Konu Başlıkları: Ünite 2: Sistematik Kelam
Tekil Mesaj gösterimi
Alt 20 Ekim 2013, 12:23   Mesaj No:2

Medine-web

Medineweb Site Yöneticisi
Medine-web - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Medine-web isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 1
Üyelik T.: 14Haziran 2007
Arkadaşları:7
Cinsiyet:Erkek
Yaş:49
Mesaj: 2.985
Konular: 339
Beğenildi:1162
Beğendi:331
Takdirleri:7539
Takdir Et:
Standart Cevap: Ünite 2: Sistematik Kelam

İLİTAMANKARA ÜNİVERSİTESİ İLAHİYAT FAKÜLTESİ

SİSTEMATİK KELAM

Ünite 1

Kelam : İslam dininin iman ve eyleme ilişkin esaslarını, Kur’an’dan hareketle belirleyen, bunları alken temellendiren ve karşıt fikirlere karşı savunan bir disiplindir. Kelime olarak akıl ve delil anlamlarına gelir.

Kelam ilminin akli ve uygulamalı bir yöntem kullanmasının temel gerekçesi; inanç konularının iman ve eylem olarak iki temele dayanmasındandır.

Kelamın konusu; Allah, nübüvvet ve ahiret konularıdır.

Kelamın ilk ortaya çıkışı: Hasan Basri’nin halife Abdülmelik’e yazdığı Kader Risalesi ve Ebu Hanife’nin Fıkhu’l Ekber adlı kelami eserler kabul edilmektedir.

Kelam’ın en yakın durduğu İslami disiplin Fıkıh’tır. Kıyas bu iki bilimin hem iç içe geçtiği hem de ayrıldığı konudur. Kelamın yorumlarında ve inançla ilgili hüküm çıkarmalarında, dilin mecazi kullanımını ve te’vili dikkate alması onu daha da farklılaştırmaktadır.

√ Verili kaynak olarak Kur’an’ı temel alması Kelamı din bilimleri sınıfına, iman ilkelerini sonucunda insanları eyleme yönlendirecek bir şekilde yorumlaması, başka bir ifadeyle iman-amel ilişkisi tutumundan dolayı sosyal bilimler sınıfına, verili kaynağın insanın deruni yapısını dikkate alan rasyonel bir tutumla yorumlayıp yeniden üretmesi sebebiyle kültür bilimleri sınıfına yerleştirmektedir.

Yöntem yönünden Kelamın öne çıkan farkı: ilk olarak, metinlerin ortaya çıkması, bunları normatif hükümler çıkaracak tarzda yoruma tabi tutulması ve takip ettiği yöntem.

√ Kelamın hükmü kalbi fiillere, fıkhın hükmü ise, bedenin fiillerine yöneliktir.

√ Ashabı Kelam: başta Mutezile olmak üzere Cehmiyye, Gaylaniyye gibi mezheplerle ilişkisi olanları göstermek için kullanılmıştır.

Başta Ahmed bin Hanbel olmak üzere bazı muhaddisler kelam metodunu kullanan alimlere karşı Kitabu’l–İman, Kitabu’t-Tevhid, Kitabu’s-Sünne ve Risaletü’l-Akide başlığı altında topladıkları eserlerle bid’at ehli olarak niteledikleri bu düşünürlere reddiyeler yazmışlardır.

İlk kez Herevi, Zemmü’l-Kelam’ında eleştirilerini Maturidi ve Eş’ari düşüncesine, başka bir deyişle Ehl’i Sünnet kelamına yöneltmiştir.

Mu’tezile Kelam’ında Kur’an’ın anlaşılması ve yorumlanmasında; akıl ve dil benimsenen yöntemin kurucu ilkesidir.

Kelamın eşreful ulum oluşunun sebebi:

1-Allah’ı konu edinmesi, 2- İnanç esaslarının tespiti ve savunması ile uğraşması, 3- Kaynak olarak da Kur’an-ı Kerim’i temel alması. İbn Kayyım el- Cevziyye; en şerefli ilim olarak İlm-i Tevhidi yani Kelam ilmini göstermektedir. El- İci ve Taftazani, Kelam’ı ilimlerin en üstünü saymışlardır. Gazali, ‘’Kelam, rütbesi en yüksek olan ilimdir, zira diğer ilimlere geçiş bu ilimden olmaktadır’’.

Kelam ilminin geçirdiği evreler: Başlangıçta Allah’ın varlığı, birliği ve sıfatlarını konu edinmiştir. Daha sonraları felsefenin İslam düşüncesine girmesiyle ve yaygınlaşmasıyla birlikte, akla dayalı yorumlar ön plana çıkmaya başlamıştır. Daha sonraki dönemlerde mantık ilminin önem kazanması ve ön plana çıkmasıyla, konusunda ve yönteminde buna göre değişiklikler olmuştur.

1-Kelam ilminin oluşum sürecine girdiği aşama; bu dönemde inanç sorunları ile ilgili risaleler yazılmaya başlanmıştır. Bu risalelerdeki amaç; dinin asıllarını belirlemek, dinde bidat ve sapmaları reddetmek. Ebu hanifenin Fıkhul Ekberi bu dönemin karakteristik özellikleri taşır. Bu dönemdeki en önemli gelişme Mutezile kelam ekolünün oluşmaya başlamasıdır.

2-Ehli Sünnet olarak isimlendirilen kelam okulunun oluşum aşaması: Eşari ve Maturidi ile birlikte kelam ilmi, inancın akli-teorik bir yöntemle rasyonelleştirilmesi aşamasına girmiştir.

√ Bakıllani; Delillerin yanlış olması halinde onlarla ispatlanan şeylerinde yanlış olacağını söylemiştir.

3- Kelam ilmi, Gazali ile birlikte üçüncü aşamaya girmiştir. Kelamda Mütekaddimun ve Müteahhirun şeklinde bir ayrıma neden olacak kadar etkiye sahip olan Gazali’ye göre mantık ilmi, bütün teorik ilimler için, özellikle de her türlü sapmayı ve şüpheleri gidermeyi hedefleyen kelam ilmi için zorunludur. Bu aşamada Aristo mantığı kullanılmış ve felsefi konulara yer verilmiştir.

4- Mantığın yaygınlaşması ve mütekellimlerin bu ilmi kullanmaya başlamaları ile birlikte yeni bir yöntem doğmuştur, Muteahhirun yöntemi de denir. Delil çöktüğü zaman medlul de çöker ilkesi doğru bulmadılar.

Akaid ilmi: Akd, düğüm atmak, bağlamak ve düğümlemek anlamlarına gelmektedir. İnanılması şart olan iman esası anlamına gelmektedir. İslam dininde iman esaslarını konu edinen ilmi disipline akaid ilmi denmiştir. Dinin pratik hükümlerini değil de, teorik hükümlerini içermektedir. İman esaslarını konu edinirken hem nakli hem de akli yöntemi kullanmıştır. Dinin inanç esaslarından herhangi bir tartışmaya girmeden söz eden bir ilimdir.

Fıkhu’l Ekber: İslam düşüncesinde daha çok bir hukuk okulunun kurucusu kabul edilen İmam Ebu Hanife fıkhı,bir kimsenin lehinde ve aleyhinde olan şeyleri bilmesi şeklinde tanımlamıştır.

Tevhid ve sıfat ilmi; Temelde Tanrı ve Tanrı ile ilgili sorunlar üzerinde yoğunlaşan bilginler ve onların ortaya koyduğu risaleler Tevhid risalelerini olarak anılmıştır.

√ Kelamın geçirdiği evrelerin belli bir aşamasında kelamcılar, inanç esaslarını ve kelamın ilgi alanlarına giren konuları, ilahiyat (tanrı ile ilgili sorunlar), Nübüvvat ( peygamberlikle ilgili sorunlar) ve Semiyyat (ahiret ile ilgili sorunlar) olmak üzere ana başlık altında ele almışlardır. Bu üç ana başlığa Usulus Selase (üç temel usül) denmiştir.

Usulu’d Din: İslam dininin temel prensiplerini konu edinmiştir. Dinin inanç ilkelerine asli hükümler, bu asli hükümlerden söz eden ilme denir. Dinin uygulamalı yönü üzerinde duran fıkha karşılık gelmektedir, dinin hem kuramsal hem de uygulamalı yönünü içermektedir.

Nazar ve istidlal ilmi: Kelam ilmine nazar ve istidlal ilmi de denir. Giriş kısmı ile ilahiyat konularında kelamcıların düşünmeleri, akıl yürütmeleri ve akla dayalı çıkarsamalarda bulunmaları, kelamın bu isimle anılmasının sebebidir.

Kelam: Kelam ilminin en yaygın ve en çok kullanılan ismidir. İlk dönemlerden itibaren kelamcıların üzerinde tartıştıkları en önemli sorunlardan biri, Allah’ın kelamı (kelamullah) konusu ve bir sıfat olarak ezeli mi, yoksa sonradan olduğu konusudur.

Ünite 2

İlk Kelam Tartışmaları

1- Büyük günah

Hakem Olayı’ndan sonra ortaya çıkan Hâricîler, “hüküm Allah’ındır” sloganını dillendirerek, önce hakem olayına razı olan Hz.Ali ve karşıtlarını, daha sonra da kendilerinden olmayan tüm müslümanları büyük günah işlemekle suçlayıp küfre girdiklerini ileri sürmeleri sorunu daha da derinleştirmiştir. Hâricîlerin görüşüne tepki olarak doğan Mürcie fırkası, amelin imandan bir parça olmadığını; dolayısıyla büyük günah işlemenin imana bir zarar vermeyeceğini belirterek Hâricîlerin bu görüşlerini reddettiler. Aynı zamanda Mürci âlimler, büyük günah işleyenin durumunu kıyamete erteleyip bu dünyada onlar hakkında cennetlik ya da cehennemlik hükmünün verilmemesi ve Allah’tan ümit kesilmemesi gerektiğini de ileri sürmüşlerdir. Haricilerin ve mürcienin görüşlerini aşırı bulan Mu’tezile ise, büyük günah işleyen kimsenin ne mürcienin ileri sürdüğü gibi tam mü’min, ne de Hariciler’in iddia ettiği gibi kafirdir. Böyle bir kimse bu iki durum arasında bir yerdedir (el menzile beynel menzileteyn). Bu durumda olan kimseye ‘fasık’ denir. Fasık, günahından pişman olup tevbe ederse imanına döner, tevbe etmeden ölürse azap görecek ve devamlı cehennemde kalacaktır. Çoğu İslam mezhebi bu mezheplerin büyük günah işleyen kimsenin hükmüyle ilgili görüşlerine katılmamışlardır. Ebu Hanife ve onun takipçisi Matüridi bilginler, ameli imana dahil etmediklerinden helal saymamak şartıyla büyük günah işleyen kimseyi inancı devam ettiği sürece mü’min kabul etmişlerdir.

2- Kader

Kader kelime olarak ‘bir şeyin ölçüsü ve miktarı’ demektir. Terim olarak kader, ‘evrende meydana gelen varlık ve olayların haiz olacakları bütün halleri, sebepleri ve şartları ile birlikte her şeyin Allah tarafından belirlenmesi ve bir düzen içinde tertip edilmesi’ diye tanımlanır.

İslam’da özgür irade görüşünün ilk savunucularından biri ve Adalet ilkesini İslam dünyasında ilk benimseyen kişi Mabed el Cüheni olup yaptıları zulümleri kadere bağlayan Emevi halifelerine karşı çıkarak işlerin kendi elimizde olduğunu haykırmıştır. (Fakat Mabed, bu görüşlerinden dolayı h. 80 yılında Emevi yönetimince öldürülmüştür.). İnsanın özgür iradesini savunan bir isim de Gaylan ed Dımeşki’dir ve Halife Ömer b. Abdülaziz’le tartışması önemlidir. Mutezile’nin kurucularından olan Vasıl b. Ata ile Amr b. Ubeyd de kader konusunda Mabed ve Gaylan gibi düşünmektedir.

Bunların karşısında özgür iradeyi kabul etmeyen Cebriye vardır.Ca’d b. Dirhem’e göre insan fiilini yapmaya mecburdur. İnsan havada uçan bir kuş tüyü gibidir.. (Cebir düşüncesini ilk defa ortaya koyan Ca’d b. Dirhem, bu düşünceyi geliştirip temellendiren ve Kelâm’ın konusu yapan kişi ise Cehm b. Safvân’dır.)

Cehm b. Safvanın kader konusundaki görüşleri: İnsanın hiçbir fiilini yapmaya gücü yoktur. kudreti, iradesi ve seçme hürriyeti söz konusu değildir. İnsanın fiillerini yaratan Allahtır. Onların insana nispeti ise mecazidir. Bütün fiiller cebri olduğu gibi sevap ve ceza da cebridir. Cehmiyye, Mutezile’ye öncülük etmiştir..

3- Kelamullah ve Sıfatlar Meselesi

İslâm’da Allah’ın kelâm sıfatının, dolayısıyla Kur’an’ın mahlûk olduğunu ilk dile getiren kişinin Ca’d b. Dirhem olduğu söylenmektedir. Ca’d b. Dirhem sadece “Kur’an mahlûktur” görüşünü dile getirmekle kalmamış, buna bağlı olarak ilâhî sıfatların varlığını ilk olarak inkâr eden de o olmuştur. Ancak onun bu görüşlerini öğrencisi Cehm b. Safvân daha da geliştirmiştir. Dolayısıyla Cehm’e nisbetle Cehmiyye mezhebi, sıfatlar ve dolayısıyla Allah’ın kelâm sıfatı üzerinde özellikle duran bir mezhep olmuştur. Zatından başka Allah’ın hiçbir sıfatının olmadığını söylemişlerdir.

İbn Küllâb ve arkadaşları Hâris el-Muhâsîbî ve el-Kalânisî ortaya çıkıp, kelâm-ı nefsî ve kelâm-ı lafzî ayırımını dile getirmişlerdir. Çünkü Mu’tezilîler, Allah kelâmı kabul ettikleri Kur’an’ı, yaratılmış kabul ederlerken; karşı cephede yer alan Ahmed b. Hanbel ve taraftarları, Kur’an’da bulunan ses, harf ve kelimeleri de kelâmullah’a dahil etmekte, onlarında yaratılmamış ezelî kelâmın bir parçası kabul etmekteydiler.

Teşbih ve tecsim düşüncesini en çok savunan Kerrâmiyye fırkasıdır. Bu fırka, Allah’ın arş üzerinde, en üst tabakasında ona temas etmiş durumda oturduğuna inanmaktadır. Ayrıca onlara göre Allah’ın bir yerden bir yere intikal etmesi, değişikliğe uğraması (tahavvül) ve inmesi (nüzûl) caizdir. Müşebbihe’den olanlar, yaratıcıyı; eli, gözü vs. olan yaratıklara benzetmişlerdir. Bunlara göre Allah’ın bir yerden bir yere intikali, yeryüzüne inmesi ve yükselmesi, arş üzerinde oturup mekân tutması caizdir.

4- İmamet

İmamet meselesini, Zeydiyye dışında kalan Şiîler hariç, hiçbir müslüman onu bir akaid konusu yapmadığı halde, yine de bu konu, özellikle Eş’ârî’den sonraki dönemlerde yazılan kelâm kitaplarının son bölümlerinde ele alınmıştır. Bunun nedeni, imamet konusunu akidevî bir mesele sayan ve onu peygamberlik kurumunun bir devamı olarak gören Zeydiyye dışındaki Şiîlerin tutumudur. Nitekim daha hicrî II. yüzyılda Ali b. Mûsem ile Hişam b. Hakem gibi Şiî âlimler,“Kitâbu’l-İmâme” adıyla yazdıkları eserlerde imamet kavramını kullanırken bunu, dinin bir temel ilkesi olarak ele alıp işlemişlerdir. Eş’ârî’nin “Makâlât”ında geçen ilk ihtilaflara bakılırsa, ona göre Peygamberin (a.s.) vefatının hemen ardından müslümanlar arasında meydana gelen ilk ihtilaf, imâmet konusunda yaşanan ihtilaftır.

Başlangıç Dönemi İnanç Grupları

1- Haricilik Hariciler Kuran-ı Kerim’e te’vil ve tefsire gitmeden, olduğu gibi inanırlar ve onu bir inanç ve amel için yegane kanun olarak kabul ederlerdi. Adaletten hilafet makamını sorumlu tutarlardı.

Hariciler’e göre halifenin:

1- Kureyşli olması şart değildir. Köle bile halife olabilir.

2- Halife seçilecek kimsenin mü’min, adil, zahid ve alim biri olması gerekir.

3- Halifelerin belirlenmesinde esas olan seçimdir.

4- Doğru yoldan ayrılan halife, yönetimden uzaklaştırılmalıdır.

5- Necadat fırkasına göre de insanlar kendi aralarında insaflı davranırlarsa halifeye ihtiyaçları olmaz.

Hariciler, Hz. Osman’ı, Hz. Ali’yi ve hakem olayına razı olanları tekfir ederler. Büyük günah işleyenlerin dinden çıktıklarını ve ebedi olarak cehenneme gideceklerini kabul ederler.

Hariciler çeşitli gruplara ayrılmışlardır:

Muhakkeme-i Ûlâ, Necedât, Beyhesiyye, Saâlibe, İbadiyye. (İbadiyye günümüze kadar varlığını sürdürmüştür.)

2- Şiîlik

Şiiliğin temelini Hz. Peygamber’in vefatından sonra onun yerine imamete kimin geçeceği tartışması oluşturur. Şiilik Hz. Ali’ye taraftarlık anlamında en eski ortaya çıkan mezheplerden birisidir.

Hz. Osman’ın son dönemlerinde ortaya çıkan Şiilik Hz. Ali’nin hilafeti döneminde daha da yayılmıştır. Ancak Kerbela sonrası şekillenecek olan kelami tarışmalar bu ilk dönemde yoktur. Sonraları ise imamet konusu dinin temeli gibi görülmüştür. Böylece nas ve vasiyet fikri etrafında Şiilik anlayışında şu düşünceler geliştirilmiştir:

1- Vasiyet: Şiilere göre Hz. Ali nasla ve bizzat Hz. Peygamber’in vasiyeti ile halife tayin olunmuştur ve bunun vücübiyeti kesindir.

2- İsmet: Hz. Ali ve onun soyundan gelen imamlar her türlü hatadan uzaktırlar. Onların Peygamberlerden farkı sadece Peygamberlik derecesidir.

3- Ric’at: Gizli imam bir gün dönüş yapacak ve dünyayı adaletle dolduracaktır. Bu mehdilik inancının da temelini oluşturmuştur.

4- Takiyye: Tehlikeli durumlarda şiilik inançlarını gizli bir şekilde yaymak ve yaşamaktır.

Şiâ, özellikle İmamlar konusundaki görüş ayrılığı sebebiyle beş temel fırkaya ayrılmıştır: Keysaniye, Zeydiyye, İmamiyye, Gulat ve İsmailiyye (Batıniyye)

.3- Cebriye (Cehmiye)

Cebriyeciliğe ilk davet eden Ca’d bin Dirhem olup, bu düşünceyi geliştiren ve Kelam’ın konusu yapan ise Cehm b. Safvan’dır. (Horasanlı olan Cehm görüşlerini Tebriz’de yaymış ve düşüncelerinden dolayı Merv’de öldürülmüştür.)

Cebriye denmesinin asıl sebebi; insanın eliyle gerçekleşen fiillerin gerçekte Allah’a ait olduğu ve insanın işlediği fiili yapmaya mecbur ve mahkum olduğu görüşünden dolayıdır.

Cebriyeciliğe göre:

1- İman Allah’ı bilmektir, küfür ise onu bilmemektir.

2- Allah’ın zati sıfatlarından başka sıfatı yoktur.

3- Allah’ın kelam sıfatı kadim olmadığı için Kur’an mahluktur.

4- Allah’ın ilmi de ezeli değildir.

5- Cennet ve cehennem geçicidir.

6- Ru’yetullah (ahirette Allah’ı görmek) mümkün değildir.

7- Kabir azabı yoktur.

8- Şefaat mümkün değildir.

Cehmiye’nin görüşleri daha sonra gelen Mutezile tarafından büyük ölçüde kabul edilmiştir.

4- Kaderiye

Sözlükte ‘kader taraftarı’ anlamında olup ‘sorumluluk doğuran fiillerle ilgili ilahi kaderi reddedenleri’ ifade etmek için kullanılmıştır. Kaderiye tarih olarak mutezileden öncedir. Kurucusu da Mabed el Cüheni’dir. Mabed, zulüm niteliği taşıyan her türlü fiilin ilahi kaderle ilişkisinin olmadığını aksine bu tür kötülüklerin failinin bizzat insan olduğunu belirtmiştir.

Sorumluluk doğuran insan fiilleriyle ilgili olarak ilahi kaderi inkar edip insanın fiillerinde tamamen özgür olduğunu söyleyen ikinci önemli kişi de Gaylan ed Dımeşki’dir. (Fakat o özgür irade mezhebinin bir savunucusu olarak öldürülmüştür.) Abbasilerin gelmesiyle beraber rahatlayan Kaderiler, zamanla Mutezili görüşe dahil olmuşlardır.

5- Mürcie

Mürcie ‘irca’ kökünden türemiş olup sözlükte “ertelemek, ümit vermek” anlamlarındadır. İlk dönemde aralarında itilaf edenlerin durumlarını ahirete erteledikleri ve onlar hakkında hüküm vermekten çekindikleri için de mürcie adını aldıkları bilinmektedir.

Mürcienin görüşleri:

1- İman, Allah’ın peygamberlerini ve O’ndan gelen her şeyi sadece bilmek (marifetullah)tir. Bilmemek ise küfürdür.

2- İmanda artma ve eksilme olmaz.

3- Bazıları iman ve islamın aynı şey olduğuna inanırlar.

4- Allah ve Rasülü’nü tanıdıktan sonra büyük günah işleyen fasıktır.

6- Müşşebbihe ve Mücessime

Teşbih, Allah’ı yaratıklara benzetme; tecsim ise O’nu sıradan bir varlık gibi tanımlamaktır. Teşbih düşüncesi, hem doğu milletlerinde (özellikle sami dinlerde) hem de ilkel dinlerde görülen bir düşüncedir. İslam düşüncesinde bizzat nassın kendisinden kaynaklanmaktadır. (Yed, vech, ayn, arşa istiva, Allah’ın gelmesi…)

Selef’ten Malik b. Enes ve onun gibileri teşbih ve tecsim içeren haberi sıfatları olduğu gibi kabul etmişler ve te’vil ve tefsire gitmeden olduğu gibi inanılması gerektiğini söylemişlerdir. Bu konudaki diğer bir fırka da Keramiye’dir.

Müşebbiheden olanlar Yaratıcıyı; eli, gözü vs. olan yaratıklara benzetmişlerdir. Bunlara göre Allah’ın bir yerden bir yere intikali, yeryüzüne inmesi ve yükselmesi, arş üzerinde oturması caizdir. Davud el- Cevaribi teşbihçi şiilerdendir.

Teşbih ve tescim düşüncesini en çok savunanlardan biride Ebu Abdillah Muhammet b. Kerrama tabi olan Kerramiyye fırkasıdır.

Sistematik Dönem Kelam Okulları

1- Mu’tezile

İtizal, bir şeyden uzaklaşmak, ayrılmak manalarındadır. Vasıl b. Ata ve arkadaşı Amr b. Ubeyd, Kaderiye ve Cehmiye’nin görüşlerini geliştirerek Mu’tezile’nin kelami görüşlerini sistemleştirmişlerdir. Mutezile, Abbasiler’in belli bir döneminde devletin resmi mezhebi olmuş ve İslam kelam okulunun oluşumunda birinci derecede katkısı olmuştur.

Mutezile’nin beş temel ilkesi vardır:

1- Tevhid: Allah’ın zatından ayrı bir sıfatı toktur. Kur’an ezeli ve kadim değil, mahluktur.

2- Adalet: Adalete ayrı bir önem verdikleri için “ehlül adl vet tevhid “ de denilmiştir. Allah çirkin olanı yapmaz. Zulüm ve haksızlık gibi çirkin ffiiller O’ndan sadır olmaz. Bu tür fiillerin kaynağı bizzat insandır.

3- Va’d ve Vaid (Cennet ve cehennem): Allah’ın va’d ve vaidi gerçektir. Kim Allah’a itaat ederse cennete, kim de O’na karşı gelip günah işlerse cehenneme gönderilecektir.

4- el Menzile beynel Menzileteyn: Büyük günah işleyen kimse ne mü’min ne de kafir olup ikisi arasındadır, fasıktır. Fasık kişi büyük günahından dolayı tevbe etmeden ölürse cehenneme gidecektir.

5- Emri bil Ma’ruf Nehyi anil Münker: Bu konuda zaten mü’minler arasında bir ittifak olmasına rağmen Mu’tezile bunu beş temel esasından biri haline getirmiştir.

2- Ehl-i Sünnet vel Cemaat

Sünniler kendileri için “ehl-i sünnet” kavramını seçerken başkaları onlara sıfatları kabul ettikleri için sıfatiyye, müsbite, ispatiye, ehl-i ispat gibi adlar vermişlerdir. Ashabu’l hadis ise ehl-i sünnetin önemli bir kolunu oluşturmaktadır.

Hz. Peygamber ve ashabının İslam yorumlarını kabul edenlere ehl-i sünnet vel cemaat denilmiştir. Bu kavram başlangıçta kullanılan bir kavram değildi. Sonraları bu kavram belli bir mezhebi ifade etmekten çok sünnetin rivayetiyle ilgilenenleri (ashabül hadis=ehl-i hadis) ifade etmek için kullanılmıştır. Bunlara daha öncekilerin yolunu takip eden anlamında ‘selefiyye’ de denilmiştir. Ehl-i sünnet’i Selefiyye, Eş’ariyye, Matüridiyye olarak üç mezheb olarak halinde gerekir:

a. Selefiyye (Eseriyye, Ehl-ü Eser, Ehl-ü Hadis, Ashab-ül Hadis, Sıfatiyye)

Zati ve fiili sıfatlar ayrımını kabul etmeyip hepsini Allah’ın sıfatları olarak kabul etmişlerdir. Yed, vech gibi haberi sıfatları da te’vilsiz kabul etmişlerdir.

Müteşabih ayetler hususunda:

- Herhangi bir yorum yapmaya gerek duymadan olduğu gibi kabul edip inananlar. Örneğin Malik b. Enes; “İstiva malumdur, keyfiyeti meçhuldür, O’na iman vaciptir. Onunla ilgili soru sormak bidattir.” demiştir.

- Sonradan gelenlerin bir kısmı ise müteşebih ayetleri zahiri şekliyle te’vile gitmeden açıklamışlardır.

Ebul Hasan el Eş’âri, hocası Ebu Ali el Cübbai ile ‘salah ve aslah’ arasındaki tartışmadan sonra ondan ayrılmış ve Küllabiye mezhebinin yandaşı olmuştur. Sonra bu takımın görüşleri ehl-i sünnet vel cemaat mezhebini oluşturmuştur.

Selefiye’nin Dayandığı Esaslar

1- Takdis: Yüce Allah’ı cisim olmaktan ve cisimlerin sahip olduğu nitelik ve özelliklere sahip olmaktan tenzih etmektir.

2- Tasdik: Allahın ‘el, parmak, yüz gibi çeşitli isim ve sıfatlarının O’nun yüceliğine ve şanına yakışan anlamları olduğunu kesin bir şekilde kabul edip öyle vasıflandırmaktır.

3- Aczi İtiraf: Allah ve sıfatlarıyla ilgili müteşabih ayetlerde anlatılanlardaki amacın ne olduğunun bilinemeyeceğini kabul edip işi Allah’a bırakmak ve bu husustaki acziyeti itiraf etmektir.

4- Sükut: Müteşabihlerin anlamını sormamak, onlara dalmamak ve hatta soru sormayı bile yasaklamaktır.

5- İmsak: Müteşabih nasslarla ilgili herhangi bir yorum yapmaktan sakınmak ve çekinmektir.

6- Keff: Müteşabihlerle kalben dahi ilgilenmemek ve zihni bunlarla meşgul etmemektir. (Kısaca imsak dili, keff ise kalbi koruyup muhafaza etmeye çalışmaktır.)

7- Marifet Ehline Teslim: Müteşebih ayetlerin te’vil ve tefsirini ilim ve irfan sahibi kişilere bırakmaktır. Ancak yine de ‘te’vilini ancak Allah bilir’ diyerek te’vile gitmemek selef akidesinin temelini oluşturur.

Selef yolunun takipçileri olan İbn Küllab, el-Muhasibi ve el Kalanisi’den bir asır sonra gelen İmam Eş’âri ve İmam Maturidi, ehl-i sünnetin görüşlerini daha da geliştirip sistemleştirmişlerdir. Böylece, Sünni kelam, naklin yanında aklı da kullanmak suretiyle mutezili kelamın seçeneği durumuna düşmüştür.

alıntıdır
__________________

Büyükler fikirleri,Ortalar olayları,Küçükler kişileri tartışır.
Alıntı ile Cevapla