genellikle, Kur'an ayetlerini birbiriyle karıştırır ve aralarında görünür bir bağlantı olmadığı halde, birisini diğeriyle tefsir eder."


Bilimsel bir metodolojiden mahrum, Kur'an'i kavramları, ayetleri, istediği yönlere çekebilen; dini kendi hevasına uydurmaya çalışan bir alim!.. Çağının bilimsel cehaleti bir yana, "tutarlı ve ilmi bir tevil"den yoksun bir adamın , neden bu kadar rağbet görür acaba? işte Afifi bakışıyla, İbni Arabi'nin, İblis kökenli akla ziyan söylemleri:



"Ona göre, tek tanrıcılıkla çok tanrıcılık arasındaki fark; 'Bir'le 'çok' arasındaki mantıki fark gibidir. İbni Arabi, diyor ki; 'gerçekte Allah'ın şeriki(ortağı) yoktur', çünkü Allah, şerik(ortak) denilenler de dâhil, her şeyin aynıdır. İbadet edilen her şey(putlar-varlıklar), Allah'ın bir sureti ve görüntüsüdür. Gerçekte putlara ve yaratılmış varlıklara ibadet edenler, Allah'a ibadet ediyor.. 'Bütün putların en büyüğü Allah'tır. Biz, O'nu hangi vasıfla nitelendirirsek, o vasıflar biziz. Vücutta birlik, surette farklılık.. Sen osun, o değilsin. O da sendir, sen değildir."


yaratılmışlarla ilişki kurma çabalarının, akılsızlık, ilimsizlik ve daha kötüsü şeytanlık olduğunu, aşikar bir gerçek olarak ortaya koymuştuk. İblis'in velisi olan bu zat ise; Allah'a, şirk koşmak isteseniz de koşamazsınız. Çünkü yaratılmış her şey zaten Allah'ın kendisidir. Halk(yaratılmış) Hakk'ın bir sureti, yansıması ve cüzüdür, diyebiliyor. Bu "vahdeti vücut Arabi felsefesi"nin yukarıda özetini verdiğimiz "kabala felsefesi"yle bire bir örtüştüğünü görmekteyiz.

Üst tarafta hezeyanlarına yer verdiğimiz zevat ve daha niceleri Arabi'yle aynı "vahdeti vücut şeytani felsefesi"ni savunmaktadırlar. Bu adamlar, gerçekte İslam'ın ortadan kaldırdığı; insanı aşağıların aşağısına sürükleyen putperestliğe meşruiyet sağlayarak onu sevimli hale getiren İblis'in dostlarıdır.

Hak'la, halkı(yaratılmışları) aynileştirmek, halkı(yaratılmışları), Hak gibi göstermek, küfrün ta kendisidir. "İnsan"la, onun ürettiği "araba"yı; insanın parçası, yansıması gibi göstermek, aynileştirmek neyse; Allah'la, "mahlukat"ı benzeştirmek, aynileştirmek öyledir. "Araba", "insan"ın bir suretidir, sıfatıdır demek, nasıl süfli bir yalansa; "varlık alemi"ni de Allah'a izafe etmek, ancak ruh hastalarının yapacağı bir iştir. Aslında İbni Arabi'nin ve İslam'ın içine açtığı "şirk kanalı vücut birliği" şeytani felsefesinin temel yanılgısı şuradan gelmektedir:

Allah'ı, "ruh"u olan bir varlık, yahut "ruh" olarak görmek. Bu "ruh"un, en başta insanlar olmak üzere, tüm "canlı ve cansız varlıklar"a nüfuz etmesi; dolayısıyla tüm alemleri, "özde bir varlıklar" ve (haşa) Tanrı'nın değişik suret(şekil) kazanmış halleri olarak algılamak... Özetle Arabi felsefesi, kabaca budur. Allah'la, alemler ve özelde insan arasında böyle bir ilişki kurduktan sonra, arkasından "vahdeti vücut" zırvaları gelir...Bu "şeytani hipotez"den sonra; alemleri de ezeli-ebedi görebilirsiniz. Artık bundan sonra, Allah'tan "ruh parçası" taşıyan "insan"ı; hatta "madde"yi bile Tanrı'nın bir cüzi olarak görebilirsiniz...

İşte bu azim şirk felsefesinin "İblis tohumları", bu temel noktada ekilmiştir. Bundan sonra bunları geliştirmek ve hasadını yapmak; meyvelerini toplamak için; geriye "şeytani rüyalar ve vizyonlar"ı bilgi kaynağı haline getirmek kalıyor. Allah'ın, ne yaratılmışlar gibi "ruhu olan bir varlık", ne de bir "ruh" olduğu kesinlikle söylenemez. Böyle bir kabul; "Kur'an'daki Allah"a ve başta peygamberimiz olmak üzere tüm peygamberler öğretisine aykırıdır ve azim bir iftiradır. Bu iftiranın hiçbir dayanağının olmadığı,kuranda Allahın kendisini ve peyagamberlerini tanıttığı ayetlerde çok rahat görebiliriz..

Bütün bu akla ziyan yorumlar, Kur'an'ı yok saymadan ileri sürülemez. Bu azim şirk olan görüşlerin, Kur'an'ın tamamını örtmeden ileri sürülmesi mümkün değildir. Arabi'nin, şeytani hayallerine ve "vahdeti vücutcu felsefesi"ne dayanan iddialarının bir kısmı, aşağıda özet olarak verilmiştir:

1) İbni Arabi'nin felsefesinde, ahiretin ve "ahiret azabı"nın yeri yoktur. Çünkü Allah'ın sürekli tecellisi olan "alemler", ebedi ve ezelidir. İbni Arabi, bunu bütün açıklığıyla "El-Fütuhatü'l-Mekkiyye" isimli eserinde ortaya koyar. Bu Newton'un da beslendiği "şeytani kabala felsefesi"nin ürünü bir görüştür. Her şey ezeli ve ebediyse, her şey, Tanrı olmak zorundadır. Halbuki ezeli ve ebedi olan sadece Allah'tır. Alemlerin(evrenlerin) sonlu olduğu bilimsel olarak bir gerçektir. Newton ve Arabi, bugünün astrofiziği tarafından yalanlanıyor.

2) İbni Arabi, bu sebepledir ki "cehennemi" yok sayar. Cehennemliklerin de nimetleneceğini iddia eder.

3) Hıristiyanlar'ı, neden sadece İsa için Allah'tır diyorlar diye kafir sayar. Sadece İsa'yı değil de herkesi, hatta herşeyi Allah veya onun bir sureti saysalardı kafir olmazlardı der. Bugün İblis ve hizbi, aynı hikayeleri, "New Age'ci karanlık işçileri"ne ve ahmaklara her gün tekrarlıyor.

4) Arabi, Firavun'un imanını geçerli sayar, onun ahiret'te azaba uğramıyacağını söyler ve şöyle der: "Firavun, Musa'ya sadece surette isyan etmiştir, hatta onun isyanı, itaatin ta kendisidir."

Kur'an ise Firavun'u, cehennem azabıyla tehdit eder ve dünyada da sabah-akşam ateşe arzedildiğini bildirir:



Sabah ve akşam, (Firavun ve çevresi) o ateşe sunulurlar. Ve o gün Saat(Kıyamet) vuku bulduğunda da; Firavun ve çevresini, azabın şiddetlisine(cehenneme) sokun (denir).

[MÜMİN(40)/46]


5) İbni Arabi, kendisine, Peygamber tarafından vahyedildiğini iddia eder. Güya Peygamber, gördüğü bir rüyasında kendisine yazdırmıştır. Bunların bütün işleri rüyalara dayanır. İblis ve adamları, kendilerini, Peygamber, O'nun sahabeleri ve melekler olarak rüyada göstererek, bu zevata bol bol "şeytani felsefe"yi üflemişlerdir.

6) Sufilerin çoğunluğu, istedikleri zaman rüya görebileceklerini söylerler. İbni Arabi de kendisinin, dilediği herhangi bir zamanda rüyada veya uyanıkken, "pirler"ini görebildiğini iddia etmektedir. İbni Arabi'nin iradesine göre bu "pirler", onun önünde ortaya çıkarak, kendisiyle dilediği şeyleri konuşurlarmış.

Arabi'nin "pirler" iddiasına tamamen katılıyoruz, aksi olsaydı şaşardık. Evet bu zevatın tamamı, şeytanlar tarafından acayip kandırılmıştır. Bütün işleri, şeytani rüya ve vizyonlar yoluyla şeytanlarla muhabbet etmektir. Bunlar ne Kur'an okurlar, ne de "Peygamber sünneti"ni takip ederler. Şayet okurlarsa da, şeytani felsefelerine dayanak bulmak için okurlar... Arabi efendi kimleri çağırıp görüşüyormuş acaba? Arabi'nin, "pirler"i kimlerdir sanıyorsunuz:



Şeytanların, kimin üzerine indiğini size haber vereyim mi?
"Her günahkar-iftiracının" üzerine iner.
Onlar (şeytanlara) kulak verirler ve bunların çoğu yalancıdırlar.

[ŞUARA(26)/221-223]


7) Tasavvufta "veliler"in, görünmez hiyerarşilerinden söz edilir ve güya dünyanın düzenini sağlarlar. En yüksek mertebede bulunana "kutup", onun altında bulunanlara sırasıyla; nükeba, evtad, ebrar, abdallar denir. Arabi ise kendisini, kutup olarak görmenin daha da ötesinde; "velilerin mührü" olarak görür. Kendisi için "Haşimi ve İsevi mirasın mührüyüm" der. H. 1202 yılında Mekke'de gördüğü bir rüyasında; bu "velilik mührü"nü kendisine verirler. İşte Arabi'nin isteğe bağlı şeytani rüyası yahut vizyonu:



"Rüya gibi bir durumda sanki Kabe'nin altın ve gümüş tuğlalardan yapılmış olduğunu gördüm. Bina, eksik olan iki tuğla dışında tamamdı; bunlardan biri altın, diğeri ise gümüştü. Nefsimin kendisini bu iki tuğla yerine yerleştirdiğini gördüm ve anladım ki, ben onların ta kendileri idim. İşte o zaman bina tamamlandı. Uyanıp Allah'a şükrettim ve kendi kendime, 'benim gibileri takip edenler arasında ben, Peygamberler arasındaki Allah'ın Resulü (Muhammed) gibiyim" yani "velilerin mührü'yüm."


Ne diyebiliriz! Arabi ve benzerlerini meşrulaştıran, bu "şeytani felsefe"nin dini bozmasına, dinin içine nüfuz ederek "şirk kanalları" açmasına göz yuman Müslüman kisveli alim geçinenler utansın! İslam'ı, "şeytani New Age felsefesi"ne dönüştürerek; "Deccal Dini"ne kapı açanlar utansın! Ellerinde Sonsuz Yüce'nin Kur'an'ı olduğu halde; O'nu arkalarına atanlar utansın!



Onlar Kur'an'ı tefekkür etmiyorlar mı? Yoksa onların kalpleri kilitli midir?
Muhakkak o kimseler ki, kendilerine hidayet ortaya çıktıktan sonra gerisin geri dönerler. Şeytan onları sürüklemiştir ve onları uzun emellere kaptırmıştır.

[MUHAMMED(47)/24-25]



"Yazıklar olsun bana, keşke ben filanı dost edinmeseydim."
"Bana geldikten sonra beni zikirden(Kur'an'dan) saptırdı. Şeytan, insanı yapayalnız ve yardımsız bırakandır."
Ve elçi dedi ki: "Ey Rabb'im, muhakkak benim kavmim, şu Kur'an'ı terk etti."

[FURKAN(25)/28-30]


H. 5. asrın yazarlarından İran'lı bir sufi bile, kendi zamanındaki benzer hezeyanlara karşı şöyle isyan etmiştir:



"Bazı sufiler, şehvetlerini, şeriat; uydurma vehimlerini, ilahi ilim; nefsi arzu ve isteklerini, ilahi sevgi; zındıklıklarını, fakr; şüphelerini, safa; dinin inkarını, nefsin fenası; şeraitin ihmalini, tasavvuf yolu olarak görmektedirler.''


Sonuç olarak diyebiliriz ki; kabala tasavvufu, Taoculuk, Budizm, Hint Veda öğretileri, Uzak Doğu'nun mistik dinleri, Hint-İran kaynaklı ilkel Mitras gizemleri ve Yeni Eflatunculuk felsefesi ile "tasavvuf felsefesi" arasındaki "felsefi-kavramsal örtüşme, paralellik ve özde birlik" açık, kesin ve anlamlıdır.

Özetle ifade edebiliriz ki; "tasavvuf felsefesi"nin, İslam'a dayandırılması; İslam'ın "derin bir algılama"sı olarak takdim edilmesi, tam anlamıyla bir aldanma ve aldatmadan ibaretttir. Taşıdığı etiket, İslam olsa da; İslam'ı, temellerinden çökertmek için İblis'in hain planlarıyla dokunmuş; yücelik peşinde olan hastalıklı kalplere-zihinlere enjekte edilmiş bir "şeytani felsefe"dir. Asırlardan beridir yapılan tüm hazırlık ve çalışmalar; bu çağın "şeytani new Age Dini"ni oluşturmak; "Deccal Dünyası"nı inşa etmek için İblis'in yaptığı "kadim plan"ın bir parçasıdır.
__________________
önce yazdığım katılım yaptığım beğeni yaptığım paylaşımların arasında azda olsa kuran ve sünnete uygun olmayan düşünceler olabilir.Bunların bana sorulmadan dikkate alınmasından mesul değilim... ...
Alıntı ile Cevapla