Konu Başlıkları: HİZMETTE EDEBİN ÖLÇÜSÜ....
Tekil Mesaj gösterimi
Alt 22 Ağustos 2007, 12:15   Mesaj No:8

AŞK'ÜL İSLAM

Medineweb Sadık Üyesi
AŞK'ÜL İSLAM - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:AŞK'ÜL İSLAM isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 38
Üyelik T.: 30Haziran 2007
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Yaş:43
Mesaj: 984
Konular: 245
Beğenildi:29
Beğendi:0
Takdirleri:146
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cvp: HİZMETTE EDEBİN ÖLÇÜSÜ....

6. Hizmet Edilen Muhâtabı İyi Tanımak

Hizmetlerde muhâtabı iyi tanımak, en az hizmet kadar ehemmiyetlidir. Zîrâ isâbetli hizmet, ancak bu şekilde mümkün olabilir. Bir müslüman, peygamberlerdeki fetânet (kalbe bağlı akıl, firâset ve basîret) sıfatından hisse alıp, akıl nîmetini en verimli bir şekilde kullanmalıdır. Kime, neyi, ne zaman, nerede ve nasıl söyleyeceğini ve ne şekilde davranacağını bilmelidir. Meselâ, Câfer-i Tayyâr -radıyallâhu anh-’ın, Habeşistan kralı Necâşî’ye İslâm hakkında bilgi verirken tâkip ettiği ince üslûb, bir müslümanın firâsetini göstermesi bakımından pek ibretlidir. Hristiyan olan Necâşî, Câfer-i Tayyâr -radıyallâhu anh-’ın Kur’ân-ı Kerîm’den birkaç âyet okumasını taleb ettiğinde o, inkârcılara meydan okuyan Kâfirûn Sûresi’ni değil, içinde Hazret-i Îsâ ve annesinden övgüyle bahsedilen Meryem Sûresi’ni okudu. Okunan bu âyetlerden son derece etkilenen Necâşî, elindeki değnekle yere bir çizgi çekti ve:

“–Bizim dînimizle sizin dîniniz birbirine işte bu kadar yakınmış!” dedi. Bir müddet sonra da İslâm ile şereflendi.

Hizmeti îfâ ederken olduğu kadar, bu emâneti ehline verebilmek için de muhâtabı iyi tanımak zarûrîdir. Nitekim Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, ordu kumandanı olabilecek kâbiliyetteki bir sahâbiyi, elçi olarak göndermediği gibi, aynı şekilde ilim, tebliğ ve gönül insanları olan Ashâb-ı Suffa’yı da kumandan olarak tâyin etmemiştir. O, bu vazîfeleri tevdî ederken muhâtaplarının şahsiyet, kâbiliyet, dirâyet, liyâkat ve hattâ vücûd yapılarını bile göz önünde bulundurmuştur.

Burada önemine binâen, insan terbiye ve eğitimiyle alâkalı birkaç hususu hatırlatmak faydalı olacaktır.

En zor hizmet, insan eğitimidir. Zîrâ terbiye olmamış bir nefis, kişiyi dâimâ kötülüğe yönlendirir. Allâh Teâlâ insan fıtratına fücûr ve takvâ temâyüllerini yerleştirmiştir. Bu bakımdan daha çocukluğundan itibâren bu iki temâyülün tezâhürleri onda görülmeye başlar. İnsanın saâdeti, günâha temâyülün engellenip takvânın güçlendirilmesiyle mümkün olur. Bunun yolu da terbiyedir. En vahşî hayvanları eğitmek bile nefsine mağlûb bir insanı eğitmekten daha kolaydır.

Eğitim (terbiye) hizmeti, bir peygamber mesleğidir. Eğitimci olmak için hissiyat ve duyguların güçlü olması lâzımdır. Çünkü talebeyle irtibat kurarken, onların duygularını anlamalı, değerlendirmeli ve ona göre muâmele etmelidir. Bu, bir doktorun tedâviden önce teşhise, yâni ağrı ve sızının sebebini kavramaya mecbur olması gibi bir keyfiyettir. Unutmamak gerekir ki, ancak problemi çözülen insan kazanılabilir.

İnsanların istîdâdları birbirinden farklı olduğu gibi, zaafları da muhteliftir. Bu sebeple eğitimcinin âdetâ bir ruh doktoru titizliğiyle insana yaklaşması gerekir. Birine faydalı olan bir söz ve davranış, bir başkasına zarar verebilir. Bu yüzden eğitiminden mes’ul olduğumuz insanların karakterlerini çok iyi tanımamız lâzımdır.

Gerçekten eğitimci, talebesinin karakter ve istidâdını elindeki tesbih taneleri gibi tanımalı, kimin neye kâbiliyeti varsa, o yönde geliştirmeye gayret etmelidir. Meselâ, şâirliğe istidâdı olan kimseyi, insan rûhunun derinliklerine yönlendirmek îcâb eder. İdâreci olmaya istidâtlı kimseye ise sevk ve idârenin nasıl yapılacağı, işi ehline vermenin gereği, adâlet ve merhametli davranmanın lüzûmu gibi hususlar telkin edilmelidir. Diğer meslekî kâbiliyetler de bunun gibidir. Ancak toplum için zarûrî olan bu kâbiliyetlerin her birinin eğitim tarzı farklı farklıdır.

Eğitim hizmetleri, insandaki beden-rûh ve akıl-kalb arasındaki hassas dengeye dikkat edilerek plânlanmalıdır. Şâyet insanın yalnız aklına hitâb edilirse menfaat, makam, dünyevî hevâ ve hevesler ağır basar ve rûhun tekâmülü ihmâl edilmiş olur. Böyle yetiştirilen insan, netîcede servet, şöhret ve şehvetin kulu hâline gelir. Aklıyla birlikte onun kalbi de eğitilebilirse, fıtratında mevcûd olan temâyüllerin Hak yoluna yönlendirilmesi ancak o zaman mümkün olabilir. Şuna dikkat edilmelidir ki, kalbe erişmeyen bilgi, irfâna dönüşmez. İrfandan mahrûm bir bilgi ise sâhibini dalâlete sürükleyebilir. Mânevî duygular ve fazîletlerle techîz edilemeyen insan, sürekli kötülüğü emreden nefsinin kaba kuvvetine terk edilmiş olur.

Cenâb-ı Hak, cümlemizi Hak yolunda pervaneler misâli aşk ve şevk içinde ve usûlüne muvâfık olarak başta ehl-i îmân olmak üzere bütün insanlığa, yüce dînine ve canlı-cansız her mahlûkâta hizmet eden bahtiyarlardan eylesin!...

AMİN AMİN AMİN...
Bİ HÜRMETİ TAHA VE YASİN..
YA RABBÜL ALEMİYN.. İSLAM DİNİNİ DÜNYANIN DÖRT BİR BUCAĞINA YAY VE BİZLERİ BU İŞİN MÜSTAHDEMLERİ EYLE...RAHMAN VE RAHİM İSMİNİN VE DAHİ BİNBİR İSMİNİN AZAMETİ VE KUDRETİYLE CÜMLEMİZE YAĞMURLARCA RAHMET İHSAN EYLE...AMİN..
Alıntı ile Cevapla