Konu Başlıkları: Misyonerlik
Tekil Mesaj gösterimi
Alt 13 Temmuz 2008, 04:10   Mesaj No:10

Emekdar Üye

Medineweb Emekdarı
Emekdar Üye - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Emekdar Üye isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 16627
Üyelik T.: 11 Şubat 2012
Arkadaşları:2
Cinsiyet:
Yaş:47
Mesaj: 4.081
Konular: 315
Beğenildi:48
Beğendi:0
Takdirleri:149
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cvp: Misyonerlik

“MİSYONERLİK FAALİYETLERİNİN FELSEFÎ TEMELLERİ”


Prof. Dr. Hanifi Özcan
Başlıktan da anlaşılabileceği gibi, burada ayrıntılı olarak misyonerlik faaliyetlerinden değil, tam tersine, bu faaliyetlerin dayandığı “felsefî temeller”den söz edilecektir.
Bir şeyin felsefî temelleri üzerinde durmak demek, onun, o anda ne şekilde bulunuyorsa o hâl üzere var olmasını sağlayan ve varlığının temelini oluşturan ilkelerin tespit edilmesi demektir. Bu da, ancak, onun kavramsal boyutunun incelenmesi ve dayandığı teorik yapının, yani fikrî zeminin açığa çıkarılıp felsefî değerinin ortaya konulmasıyla mümkün olur.
Genel anlamda “misyoner, sahip olduğu ve bağlandığı temel inançlardan dolayı, bir “düşünce”ye, bir “ideal”e kendini adayan ve onu gerçekleştirmeye çalışan kimse demektir. Özel anlamda ise “misyoner” bir dini yaymaya çalışan kişi anlamına gelmektedir.
Din, teorik ve ****fizik temele dayanan bir fikrî oluşumu, bir anlayışı ve bir yaklaşımı dile getirdiği için; burada “dini yayma sözünün “inandırma”, “ikna etme”, “benimsetme”, “duyurma” vb. bir anlamı îmâ etmesi ve hatta içermesi gerekmektedir. Bu demektir ki, misyonerlik, özü itibariyle fikrî ve zihnî bir fiil ve faaliyettir.
Aslında diyalektik yönteme (cedel’e) dayanan bu faaliyet gerek bir dinin kendi içinde, gerekse dinler arasında tarih boyu hep var olagelmiştir. Misyonerlik, bir dinin mensupları arasında din kardeşliğini geliştirmek ve dinlerine bağlılıklarını sağlamlaştırmak suretiyle toplumu bozucu ve yıkıcı dış etkilerden koruma amacını taşıdığı gibi; başka din mensuplarını ikna edip inandırarak “[B]din kardeşleri”nin sayısını artırma amacını da taşımıştır. Bu her iki amacı da, “din kardeşliği”nin getireceği “maddî” ve“manevi” fayda beklentisisürekli canlı tutmuştur. Ayrıca, öyle görünüyor ki, günümüzde ekonomik, siyasi, sosyal vb. fayda beklentileri de bu amacı âdeta bir “ideal”e dönüştürmüştür.
Görülüyor ki, hangi amaca dayanırsa dayansın, felsefî bakımdan misyonerlik bir fiil ve davranışı dile getirmektedir. Bir şeyin, felsefî anlamda, bir fiil ve davranış olarak nitelendirilmesi demek, onun bir bilgi ve prensibin dışa yansımasını sağlayan bir sonuç ve bir vasıta olması demektir. Kısacası, o, bilgi ve inancın bir fiile ve faaliyete ve hatta bir davranışa dönüşmesini ifade etmektedir. Bu, bir ideale kendini adama şeklinde ortaya çıkan bir davranış olduğuna göre, o halde onun temelinde yer alan ve ona sevk eden bir takım güçlü sebeplerin, daha doğrusu birerfikrî güdügörevini gören bir takım bilgi ve inançarın bulunması gerekir.
Misyoner, her şeyden önce, bir dinin mensubu olacağına göre onu motive eden inançların, onun mensubu bulunduğu dinin inanç sistemi ile tam olarak uyumlu ve hatta onu her yönden yansıtması gerekir. Aksi halde, misyoner, ikna etmeye çalıştığı kişilerin etkisinde kalma ve kendisi ikna olma riskiyle karşı karşıya kalacaktır. Bu nedenle, bazı misyonerler, genelde tecrübesi ve bilgi birikimi az olan gençleri muhatap almayı tercih ederler.
Bu demektir ki, iyi bir misyonerin kendi dinine bağlılığı, her tür teolojik ve felsefî tartışmanın üzerinde olması gerekir. Nitekim, misyonerliği motive eden büyük dinler mensuplarının dinî duygularını sürekli canlı ve güçlü tutabilmek için, onlara güçlü bir ****fizik temel ve ona dayanan bir inanç sistemi sunmaya çalışmaktadırlar. Bu dinlerden her birine göre, kendi mensupları bilmelidir ki:
a) Sadece kendi dinleri güçlü ve eşsiz bir vahiy sistemine sahiptir;
b) Varlığın mahiyetini sadece kendi dinleri doğru olarak açıklamaktadır;
c) İnsanlığa eşsiz ve evrensel bir ahlak sistemini sadece kendi dinleri sunmaktadır;
d) Bütün insanları kurtuluşa ulaştıracak yegâne “kurtuluş reçetesi”ni sadece kendi dinleri vermektedir.
İnananların zihnine yerleştirilen ve misyonerliği motive eden bu vb. ****fizik iddialar kültürleri, dinî gelenekleri ve ülkelerin sınırlarını aşan bir “üst yapı” ve bir “üst idealoluşturma amacını taşımaktadır. Bu demektir ki, bir kavram olarak gerçek, samimi ve bozulmamış misyonerlik sadece insanlığı ve bütün insanların iyiliğini hedef almaktadır. Bu da, ancak, evrensel ve bütün dinlerin üstünde bir inanç sistemi ve aşkın bir fikrî çatı oluşturmakla mümkün görülmektedir. Bu nedenle, bütün din mensuplarını kendi özel dinî geleneklerinin çemberinden ve bağlantılarından kurtarmak gerekmektedir. Bu hedefe ulaşabilmek için, başlangıçta kullanılabilecek yegâne vasıta din, her din mensubuna göre, sadece kendi dini ve kendi dininin kavramları ve sembolizasyonudur. Öyle ki, belki de sonuçta kendi dini, yeni bir perspektifle değerlendirilecek ve kendisiyle insanlığın hedeflendiği yegâne bir “üst din” haline gelecektir. İşte Hegel sistemini andıran bu yaklaşım misyonerliğin kendi içindeki bir felsefî çıkmazıdır.
Bu çıkmazdan kurtulabilmek için, büyük dinler, kendilerinin ortak bir temele ve ortak bir “hakikat” ve “iyilik anlayışına sahip olduklarını ileri sürmektedirler. Bu amaçla, bilhassa büyük ve tarihî dinlerin dayandığı ortak bir felsefî ve ****fizik yaklaşımın eseri olan evrensel karakterli ahlakî ve mistik unsurlara bilhassa dikkat çekilmekte ve “Hak” ve “Nihaî Hakikat” gibi kavramların fikrî ve mistik cazibesinden medet umulmaktadır. Hatta burada “din tektir, imanlar çoktur”, “duvaklar çok fakat gelin birdir” gibi temalar işlenmekte ve evrensel bir din fikri geliştirilmeye çalışılmaktadır. Ancak, bu, kendi dinî geleneğinden soğutulmak ve koparılmak istenen insanların yeni ve everensel bir din yaklaşımına ve evrensel bir bakış açısına kavuşturulmalarında başta etkili olmakla birlikte, daha sonra, ileri aşamada karşılaşılan felsefî ve ****fizik güçlükleri ortadan kaldıramamaktadır.
Bunun sebebini, sunulan ve önerilen yaklaşım ve yöntemlerin kutsal kitaplarla desteklenmesi ve kökleşmiş ilkelere dayandırılması zorunluluğunda aramak gerekmektedir. İşte, bu noktada her din mensubu kendi dininin kavramsal yapısını ve sembolizasyonunu tercihe yönelmektedir. Bu durumda, tekrar başa dönülmekte ve ideal misyonerlik adına hiçbir mesafe katedilememektedir
Ayrıca, dinlerin çoğulcu bir zeminde değerlendirilmeleri, yani onların birbirine eşdeğer ve alternatif birer temel yapıya sahip olduklarının ileri sürülmesi de felsefî anlamda misyonerliği güçleştirmektedir. Bir başka deyişle, madem ki, dinler ortak bir aşkın çatıya ve eşdeğer bir ****fizik zemine sahiptirler, o halde niçin misyonerlikten söz edilmektedir? sorusu da tutarlı olarak cevaplandırılamamaktadır.
Bu demektir ki, misyonerliği mümkün görebilmek için, büyük dinlerin felsefî ve ****fizik değerleri itibariyle birbirlerinden farklı olduklarını ve bazılarının diğerlerinden üstün olduğunu kabul etmek gerekmektedir. Belki de bu üstünlüğü tarihî bir zeminde aramak ve tarihi yeni olanın daha üstün olduğu fikrini ****fizik vurgu ve karşılaştırmalara ağırlık vererek ileri sürmek daha doğru bir yöntemdir. Aksi halde, “çoğulculuk ilkesi”nin benimsendiği bir zeminde, samimi ve tutarlı bir misyonerlikten söz etmek mümkün görünmemektedir.
Bu durumda, geriye, samimi olmayan misyonerlik anlayışları ve yöntemleri kalmaktadır ki, bunların, samimi ve evrensel misyonerlik ilkeleriyle yola çıkıp belli bir mesafe alındıktan sonra; kültürel, siyasi, ekonomik vb. ideallere [B]dini kullanarak ulaşma faaliyetine dönüştüklerini söylemek, yani sonunda bir tür siyasi yöntem haline geldiklerini iddia etmek sanırım yanlış olmayacaktır. Nitekim, günümüzdeki misyonerlik faaliyetleri, öyle görünüyor ki, bunu doğrulayan canlı ve açık örnekler olarak değerlendirilebilecektir.
Ayrıntılı bilgi için mesela bakınız:
· Hanifi Özcan, Mâtüridî’de Dînî Çoğulculuk
· A. Schmmel, “The Muslim Tradition”, The World’s Religious Tradition
· J. Hick,An Interpretation of Religion: Human Responses to The Transcendent
Ayrıca din ve felsefe ansiklopedilerinin ilgili maddelerine de bakılabilir.
Alıntı ile Cevapla