Tekil Mesaj gösterimi
Alt 19 Kasım 2012, 17:44   Mesaj No:6

bilinmez

Meal Gurubu Üyesi
Medineweb Emekdarı
bilinmez - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:bilinmez isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 13966
Üyelik T.: 27Haziran 2011
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Mesaj: 2.154
Konular: 309
Beğenildi:178
Beğendi:15
Takdirleri:560
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: Tevhidden Bağımsız Adalet Arayışı’ Örneği

Tevhid, Adalet ve Denge...

İnsan, yaratılışın yasası denilebilecek bir esas üzeredir. Bu esas fıtrattır. “Fıtrat kavramı İslamî literatürde eşyanın hakikati ve ilk yaradılışında taşıdığı temel yapısı, insanın doğal niteliği manasına gelir, yani saf ve berrak yaratılış, gerçek ve katıksız bir yapı anlamındadır. Fıtrat-ı Selime: İsabetli karar ve hüküm verebilme, doğru ile yanlışı, hak ile batılı, iyi ile kötüyü birbirinden ayırabilme yeteneği, bu imkân ve edime hazırlıklı olma hali demektir.”24

“(Resûlüm!) Sen yüzünü hanîf olarak dine, Allah insanları hangi fıtrat üzere yaratmış ise ona çevir. Allah'ın yaratışında değişme yoktur. İşte dosdoğru din budur; fakat insanların çoğu bilmezler.”25

Resulullah (sav.)’in, “Dünyaya gelen her insan fıtrat üzere doğar; sonra anne ve babası onu Yahudi, Hıristiyan, Mecusi (farklı bir rivayete göre hatta müşrik) yapar”26 buyurduğu rivayet olunmuştur.

“İlahî formata Kur’an, fıtrat adını verir. Eşyaya iman gözüyle bakmakla fıtrat gözüyle bakmak aynı sonuca varır. İman, iradenin tercihini fıtrattan yana yapması ve bunun en doğru ve en iyi olduğuna itimat etmesidir. Bir bakıma doğal olanın bilinçli tercihidir.”27 Buradan anlıyoruz ki vahy, insana rağmen değil varlık olarak insanın kabul edebileceği kendinden muhatap olduğu bir hakikattir. İnsan, fıtrat ve vahiy arasında bir uyumsuzluk yoktur bilakis tam bir doku uyumu vardır. İş, bu kaynağa dayanırsa orada adalet tecelli eder.

“Allah, adaleti ayakta tutarak (delilleriyle) şu hususu açıklamıştır ki, kendisinden başka ilâh yoktur. Melekler ve ilim sahipleri de (bunu ikrar etmişlerdir. Evet) mutlak güç ve hikmet sahibi Allah'tan başka ilâh yoktur.”28

Adaleti tevhitten ayrı görmek aslında tevhidi Allah’ın sadece varlığının ifadesi olarak görme zafiyetiyle maluldür. Oysaki tevhid, Allah’ın varlığı ve birliği ekseninde bir dünya görüşü, topyekûn yaşam tarzının adıdır. Bu inancı benimseyenlerin hayatlarında hiçbir alan yoktur ki tevhidin müdahalesine konu olmasın. Tevhid salt ****fizik kabul alanından öte hayatın tüm yönlerine ışık tutan bir inanç sistemi; farklı bir ifadeyle, İslamî yaşam tarzının formülasyonudur.

Kur’an’da yer alan adaletle ilgili ayetlerin hemen tümü, imana dair belirlemelerde bulunmanın yanında hukukî, sosyal ve ahlakî sonuçlar telkin eder.

“Biz, her şeyi bir ölçüye göre yarattık.”29 Allah, kâinatta her şeyi bir denge üzere yaratmıştır. “Göğü Allah yükseltti ve mîzanı (dengeyi) O koydu.”30 Bu ölçü, kozmik âlemde var olduğu gibi, düşünce dünyası ve pratik eylemler için de geçerlidir. İnançta dengeyi sağlayan aslî unsur tevhid akidesidir. Kur’an vahyinin hedefi tevhid akidesine sahip bireylerin oluşturduğu tevhid toplumudur. Kur’an bilincine ulaşma, “lâ ilâhe illellah” hakikatine kilitlenme ile mümkündür. İşte denge budur. Bu, aynı zamanda inançta ve tavırda iktisattır. Kozmik âlemdeki dengenin akidedeki adı tevhid, toplumsal zemindeki karşılığı ise İslamî vahdet yani ümmettir. Burada dengeyi ayakta tutmanın zorunlu imkânı ise adalettir.

Adl (a-da-le), eşitlik anlamına gelir. Basiret ile idrak edilen hususlar ve duyusal eşitlik için de kullanılır. O aynı zamanda aşırılıkla nitelenemeyen her iş ve oluştur.31 Yine adl, denklik, dengeli davranma, doğruluk ve hakkaniyet demektir.32 Adalet, istikamet üzere bulunmak, ileri ve geri sapmalardan uzak durmaktır. Adl denkliği, basiretle ve duyularla idrak olunanı; hikmeti yani bir işin olması gerektiği gibi olmasını ifade eder. Allah, insanı adl yani tam bir denge üzere yaratmıştır.33 İşte imtihan da buradadır: Allah insanı nasıl adl üzere yarattıysa, insanın da adl üzere davranmasını yani Allah’ın koyduğu mizana uygun hareket etmesini, insanlar arasında adaletle hükmetmesini ister.34 Allah’ın insana “bir uyum bir itidal vermesi”, göz, kulak, el, ayak gibi çift uzuvların denkliğinden, uzuvların düzene konulmasına varıncaya kadar hep adli göstermektedir. Bu denge ile insanı akıl, fikir ve kudreti kabul etmeye yetenekli yaratmış ve bu şekilde canlı ve bitkilere hâkim kılmıştır.35 Bütün kevnî ayetler Allah’ın adaletinin tezahürüdür. Dolayısıyla Allah, insandan küllî adalete uygun olarak adil davranmasını bekler. İnsanın adil olması, O’nun (cc.) emri doğrultusunda inanıp yaşamasıdır. Zira “Göklerin ve yerin varlığını sürdürmesi adâletledir.” Adalet kitaba uymakla gerçekleştirilebilirken, Kitab’ın uyum ölçüsü ise mizandır. Buna da ancak tevhid ile ulaşılabilir. Kur’an’da İslâm toplumunun niteliği olarak verilen ‘vasat ümmet’36 tabirindeki “vasat” kelimesi müfessirlerce ‘adalet’ manasında tefsir edilmiştir. Böylece adalet ve itidal, etimolojik bakımdan olduğu gibi kavram olarak da aynılaşmış olmaktadır.37 Bütün bunların amacı dengeyi sağlamaktır. Denge adalettir ve adalet ise ancak tevhid üzere kaim olur.

Kur’an’ın esas hedefi akidede iktisadı sağlamaktır. Bu hedef, mizan, adl ve kıst kavramlarının yüklendiği anlam ile belirlenmiştir. Gözetilen amaç, denge halidir. Bu durum yaratılışta olduğu gibi yaşama dair her alanda kendisini gösterir. İnsanın kendisini Allah’a muhtaç görmemesi (istiğnâ) yani kendini kendine yeter görmesi hali müstağni davranmasıdır. Bu durum başta kendi konumu olmak üzere eşyayı ait olduğu yere koymaması halidir ki bu, dengeden uzaklaşmadır. Farklı bir ifadeyle bu, haddi aşmaktır yani tuğyândır. Sonrasındaki bütün hadsizleşmeler, başkaldırı ve tağutlaşmalar buradan neşet eder. Âlemlerde var olan denge, insanda, itikatta, amelde, muamelatta ortaya çıkar. Kulun Allah’a muhtaç olduğunu bilmesi ve hatta aczini idrak etmesi, tuğyândan kulluğa yönelmesi ile mümkündür. Bunu gerçekleştirmenin tek yolu, “lâ ilâhe illellah” hakikatine teslim (İslam) olmaktır.

Allah (cc.), kozmik âlemin/evrenin tek hâkimi, mutlak hükümranıdır. Varlıkların bütünü kendisine ait olan Allah, kurallar koyma ve yönetme noktasında Ehad (bir/tek)’dır. O, mutlak hükümrandır. İnsan, kendisini çevreleyen bütün varlıklarla birlikte âlemlerin bir parçasıdır. Allah (cc.) ise bütün âlemlerin Rabbidir.

“Hamd, göklerin Rabbi, yerin Rabbi, bütün âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur.”38

“Gökteki ilâh da, yerdeki ilâh da O’dur. O, hakîmdir, her şeyi bilendir.”39

“Bilesiniz ki yaratmak da emretmek de O’na mahsustur Âlemlerin Rabbi Allah ne yücedir!”40

İslam itikadında adalet ontolojik bakışla ilgili temel bir konudur. Adaletin mülkün temeli olduğu prensibi de buradan kaynaklanmaktadır. Allah’ın hükümleriyle hükmetmenin gereği Kur’an’da altı çizilen temel prensiptir. Bu cihetle şu hakikat ortaya çıkmaktadır: Adaletten her bir uzaklaşma fısk, zulüm ve küfrü mucip sonuçlar doğurmaktadır. Kaynağını Allah’tan almayan hukukun en büyük adaletsizlik potansiyeline sahip olduğu gerçeği izahtan varestedir. Lakin haksız bir zeminden hak; adaletsiz bir kaynaktan adalet tecelli etmez. İslam, heva-hevese uymayı adaletten sapmanın temel sebebi kabul eder. Buna mukabil adaletle hüküm, Allah'ın emirlerine itaat ile Kur’an’a uygun verilen hükümdür.

İslam’a göre adaletin icra edilmemesi; ertelenmesi salt ahlakî veya cezaî sonuçlar doğurmaz. Bilakis bu, itikat ile ilişkili olup kişiyi fasık, zalim ve hatta kâfir kılabilmektedir. Dünya hukuku cihetiyle adaleti tecelli ettirmenin imkânı Allah’ın hükümleriyle hükmetmektir. Aksi durum, hukuki sonuçların yanında karaları ve denizleri fesadın kapladığı bir bozulmaya, neslin ve ekinin ifsadına sebeptir.

“Adalet kavramının gündeme daha sıkça gelmesi ve adil bir dünyanın kurulması talebinin yükselmesi tabii ki olumlu ve sevinilecek bir gelişmedir. Lakin tüm dünyada yükselen bu arayış ve talebe İslam’ın çağrısıyla cevap vermek ve adil bir dünyanın ancak tevhid akidesine teslimiyetle mümkün olacağı hakikatinin şahitliğini yapmakla mükellef olan Müslümanların bunu yapmak yerine, soyut ve seküler adalet söylemine dâhil olmaları kabul edilebilir bir yaklaşım değildir.

Adalet, insanlığın ortak özlemi olsa bile ortak paydası değildir. Zira adaletin kaynağı ancak ve ancak yüce Allah, imkânı ve güvencesi de insanlar için bildirilmiş olan hayat kaynağı Rabbani hükümlerdir. Adaletin önkoşulu tevhid akidesidir. “Hüküm yalnız Allah’ındır” akidesine dayanmayan her türlü adalet söylem ve arayışı neticede bir aldanıştan başka bir şey değildir. Yeryüzünde adaletin hâkim kılınması, insanların aralarında Allah’ın indirdiğiyle hükmetmeleri ve Allah’ın hükümranlığına boyun eğmeleri ön şartına bağlıdır. “İslam, insanların hangi rejimle yönetildiğiyle değil, adaletin sağlanıp sağlanmamasıyla ilgilenir” söylemi, adalet kavramını Allah’sızlaştırmak, anlamsızlaştırmak ve işlevleşsizleştirmekten başka bir anlam taşımaz.”41

Adalet devleti tezine Medine Sözleşmesi’nin referans gösterilmesi, kastıyla çelişik bir durumdur. Bilakis burada tarafların anlaşmazlıklarını Allah’a ve Rasulü’ne götürmesi gerektiği kaydı, yüce Allah’tan ve O’nun Rasulü aracılığıyla bildirdiği ölçülerden bağımsız bir adalet arayışının imkânsızlığını göstermektedir.

İslam’da adaletin uygulanması, uygulayıcıları eliyle en yakınlarından başlanması cihetiyle manidardır. “Vallahi kızım Fatıma çalsa onun da elini keserdim” örnekliği adaletin temel ilkesini; kendi nefsinden başlama adilliğini göstermektedir. Bir kavme olan öfkenin kişiyi adaletsizliğe sevk etmemesi gerektiği Müslümanlar açısından Allah'ın emridir. Müslüman, öfke duyduğu kişi kâfir de olsa Müslüman da olsa ona adil davranmakla mükelleftir. Bunlara ilave alış-veriş, ölçü-tartı prensipleri, İslam’da adalet anlayışının felsefik savdan ziyade uygulama alanına mebni olduğunun delilidir.

“Adaletin ölçülerini Rabbimiz genel çerçevesiyle belirlemiştir. Yani, adaletin temel ilkeleri görece değildir. Kur’an, adaleti hayatın bütün alanlarında uygulanması gereken vazgeçilmez bir ilke olarak gündeme getirmektedir. Kur’an’da adaleti vurgulayan mesajlar Allah’ın birliği kavramından hemen sonra gelmektedir. Yani adalet tevhid ilkesinin tamamlayıcı unsurudur.”42

Siyasal alanda adalet, yönetirken adaletle yönetmek ve ehil olanları seçmek43 birebir ilişkilerde adalet,44 başka toplumlar ve başka din mensuplarıyla olan ilişkilerde adaletle davranmak,45 bütün bunlar Kur’an’ın yol göstericiliğinde anlamını bulmaktadır. Adaletin meşruiyet kaynağı Kur’an’dır.46 Adalet sadece haksızın yanında yer almamaktan ibaret değildir. Adalet aynı zamanda haksıza gerekli karşılığı vermekle gerçekleşir. Mutlak adalettin gerçekleşmesinde son söz Allah’ındır.47 Adaleti ayakta tutmak İslam ümmetinin görevidir.48 Adalet ne bireysel ne de toplumsal alanla ilişkilendirilip sınırlandırılabilir. Hayatın bütün alanlarında zulümden yana olmamak, zulme karşı koymak ve yerine adil olan ile hükmetmektir adalet.49 “Allah, insanı nasıl adalet üzere yaratmışsa adalet üzere yaşamasını yeryüzünde de adl’in başı olan tevhide göre hareket etmesini istemektedir. Ancak tevhid üzere yaşayanlar, Allah’ın koyduğu dengelere riayet etmiş olurlar. Yoksa yeryüzünde mizan bozulur, hiç kimsenin hatta hiçbir canlının yaşayamayacağı bir hal alır. Bu durum ise emanete ihanettir… Müminler Kuranî ilkelerle yeryüzünden zulmü söküp atmalı, yerine adaleti ikame etmelidirler. Adaleti ayağa kaldırma görevi müşrik ve münafık gruplara tevdi edilemeyecek ertelenemez asli bir farizadır. Adaletin gereğince ikamesi, ancak temelini ilahi hukuktan almasıyla mümkündür. Beşer zihninin adaletin net ölçülerini belirleme konusunda aciz olduğu unutulmamalıdır… Şüphesiz Kuran, insanlar arasında adaleti sağlamak için indirilmiştir. Bu konudaki ölçüler gayet nettir. Müminler, insanlar arasından çıkarılmış orta yolda bir ümmet olarak adaleti ikame etmede tanıklık ve örneklik etmekle yükümlüdürler. Bunun gereği olarak zalimleri, fıtratına ve Allah’a ihanet edenleri dost tutmamak, onlara taraf olmamak, yeryüzündeki haksızlıkları ortadan kaldırmak temel bir kulluk görevimizdir.”50

Adalet kavramını anlamlı kılan belli ilkelere mebni olmasıdır. “Ey iman edenler! Adaleti titizlikle ayakta tutan, kendiniz, ana-babanız ve akrabanız aleyhinde de olsa Allah için şahitlik eden kimseler olun. (Haklarında şahitlik ettikleriniz) zengin olsunlar, fakir olsunlar Allah onlara (sizden) daha yakındır. Hislerinize uyup adaletten sapmayın, (şahitliği) eğer, büker (doğru şahitlik etmez), yahut şâhidlik etmekten kaçınırsanız (biliniz ki) Allah yaptıklarınızdan haberdardır.”51 Nisa Suresi’ndeki ayet, adaletin gereği olan şahitliği ön plana çıkarmakta ve konu doğrudan Allah’ın her şeyi bilmesiyle ilişkilendirilmekte, adalete zemin oluşturan aslî unsurun Allah’ın hoşnutluğu olduğuna vurgu yapılmaktadır.

Kimya ile Simyadan Tevhid ile Adalete

Adalete adil olmayan bir zeminden kalkarak bakarsanız, kimyayı simyaya çevirirsiniz. Her ne kadar aynı olduğu söylense de kimya ile simya farklı anlam dünyalarına sahiptir. Aslında simya ve etrafında oluşan tahayyül, insanlara iktidar bahşeden hüma kuşu, insanı ölümsüzlüğe(!) taşıyan âb-ı hayat ekseninde gelişen umutları andırır.

Her halükarda insan bir değişim istiyor. Fakirlikten zenginliğe, ölümlülükten ölümsüzlüğe, reaya olmaktan kudret ve iktidar sahibi olmaya intikal etmek istiyor. Her şeyden önemlisi de bunun hemen olmasını istiyor. Bu üç kavram üzerindeki tahayyüllerin ana sebebi insanın zahmetsiz ama büyük değişim arzusu olmalıdır. Ancak daha şaşırtıcı olanı her ikisinin de yani hem simyanın hem de âb-ı hayatın -ve belki hüma kuşunun- zahitler ve sufilerle ilişkilendirilmesidir. Kimya ilmine gelince, Kimya ölçüler ilmidir. Kimya’da terkiplerin her birini anlamlı kılan bir ölçü ile olmalarıdır. Teraziye, mizana konu bir ölçü söz konusudur kimyada. Bu açıdan, kimya ilmi ile terazi, adalet, iksirler vs. arasında zorunlu bir bağ kurulmuştur. Ve dahası, “kimyayı bilmek aslında ölçüyü bilmektir.” denilmiştir.52

Adalet, ölçüsü olan tevhitten ayrılırsa; kıst, mizan ve demirden yoksun olarak, insanlara iktidar bahşeden hüma kuşu veya insanı ölümsüzlüğe taşıdığına inanılan âb-ı hayat umutları dağıtan bir ütopyaya dönüşür. Ölçü ilmi olan kimya, ölçüsüz hale getirildiğinde nasıl simyaya dönüşürse adaleti de tevhitsizleştirirseniz hüma kuşu, âb-ı hayat dağıtan dünyalık bir fırsata dönüşür. Birincisinin değiştirilmesi sufizmin ölçüsüzlüğüne dayanırken ikincisi referanslarını ölçüsüzlüğe yer vermeyen her şeyin bir ölçü üzere yaratıldığını bildiren Kur’an’dan aldığı için zillet içinde mahcup ve rezil olarak geri teper. Kimya ölçüsüzleştiğinde simya, adalet tevhidsizleştiğinde zulme dönüşür.

Hülasa

Kur’an tevhid eksenli bir düşünceyi öngörür. Bu eksenden her bir sapma yeni savrulmaları beraberinde getirir. İslam tarihinde sonuçları itibariyle en fazla tahribat tecdid bilincinin körelmesi, taklit taassubunun artması ile ortaya çıkmıştır. Bu durumun ortaya çıkardığı güvensizliğin ardından, zıddından medet umulan Reformizm’e meyil artmıştır.

Teşride Allah’tan başkalarının hak iddia etmesi ve kanun koymaya kalkışması, zamanımızın en şedit fitnesidir. Bu sürecin en önemli neticesi zihniyetin sekülerleşmesidir. Tasavvurda başlayan bozulama, kavramlara, ardından sosyal hayatın gidişatına sirayet etmiştir. Bugün fitnenin üzerinden yürütüldüğü paradigmalar, dinsel çoğulculuk söylemi etrafında oluşmaktadır. Tevilin tahrife dönüşmesi, şeriatsız din ya da siyasetten soyutlanmış şeriat telakkisi gibi modern ifsad ameliyelerini peygambersiz din arayışları ya da her dini meşru ve hak görme inancı izlemiştir. Tevhidsiz, İslamsız adalet arayışları, seküler zihnin neticesidir. Bu yönüyle mesele, ehemmiyeti haiz bir konu olarak ümmeti tedirgin etmiştir.

İslam’a göre adalet soyut, felsefî bir kavram değildir. Tevhit endeksli dinamik bir kavram olan adalet, sosyal, siyasal ve hukukî sonuçları olan bir kavramdır. İslam’a göre adalet, varlık, fıtrat ve sosyal hayata bakan yüzüyle yaşamın her alanına müdahale taleplidir. Seküler bir zeminden neşet eden görece adalet anlayışının ise bireysel ve toplumsal anlamda yeterliliği söz konusu değildir.

Sıkça işaret ettiğimiz bir ironiye burada da dikkat çekmek istiyorum. O da, modern hurafeler ile mistik hezeyanların son noktada kesiştiği gerçeğidir. Modern okuma nasıl ki tahrife varan bir tevili yaygınlaştırıyor ise aynı şekilde mistik okuma da kayıtsızlığa varan bir eğilim içindedir. Mistik, uçları açık okuma, batınî, hurufî, irfanî okuma! İnsan sayısınca kanaat demektir aslında. Aklın putlaştırıldığı modern okumaya gelince onun da vardığı yer aynı noktadır. Bu da diğeri gibi her yol mubah kayıtsızlığına varmaktadır. Ve sonuçta zıtlıkların benzeşmesinde modern-gelenek tahrifat seremonisi yaşanmaktadır. Bu durum tecdidin reformizm’e tahvilidir.

Yazımıza konu problemin cevabı, Kur’an’ın belirleyiciliğinde açıktır: Muhakkak ki şirk büyük zulüm tevhid ise mahzâ adalettir.



Dipnotlar:

1-Ramazan Yazçiçek, “Çağımızın Fitnesi ya da Siyasaldan Soyutlanmış Din Anlayışı -‘Tevhidden Bağımsız Adalet Arayışı’ Örneği-”, Nida, Malatya 2012, s: 155, s: 11-23.

2-“Ve dediler ki: Biz malca ve evlâtça daha çoğuz, biz azaba uğratılacak da değiliz.” Sebe, 34/35.

3-“Gerçek şu ki, insan kendini kendine yeterli görerek azar. Kuşkusuz dönüş Rabbinedir.” Alak, 96/6, 7, 8.

4-Bkz.: Ahmet Yusuf Özütoprak, Dini Doğru Anlamak, Buruç Yayınları, İstanbul 2009.

5-“Fitne, adam öldürmekten daha kötüdür.” (Bakara, 2/ 191).

6-“Bilerek hakkı bâtıl ile karıştırmayın, hakkı gizlemeyin.” Bakara, 2/42; Bkz.: Ali İmran, 3/71.

7-Bkz.: Mehmet Pamak, “Söyleşi”, Linklerin Görülmesine İzin Verilmiyor



8-Ramazan Yazçiçek, Dinsel Çoğulculuk, Ekin Yayınları, İstanbul 2008.

9-Al-i İmran, 3/19.

10-Al-i İmran, 3/85.

11-Mehmet Emin Akın, Te’vil’in Tahrife Dönüşmesi, Medarik Yay., Ankara 2011, s. 9-10;

12-Ebu Huzeyfe, Müslümanım Diyen Bir İnsan Niçin İslam’a Davet Etmek İstemez, Tercüme: A. Metin Gültekin, Polen Yayınları, İstanbul 2007, s. 60-61 (El-İbane: 1/189-191; 2/505, 605).

13-Furkan, 25/43.


17-İbni Manzur'a göre adaletin zıt anlamı, zu­lüm değil, cevr'dir. Bazı Kur'an ayetlerinden (Yunus, 10/ 47, 54; Enbiya, 21/ 47) anlaşıldığına göre zulüm, 'kıst'ın zıt anlamıdır.

20-Bkz.: Mehmet Yaşar Soyalan, Kutsalın Egemenliğinden Adaletin Egemenliğine, İşaret Yayınları, İstanbul 2012.

21-R. İhsan Eliaçık, Adalet Devleti, İnşa Yayınları, İstanbul 2011, 4. Baskı, s. 496-511.

22-Erol Çetin, “İhsan Eliaçık ile Adalet Üzerine Söyleşi”, Kur’ani Hayat, İstanbul 2012, yıl: 5, s: 23, s. 49-63.

23-Lokman, 31/ 13.

24-Mehmet Yolcu, Kur’anda İnkar Psikolojisi, Çıra Yayınları, İstanbul 2004, s. 176.

25-Rum, 30/30; bkz.: En’am, 6/14; Fâtır, 35/1; Zümer, 39/46; Ayrıca Ahsen-i takvim için bkz.: Tin, 95/ 4-5. Burada, Ahsen-i takvim aslî ve fıtrî, esfeli safilin fer’î ve ârızîdir. Ahsen-i takvim, “yaradılışın yüce amacını gerçekleştirmeye en yarayışlı potansiyel, insanın saf doğası yani fıtratıdır.” İslâmoğlu, Hayatın Yeniden İnşası İçin, Düşün Yay., İstanbul 2008, 10. Baskı, s. 139, 140.

26-Buhârî, “Cena’iz”; Müslim, “Kader”; Müsned-i Ahmed.


28-Al-i İmran, 3/18.

29-Kamer, 54/ 49.

30-Rahmân, 55/ 7; Bkz.: Enbiya, 21/ 47; A’raf, 7/ 8-9.

31-Rağıb el-Isfahani, “Adl” mad., Müfredât, trc. Abdulbaki Güneş, Mehmet Yolcu, Çıra Yayınları, (I-II), İstanbul 2006, c: 2, s. 186.

32-Ali Ünal, Kur’an’da Temel Kavramlar, “Adl” mad., Beyan Yay., İstanbul 1990.

33-Bkz.: İnfitâr, 82/6-8.

34-Bkz.: Nahl, 16/90; Nisa, 4/58.

35-Bkz.: Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Sade.: Heyet, Azim Dağ., İstanbul (tarihsiz), c: 9, s. 51.

36-Bkz.: Bakara, 2/143.

37-Mustafa Çağrıcı, “Adâlet” mad., TDV İslâm Ansiklopedisi, İstanbul 1988, c: 1, s. 341-343.

38-Casiye, 45/ 36; Bkz.: Fatiha, 1/ 2; Zuhruf, 43/ 82.

39-Zuhruf, 43/ 84.

40-A’râf, 7/ 54.

41-Şükrü Hüseyinoğlu, “Tevhidden Bağımsız Adalet Söylemi”, 27. 04. 2010, Linklerin

42-Fevzi Zülaloğlu, “Adalet” mad., Kur’anî Kavramlar, Ekin Yayınları, İstanbul 2010, s. 47-52..

43-Bkz.: Nisa, 4/58; Sad, 38/26.

44-Bkz.: Nahl, 16/ 126.

45-Maide, 5/41-43; Mümtehine, 60/ 8.

46-Nisa, 4/105.

47-Nisa, 4/108.

48-Maide, 5/ 8.

49-Bkz.: Bakara, 2/29; Yunus, 10/ 55, 66.

50-Zülaloğlu, “Adalet” mad., s. 47-52.

51-Nisa, 4/135.

52-Ekrem Demirli, “Aslolan Simya Değil Kanaattir”, Zaman, İstanbul 15. 04. 2012.

Bu Makale Ayrıca Nida Dergisinin 155. Sayısında Yayınlanmıştır
__________________
önce yazdığım katılım yaptığım beğeni yaptığım paylaşımların arasında azda olsa kuran ve sünnete uygun olmayan düşünceler olabilir.Bunların bana sorulmadan dikkate alınmasından mesul değilim... ...
Alıntı ile Cevapla