Osmanlıda Ahlaki Faziletler...
ecdâdı izzetli kılan meziyetlere dâir insaf ehli bazı batılıların itiraf mâhiyetindeki birkısım müşâhedeleri:
Hayrât ve Hasenât
Ecdâdımız, idâresi altında bulundurduğu geniş coğrafyada ırk ve mezhep farkına bakmamış, yaratanın kulu olarak müslim veya gayr-i müslim herkesin istifâde edebileceği hayrât ve hasenât müesseseleri te’sîs etmiştir.
“Osmanlı’da Vakıf” yazısında temâs edileceği gibi câmîler, medreseler, hastaneler, tımarhâneler, hanlar, kervansaray1lar, bentler, çeşmeler, sebîller, sarnıçlar, kuyular, köprüler, yollar, kaldırımlar, imârethâneler v.s. hizmetler, Allâh rızâsına istinâd ettirilerek pek mükemmel ve çaplı bir şekilde yürütülmüştür.
Bu cümleden olarak;
a. Yaz sıcaklarında çeşme ve sebillerde karla soğutulmuş su vermek,
b. Hanlar ve kervansaraylarda yolcuları üç gün parasız misâfir etmek,
c. İmârethânelerde muhtaçlara her öğün yemek ikrâmı yapmak,
d. Borç yüzünden hapsedilmiş olanların borçlarını ödeyerek onları mahkûmiyetten kurtarmak,
e. Ölen fakir kimselerin borçlarını ödemek,
e. İhtiyaçlarını söylemekten utanan muhtaçlara, itibarlarını zedelemeden gizlice yardım etmek,
f. Köle ve câriye âzâd etmek (bu ibâdet, Osmanlı’da âdetâ bir an’ane hâlindeydi),
g. Yangınlarda evi yananlardan fakir kimselerin evlerini bedelsiz inşâ ettirmek gibi yüce İslâm ahlâkının ulvî bir semeresi olan faâliyetler, câlib-i dikkattir.
Diğer taraftan toplumun akciğerleri olan ağaçların, hattâ meyvesiz ve az yapraklı olanlarına varıncaya kadar sulanması için vakıflar te’sîs olunduğu da bir gerçektir. Ayrıca Fâtih Sultan Mehmed Han’ın:
''Ormanlarımdan bir dal kesenin başını keserim” sözü meşhurdur.Bu yüksek ahlâkî mes’eleler, bütün dünyânın gözlerini kamaştırmış, muhtelif sebeplerle bizleri sevmeyen ve hattâ can düşmanımız olan batılı seyyâh ve müdekkikleri dahî asırlar boyunca hayretler içinde bırakmıştır. Bunlardan biri olan Villamont’un kervansaraylardan bahsettiği eserindeki şu kayıt, bu gerçeğin bir ifâdesidir:
“… Ziyâret ettiğim hana tıpkı müslümanlar gibi hıristiyanlar da kabul edilip üç gün müddetle iâşeleri te’mîn edilmektedir. Çünkü Osmanlı’daki bu hayrât, dîn farkına bakılmaksızın bütün insanlara şâmildir…
Mertlik,söze sebat ve ahde vefaOsmanlılar’da mertlik, sözde sebât ve ahde vefâ gibi yüksek fazîletler, gönülleri süsleyen ulvî bir ahlâk hâlinde idi. Öyle ki, Avrupa’da “Türklük” ile “Müslümanlık” aynı mânâda kullanılır olmuştu. Bu vesîleyle:
“Türk demek, sözüne güvenilir insan demektir.” denilmiş ve Osmanlılar’ın, hıristiyanlar gibi mütemâdiyen yalan yere yemin etmedikleri beyân edilmiştir.
Comte de Bonneval, müşâhedesini bir cümleye yükler:
“Türkler vaadlerine dindârâne bir sadâkat gösterirler.”
İsveç sefîri Mouradgea d’Ohsson da:
“Müslüman-Türkler yemin ve ahidlerine son derece sâdıktırlar. Allâh’ın adını ağızlarından düşürmemek gayretlerine bakıldığında, sözlerine Cenâb-ı Hakk’ı şâhid göstermeden başka hiçbir söze lüzum görmezler.”
demektedir.
Henri Mathieu ise:
“Türkler’de eşsiz bir hazîne mâhiyetinde mevcûd olan nâmus ve ahlâk anlayışını tasdik etmemek büyük bir haksızlık olur. Onlar, doğruluğu, fazîletin temeli olarak kabul eden ve verdiği sözü de mukaddes bilen kimselerdir.” der.