Tekil Mesaj gösterimi
Alt 12 Kasım 2012, 10:07   Mesaj No:2

bilinmez

Meal Gurubu Üyesi
Medineweb Emekdarı
bilinmez - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:bilinmez isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 13966
Üyelik T.: 27Haziran 2011
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Mesaj: 2.154
Konular: 309
Beğenildi:178
Beğendi:15
Takdirleri:560
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: Tevhidden Bağımsız Adalet Arayışı’ Örneği

Çağımızın Fitnesi...

Müslümanlar için bugün üzerinde durulması gerekli olan öncelikli mesele nedir? Hayati ehemmiyet arz eden bu soru, ‘içinde bulunulan an’ın vacibini idrak etme zorunluluğu’ndandır. Müslümanın bu zorunluluğu, dini doğru anlaması; cahiliyeyi ve küfrü doğru tanıyıp ondan uzaklaşması cihetiyledir. Bu, Müslümanın, tevhid istikameti üzere yürümesi mükellefiyetinden, ‘gündemi, şer’an hüsn-i kabul görür kılmak’ mecburiyetindedir.

Kişi, içinde bulunduğu şartları doğru okumazsa neyin hak neyin batıl olduğunu bilemez. Batılı haktan ayırt edebilmenin yolu, öncelikle hakkın ne olduğunun bilinmesine bağlıdır. Aksi takdirde kişi bir meseleyi hak sanarak batıla düşebileceği gibi batıl dediği bir konuda da haktan uzaklaşabilir. Müslümanlara göre gerçekte hak ve batılı tanımada ve sorunların çözümünün nerede olduğunu bilmede bir belirsizlik söz konusu değildir. Malum olana gelince bu, yol gösteren, hakkı batıldan ayırt eden Allah’ın kitabı ve vahyi tebliğ ederek açıklayan Resulullah’ın Sünneti’dir.

Her peygamber kendi dönemindeki cahiliye ile mücadele etmiştir. Peygamberler davetlerini içinde yaşadıkları toplumun fitnesinin izalesi yönünde yoğunlaştırmışlardır. Peygamberlerin tevhid mücadelesi boyunca ortaya koydukları tavır bu minval üzeredir. Dolayısıyla Resulullah’ın daveti de kendi toplumunun şirkine yönelik olmuştur. İlk dört halife, Ömer bin Abdülaziz ve sonra gelen âlim ve ihya öncüleri hassasiyeti karşılaştıkları öncelikli problemlerin çözümüne dönük göstermişlerdir. Bu tutum, İslam davetinin muhtemel sorunlardan önce bizatihi yaşanan sorunlara yönelik yapılması gerektiği kanaatindendir.

İslam âlimleri, yaşadıkları dönemde açık küfür olan inançlarla mücadele ettikleri gibi İslamî kavram ve ifadelerin kullanıldığı, İslam dairesi içinden dillendirilen ve fakat İslam dışı olan düşüncelerle de mücadele etmişlerdir. Buradan ihya tarihi boyunca mücadelenin seçici ve aktüel fitneye dönük yapıldığını görmek mümkündür.4 İlgili hassasiyet bize, ihtiyaçları öncelemek, enerji, çaba ve sabrı oluşmamış problemler için zayi etmemek gerektiğini öğretmektedir.

Fitne,5 ‘tefrika, karışıklık, kargaşa; insanı hak ve hakikatten saptıran, sıkıntıya belâya düşüren, Müslümanların zararına sebep olan iş, düşmanlığa sebep olan şeyler’dir. Tarih boyunca fitne, bazen bizatihi küfür, şirk şeklinde ortaya çıkmış bazen de Müslümanların nifaka düşmelerine, ihtilaf ve savrulmalarına sebep olmuştur.

İslamî meşruiyeti olmayan inançların savunulmasından daha tehlikeli olanı, bunun tahakkuku için bizatihi teolojik alt yapı oluşturma çabalarıdır. Bu çaba içinde olanların varlığı ve ortaya koydukları fasid okumalar, İslam düşüncesini tehdit eder boyuta varmıştır. Nitekim küfür ve savunusu açık ve net olduğu halde küfre meşruiyet sağlama makamında olanların durumu ve ortaya attıkları düşünceler her zaman bu denli açık ve anlaşılabilir değildir. İslam’a savaş açanlar çoğu kez referanslarını yine İslam’dan sağlamaya çalışmışlardır. Bunlar, hak ve batılı sürekli harmanlamış, gri ve bulanık kanaatler ortaya koymuşlardır. Müslümanlar, Kur’an’da bu tür ifsad edici düşüncelere karşı uyarılıp ısrarla sakındırılmışlardır.6

Cahiliye her an yeni yüzlerle ortaya çıkmaktadır. Bu risk, imtihanımızın da konusudur. Bu gerçekten hareketle fitnenin ortadan kaldırılması salt sembollerin izalesinden ibaret görülmemeli ve firavunları ayakta tutan unsurun köleleri olduğu gerçeği unutulmamalıdır. Bu hassasiyet, fitne dediğimiz şerrî (şeytanî, Allah’a karşı asî) duruşun amillerinin doğru teşhis edilip ortadan kaldırılma mecburiyetindendir.

Buraya kadar vurguladıklarımız zamanımızın fitnesinin ne olduğunun doğru teşhis edilmesi gereğine dairdir. Keza Müslümanlar, bütün mesai ve enerjilerini güncel/yaşayan fitnenin define yönelik harcamak zorundadırlar. Bu noktada günümüz Müslümanlarının üzerinde yoğunlaşarak tebliğ edip gündeme getirmesi gereken asıl meselenin ne olduğu sorusunu sorabiliriz kanaatindeyim.

Zamanımızın en önemli fitnesi, teşrîde (yasama ve hüküm koyma), Allah’tan başkalarının hak iddia etmesi ve kanun koymaya kalkışmasıdır. Gerçekte bu, Rablık iddiasında bulunma; Kur’an’ın tabiriyle tağutlaşmadır. Tağutlaşma en yalın haliyle Allah’a ait olan yetkinin yetkisizler tarafından gasp edilmesidir.

‘Tağutlaşma’ denilen fitnenin neyi içerdiği doğru anlaşılmalıdır. Bu hakikat salt ideolojik formatta ele alınarak çarçur edilemeyecek kadar önemlidir. Yine bu hakikat Allah’ın mutlak egemenlik ve otoritesi dışında süfli anlamlandırmalara hasredilerekten de geçiştirilemez. Burada meselenin daha girift yönü, farklı veçhelerle ortaya konulan kimi yaklaşımların tağutlaşma fitnesine bilakis çanak tutucu oluşundadır. Bu risk doğru okunmadığı takdirde İslam düşüncesinden uzaklaşmalar ve dillendirilen batıl söylemler karşısında gerekli hassasiyet sağlanamayacaktır. Evet, günümüz fitnesi diye tanımladığımız tağut kavramı doğru tanınmadığı durumda, tağut, bilakis tağutî sistemlerin meşruiyet çanağına dönüşme riski taşımaktadır! Bu sebeple Müslümanlar öncelikle kavramsal anlamda kabul ve retlerini doğru oluşturmalı ardından bunu mücadele alanına taşımalılar.

Bugün yüz yüze olunan emperyal projeler kimi yerli formlar eliyle yürütülmektedir. Bunlar, “demokratik devlet” ya da vahiyden soyutlanmış “adalet devleti” gibi ifadelerde kendisini bulmaktadır. Tarihselci, seküler ve sentezci bir zeminden kalkılarak ortak payda oluşturma çabasına dayanan bu yaklaşımların İslam ile alakası yoktur.7 İslam’ın iktidar talebinin olmadığı fikri aslında siyasaldan soyutlanmış din anlayışına dayanmaktadır. Buralarda günübirlik üretilen siyasi-konjktürel mülahazalarla İslamî kimlik bulandırılmakta ve temel referanslar değiştirilmek istenmektedir.

Günümüzde tahrifat birkaç ittifak üzerinden yürütülmektedir. Bu ameliyenin üzerinden yürütüldüğü kavram ve konuların bilinme zorunluluğu vardır ve bu son derece önemlidir. Lakin bir meselenin zemininde geliştiği fikrî kodlar bilinmeden tartışılması sadece magazine malzeme olabilir. Bugün fitnenin üzerinde yürütüldüğü yer, İslam düşüncesinin protestanlaştırılması; farklı bir ifadeyle, dinin/ hayatın sekülerleştirilmesidir. Tağutlaşma olarak ön plana çıkan bu fitne, çoğulcu din anlayışı zemininde gelişmektedir.

Tecdidin Reformizm’e tahvili diyebileceğimiz evrilme, şeriatsız din ya da siyasetten soyutlanmış şeriat telakkisi gibi konulara, Peygambersiz din arayışlarına, her dini meşru ve hak görme sapkınlığına dönüşmüştür. İlgili modern sapmalar, farklı dinlerle asgari müşterekte buluşma temayülüyle yürütülmektedir. Bu tür düşüncelerin hizmet ettiği alan, Kur’an’da vazolunan hukukî prensiplerin yok sayılması gerektiği; bu alanı düzenleyen hükümlerin tarihsel olduğu ve evrensel bir geçerliliğinin olmadığı(!) alandır.

Sürecin geldiği nokta, devlet talebi olmayan bir İslam algısı ya da tevhidsiz, İslamsız adalet anlayışı; vahiyden uzak bir “adalet devleti”nin yeterli görülmesidir. Görüleceği üzere burada, iktidar talebinin ve hatta gereğinin olmadığı bir İslam algısı oluşturulmak istenmektedir. Bütün bunlar seküler zihnin ürettiği fasid söylemlerdir. Endişelerimizi besleyen tedirginlikte buradan kaynaklanmaktadır.

Bu başlıkların her biri ayrı bir çalışma konusudur. Ancak bu yazımızda, ağırlıklı olarak tevhid ve adalet kavramlarına dair mülahazalarla yetineceğiz.

__________________
önce yazdığım katılım yaptığım beğeni yaptığım paylaşımların arasında azda olsa kuran ve sünnete uygun olmayan düşünceler olabilir.Bunların bana sorulmadan dikkate alınmasından mesul değilim... ...
Alıntı ile Cevapla