O Habibii Edip ki.... 
  
 Eğer bir parmağı yönelirse Ay'a 
Ayırırdı onu iki parçaya 
Aynı el susuz kalmış orduya
Olurdu bir çeşme
Sular akıtan
Mübarek parmaklarından
Eğer hasta ve yaralılara
Ederse temas
Bu sefer onlara has
Oluverirdi şifâ ve devâ 
Hem de fem-i mübârekenin 
Geri çevrilmedi ettiği hiçbir dua 
Evet Huneyn'de yaralanan
Aziz ibn-i Amr'ın silince
Yüzündeki kanı
Elinin temasıyla
Doru atın alnındaki
Beyazı gibi
Parlak bir nuraniyet birden
Kaplayıvermişti
Dokunduğu yerleri... 
Hem üvey kızı küçük Zeyneb'e
Abdest suyu atıp yüzüne 
Tebessümle taltif edince 
Yüzü güzellikte 
Hârika bir mazhariyete 
Dönmüştü bedîu'l- cemâle 
Hemen o demde
"Âlemin reisi
Nebilerin de efendisi
Ahmed hemen gelsin" diye
Hz. isa kaç defa:
"Benim gitmem lâzım, Rabbime
Tâ ki gelsin Faraklit size!."
ikâzı ile bilgi vermişti ümmetine
incil yorumcuları kendilerince
Faraklit, avukat demek diye
Mânâ verseler de
O Hakk’ı bâtıldan ayırandır
Hem de
İnce ve derince ölçülerle... 
O kalpleri cilalayan
O münevvirül- ukul
O bir resul ve yüce bir kul
O sırr-ı Levlâk
O sebeb-i mevcûdat
O bir inci, o bir yâkut
O bir beşer
Ama makâm-ı mahmûdla mübeşşer
Ama bunu bilmeyenler
Diyorlar ki:
"Ne oluyor buna
Olur mu böyle peygamber?
Eğer olsaydı o bir nebî
Hiç bizim gibi yemek mi yer
Ve dolaşır mı çarşı pazar
Olsaydı yanında bârî
Bir melek, hem şöyle heybetli
Uyarsaydı bizleri
içimize korku salarak
Yahut verilseydi
Kendisine bir hazine
Veya bahşedilseydi
Muhteşem bir bahçe de 
Ondan bol bol yeseydi!.." 
Hâsılı o zâlimler
"Siz, dediler
Kapılarak sihrine
Takılmışsınız bir adamın peşine." 
Bak, şunların söyledikleri sözlere!..
Hayır ve bereketi
Öyle muazzamdır ki,
Habîb-i Ekremi gönderen Hakk'ın
Verir eğer dilerse
Daha da iyilerini
O şanlı nebîsine...
Hem zaten âhirette
Altlarından ırmaklar akan cennetleri
içinde saraylarla beraber
Hep onu bekler 
Ama gerçekte 
Habîbullah kendisini 
Bir yolcu gibi 
Tabir etmişti: 
Bir ağaç altında
Gölgelendikten sonra 
Çekip giden yoluna 
O, insanlar arasında
En enfes biri
Seçilip gönderilen nebi
Hem ağır gelir ona
Düşüşümüz sıkıntıya
Kalbi titrer üstümüze
Çünkü o, bütün müminlere
Pek şefkatli, pek merhametli
Evet o, nebilerin hâtemi...
O, bir resul
Hem fahr'ür- rüsül
Kâffeten beşeriyete
Hem de rahmet
Bütün âlemlere
Bu sebeple
Şakk-ı kamer
Mucizedir dünya insanlığına
Ama mîrâç ise
Bütün âlemlere... 
Onun ümmetine olan şefkati
Anne- baba şefkatinden çok ileri
Bu yüzden saymış Kur’ân-ı Kerim’de
Onun temiz zevcelerini
Bütün müminleri, yüce anneleri
Zaten tasdik eder iç âleminde
Her mümin
Onun değerler üstü değerini 
Rabb-i Rahîmi
Ona verdi kevseri:
Hayr-ı kesîri
Din, ümmet ve nimet olarak
Hem de, ehl-i beytini
Mahşerde ve cennette de
Kevser nehrini...
Bir defa içenin, artık ebedî
Hiç susuzluk çekmeyeceği... 
Hem Hak vaad etti
Ümmet-i Muhammed'e
Aralarında olduğu müddetçe
Habîb-i edîbî
Onlara azap etmeyeceğini
Her halde bu müjde
Sınırlı değil sadece
Yaşadığı müddetle
Eğer ümmeti sünnetini
ihyâ ederse efâliyle
Yaşamış sayılır aralarında yine...
Çünkü yüce Müheymin'i:
"Kol kanat ger müminlere,
Koru onları şefkatle..."
Buyurduğu gibi
Başka bir ayette de:
"Sana tabî olanlar üzerine
indir şefkat kanatlarını" diye
Emretmiştir şanlı nebîsine...
Düşmanlarından bazıları
incitmek için uzatmışlardı dillerini:
"O demişlerdi, bir kulak;
O, herkese kulak veren
işte öyle birisi..."
Cevabını bizzat verir Hak:
"Evet o bir kulak
Kulak verir hep
Hakkınızdaki iyi sözlere
iman eder ALLAH'a
Güvenir müminlere
Bir rahmettir o,
Bütün iman ehline..." 
Kıyâmete kadar geleceklere
Hitap eden Kur’ân-ı Kerim’e
Tam muhatap olmak için
Herbir zerresi bir insan sayılan
Her asır ve anlayıştan
Cihan büyüklüğünde bir kulak gerek
Çünkü Kur’ân,
Sınırlı harflerle
Sonsuz mânâ ilham ederek
Duyurarak inceliklerini
Doyurur insanlığı...
işte yüce nebî
işte böyle bir üzün-ü cihânî;
Cihan büyüklüğündeki
Mübarek kulağı ile
Anlar Kur’ânın derinliklerini
Ve tanır okyanusun dibindeki
Saklı mânâ incilerini 
Yâ Rabbi
Şehâdet ederim ki, 
Senden başka ilâh yok 
Ve yine şehâdet ederim ki 
Muhammed Aleyhisselam da 
Kulun, peygamberin, safiyyin 
Halîlin, milkinin cemâli 
Sanatının eşsiz cemîli 
Hidayetinin güneşi
Muhabbetinin misâli
Mevcudatın şerefi
Kullarının muaalimi... 
Ey göklerin ve yerlerin Rabbi, 
Rahmet eyle o nebîne, 
Ashabına ve ehl-i beytine... 
O öyle bir Habîbullah ki,
insanların iman etmiyorlar diye
Yani giderler diye
Ebedî cehenneme
Onların ardına düşüp neredeyse
Yiyip tüketecekti
Kendi kendini
Bu şiddetli arzu
Sarmıştı bütün ruhunu
işte bu ulvî, engin cehdi
Takdirle beraber Rabbi
"Bunun için kendini
Üzüp mahvetme!." diye
ikaz bile etti... 
Tanırlardı onu ehl-i kitap
Evlatlarını tanıdıkları gibi
Çünkü mevcuttu işaretleri
Ve haber vermişti
Herbir semâvî hitap... 
Getirdiği Kur’ân hakkında da
Vermişti Rabbi
Koruma garantisi
Onun için "Onu Biz indirdik
Onu koruyacak da Biziz" demişti.
Hem de onun dini
Çıkacaktı bütün dinler üzerine
Çünkü onu kemâle erdirmişti
Tamamlayıp nimetini
Hem de râzı olmuştu
Din olarak islâm'dan... 
Kıldı onu Rabbi yüce Gaffâr
Mîrâca şehsüvâr
Açtı ona yollar
Mescid-i Haram'dan Mescid-i Aksâ'ya
Oradan sidret'ül- müntehâya
Hatta tâ kâb-ı kavseyne;
imkân- vücub arasına
Ulaştırdı şeref ve izzetle 
Hem cennet'ül- me'vâda
Onu bürüyen büründüğünde de 
Onun özü ve gözü aşmadı ve şaşmadı asla
Gördü Rabbinin en büyük âyetini 
Âyet'ül- Kübrası, mucizesini 
Onun sahâbileri bile
Medhedildi Tevrat ifadelerinde
Alınlarındaki velayet mühürleriyle
"Kudsiler" diye...
incil'de ise
Filizini çıkarmış bir ekin gibi
Ki, kuvvetlenmiş hemen
Sonra kalınlaşmış birden
Gövdesi üzerine de
Çabucak doğrulup kalkmış göklere
Öyle bir ekin ki,
Hayran bırakıp
Şaşırtıyor ekenleri
Onların bu hızlı gelişmesi
Bırakıyor gayz içinde
inkâr içinde yüzenleri
Seneler sonra bile... 
O nübüvvet dîvânının hâtemi
Sonra bir mühür gibi
Vurulup sona erdirdi
Kendisiyle peygamberliği
Böylece
Oldu bütün dinlerin ve peygamberlerin
Teker teker, vâris-i hakîkisi... 
Onun için çağrılamaz o,
insanların birbirlerini çağırdıkları gibi
Hem onun yanından habersizce
Sıvışılıp gidilemez bir yere
Hem yükseltilemez sesler huzurunda
Hem de onunla başbaşa
Konuşmak istenilirse
Önce
Bir sadaka
Takdîmi gerekir fakirlere
Düşmanları da
Az gösterilirdi gözüne
Takviye olsun diye
Moral gücüne
Evet müşriklere de
Onun kudsî ordusu
Gösteriliyordu hem de iki misli
Kendilerinin...
Böylece
Salınıyordu içlerine
Müthiş bir korku... 
Galip değil miydi Bedir'de 
Bine karşı üç yüzle 
Tâ ilk başta
Kim vardı yanında
ALLAH'tan başka
Câhiliye karanlığına daldığında
Işığıyla yara yara 
Nebîsinin duasına 
Rabbî imdad eylemedi mi 
Peş peşe indirdiği, 
Melekler ordusuyla 
Savaş meydanına?.. 
Bir de müminlerin kalplerine indirip sekine 
Erdirmedi mi 
Huzur ve sükûnete 
Hafif bir uyku ile? 
Bu ilâhî inayetler hep işte 
Ona ve onun ümmetine 
Şeytanın vesvesesinden
Temiz olsunlar diye
Ve kuvvet vermek için kalplere
Hem ayaklarını sabit kılmak iradesiyle
ihsan ediliyor
Hem de müminler üzerine
Rahmet indiriliyordu... 
O yüce nebiye
Olan itaaati
itaat saydı kendine 
O Rabb-i Rahimi
O rahmete vesile
Hz. Resule
itaat, nail eder
ilâhî rahmete
Hem muhabbet-i peygamber
Ulaştırır ALLAH'ın muhabbetine
Ve mağfiretine
Çünkü, o, üsve-i hasene
Hem en mükemmel bir numûne 
Hem de âhiret gününde
Ümmetine ve bütün beşeriyete
Olacak Hakk’ın şahidi...
Çünkü şöyle buyurur Rabbi:
"Ey Resûl-ü Kibriyâ
Her ümmet hakkında
Celbettiğimizde
Şahit peygamberler
Seni de
Ümmetine ve hepsine
Şahit olarak getirdiğimizde
Nasıl olacak onların halleri?"
ibn-i Mesud, güzel tilâvetiyle
Okurken bu âyeti
"Yeter! Yeter!" demişti
O yüce Nebî
Ve kudretten sürmeli
Gayb- âşinâ hârika gözleri
Dolmuştu yaşlarla; inciler gibi... 
Ona Makâm-ı Mahmûd da verildi
O öyle bir makâm ki 
Bütün nimetlerin tevzi edildiği 
Yüce bir mâide-i Sübhânîye
İnşaALLAH bu makâmdan 
Bütün ümmeti gibi 
Bizlere de ulaşır şefaati. 
Onun Firdevs namzedi 
O seçkin ümmeti 
Emreder iyiliği 
Hem engeller kötü işleri 
Çünkü sağlam bir iman ile 
İnanırlar Rabb-ül âlemine 
Zaten o Hakk’ın şahitleri
insanlar için çıkarılmış
Güzel bir numûne... 
Onların peygamberleri
Öyle bir nebi ki,
"Le amrüke" diye
ilâhî bir ifadeyle
Yemin edilmiş ömrüne
Ne mübarek bir ömür ki,
Ona yeminle teyid ediyor
Hak Taâlâ bir gerçeği
Hatta onun beldesine bile
"Belde-i emîne yemin olsun" diye
Ayrı bir kasem var!..
Evet hâlâ
Çiğneyemedi orayı düşman ayaklar
Hem devam edecek bu mucize
Kıyamete kadar!.. 
Yâsîn Sûresi’nin başında ise
Hikmetli Kur’ân'a kasemle
Buyruluyor, kemâl-i azametle:
"Şüphesiz ey Muhammed sen
Resullerdensin
Sırat-ı müstakim üzerinde de
Gitmektesin." 
Nün ve Kaleme
Yeminden sonra da
"Sen yüce bir ahlâk
Ve pek yüksek bir yaratılış üzerindesin."
Buyuruluyor, lîsân-ı hikmetle... 
Hem Muhammed-i Emîn’e
Bahşedilmiştir, bir gece
Ki, bin aydan hayırlı
Esenlik dolu
Hem o kadar da kutlu
Evet o leyle-i kadr-i mübâreke
Ruhun ve peş peşe
Meleklerin, Rabbin izniyle
Tâ fecre kadar selametle
indikleri muhteşem gece 
Gecelerin siyah zülüfleri üstünde
Bir nur gibi parlayan teheccüt de
Yine ona hastır;
Hasların hası, Hz. Muhammed'e 
Hiç bu perişan ifadelerle
Anlatılabilir mi
Rabbin "Habîb-i Edibim" dediği
O güzeller güzeli, eşsiz nebi?.