Tekil Mesaj gösterimi
Alt 12 Ağustos 2013, 15:05   Mesaj No:7

Medineweb

Medineweb Emekdarı
Medineweb - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Medineweb isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 13301
Üyelik T.: 04 Şubat 2011
Arkadaşları:6
Cinsiyet:erkek
Yaş:37
Mesaj: 4.833
Konular: 926
Beğenildi:339
Beğendi:0
Takdirleri:62
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: TDV İslam Ansiklopedisi '' Allah'' Maddesi

Ebü'l-Hasan el-Eş'arî, kaderi benim­semeyen Mu'tezile ekolünden aynldık-tan sonra, ilk eseri olduğu anlaşılan ei-/bdne'nin mukaddimesinde eski fikir arkadaşlarım ağır bir dille tenkide tâbi tutmuş ve pek tabii olarak kader konu­suna da tenkit listesinin içinde yer ver­miştir. Eş'arî, eski kanaatinin aksini be­nimseyerek sisteminde ilâhî iradeyi tam manasıyla hâkim kılmış, fakat sorumlu­luğa esas teşkil edecek ve ilâhî adale­ti gerçekleştirecek kula ait iradeyi ih­mal ederek bir anlamda cebir sonucuna ulaşmıştır. Gerçi o tam bir cebir (cebr-i mahz) aşırılığından kurtulmak için "kesb" adıyla kula da rol vermek istemiş, fakat bu, sisteminin içinde önemli bir fikir un­suru oluşturamamıştır. Sünnî ilâhiyyât tarihinde kader konusunu hem İlâhî hem de beşeri yönü İle İlk olarak ele alan ve Allah'ın yetkin sıfatlan ile birlikte kulun dinî, hukukî ve ahlâkî sorumluluğunu naklî ve aklî delillerle temellendirmeye çalışan her halde Ebû Mansûr el-Mâtü-rîdî olmuştur (Yeprem, s. 275-309, 315-324; ayrıca bk.AHLAK).
Sünnî kelâm ekolleri gelişme dönem­lerinde kader problemiyle hayli meşgul olmuşlar, bu arada Eş'arî kelâmcılar za­man zaman Mâtürfdîler'in yaklaşımını benimsemişlerdir (£/2|İng.], I, 413). Mu1-tezile kelâmcılan probleme kulun sorum­luluğu açısından bakış yaparak Allah'ın ilim, kudret ve İrade sıfatlarının alanla­rını sınırlandıran bir anlayışa sahip ol­muşlardır. O, olacak şeyleri fiilen vuku buluşlarına bağlı olarak bilir. İradesi em­rine bağlıdır ve kötülüğü emretmediği­ne göre ona iradesi de şâmil değildir. Allah'ın kul için uygun olanı yaratması gereklidir (bk. aslah). Eş'arî âlimleri ise kaderi Allah'ın ezelî iradesi esasına bağ­lamışlardır. Onlara göre her şey ezelde ilâhî irade çerçevesinde karar altına alın­mıştır ki bu O'nun "kaza"sidir. Kader İse karar altına alman şeylerin zamanı gelince -Allah'ın emri ile- var olmama halinden var olma haline geçiş planın­dan ibarettir {et-Ta'rtfât, "kader" md.; krş. £/2[İng.|, I, 412^13). Ancak bu geçiş belli melekelere sahip bulunan insanın elinde gerçekleşmektedir.
Hanefî-MâtÜridî âlimlerinin geliştirdi­ği sistemden anlaşıldığına göre kader, kâinatta olacak her şeyin ezelde Allah tarafından bilinmesi, kaza ise zamanı gelince onlann varlık sahasına çıkması­nın sağlanmasıdır. İnsana ihtiyari fiilleri serbestçe yapma gücünü veren Allah'tır; fakat fiilleri iyi veya kötü kılan insanın
kendisidir. Çünkü o, gücünü iyiye de kö­tüye de kullanma serbestliğine sahiptir (kudretin zıt şeylere elverişli olması için bk. Nüreddin es-Sâbûnî, vr. 57a-59a; bu, dolaylı olarak insan iradesinin serbestli­ğini de ifade eder). Allah'ın fiilen adil ol­duğu şüphesizdir. Ancak Mutezile ke-lâmcılannın İddia ettiği gibi âdil olma­sının gerekliliğini O'na nisbet edemeyiz; çünkü adalet nisbî bir kavramdır ve ay-nca aşkın varlık olan Allah için gereklilik {vücûb) söz konusu değildir. Nesne ve olayların yapısında akıl tarafından idrak edilebilecek iyilik veya kötülük (hüsün ve kubuh) özelliği vardır. Allah'ın emretti­ği şeyin iyi, yasakladığının kötü olması, O'nun emir veya yasağından ötürü değil o şeyin kendi yapısı sebebiyledir. Eş'arî görüşünün aksine, kul güç yetiremeye-ceği şeyle mükellef tutulmamıştır.
Kader konusu, bir yandan başta ilim olmak üzere Allah'ın sübûtî ve dolayı­sıyla fiilî sıfatlarını, bir yandan da insa­nın sorumluluğunu ilgilendirmektedir. O halde asıl problem, aşkın olan varlıkla olmayan varlık arasındaki münasebetin tam anlamıyla idrak edilememesinden doğmaktadır. Kaderin ilâhî sıfatlan ilgi­lendiren yönü meselenin teorik kısmı­nı oluşturur ki kişinin iman alanına gir­mektedir. Buna göre insan Allah'ın bü­tün sıfatianna hiçbir sınırlandırma koy­madan inanmak mecburiyetindedir. Ko­nunun sorumlulukla ilgili kısmına gelin­ce, kişi bu noktada pratik hayatını sür­dürürken takip ettiği metodu benim­semelidir. Bu da insanın hür olduğuna inanması realitesinden ibarettir. Normal olarak her insan teşebbüs gücüne sa­hiptir ve başarmak için birçok yollara başvurmaktadır. İnsan gücünün sınırla­rı içinde kalmak şartıyla girişilen işler­de azımsanmayacak derecede engeller­le de karşılaşılır, fakat bunlann aşılma­sı için daima çaba sarfedilir. Takip edi­len yolla başannın elde edilemeyeceği kanaatine vanlınca başka çarelere baş­vurulur. İste bu realite, insanın hür ol­duğuna inandığını ve pratik hayatını bu­na göre düzenleyip sürdürdüğünü İs­pat etmektedir. Nitekim Kur'ân-ı Ke­rîm* in birçok âyetinde kişinin "kendi iş­lediği fiil'den dolayı hesaba çekileceği ifade edilirken pratik hayatin bu reali­tesi vurgulanmaktadır. Bu açıdan bakıl­dığı takdirde kader münakaşasının ge­reksiz, realiteye aykın ve verimsiz bir spekülasyon olduğunu söylemek lâzım­dır. Hz. Peygamberin kader tartışma-
sını menetmesinin sebebi de bu olma­lıdır. Şu halde kişi iman hayati açısın­dan Allah'ın bütün yetkin sıfatlarını ka­bul etmeli, kendisinin bütün yetenek ve davranışlarıyla O'nun ilim, kudret ve ira­de sınırlarının içinde olduğunu bilerek O'na teslim olmalıdır. Pratik hayat açı­sından ise insan olarak nasıl ki hemcins­lerine karşı sorumlu olduğunu, bundan kurtulmak için hiçbir mazerete sahip bulunmadığını benimsiyorsa aynı şuurla Allah'a karşı da sorumlu olduğunu be­nimsemelidir.
Sonuç olarak Allah'ın sıfatlan konu­sunda şu da söylenmelidir ki. çeşitli mez­hep ve düşünce mensuplarıyla birlikte müslümanlann benimsediği Tann fiilen var olan, kâinatı yaratıp yöneten, yetkin sıfatlarla nitelenen aşkın bir varlıktır. Sahih olan naslann O'na nisbet ettiği nitelikleri (esmâ-i hüsnâ) bütün müslü-manlar, kulluk duygulan ve teslimiyet şuuru içinde kabul etmekle beraber bu niteliklerin yorumlanması ve zâtla olan münasebetinin tesbit edilmesi konusun­da İslâm tarihi boyunca farklı anlayışlar ortaya çıkmıştır ve benzer fikir hare­ketleri bundan sonra da devam ede­cektir. Ancak müslümanlar arasında ne Önemsenecek derecede antropomorfik bir inanç, ne de niteliklerden yoksun kı­lınmış pasif bir tann anlayışı mevcut­tur. Esmâ-i hüsnânın İncelenmesi sıra­sında görüldüğü üzere İslâm'ın sundu­ğu Allah mefhumu aşkın bir varlık ol­makla birlikte insana ve kâinata karşı İlgisiz değildir. O kâinatı yaratan, her an yaratmayı sürdürüp evreni yöneten Allah'tır. O mutlaktır, aşkındır; insan ise her yönden kusurlu, ihtiyaçlarla yüklü ve sonlu bir varlıktır. İkisi arasında il­ginin kurulması için O'nun aşkın niteli­ğinden sıyrılıp insana benzemesine ve­ya insan biçiminde maddîleşmesine ge­rek yoktur. Aksine bu ilginin kurulması yolunda insan, ruhu ve bütün psikolo­jik muhtevasıyla maddilikten sıynlmaya ve O'na yükselmeye çalışmalıdır. Zaten ölüm ister istemez insanın maddî var­lığına son verecektir. Kur'ân-ı Kerîm'de güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar ve hayvanlarıyla birlikte bütün kâinatın Al­lah'a secde ettiği, insanlann ise bir kıs­mının buna katıldığı, diğer kısmının hüs­randa kaldığı ifade edilmiştir (el-Hac 22/17). Dünya hayatında iken ölümsüz­lüğün şuuruna ulaşan ve geleceğin mut­luluğu için hazırlananlar, bu duygudan yoksun olanlara yardım ellerini uzatma­lıdır.








bu hizmet [Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...] ailesine mahsustur..alıntı yapanlar kaynak bildirmezlerse kul hakkına girmiş olurlar
Alıntı ile Cevapla