Tekil Mesaj gösterimi
Alt 05 Temmuz 2013, 11:32   Mesaj No:2

EyMeN&TaLhA

Medineweb Emekdarı
Avatar Otomotik
Durumu:EyMeN&TaLhA isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 21422
Üyelik T.: 08 Kasım 2012
Arkadaşları:36
Cinsiyet:
Mesaj: 3.299
Konular: 784
Beğenildi:131
Beğendi:34
Takdirleri:141
Takdir Et:
Standart Cevap: Bebektir anlamaz yanılgısını ortadan kaldırmak

Anne ile bebek arasındaki gizemli bağ

Günümüzde birçok anneye çocuğu ile arasındaki güven bağını zedeleyen tavsiyelerde bulunulmaktadır. Bunların başında “çocuğu kendine alıştırma” gelmektedir ki böylesi bir tavsiye, bir anne ile yavrusu arasındaki ilişkiye vurulabilecek en büyük darbedir.
Psikolojinin çok akıl sır erdiremediği bir konudur anne ile yavrusu arasındaki bağ. Gözle görülmeyen, elle tutulamayan, fakat varlığı her anne ile yavru arasında hissedilen bu bağ, modern pedagojinin de araştırma konularından biridir. Sadece insanlarda değil, hayvanlarda da şaşırtıcı bulgular oluşturmaktadır anne-yavru ilişkisi. Mesela, bir anne tavşan, yavrusunu dünyaya getirmeden önce çok acı da çekse, ağzı ve ayak tırnakları ile kendi tüylerini yolup doğacak çocuğu için pamuktan bir yatak hazırlar. Yavrusu dünyaya geldikten sonra, onları soğuk ve rutubetten korumak için bu tüylerle sarıp sarmalar. Ne zaman ki yavruları tüylenmeye başlar, işte o zaman yavrularını sakladığı bu pamuk yataktan dışarı çıkartır ve hayata hazırlamaya çalışır.
Annelik duygusu sadece sevimli hayvanlarda değil, en vahşi olanlarında da kendisini en belirgin şekilde ortaya koyar. Avını avlarken en yırtıcı karakterini sergileyen bu hayvanlar, kendi yavrularına karşı ise gerçek kimliklerini inkâr edercesine büyük bir şefkat sergilerler.
İnsanlar üzerinde yapılan çalışmalarda, anne ile yavrusu arasındaki bu büyülü bağ, aslında çocuğun karakterinin belirlenmesi açısından oldukça önem taşımakta. Hayvanlarda doğuştan itibaren annelik içgüdüsü olduğu halde, insanlarda bu duygu hamilelik döneminden itibaren şekilleniyor. Bir küçük dişi tavşan içgüdü olarak anneliğe hazır olduğu halde, bir genç kız anneliğin ne demek olduğunu anlayabilecek donanıma sahip değildir. Hatta evlilik aşaması da bir genç bayanın annelik duygusunun nasıl bir şey olduğunu anlamasına yetmez. Annelik duygusu, hamilelikle birlikte salgılanan birtakım hormonların tesiri ile adım adım kendini hissettirir.
Hamile bir kadının doğuma kadar devam edecek bütün evreleri, aslında annelik duygusunun oluşması için de birer araçtır. O nedenle bir kadının anneliğini doyasıya hissetmesi, onun hamilelik döneminin sağlıklı bir şekilde geçmiş olması ile yakından ilişkilidir.
Sadece hamilelik dönemi değil, doğum anı da annelik duygularının pekişmesi adına önemlidir. Aslında çocuğunu dünyaya getirmek adına annenin çektiği her acı, annelik duygusunu güçlendirir. Doğum anındaki sancılar ve acılar, anne adayı için bir travma anıdır ve bu travma anında annenin bedenine akan hormonlar anne ile çocuk arasındaki o gizemli bağın en güçlü halkasını oluşturmaktadır.
Annelik duygusunu pekiştiren bir diğer etken de annenin bebeği ile girdiği yorucu ve yıpratıcı bakıcılık sürecidir. Anne, dünyaya getirdiği bebeğinin gece ve gündüz devam eden bütün ihtiyaçlarını karşılamak için gösterdiği gayret ile, aslında bebeğiyle arasındaki o gizemli bağı farkına varmadan güçlendirmektedir. Gece uyanmaları, altını ıslatan çocuğun altını değiştirmeler, acıkma ağıtlarına karşılık annenin kendini bebeğine vermesi, annelik duygularının oluşmasında birer etkendir.
Bütün bunların yanı sıra anne ile bebeği arasında öylesi bir olay vardır ki annelik duygusunun son ve en parlak halkasını oluşturur. O da annenin bebeğini emzirmesi... Bir anne, bebeğini emzirirken, kendi bedeni ile bebeğinin bedenini birleştirirken büyük bir haz alır ve aldığı bu haz ile de bebeği ile arasında annelik bağını kurar. Günümüz annelerinin en temel problemi, bebekleri ile kendi arasındaki bu gizemli bağı kuramamış olması veya kırıklıklar içermesidir. Eğer bir anne bebeği ile arasındaki bu bağı yeterince kuramamışsa, çok rahatlıkla bebeğinin bütün yüklerini tebessüm ederek ve severek yüklenmesi gerekirken, bebeği kendisine sanki bir yük olarak görür. Yukarıda da izah edildiği gibi, belki bir yırtıcı hayvan dahi yavrusuna karşı en şefkatli hali ile yaklaşırken, eğer insan olan anne bebeği ile kendi arasında annelik bağını kuramamışsa, kendisi çok şefkat dolu olsa da bebeğine karşı çok şiddetli ve hayretler içinde kalıcı bir acımasızlıkla çocuğuna muamelede bulunabilir.

GÜVENSİZ BAĞLANMA, KAYGILI BAĞLANMA
Bir bebeğin dünyaya gelmesi sırasında yaşanan bütün bu tabii süreç, sadece annelik içgüdüsünün ortaya çıkmasına değil, aynı zamanda çocuğun ruhunda santim santim “güven” duygusunu da oluşturmaktadır. Güven duygusu ise insan karakterinin oluşumundaki en temel duygudur. Eğer bir kişi, erken çocukluk döneminde (özellikle) annesiyle yukarıda bahsedilen doğal süreci yaşamamış ve güven duygusunu tam olarak alamamışsa, böylesi bir çocuğun ortaya koyacağı karakter ile annesinden doyasıya güven duygusunu tatmış olan çocuğun karakteri asla bir olmayacaktır.
Yeni doğan bir bebeğin en temel ihtiyacı, annesini yanında görmesi, annesinin varlığından cesaret alması ve hayata bu güçle adım atmasıdır. Eğer bir çocuk, özellikle ilk iki yaş döneminde, annesini yanında bulamamış ve temel ihtiyaçları depreştiği sırada anneyi ağıtları ile çağırdığında annesini karşısında bulamamış ise böylesi çocuklarda görülen pedagojik sorun, “güvensiz bağlanma” olarak adlandırılmaktadır. Bu da özellikle çalışan annelerin çocuklarında görülmektedir. “Güvensiz bağlanma” sorunu yaşayan çocukların agresif, hırçın, istekleri bitmeyen, devamlı anneyi yanında görmeyi arzulayan, sürekli hareketli ve kendisine verilen hiçbir şeyden tatmin olmayan bir halleri vardır. Bu durum bütün çocukluk yılları boyunca devam ettiği gibi, kişinin yetişkinlik döneminde de hiç eksilmeyen bir davranış bozukluğu olarak bir gölge gibi kendini hissettirir. Erken çocukluk döneminde annesi ile kendi arasında “güven” bağını kuramayan çocuklar, yaşamları boyunca kimseye güvenemezler. Böylesi kişiler, “babana bile güvenmeyeceksin” sözünü çok sık tekrar ederler.
Ekonomik zorluklar nedeni ile çalışan annelerin, bebeklerinden erken yaşta ayrılmaları zorunlu ise, yukarıda bahsedilen problemleri en az yaşamak için anne yerine geçecek ve çocukla bağ oluşturacak bir kişiyi çocuğun yanında devamlı bulundurmak gerekir. Erken çocukluk döneminde eğer çocuk birkaç kişi ile karşılaşıyor ve hangisine bağlanacağını kestiremiyorsa böylesi çocuklardaki davranış bozuklukları daha bir belirgin haldedir. Bu nedenle çalışan annelerin, çocuklarını emanet ettikleri bakıcıları mümkün olduğu kadar değiştirmemeleri gerekir. Çocuğun anne yerine bağlandığı kişiyi çocuktan ayırmak, anneyi çocuğundan ayırmak kadar risklidir.
Burada hemen küçük bir not daha düşmek gerekirse, çalışan anneler, çocuklarına yabancı bir bakıcı yerine öncelikle kendi annelerini tercih etmelidirler. Yabancı bir bakıcıya teslim edilen çocuklarda yoğun olarak rastlanan ve halk arasında “bakıcı kadın sendromu”, pedagojide ise “ilgisiz çocuk sendromu” diye bilinen bir sendromun oluşması muhtemeldir.
Bunun yanı sıra, annesi devamlı yanında bulunduğu halde annesinden yeteri kadar ilgi ve sevgi alamayan çocuklarda ise “kaygılı bağlanma” sendromu dediğimiz bir davranış bozukluğu ortaya çıkmaktadır. Çocuğun yanında her ne kadar anne bulunsa da çocuk annesinden yeteri kadar “duygusal beslenme” gerçekleştiremiyorsa bu çocuklar içine kapanık, korkak ve çekingen olur, dikkat dağınıklığı yaşar, kimi zaman duygusal yoksunluktan hırçınlık gösterir. Mesela bir çocuk, sevgi için annesinin peşinde geziyor olsa ve anne de bir türlü televizyondan kopamıyor olsa böylesi bir atmosferi yaşayan çocuklar yaşama kaygılı başlar ve bu kendini yaşamın her anında hissettirir.

GÜVENLİ BAĞLANMA
Bir bebek henüz anne karnında bulunduğu andan itibaren annesi ile kendi arasında bir duygusal köprü kurabilmiş ve anne ile kendi arasında güven duygusu oluşabilmiş ise böylesi çocuklarda karakter eğitimi oldukça kolay ve sağlıklı gerçekleşmektedir.
Eğer bir anne, çocuğunun her ağlamasını “bir ihtiyaç” belirtisi olarak görmüş ve çocuğunun her ağlayışına karşılık vermişse ve hatta çocuğunun her bir mızırdanmasını sanki çözülmesi gereken bir bulmaca gibi görmüş ve çocuğunun her bir mızırdanmasını dahi annelik yeteneğini kullanarak çözmüşse böylesi çocuklar hayata güven duygusu ile adım atarlar.
Konunun başında da izah edilmeye çalışıldığı gibi, insandaki annelik duygusu ancak hamilelik dönemi ile kendini gösterir, doğum ve sonrasında ise annenin bebeğine kendisini doyasıya verebildiği kadar da annelik yeteneği gelişir. Bir annenin annelik yeteneğinin gelişmesi demek, o annenin bebeğini hissedebilmesi demektir. Eğer bir bebek, annesi tarafından yeterince hissediliyor ve bütün ihtiyaçları annesi tarafından eksiksiz yerine getirilebiliyorsa, böylesi bir çocuk, ruhunun temel dinamiklerinden en önemlisi olan “güven” duygusunu tesis ediyor demektir.

ANNELERE MİNİK BİR TAVSİYE
Maalesef, günümüzde birçok anneye, kulaktan dolma bilgilerle, çocuğu ile arasındaki güven bağını zedeleyen tavsiyelerde bulunulmaktadır. Bunların başında “çocuğu kendine alıştırma” tavsiyesi gelmektedir ki böylesi bir tavsiye, bir anne ile yavrusu arasındaki ilişkiye vurulabilecek en büyük darbedir.
Bu tavsiyelere şunları da ekleyebiliriz: Bebeği kucağına alma, sana alışır, bırakmaz… Bebeğinle aynı yatakta yatma, kokuna alışır, senden kopamaz… Her ağlamasına karşılık verme, sonra iyi niyetini suiistimal eder…
Bunlar, anneye ihanet dolu tavsiyelerdir. Halbuki bir bebek, daha yeni geldiği bu karmakarışık dünyada, annesini yanında hissetmesi ile, annesinin kokusunu duyması ile hayata hazırlanır. Bir çocuk anne sevgisine doyamaz ise anneden kopamaz… Eğer anne sevgisine doymuşsa, bir süre sonra anneden kopacak ve hayata güven içinde adım atacaktır.

alıntıdır
Uzman Pedagog, Fatih Üni. Öğretim Görevlisi
Alıntı ile Cevapla