|  Durumu:    Medine No :  5879  Üyelik T.:
28 Aralık 2008  Arkadaşları:32 Cinsiyet:Bay Memleket:İst Yaş:40 Mesaj :
3.152Konular:
1383  Beğenildi:177 Beğendi:17
 Takdirleri:285 Takdir Et: 
	  Konu Bu  
				Üyemize Aittir! |   Çağımızın müslüman kadından beklentisi 
   Çağımızın müslüman kadından beklentisi Çağımızın müslüman kadından beklentisi 
 Kadın hakları ve kadının  şahsiyetinden söz etmek, İslam’ın kadın hakkındaki görüşünü ortaya koymak ve  bunu kabul etmek başka mesele, o görüşle amel etmek, İslami olduğuna inandığımız  değerlere göre hareket etmek, yani İslami görüşü pratize etmemiz ve inandığımız  hakları sosyal düzenimize ve yaşamımıza tatbik etmemiz ise başka bir meseledir.  Fakat genellikle bizler teoriyle iktifa ediyoruz.
 
 İslam’da yaşam, toplum,  sosyal ilişkiler, kadın hakları, çocuk ve aile haklarının ne olduğunu bilen,  fakat pratikte köhne gayr-i islami geleneklere tabi olan, hatta yaşamını, İslami  değerlere göre değiştirme cesaretini bile gösteremeyen kimseler  çoktur.
 
 Kadın hakları ve kadının rolü bilimsel ve düşünsel bir sorun  olmuştur. Özellikle 18. 19. ve 20. yüzyıldan itibaren ve ikinci dünya savaşından  sonra kadının sosyal hakları ve insani özellikleri meselesi bilimsel  toplantılarda, dünyanın siyasi ve sosyal akımlarında şiddetli bir ruhi hadise ve  sarsıntı şeklinde, devrimci bir kriz şeklinde ortaya çıkmıştır.
 
 Maalesef  kriz 20. yüzyıla egemen güçlerin takviyesiyle bütün beşeri toplumlara, hatta  dini ve geleneksel kapalı kaleler içerisindeki toplumlara kadar  yayılmıştır.Karşısında tam olarak duran toplumlar ise çok azdır.
 
 Kadın  özgürlüğü adıyla ortaya çıkan bu özel modernizmle mücadele, genellikle kör ve  mutaassıp karşı çıkışlarla yapılmıştır. Dolayısıyla, hücumlar karşısında  direnememiştir. Çoğunluğu sağlayan yeni tahsilliler, batı benzerliler bu krizi,  şiddetle kabul ettiler ve bu yıkıcı başkalaşmanın en güçlü, temsilcileri, yayıcı  ve takviye edici faktörleri oldular. İslami toplumlarda kadın özgürlüğünün  modernist saldırısına karşı, yapılan mücadele her cenahtan da takviye, kabul ve  teyit edici idi. Şibih aydın(sahte aydın) ve acemice direnişlerle, bilim ve  mantık dışı karşı koyuşlarla yanlış bir şekilde hareket ederek onun devamını  sağladılar.
 
 Acemice direnişler ve mantık dışı mücadeleler, her zaman  karşı cephe ya da düşünceyi kuvvetlendirir. Bu genel bir yasadır.
 
 İlke ve  temellerinden bir modern kadının yaşam biçimi olan batı düşüncesi ve kültürünün  saldırısı karşısında, doğu toplumlarına direniş bahşedebilecek büyük etkenlerden  biri, zengin bir kültür, güzellik, iyilik, deneyim, değer ve inanca ve aynı  şekilde ileri insani haklara özellikle din ve tarihte kemale ermiş çok yüce  simalara sahip olmaktır. Ne mutlu ki bu hususta müminler hayli  zengindirler.
 
 İslami toplumların yeni kuşağında bilinçli bir direniş  meydana getirmek için, en büyük araç, en mümtaz çehrelere, islam dini ve  tarihimizde zinde, örnek ve yüce şahsiyetlere sahip olmaktır. Eğer bu simalar  tam manasıyla tanınırsa; tam anlamıyla tasvir edilir ve anlatılırsa, dürüst ve  bilinçli, bilimsel ve yeni bir görüşle yeniden tanıtılır ve tanınırlarsa,  onların hatırası diriltilir, şahsiyet ve misyonları tekrar ortaya konursa, yeni  kuşak şunu hissedecektir ki; köhne geleneklerden kurtulmak, sapmış ve gerici  geleneklerden kurtulmak, ve bu gün kadının kurtulması için batının modernizm  adıyla yaptığı sapık çağrılara, olumlu cevap vermeye gerek yoktur.
 
 Bu gün  problemlerimizi halletmek, zamanımızın suallerine cevap vermek şu anda sahip  olduğumuz düşünsel kapışma ve mücadeleler ve şimdi hissettiğimiz gereksinimler  için bu değer ve dersleri nasıl anlayabilir, nasıl gerçekleştirebilir ve  onlardan nasıl yararlanabiliriz? İşimizin asıl hedefi budur. Dolayısıyla  çabalarımız bu noktada yoğunlaşmalıdır.
 
 Sorun nasıl anlamak sorunudur.  Mesele şudur ki; Yeniden Hz. Fatıma’nın hal şerhini yaptığımız zaman, Onun  durumu ve işinden, sosyal, düşünsel ve dini yönünden nasıl ders alabilir ve  nelerinden faydalanabiliri? Mesele budur. Bu mesele temel bir meseledir. "Nasıl  anlamak?"
 
 II.Dünya savaşından sonra kadın sorunu Batıda çok hassas bir  mesele olarak gündeme geldi. Bunun sebeplerinden birisi bizzat dünya savaşıdır.  Çünkü ikinci dünya savaşı aile bağlarını tamamen yıkmıştır.
 
 Fakat bundan  evvel, Kilisenin din adına savundukları ve her zaman dinin bekçilik ettiği  üsleri, kadının manevi, sosyal ve insani değer, hak ve şahsiyetini yok etmiştir.  Evet kilise bunları din namına savunmuştur. Rönesasns’tan burjuvazinin  devriminden sonra bireysel özgürlük kültürü olan Kiliseye karşı bir zafer  kazandı. Burjuvazinin hamle yapması neticesinde kilisenin hukuki ahlaki,  bilimsel, ruhi ve bilimsel egemenliği ve beraberinde din de yok oldu.
 
 Ve  ansızın cinsel özgürlük meselesi gündeme geldi. Bu cinsel özgürlük şiarıyla  kadın; bütün yoksunlukların, insanlık dışı kayıt ve sınırlamaların yok olup  gittiğini görünce onu şiddetle kabul etti.
 
 Bilim, Kilisenin hizmetinde  olan ortaçağlardan sonra bugünün iddiasının tersine özgürleşmedi. Kilisenin  kaydından kurtuldu ve burjuvazinin kaydıyla gelişerek bugünün egemeni durumuna  geldi. Eğer bilim adına ahlaki değerlere muhalefet edildiğini görüyorsak bu  görülen bilimin muhalefeti değildir. Bu, bilim putu içerisinde, altın dana  kıyafeti içerisinde bağıran kuyumcu burjuvazinin Samiri ilmidir.
 
 Nihayet  Freud geldi. Bilimsel seksüalite ekolünün temellerini attı. Cinsel asalet!  Burjuva sınıfı aslında  ve adi bir sınıftır. Feodalitenin de tersine  insanlık dışı bir rejimdir ki sayılanların hepsi insanı cinsel ve ekonomik bir  hayvan olarak telakki etmişlerdir. Bu burjuvazi peygamberinin adı Freud, dini  seks(cinsellik), Mabedi Freudism ve bu mabedin yanında boğazlanan ilk kurbanlar  ise kadının insani değerleriydi.
 
 Özellikle I.Dünya savaşından sonra  ansızın dünya sanatının asıl mayasının, bilhassa bütün filmlerin sadece iki  unsura sahip olduğunu görürüz:
 
 Sertlik ve şiddet - Seks (Cinsellik)
 
 Bunlar hep savaşın hediyesidir.
 
 Bir kaç rejisör ve piyes yazarı  bu meselenin peşine tesadüfen düşmüyor. Aksine en derin sosyolog ve  antropologlar bu evrensel güce bağımlıdırlar. Bunlar beşeriyetin düşüncelerini  unutturmak için dünyanın en iyi ve en güçlü tanıtım ve propaganda gücü olan  filmlerden yardım aldılar.
 
 Öyleyse bu gücün egemenliği için hem batının  hem de doğunun kurban olması gerekir. Hem eroin hem Freudism kurbanı. Bunun için  henüz genç olması sebebiyle daha sapık kültürlerin içinde pişmemiş, sapmamış ve  insan olduğu için henüz dünyada nefes çeken, hisli ve şefkatli olan bu genç  neslin, kendi yazgısına dikkat etmemesi, önem vermemesi ve yönelmemesi  gerekmektedir. Dikkat etmemesi ve yönelmemesi için her türlü araç  muteberdir;
 İster ilim şeklinde olsun, isterse sanat şeklinde olsun, ister  spor, ister edebiyat, ister tarih, ister sünnet ve gelenek, isterse din ve  mezheb olsun her türlü vasıta geçerlidir. Yeter ki meşgul olsun, oyalansın,  sahneden kaybolsun, dikkatli ve uyanık olmasın.
 
 Başka bir etken daha  vardır ki, dünyadaki bu güçle işbirliği yapıyor, hem de büyük işbirliklerini  yapıyor.
 
 Zemini onun davetinin kabulü için, onun yakın çalışma  arkadaşlarından daha çok hazırlıyor. Durum böyle iken bir grup çıkıyor, o  davetle acemice mücadele ediyor. Bu grup gerici, sapık, düşünsellikten uzak,  insani olmayan geleneklere dayanarak  taassuplarla bu davet karşısında  kendilerini korumak istiyorlar. Neticede bir düğüm oluşuyor. Bunlar ne şekilde  bu meşum davetçiyle işbirliği yapıyor?
 
 Bu meşhur Freudism daveti, kadının  daha çok mahrum olduğu geleneksel toplum ve ülkelerde daha çok başarılı  olmuştur.
 
 Eğer kadının insani ve İslami haklarını verirseniz; onu bu  hücuma en iyi direniş gücü olması için en güzel unsur yapmışsınız  demektir.
 
 İslami emir ve yasalar her alanda, İslam ile ilgisi olmayan  kavmi adet olan ve eski tarihi töreden ibaret olan geleneksel maddelerle  karışmıştır.Hem dinin yerine eski gelenekleri savunan, hem de geleneklerle  mücadele eden kimseler, aynı zamanda İslam’ın canlı değerleriyle de savaşıyor.  İki taraf da, ne modern ileri aydın ve ne de gelenekçi, eski dindar aydın, hiç  biri gelenekten ayıramıyor.
 
 Niçin bu ikisini birbirinden ayırmak  gerektiğini söylüyorum? Çünkü biz müslümanız ve şu ilkeye inanıyoruz:
 
 İslami hak ve yasalar fıtrattan kaynaklanan yasalardır. Dolayısıyla bu  genel yaratılış yasasına dayanan yasalar da eskiyecek değildir. Bundan dolayı bu  değerler eskimezler. Fakat sosyal gelenekler, üretim ve tüketim sisteminden,  sosyal sistemin yeni kültürel düzeninden doğmuşlardır. Bu sistem bir zaman  gelir, değişir, dönüşüme uğrar, eskir, alçalır, menfi olur veya ilerleme ve  gelişmeye engel olur. Eğer aydın, ileri, isyancı ve hatta fitneci görüşler;  karşısında cahili, kavmi, ırki ve kalıtımsal geleneklerden uzak halis İslami  değerler sunulursa, herkesten daha çok ve daha çabuk onlar O'nun karşısında  boyun eğer ve teslim olurlar.
 
 Dini değerler gerçekten diridirler. İslam  diridir dediğimiz zaman, hem fikir ve inançları, hem yasaları ve sosyal  ilkeleri, hem yönü ve hem de gösterilen ve ortaya konan örnek insanlar  bakımından diri olduğunu söylemek istiyoruz.
 
 Zinde olmak demek, her soy,  her kuşak, her dönem ve her yerdeki beşeriyet yolu için etkili olmak, çözüm yolu  göstermek, yönlendirmek, yani yol işaretleri demektir. Fakat maalesef gelenek  ile dini karıştırmışsınız.
 
 O halde davranışlardan hangisinin bölgesel bir  gelenek olduğunu, hangisinin bize has bir gelenek olduğunu birbirinden ayırmamız  gerekir. Çünkü başka bir islam topluluğuna gittiğimizde bu ilişki ve  davranışların başka türlü geliştiğini görürüz.
 
 İslam’da ve peygamber  zamanında davranış ve hareket tarzı öyle insanidir ki, bizim için son derece  hayretamizdir. Bir grup kız Medine'ye geliyor ve Huneyn savaşına katılıyor.  Henüz yeni ergenlik çağına ermiş 9,10 veya 11 yaşındaki kızlar on beş kişilik  bir grup oluşturarak peygamberimizin huzuruna çıkıp şöyle diyorlar: "Biz, bu  savaşa katılıp hemşirelik yapmamız için bizi de götürmeni istiyoruz ya  rasulallah!" Rasulallah hepsini ata veya deveye bindiriyor ve bir hemşire grubu  olarak savaşa götürüyor.
 
 Mescid-i Nebevi tüm sosyal faaliyetler için bir  üstür. Onun her köşesi sosyal bir çalışma köşesidir. Bir köşesi Hz. Rukiyye’nin  çadırıdır. Rukiyye öyle bir kadındır ki, peygamberin emriyle İslam’ın mabedi  olan mescidinde resmi bir çadır kurmuştur. Orada hastaları, savaş yaralılarını  tedavi etmek ve yatırmakla görevlendiriliyor.
 
 Durum bu iken aydınları  görüyoruz ki, dünyada hemşireliği ilk o icad etmiştir diye I.dünya savaşına  katılan filan Amerikalı kadını göklere çıkarıyor. Diğer taraftan ise; sosyal  görüş bakımından geleneksel olan bir başka kişiyi görüyoruz ki bu, işe  temelinden her şeyiyle muhalefet ediyor ve yaptığı bu hareketin adını da din  koyuyor. O dini bu şekilde telakki ediyor.
 
 Üçüncü dünyada Freudism ve  cinsel özgürlük adıyla büyük bir sorun vardır. Cinsel özgürlük programı ve  cinsel özgürlük eşyalarının doğudan batıya girişi, doğudaki insani özgürlük  isteğinin ölmesi içindir. Sen bu özgürlüğü istiyorsun! Böylece batı, doğudan  aldığı hammaddenin mükafatını vermiş oluyor. Batı doğuya borçludur. Doğudan  götürdüğü elma, kauçuk, petrol vs. maddeler karşılığında doğuya öyle bir şey  vermesi gerekir ki ona borçlu olmasın. Evet zahirde batı doğuya medeniyet  veriyor. Elbette batı hesabını iyi yapmakta ve bilmektedir.
 
 Bu gün  batıdan gelen şey, ne ilimdir, ne de medeniyettir. Ne özgürlüktür ne de  insanlık, ne de kadına saygılıdır. Aksine burjuvazinin uyuşturduğu sapık ve   güçlerin adi hilelerine dayanmaktadır. İşte o kadın bu arada seçim yapmak  istiyor. Neyi hangi tasviri seçmek istiyor? Ne gerici, gelenekçi kadın tasviri,  ne de modern tahmili kadın tasviri. Aksine müslüman kadın tasviri istiyor.  Varolan örnek şahsiyetlerin tamamı, bir ailede bulunmaktadır. Bu aile  fertlerinin her biri birer örnektir. Bunların gerçek ve objektif tasviri  şöyledir. Barışta Hasan olmak, cihad ve şehadette Hüseyin olmak, en ağır sosyal  hak ve adalet misyonunda Zeyneb olmak, Kadın konusunda Fatıma olmak, her şeyde  ve her hususta Ali olmak... [Allah ondan razı olsun]
 
 Fatıma öyle bir  kadındır ki [Allah ondan razı olsun] toplumunda varolan sapma ve zulüm  karşısında sorumluluk hissediyor, sosyal mücadele ve kavgaların içerisinde  bulunuyor. Ta ölüm anına dek sessiz durmuyor, susmuyor ve  sönmüyor.
 
 Bugün bir şeyler okuyabilen her aydın kadının, bu  simaları tanımaları yeterlidir. Böylece bu gün islami toplumlarda müslüman  kadın adıyla tanıtılan geleneksel çehreleri, modern kadınla mukayese etmek  yerine İslam tarihindeki örnek kadınları -günün kadını olarak gösterdikleri-  günümüz modern kadınıyla kıyaslamalıdır. O zaman ne netice alınacağını  göreceğiz. Çok basittir, sadece bilinçli, bilgili, uyanık, sorumlu, araştırıcı  aydınlara, uyanık aydın vaizlere, bu tasvirleri açık aydın ve anlaşılır, dakik  ve bilinçli bir şekilde bu neslin iradesine vermek düşüyor.Bu kafidir. Bu  saldırı karşısında en bilinçli ve etkili savunma budur.
 
 Ne zaman ki  herkes alçaldı, kadın da alçaldı, o da ortadan kayboldu, meydandan çekildi.  Erkeğin, şimdi kadının olmayan hangi hakları vardır? Hicab mı? Yoksa erkeklerin  hicabları yok mudur şimdi? Hicab ne demektir? Örtü mü?
 
 Mutlak manada  örtü İslami bir kavram iken özel bir kavmin sosyal geleneğine hastır. Çarşaf bir  giyim biçimidir. Bu giyim biçimi, bu memleketten o memlekete, o zamandan bu  zamana değişiklik arzeder. Fakat netice itibariyle İslami hicab ilkesi her  bilinçli ve aydın insanın kabul ettiği fıkhi bir kanundur. Ama bu gün çarşaf iki  ve örtü iki müteradif kelime haline gelmiştir. O zaman aydın saldırma ve hamle  yapmak adına hicaba saldırıyor. Buna karşılık mutaassıplar, hicabı savunmak  adına maalesef sadece çarşafı savunuyorlar.
 
 Aynı şekilde O [Fatıma  [Allah ondan razı olsun]] tekrar müslüman kadını ortaya koyabilir. O Zeyneb gibi  bir kızını, Hasan ve Hüseyin gibi oğullarını, bu aşamada bir anne olarak  yetiştiriyor. Yüce, örnek ve eş kadının, başka bir boyutu olarak Ali'nin  yalnızlık, sıkıntı, zorluk ve azametleri durumunda da hep Onun yanında olmuştur.  Ayrıca sorumlu, sosyal bir kadın olarak doğumundan, babasının defnolunduğu ana  kadar, yine bir an bile mücadeleden geri durmadı. Dış cephede hicrete kadar  küfürle, iç cephede ise ölüm anına kadar sapma ve katil ile mücadele etmiştir.
 
 İşte müslüman kadın olmanın şekli budur..!
 
 Ali  Şeriati
 |