Konu Başlıkları: Hz Isa Ve Tevhid Inanci
Tekil Mesaj gösterimi
Alt 13 Temmuz 2008, 04:27   Mesaj No:2

Emekdar Üye

Medineweb Emekdarı
Emekdar Üye - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Emekdar Üye isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 16627
Üyelik T.: 11 Şubat 2012
Arkadaşları:2
Cinsiyet:
Yaş:47
Mesaj: 4.081
Konular: 315
Beğenildi:48
Beğendi:0
Takdirleri:149
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cvp: Hz Isa Ve Tevhid Inanci

[COLOR=#4b0082]TEVHİDİ SÜREÇTE İSA
DERLEYEN: MURAT KURTULDU


ÖNSÖZ


“Beşeriyetin” insanlık sıfatını kazanarak “akıl ve irade” sahibi olmasından bu yana süren “mutlak doğruya” ve “en ideal hayat sistemine” kavuşma isteği ile tarihte yerini alan “ideolojik kimlikler” sürekli gelişmini sürdürmeye, yeni şartlara adapte olmaya çalışmaya devam etmektedirler.. Ancak geçmişten günümüze iddialarında herhangi bir değişiklik olmayan, merkezde hep paralel ilkeleri gündemleştirme çabasında olan “tevhidi hareket” insanlık tarihinin en evrensel sistemlerini de içinde barındıyor. Muharref yapılarına (bozulmuş, sistematiğini büyük ölçüde kaybetmiş) rağmen hala “tevhidi çizginin” esaslarını korumayı sürdüren bu yapılar, biraz üzerlerinde odaklanıldığına “temel ilkelerini” ve “ana mantığını” korumaya devam ettiği görülecektir.




Bu çabadan hareketle “Mekke Döneminde Siyasi Düşünce Metodolojisi” kitabının yazarı T. Abdülkadir Hamid İsevi Hareketin ve İsa(a.s)nın mesajına yeniden, ama bu sefer farklı bir cepheden bakıyor. İsevi hareketin, bir tevhidi gelenek olan toplumsal ve siyasal düzeni değiştirme isteğine, bu amaç adına savaşılması/mücadele edilmesi metodolojisini ve İsa'nın (selam üzerine) hayatındaki mücadele boyutuna dair yeni açılımları ifade eden yazar, “müslümanların” genellikle eksik tanıdıkları İsa(a.s)nın Tevhid Mücadelesine yeniden dikkatlerimizi çekiyor..

İsa(a.s)nın mesajını ve tebliğ hareketini; “sessiz” ve “siyasal boyutu olmayan” bir yapı olarak tanıyan müslümanlar, bu mücadeleyi tanıma adına gösterdikleri çabalar sonucunda aslında İsa(a.s)nın da aynı tevhidi geleneğin (sünnetullahın) bir parçası olarak “hayatın tümüne dair” bir sistemi egemen kılma iddia ve mücadelesinde olduğu göreceklerdir..

***

1- Yahudilik Deneyimi ve İsa(a.s) ile Yeni Bir Açılım Kazanan Tevhidi Hareket

Tevhid dinleri, dini sırf Allah'a özgü kılma ve O'nunla kulları arasındaki aracıları saf dışı bırakma esasına dayanmaktadırlar. Bununla güdülen amaç, toplumun tevhidi niteliğe sahip olmasıdır. Böyle bir toplumda kanun egemenliği ile dinin egemenliği diye bir çelişki söz konusu olamaz. Bu toplumda biri “medeni” öbürü “dini” olmak üzere iki iktidardan, iki egemenlik hayatın her birimini, toplumun her ilişkisini ve kurumunu düzenler. Ve bu düzenleme, kulluk sunulan ilaha ilişkin tasavvuf ne olursa olsun din esasına dayanır.

Musa(a.s) özel olarak, imparatorun ilahlığı esasına dayanan kültürel bir çevreye gönderilmiş en ünlü peygamberlerden biridir. Onun başta gelen görevi, imparatoru ilahlık makamından insanlık makamına indirmek ve ümmet tarafından uygulanan şeriatın (hukukun) egemen olduğu dinsel bir toplum kurmaktı. Israil toplumu, Musa'dan (a.s) sora ve uzun mücadelelerin, büyük acıların ardından ilk dinsel-tevhidi devleti kurabilmişti. Bu devler, çevresindeki diğer imparatorluklardan, din ile devleti kaynaştırmasıyla ayrılıyor değildi. Bunu bütün devletler yapıyordu. O, kulluk sunduğu ilaha, sahte ve batıl olarak nitelendirdiği başka ilahlardan farklı nitelikler atfetmesiyle belirginleşiyordu.

Yahudilerin iman ettikleri din, tek ilaha inanma temeline dayanıyordu. Bütün mü'minler, yüksek egemenliği tümüyle O'na vererek teslim oluyordu. Hayatın ve toplumsal ilişkilerin her alanında iktidar bu tek ve ortaksız ilaha aitti. Bu yüzden daha baştan itibaren yüksek egemenlik sorununu yaşamadılar. Ne var ki, yahudilerin siyasal tarihleri, çeşitli içe kapanma vfe tevhid değerleri itibariyle başkalaşma evrelerine tanık olmuştur. Ilk yahudi devletinin yıkılması, bunun ardından yahudilerin dağılmaları, milattan önce altıncı yüzyılda Babil'de sürgüne gönderilmeleri yahudi düşüncesi üzerinde büyük etkiler bırakmıştı. Kültürel varlıklarını koruma yönünde verdikleri insan üstü çabaya karşın, bunu varlıklarını koruma yönünde verdikleri insan üstü çabaya karşın, bunu tam anlamıyla gerçekleştiremediler. Önce İbrani dilini unuttular, sonra Tevrat'ın ana bölümlerini yitirdiler. Bu yüzden söz konusu dönem, gerçek anlamda Musevi dininden sapmanın başlangıcı olarak nitelendirilebilir. Tarihlerinin bu kahredici döneminde yahudiler yeni bir dinsel yapı oluşturmaya çalıştılar. Bu sefer, Allah tarafından gönderilecek kurtarıcı bir elçi inancı esas alındı. Bu elçi Davud'un soyundan gelecek, yahudileri baskı altına alan düşmanları yenilgiye uğratacak, onları devletlerine geri götürecek ve mabedi yeniden inşa edecekti. Bu inanç sonraki dönemlerde “messianism” olarak isimlendirilecekti.1[1] sonra bunu irkçılık inancı da eklendi, bu inancın gereği başka milletlerle karışmamaları emredildi. Buna bir de vadedilmiş topraklar inancı eklendi. Öyle ya, seçilmiş bir halk olduklarına göre, bu halk için özel olarak seçilmiş bir toprak da olacaktı. Burası beklenen kurtarıcı kralın olanca görkemiyle ortaya çıkacağı mutluluk yurdu olacaktı. Kah Romalalıların, kah İranlıların baskısı altında yaşayan yahudilerin yüreklerinde ve vicdanlarında bu inançlar yerleşmeye, kökleşmeye başladı. Öyleki Meryemoğlu İsa(a.s) birçok sözünden böyle bir anlam çıkarılması mümkündür. 2[2] Ancak İsa(as) bazı hususlarda yahudilere sürpriz yaptı. Bu hususları şu şekilde sıralayabiliriz;

Birincisi: Her şeyden önce İsa(as) sadece Tevrat'la gönderilmemişti. Aksine Tevrat ve İncille gönderilmişti. Ona Musevi şeriatını tamamlama yetkisi verilmişti. Dinin temel amaçlarını yeniden belirginleştirme, kahinlerin iftiraları ve iki yüzlü yahudi tüccarlarının ifsadları sonucu bozulan dinin asli şeklini yeniden ortaya çıkarma misyonuyla görevlendirilmişti.3 [3]

İkincisi: O beklenen kurtarıcı yahudi kralı olarak kendini öne çıkarmayı istemiyordu.Belki de Mesih'in karşılaştığı zorluğun nedeni onun bu tavrıydı. Onunla yahudiler arasında yaşanan çetin tartışmaların sebebi buydu. Çünkü yahudiler ebedi ırkçılık akidesini benimsiyorlardı ve bunun göklerle yerin kalıcılığı kadar kalıcı, değişmez bir akide olduğunu sanıyorlardı.4[4] daha ilk andan itibaren yirmi bin yahudi kahinini karşısında buldu. Bunların her biri Tevrat'ın sözünü tutmuş onunla tartışıyordu. Bundan dolayı önünde tercihler belirmişti. Ya kahinliğin sahtr dünyasına dahil olacaktı ve onu yahudi kulları üzerinde haksız yere üstünlük taslayacak ve Allah'a iftiralar atacaktı. Ya da bu çerçeve içine girmeyi reddecedek ve onlar da onu zındıklıkla, fitne çıkarmakla suçlayacaklardı. Dolayısıyla Hz. İsa ile aynı dönemde yaşarmış ve aynı gerekçeyle öldürülmüş vaftizci Yahya'yı öldükleri gibi onu da öldüreceklerdi. Hz. İsa'nın kahinlerin sahte dünyalarına girmesi düşünülemezdi. Çünkü bu, risalete temelinden ihanet etmek anlamına gelirdi. Vali de gizliden gizlyie yahudi bir kralın ortaya çıkıp dağılan birliklerini yeniden toparlayacağına, onlara yeniden güven ve iktidar bahsedeceğine dair söylentileri duyuyordu ve bu hususta istihbari çalışmalar yapıyordu. Eğer Romalı valiyle karşı karşıya gelseydi, putperes Roma ordusu ile yalancı yahudi askerleri karşı karşıya gelecek demekti. Oysa İsa(as), bunun için gönderilmemeişti. Sonra Hz. İsa, kahinlere yönelik saldırı ve eleştirilerinin, gerçekleştirdikleri tahriflerden dolayı onları kınamasının, Tevrat'ın temel ilkelerine, devlet ve şeriat kavramlarına yönelikmiş gibi algılanmasından endişe ediyordu. Dolayısıyla havarilerin ve mü'minlerin şeriatın tümüyle neshedildiği, devletin gereksiz bir kurum olduğunu ve kurtuluşun sadece maneviyatla mümkün olabileceğini sanmalarından korkuyordu. İsa(as)nın bo çok yönlü problemi atlatabilmesi için bir strateji çerçevesinde hareket etmesi kaçınılmazdı. Bizim kanaatimize göre, İsa(as)nın izlediği bu stratejinin izlerini iki yönelimde gözlemlemek mümkündür:




BİRİNCİ YÖNELİM: DİNİ YENİDEN ISLAH EDEREK, BATIL ve HURAFELERDEN TEMİZLEME

Hz. İsanın yöneldiği birinci hedef, yahudi kahinlerini şeklen ve yönetim olarak reddetmek, onlatrın yaklaşımlarını Tevrat'tan sapma olarak değerlendirmek, Sezarın egemenliğine karşı çıkmadan önce, onları çarpışılması ve bertaraf edilmesi gereken bir numaralı düşman yerine koymaktı. Bu kaçınılmaz bir tavırdı, çünkü risaletin temel işaretlerinin açıklığa kavuşması ve davetin özünün belirginleşmesi, ihtilafların ve sapmalarının açığa çıkması böyle bir tavır alışa bağlıydı. İsa(as)bu stratejik çizgiyi büyük bir kararlılıkla izlemiştir. Bunun en somut kanıtları, kabul edilmiş dört İncil'de tekrarlanan hutbelerdir. (Matta İncili, İshah 12, 23 Markos İncili, İshah 12-20) onun bu tavrından dolayı yahudiler onu her gördüklri yerde şu can alıcı soruyu soruyorlardı: “Eğer Tevrat'a gerçekten inanıyorsa, öyleyse niçin bazı hükümlere aykırı hareket ediyor? O ve öğrencileri yemekten önce yıkanmayı niçin zorunlu görmüyorlar?”5[5] o bu sorulara, “Ben şeriatı yıkmak için gelmedim”, “Benim şeriatı yıkmak veya peygamberlelre aykırı hareket etmek üzere geldiğimi sanmayın. Ben yıkmak için değil, tamamlamak için geldim. Çünkü ben size hakkı söylüyorum ve ögkler ve yer yıkılmadıkça şeriatın bir tek harfi veya bir tek noktası yok olmayacaktır. Ve mutlaka tamamlananacaktır” 6[6] diye cevap veriyorduı. O şeriata karşı çıkmıyordu, ama şeriatın zahiri, şekli, kalbten kaynaklanan imandan kopuk bir kalıba dönüşen kanunlar yığınına dönüşmesine de karşı çıkıyordu. Çünkü dinin zahiri şekli, iç dinamiklere dayanmadığı zaman, dinin bütün amaçları zayi olur. Bu noktadan itibaren şeriatın bir anlamı, devletin bir fazileti veya Süleyman heykelinin bir işlevi kalmaz. Bakın, onlara nasıl sesleniyor: “Yazıklar olsun size, ey Ketebeler, ey riyakar Ferisiler! Siz ki kadehin ve tabağın dışını gösterişli ve temzi yapıyorsunuz, ama içi kir ve pislikle doludur. Ey kör Ferisi! Önce kadehin ve tabağın içini temizle ki dışı da temizlensin”7[7] bunlar görüldüğü gibi, şekilciliği ve metinlerin dışına bağlanmayı reddeden sözlerdir. Yahudi kahinlerinin hayat tarzı ise bundan ibaretti.




İKİNCİ YÖNELİM: SİYASİ, TOPLUMSAL BİR DÜZENİ GETİRMEK İÇİN UĞRAŞMAK
Resmen ilan edilmemiş bir şekilde, sapkın yahudi kahinleri deneyimi ile zorba Roma putperestliğinin enkazı üzerinde toplumsa-siyasal bir düzen kurmayı hedefleyen bir taktik izlemek. Nitekim bu genel stratejisinin bir taktiği olarak bu tavrının bilincinde olan yahudiler de ona başka bir soru yönelterek onu sıkıştırmak istiyorlardı: “Şayet gerçekten Tevrat'a inanıyorsa -iddialarına göre- Tevrat Davud'un soyundan gelen bir yahudiyi müjdeliyordu. Du kurtarıcı silah taşıyacak ve İsrailoğullarını söürge durumundan kurtaracak, tekrar devletin ve heykelin kurulmasını sağlayacaktır. Acaba kendisi bu beklenen kral mıdır? Değil midir? Buna bağlı olarak -putperest bir temele dayanan- Roma'nın siyasal otoritesi karşısında nasıl bir tavır takınacaktır?” ileride göreceğimiz gibi bu soru, yasalar karşısında suç işlemeye sevk etme amacına yönelik tuzak bir soruydu. Bir gerçeğin öğrenilmesinden çok, İsa(as)nın kanun karşısında zor durumda kalmasını hedefliyordu. Luka İncili, İshah 25'te şöyle deniyor:

“Onu gözetlediler -yahudi kahinleri- ve hareketlerini izlemek üzere casuslar gönderdiler. Bunlar iyi kimseler kisvesinde görünüyorlardı. Amaçları ağzından kanunlar karşısında suç sayılacak bir laf alıp onu valiye teslim etmeki. Ona şu soruyu sordular: “Ey Üstad, senin doğru konuştuğunu, doğruyu bildiğini ve lafi evirip çevirmeyi kabul etmediğini biliyoruz. Sen hakka dayalı olarak Allah'ın yolunu biliyorsun. Söyler misin, Sezar'a vergi vermemiz caiz midir? O bunların tuzaklarını sezdi ve onlara dedi ki: “Beni niçin deniyorsunuz? Bana bir dinar gösterin. Kimin resmi ve yazısı var üzerinde?” Ona cevap verdiler ve: “Sezarın resmi var üzerinde” dediler. Onlara dedi k: “O zaman Sezar'ın hakkını Sezar'a, Allah'ın hakkını da Allah'a verin” Halkın önünde onun ağzından aleyhine olabilecek bir laf almaya güç yetiremediler. Üsteilk verdiği cevaplar karşsında şaşkına dönüp seslerini kesmek zorunda kaldılar”8[8]

Görüldüğü gibi, bu sorunun, şeriatın hükümlerini öğrenmek isteyen samimi insanlar tarafından sorulmadığı, Romalıların egemenliğine karşı başlayacak beklenmedik bir başkaldırı durumunda ne yapılması gerektiğini öğrenmek isteyen samimi bir bilgi edinme girişimi olmadığı hemen anlaşılıyor. Bilakis bu soru, planlarını adım adım gerçekleştirmek isteyen yahudi kahinleri birliğinin parayla tuttuğu casuslar tarafından sorulmuştu. İsa(as)nun cevanı ise susturucu ve büyüleyicidir. Çünkü İsa onlardan, Sezar'ın paranın üzerine kazılmış adını ve resmini vermelerini, bunun yanında kendilerine gelen Allah'ın hükümlerini de gözetmelerini istiyor. Bu cevabı, bağlamından kopardığınız zaman gerçek anlamyıla kavrayamazsınız. Bunun yanında İsa'nın cevabını, söylendiği ortamı da gözönünde bulundurarak incelediğmiz zaman, kesinlikle dünyevi – siyasi meselelere girmek istemeten bir ruhbanın sözü şeklinde algılamamız mümkün değildir. Bu sözden, böyle bir sonuç çıkarılamaz. Ne yazık ki, sonraki dönemlerde ortaya çıkan lahut alimleri bu sözü bu şekilde yorumlamışlardır. Bizim kanaatimize göre, bu sözler, makul sınırları aşmadan veya kitleleri kaçırmadan yahut risaletin temel ilkeleriyle çelişmeden önüne konan bir tuzaktan sıyrılmak isteyen siyasal bir insanın cevabıdır. Yukarı da yer verdiğimiz; “Sezar'ın hakkı Sezar'a, Allah'ın hakkı Allah'a” sözü hakkında insanların büyük çoğunluğu yanlış ve yersiz yorumlar ileri sürmüşlerdir. Bu sözden, kesinlikle yüksel toplumsal egemenliğin (siyasal – mutlak egemenlik erkinin) Sezar ile Allah arasında bölüştürülmesi gerektiğine ilişkin bir hüküm çıkarılamaz. Şayet mutlaka bu sözden bir hüküm çıkarlıacaksa, o da şudur: Zayır, güçten yoksun bıraktırılmuış mümin insanın, zorba ve baskıcı biryönetime şeklen itaat ediyor gibi görünmesi caizdir. Ama bu mümin gerekli olan maddi güce kavuşunca, zayıf bırakılmış zilletinden kurtulunca; zorba, müstekbir yönetime başkaldırıdır. Bu, geçmiş bütün ilahi risaletlerde de esas alınan zorunlu mantıktır ve kesinlikle Tevrat'ın içerdiği hükümlere de aykırı değildir.

İsa(as) casusların sorularına açık ve net bir cevap vermek istemiyordu. Böyle bir yaklaşım içinsde olmasının nedeni, yukarıda işaret ettiğimiz stratejiti izlemesidir. O, kahinlerin devleti ile Roma devletinin enkazı üzerinde yeni bir düzen kurmayı hedefleyen ilan edilmemiş bir taktiğe göre hareket ediyordu. Fakat, böyle bir4 taktiği izleğinin kanıtyı nedir? Hz. İsa'ının sözleri arasında sık sık Rabbin krallığı müjdelendiğine rastlıyoruz. Acaba Rabbin krallığı siyasi ve fiili bir düzen midir?

İncil yorumcuları, Hz. İsa'nın müjdelediği Allah'ın krallığı ifadesiyle neyi kastettiği hususunda değişik yorumlar getirmişlerdir. Acaba bu, zamanla sınırlı doğal bir krallık mıdır, yoksa doğal olmayan zamanın sınırlarının dışındaki bir krallık mıdır? Bu arada İsa'nın öğrencilerinden de Rabbin krallığı deyimiyle neyin kastedildiği hususunda net bir açıklama gelmemiştir.9[9] Şu kadarı var ki, İsa'nın kullandığı mecaz ve tevriye sanatından kaynaklanan kapalılığa karşın, bazı ipuçlarından hareketle İsevi projeyi anlamak mümkündür.

İsa(a.s)nın davetinin ilk anlarından itibareyn açık bir şekilde takipçilerinden oluşan içeriden bir çekirdek yapı kurmayı hedeflediği görülüyor. Çağrılarını bu çekirdek kadroya yöneltiyor, onlardan kesin itaat istiyor ve bütün benliklerini davet işine vermelerini istiyordu. Daha davetinin başından itibaren on iki tane öğrenci seçiyor ve bunları havarileri, vekilleri ve elçileri ilan ediyor. Bunlar Filistin'in değişik yerleşim birimlerinde “Rabbin Krallığını” müjdeliyorlardı.10[10]

Yeryüzünün ıslahından ve yeryüxüne varis olmaktan söz ediyor. Öğrencilerine: “Siz yerin tuzusunuz” diyordu, ne mutlu emanete bağlı kalanlara, çünkü onlar yeryüzüne mirasçi olacaklardır.11[11] Bu sözlerden anlaşıldığı kadarıyla onun sözünü ettiği Rabbin krallığı siyasal pratikten kopuk teorik, soyut bir krallık değildir. Akkad “Hayatu'l Mesih” adlı eserinde şunları söylüyor: “İsa (a.s) mesajını sunmaya başladığı ilk andan itibaren kendini iktidardan uzak tutmaya çalıştı. İktidar meydanından çekildi, hükümlerini geçersiz saymak veya onun egemenliğinden kurtulmak için herhangi bir tavır geliştirmedi.” Ne var ki, Akkad aynı eserinde şunları da söylemek durumunda kalıyor: “Ancak İsa(as) iktidar karşısındaki bu tarafsız tavrıyla, iktidarın alanını terk etmiştir, kendi alanını iktidara değil. Bu yüzden çok geçmeden kitleler ona yönelmiş, sonunda iktidar -en başta da dinsel iktidar- bu sempatik ve sevilen davetçi tarafından gelmekte olan tehlikyeti sezmekte gecikmedi. Her sevilen davetçi geleneği ve statükoyu temsil eden iktidarlar için bir tehlikedir.”12 Dolayısıyla Akkad, Mesih'in hareketinin siyasal etkilerinin olduğunu ve siyasal iktidarla sürekli bir sürtüşme halinde olduğunu inkar edememiştir. Ebu Zehra ise şunları söylüyor: “İsa(a.s)nın stratejik olarak hükümetin ıslahına veya değiştirilmesine yönelik gizli bir siyasal projeye göre hareket ettiği şeklinde bir sonuç çıkarılabilir. İsa(a.s)nın oluşturduğu çekirdek kadro enine boyuna bütün ülkeye yayılmış ve halk kitlelerini davet ediyordu. Dünya hayatının bütün katmanlarını toplumsal yapı içinde eşit bir şekilde kucaklayan bir davetçi13[13], biriktirilmiş servete savaş açan, toplumsal münafıklığı bertaraf etmek için mücadele veren bir davetçi. Öğrencilerine: “Savaşları veya savaşlara ilişkin haberleri duyduğunuz zaman korkup titremeyin, çünkü bunların olması kaçınılmazdır. Ama bununla da kalmayacak. Bir halktan sonra bir diğer halk ortaya çıkacak ve bir krallıktan sonra bir başka krallık kurulacaktır. Yerde zelzeleler meydana gelecek, açlık ve baskılar, zorluklar olacaktır. Işte bu, ağrıların ve dertlerin başlangıcı olacaktır. O zaman siz kendinize bakın. Çünkü o zaman sizleri meclislere teslim edecek ve toplulukların önünde sizleri kırbaçlayacaklardır. En görkemli kıyafetleri içinde valilerin ve kralların önüne getirileceksiniz”14 diyen bir davetçi... Böyle bir davetçinin iktidardan ve siyasal egemenlikten uzak durduğu, bütün meydanı siyasal otoriteye terkettiği söylenebilir mi? Bilakis onun insanları servet yığanlara karşı teşvik ettiği, servet karşıtı duyguları harekete geçirdiği söylenebilir. Nitekim benzeri bir görüşü H. Middlelon Murry de “Mesih'in Hayatı” adlı eserinde dile getirmekte ve şunları söylemektedir: “Birçok insan, Mesih'e tabi olmaktan kaçınmıştır, tıpkı bir insanın felaketten, yıkımdan kaçındığı gibi. Çünkü kesin olarak biliyorlardı ki, Mesih'e tabi olmak mevcut toplumsal düzenin yıkılması anlamına geliyordu. Aslında bu sezgilerinde yanılmadıkları söylenebilir. Çünkü İsa'nın hareketinin anlamı tam da buydu. Mesih bilfiil bu amaca yönelmişti. O, bir anlamda anarşizme, mevcut otoriteye başkaldırmaya davet ediyordu. Ama bu, geçici bir anarşizm davetiydi, hemen arkasından en güzel bir düzenin kurulması aşaması geliyordu.”15[15] Bu açıklamalar genel olarak doğrudur. Dolayısıyla şunu söyleyebiliriz; Mesih (a.s) yeni bir siyasal düzen kurmayı hedefliyordu. Bu amaca yönelik çalışmalara da bilfiil başlamıştı. Dolayısıyla onun Rabbin krallığına ilişkin sözlerinin bu bağlamda bir yeri vardır. Bu bakımdan bundan söz ederken mecazi ifadeler ve tevriye sanatının örneklerine başvurması, sembolik ifadeler kullanmasının anlıyoruz. Çünkü siyasal hikmet o gün için gizliliği, susmayı gerektiriyordu. Kendinin yahudilerin kralı olarak ilan edecek her insanın, bizzat yahudilerin de itiraf ettikleri ve açıkça ilan ettikleri gibi, kaçınılmaz olarak Sezarla karşı karşıya gelecek olması bir gerçek olduğuna göre, zamanı gelmeden böyle bir girişimi ilan etmeninin ne yararı olabilir ki?16[16]

Bütün bunlardan sonra geride son derece önemli bir soru daha kalıyor. Nitekim kahinler de fırsatını buldukça bu soruyu İsa'ya sormak için uygun bir zamanının kolluyorlardı. Soru şu: “Mesih'in Musevi şeriatını tamamlamak için şeriatı yeniden diriltmek için siyasal bir proje izlediği doğru olduğuna göre o, önceki peygamberlerin vadettikleri ve peşpeşe gelen risaletler kapsamında müjdelenen kutsal yahudi kralı mıdır?

Yahudi devletinin yıkılmasından sonra, İsrailoğullarına gönderilen peygamberlerin birçoğu, onlara kutsal bir kralın geleceğini müjdelemişlerdir. Buna Danyal'ın dört yabancı hayvandan söz eden rivayetlerini örnek gösterebiliriz. Yahudi kahinleri bunu, dört evrensel krallığa işaret eden semboller olarak yorumlamışlardır. Bu krallıkların sonuncusu yakında yıkılacak olan Roma imparatorluğudur ve kutsal kralları ortaya çıkınxa Yahudiler bu krallığın mirasçıları olacaklardır.17[17] Nitekim Allah'ın peygamberi Zekeriya (a.s)da barış kralının ortaya çıkacağını haber vermiştir. Tevrat'ın onunla ilgili Sifri'nde şöyle söyleniyor: “Şad ol, ey Sahyava'nın kızı! Sevin, ey Kudüs'ün kızı! İşte kralın sana geliyor”. Bu kral yardım görür, emanete riayet eder, merkebe biner, eşeğin yavrusu sıpaya biner. Milletlere barışı anlatır.”18[18] Bu rüyalar ve müjdeler yahudilerin yüreklerini umut ve gururla doldurulmuştur. Bu sayede üzerlerindeki baskılar hafiflemiş, sürekli bir beklenti içine girmişlerdir. Ama bunun sonucunda siyasal faaliyetten geri kalmış, tam anlamıyla mevcut otoriteye boyun eğmek durumunda kalmışlardır. Emil Ludwig Hz. Mesih'le ilgili eserinin önsözünde yahudilerin bu psikolojilerini şu şekilde analiz etmektedir: “Böylece inananlar kuşku ile ümit arasında bocalamaya başladılar. Roma ve İskendireye'den gelen hacılar bu psikolojik durumun dışında kalmadılar. Bunlar da iki şairin yaklaşmakta olan ve dünyanın bütünüyle barış içinde olacağını altın çağa ilişkin kasidelerini dinledikten sonra bu psikolojinin etkisine girdiler.”19

incillerin yazarları ve yorumcuları, İsa(as)nın sözünü ettiği rabbin krallığı ifadesinin mahiyeti hakkında ihtilafa düştükleri gibi, İsa(as)nın yahudilerin kutsal kralı olup olmadığı hususunda da büyük görüş ayrılıklarına düşmüşlerdir. Incillerde anlatıldığına göre, bütün çabasını Mesih'in geleceğini müjdeleme üzerine yoğunlaştıran Allah'ın peygamberi Yuhanna20[20] zindandayken iki öğrencisini Mesih'e göndererek kim olduğunu öğrenmeye çalışır ve şunu sormasını ister: “Gelecek olan sen misin, yoksa başkasını mı bekleyelim?” Mesih bu iki öğrenciye şu cevabı verir: “Gidin ve görüp duyduklarınızı Yuhanna'ya anlatın: “Körler görüyor, topallar düzelip yürüyorlar, kötürümler tamamen şifaya kavuşuyor, anadan doğma sağır olanlar işitiyor, ölüler diriliyor, miskinler müjdeliyor. Ne mutlu benimle ilgili olarak tökezlemeyip yanılmayanlara”21[21]

Bu rivayetten de anlaşılacağı gibi, Mesih(a.s) kendini yahudilerin beklenen kurtarıcı kralı olarak lanse etmeye taraftar değildi. O kendisi için Mesih niteliğini de kullanmıyordu (Yahudilerin misailik düşünceleriyle irtibat kurulmasın diye.) insanlar onun kadim peygamberlerden biri olduğunu söylemişlerdir. Buradan hareketle göklerin melekutuna ve gökteki babamızın (!) katına kadar yükseltilmişler.

Bütün bunlardan sonra hala onun kimliği anlaşılamamışsa, bu sefer “insanoğlu” nitelemesini kullanıyor.22[22] Hatta Mesih'in öğrencileri de onun Yahudilerin kutsal kralıyla ilgisinin olup olmadığını sorup dururlardı. Matta İncilinde şu ifadelere rastlıyoruz:

“İsa Kayseriye taraflarına gelince, öğrencilerine sordu ki; 'Benim insanoğlu olduğumu kim söylüyor?' Dediler ki: 'Vaftizci Yahya'nın kavmi, İlya, Ermiya veya peygamberlerden biri.' Onlara dedi ki: 'Ya siz, insanlara, benim kim olduğumu söylüyorsunuz?' Sem'an Butros cevap verdi ve dedi ki: 'sen diri olan Allah'ın oğlu Mesihsin'. İsa cevap verdi ve ona dedi ki: 'Ne mutlu sana, ey Yuna oğlu Sem'an! Et ve kandan ibaret biri sana bildirmedi, ama göklerdeki babam bildirdi.”23 [23]

Bu ilk işarettir ki, Mesih'in kendisini yahudilerin bekledikleriş gibi tanıttığını gösteriyor. Fakat başka yerlerde o, kendisiyle yahudilerin bekledikleri gibi tanıttığını gösteriyor. Fakat başka yerlerde o, kendisiyle yahudiler arasında kalın bir çizgi çizerek onlardan tamamen ayrı olduğunu açık bir dille ortaya koyuyor. Örneğin Matta incilinde şölye dinoyr: “İsa Ferisilerle yaptığı bir toplantıda onlara şöyle dedi: 'siz Mesih'în kimin oğlu olduğunu sanıyorsunuz?' Ona dediler ki: 'Davud'un oğludur'. Onlara dedi ki: 'Öyleyse Davud nasıl onu ruh aracılığıyla Rab diye çağırıyordu ve diyordu ki: 'Rab rabbime: Sağıma otur ki, düşmanlarını ayaklarının altına alayım'dedi. 'Şayet Davud onu rabb diye çağırıyorduysa o nasıl Davud'un oğlu olabilir?' Hiçkimse ona cevap veremedi.”24[24]

Yahudilerin kutsal kralı iddiası, onun Davud'un soyundan geleceği esasına dayanıyordu. Dolayısıyla kutsal kral ırksal anlamda Davud'un oğluydu. İsa(as)da onların bu sözlerini aleyhlerine bir kanıt olarak kullanıyor ve onları müşkül bir duruma sokuyor. Bununla demek istiyor ki, vadedilen peygamberin Davud'un soyundan gelmesi bir zorunluluk değildir ve mutlaka şeriatının bu yöne dayanması gerekmemektedir. Ayrıca İsa'nın bir diğer amacı, kendisi ile bu iddia arasına bir fark koymak ve yahudilerin misailik inançlarıyla bir ilgisinin olmadığını vurgulamaktır. O, Davud'un soyundan gelen siyasal bir sultanın geri gelişini müjdelemek için değil, bunun tam aksini müjdelemek için gitmişti. Bilakis mülkün bu hanedandan alınıp başka bir hanedana verileceğini müjdeliyordu: “Allah'ın melekutu sizden alınacak ve onun meyvelerini devşirecek olan bir başka ümmete verilecektir.”25[25] ayrıca bütünüyle barışın egemen olduğu altın çağın başladığını söylemek üzere de gitmiş değildi. Nitekim yahudiler böyle bir şeyi bekliyor ve ümit ediyorlardı. Bilakis o, öğrencilerine acıların başladığı bir dönemi haber veriyordu.26[26] “Benim yeryüzüne barışı getirmek üzere geldiğimi sanmayın, ben barış sunmak için değil, kılıç sunmak için geldim”27[27] buraya kadar yapılan açıklamalardan hareketle diyebiliriz ki: Hz. İsa (as)stratejik hareket tarsı kapsamında beklenen yahudi kral kompleksini ortadan kaldırmak istiyordu. Çünkü bu kompleks, kahinlerin yürürlükteki sisteme boyun eğişlerinin ve zillet içinde yaşamayı kabul edişlerinin bir bahanesi olarak kullandıkları bir mazeret haline gelmişti. O, kitaba yeniden ruh vermek istiyordu. Insan çabasının önemine vurgu yapıyordu. Böylece halk dinsel dengesine yeniden kavuşacaktı. Irkçılık hastalığından ve psikolojik komplekslerinden kurtulacaktı. Yeniden tevhidi dinsel hayat deneyimini yaşama imkanını bulacaktı. Ne yazık ki, yahudiler bu tevhidi çizgiden kendileri uzaklaştıkları gibi, başkalarının da bu yola girmelerine engel olmuşlardı.

İsa(as) bu ilan edilmemiş stratejiye göre hareket ediyordu. Fakat bazen havarilerinin bu stratejiti kavrayamamalarından endişe ediyordu. Yahudi kahinlerinin tuzaklarını boşa çıkarmak ve Romalı valinin baskılarından sakınmak için söylediği üstü kapalı ifadelerden hareketle, sunduğu mesajın tamamen ruhsal iç aleme yönelmekten ve toplumsal hayata sırtını dönmekten ibaret olduğunu sanmalarından endişe ediyordu. Bu yüzden, zamanı gelmeden çatışmaya girmek anlamına gelse de, zaman zaman açıklamak durumunda hissetmiştir kendini:

“Siz, benim yeryüzüne barış sunmak üzere geldiğimi mi sanıyorsunuz? Asla. Size söylüyorum. Bilakis bölünme vardır. Bu andan itibaren bir evdeki beş şey üçe bölünecek ve iki de üçe bölünecektir.”28[28] Başka bir yerde de öğrencilerine şunları söylüyor: “Benim yeryüzüne barışı getirmek üzere geldiğimi sanmayın, ben barışı sunmak üzere değil, kılıcı sunmak üzere geldim. Oğulu babasından, kızı annesinden ayırmak için geldim. Kim bir babayı veya anneyi benden çok severse beni hakketmez. Haçını alıp bana tabi olmayan beni hakketmez.”29[29]

Hareketin başlangıç noktasının güzel diyalog, çatışmadan el çekme ve namaz kılma şeklinde belirginleşmesinin önceki peygamberlerin hareket tarzlarının bir gereği olmasında kuşku yoktur; ancak bu, stratejik olarak Allah'ın emrini egemen kılma, bu arada yahudi yalancılara Romalı müstekbilere karşı savaşma niyetini taşımakla çelişmez.

Olaylar beklenmedik bir hızla gelişip normalin çok üstünde bir süreçte gelişmeler birbirini izleyince, havariler bir anda kendilerini siyasal ve askeri bir mücadelenin tam ortasında buldular. O zaman İsa(as) onlara şöyle dedi: “Sizi hazırlıksız, donanımsız ve yalın ayak bir yerlere gönderdiğim zaman, sizin bir şeyinize hiç muhtaç olur muydum? Hayır, dediler.bunun üzerine onlara dedi ki: Ama şimdi kimin bir kesesi varsa onu alsın, donanımı da öyle. Kimin kılıcı yoksa elbisesini satsın kendine bir kılıç alsın. Çünkü ben size söylüyorum ki: Çünkü yazılanın benim hakkımda da tamamlanması gerekir. Çünkü benimle ilgili olan bir şeyin tamamlanması gerekir. Dediler ki: Ey Rab! Burada iki kılıç var. Onlara: yeter, dedi.”30[30] bir aşama tamamlandı, artık bu aşamada kılıcı olmayanlar elbisesini satsın, kendine bir kılıç edinsin. Bütün bunlar son derece doğaldır ve dosdoğru dinin ve toplum yasalarının temel kurallarındandır.

Wand Hıristiyanlığın doğuşunun tarihine ilişkin eserinde şunları söylüyor:

“Mesih sıradan bir peygamber veya ahlaki doğruluğa ve manevi hidayete davet eden salt bir vaiz değildi. O aslında bir krallık kurmak üzere gelmişti. Krallık, ama bir kişinin krallığı değil, toplumun kendi krallığı. Görüldüğü kadarıyla Mesih bir devletin gelmekte oluşunun beklentisi içinde değildi. Bilakis, bir devlet kurulmasına yönelik hareketin bilfiil başladığını vurguluyordu. Dolayısıyla insanların bir devleti beklemeleri değil, başlayan devlet olma sürecine dahi olmaları gerekiyordu.”31[31]

Şu kadarı var ki, aşamaların öngördüğü siyaseti ve Mesih'in uyguladığı, genel stratejisiyle irtibanlandırdığı, aynı şekilde dinin büyük amaçlarıyla ilintilendirdiği öncekileri anlamak pek kolay olmadığı gibi, rahatlıkla uygulanacak türden de değildi. Bu nedenledir ki, Mesih, öğrencileri dini düşünceleri açısından bir fitneye kapılmadan önce göğe yükseltilmedi. Çünkü öğrencileri yahudilerin milliyetçilik bilinci karşısında tutunamadılar ve Mesih gibi kararlılıkla direnemediler. Sonunda Mesih'in en büyük öğrencisi Butros'un önderliğinde İsa'nın, yahudilerin uzun süredir bekledikleri kurtarıcıları (misai) olduğunu ilan ettiler. O, çarmıha gerilmiş olmasına rağmen bir kez daha geri gelecek ve yeryüzünü adaletle dolduracaktı. İnananların görevi onun öğretilerine uymak ve gelişini beklemekti.”32[32] Bu tavır değişikliği, doğal olarak ilk sapkın noktaya geri dönüş demekti. Hz. Mesih'in ortadan kaldırmak için mücadele verdiği temel sapkınlığa yani..




T. Abdülkadir Hamid

(*) Bu yazı T. Abdülkadir Hamid'in “Mekke Dönemi Siyasi Düşünce Metodolojisi”(Türkçe Çev: Vahdettin İnce, Basım: Ekin Yayınları) eserinin 4. Bölümünde Hıristiyanlık, İsa (a.s) ve İsevi Tevhidi Hareket ile ilgili verdiği bilgiler ve yaklaşım derlenerek (değiştirilmeksizin) oluşturulmuştur.




DİPNOTLAR
1“Mesiyah” veya “mesiyakh” kelimesi İbranicedir ve bunun Yunancadaki karşılığı “kraiyst”tir ve seçilmiş kutsal kral anlamına gelir. Bu kral, Allah'ın yahudi krallığının kuruluğunun hemen öncesinde gelecektir. Bkz: Britannica Ans.

2Matta İncili, 2. Ishah

3Bkz. Matta incili 5.Ishah

4Bkz: Spinoza, “Risale fi'l-Lahut ve's-Siyase”, s.181

5Markos İncili, Ishah 2, Yuhannas Ishah 2, Markos İnicili Ishah 7

6Matta 5.Ishah

7Matta 23.İshah

8Luka, İshah 20. Matta, İshah 22

9St. Augustine, “The City of God” bkz: E. Barker'in girişi)

10Biship Charles Gore, “Jesus of Nasareth”

11Matta, İshah 5.

12Muhammed Ebu Zehra, Muhadarat fi'n-Nasraniye

13Matta, İshah 9.

14Markus, İshah 13.

15J. Middlelon Murry

16Yuhanna, İshah 9.

17Danyal rivayeti için bkz: Dnyal Sifri, İshah 7.

18Zekeriyya sifri, İshah 9.

19Emil Ludwig, “İbnu'l İnsan”, Arapça Terc: Adil Zaiter, sh:40

20Matta, İshah 3.

21Matta, İshah 11

22Matta İshah 9., bkz: Emil Ludwig a.g.e, s.95

23Matta İshah 16.

24Matta, ishah 22

25Matta, İshah 21.

26Markos, İshah 13.

27Markos, İshah 10 ve Luka,İshah 12.

28Luka, İshah 12.

29Luka, İshah 22.

30Luka, İshah 22.

31J. W. Wand, “A History of the Early Church”, s.257

32Bkz. Butros, Elçilerin İşi blm. sh.2, Ayrıca bkz. Butros'un birinci mektubu, İshah 2.
<!-- / message -->
Alıntı ile Cevapla