Sanal Ve Reel Kişilik Farkı :"Münafıklıktır". /Muhsin Arslan
Teknoloji ilerledikçe, negatif problemlerimiz de artmaktadır...
İnsanlar, reelde kullanamayacakları dili, tavrı, düşünceyi —her ne ise— sanalda kullanmayı hüner saymaktadır.
Tabii ki bu, kişiliği oturmayan, kendisine saygısı olmayan, herhangi bir bağlayıcılığı bulunmayan “şahsiyet bozukluğuna müptela olanların” işi olmalı.
Peki, ya Müslümanlar?
Müslümanlar için sanal/reel, toplum/tenha farkı olamaz. Oluyorsa, acilen “inanç tedavisi olması ve kişiliğini masaya yatırması” gerekir. Müslümanların inancında iki yüzlülük, münafıklıktır.
Dili kalbi bir olmayan, sanalı reeli bir olmayan, göründüğü gibi ya da olduğu gibi olamayan yalancıdır, sahtekârdır; kişiliği yerlerde sürünmeye mahkûmdur.
Müslüman bireyin kişiliğini inşa eden vahiydir.
Kişiliğini belirleyen, bakışını düzelten, doğru ve düzgün birey olmasını sağlayan vahyin mayasıdır. Vahy ile mayalanmayan her bireyin kişiliği, kafası koparılan, can vermeye ramak kalan bir tavuk misalidir. Kişiliği can veren birey ise dejenere olmaya, canlı cenazeye dönüşmeye mahkûmdur.
Kişiliğini korumayan ve olduğu gibi görünmeyen kişi, İslam'ın ona vermiş olduğu “eşrefi mahluk” mertebesini “esfeli safilin” ile becayiş yapmış demektir. Yüksekler, yükseğinden; alçaklar, alçağından becayiş yapar!
Allah'ın “Gör” dediği gibi bakmayan, “Yaşa” dediği gibi yaşamayan, “Düşün” dediği gibi düşünmeyen, “Ol” dediği gibi olmayan, “Doğru ol” dediği şekilde olmayan, “Oku” dediği şekilde okumayan kişiler, profesör de olsalar, İslam’a göre “Ebu Cehil” damgasını yemekten kurtulamazlar.
Sanal alemde bu hastalık, vahametini zirvelere çıkaran, bu tip kişiliksizlere bulunmaz fırsatlar sunmaktadır.
Hakaret, yalancılık, sahtekârlık, başıboşluk, pervasızlık, iki yüzlülük, kişiliksizlik, şahsiyetsizlik bu alemde kendine meydan bulmaktadır.
İnsanları aldatmak, olduğundan farklı bir profil çizmek; acuzenin kendisini on sekiz kız olarak tanıtması, dedenin kendisini Malkoçoğlu olarak tanıtması, öğrenci iken profesör, zavallı iken Fatih, sadakaya muhtaçken milyarder, zâcir iken Google amcası ile şeyhülislam olarak kendisini yansıtması hep bu tür manevralardır.
Bu tür karakter acilen tedavi olmalıdır. İslam nasipsizleri, vahiyden enerji almadıklarından; karanlık dünyalarına, cehalet kokan hayatlarına, inşa edilmeyen kişiliklerine mazeret arayabilirler.
Peki, (bazı) Müslümanlara ne oluyor?
Müslümanların bu tür çirkefliklerle yaşaması, “Men a’refe nefsahu feqad a’refa Rabbahu” (Kişi kendini tanırsa Rabbini tanır) vahy ikazına nasıl bir cevap verebilir?
Kendisini kaybeden neyi bulabilir ki?
Şerefini taşımayan dinini taşır mı?
Şerefi yerlerde sürüklenirken inancı ve ibadeti sağlam kalır mı?
Kendisini tanımayan Rabbini tanır mı?
Mahşer günü zar atılan, yazı tura ile cennet-cehennem piyangosu olan yer mi sanılır?
Albert Einstein’a atfedilen bir cümle duymuştum:
“Allah asla zar atmaz!”
Öyle ya! Hayat ahenginin tesadüf eseri olduğu, zar atılarak yaratıldığı mı sanılır?
Dişiniz neden kolunuz gibi, kaşlarınız neden saçlarınız gibi uzamaz?
Tesadüf mü?
Hayatını Kur’an penceresinden bakabilene başka malzeme lazım mı?
Müslümanın sanalı reeli, toplumdaki konumu tenhadaki konumu farklılaşamaz.
Müslüman her yerde Müslümandır. Hesap vereceğine inandığı “Bir Ahiret Rabbi” vardır.
Unutma, sen “İslam’a uydukça” Müslümansın, “Müslümanlığını uyuttukça” değil.
Yine unutma, şahsiyetin zarar görürse, dinin ve inancın saman alevi gibi seni de kendini de yer bitirir.
Ve yine unutma: Sen ancak “insan” olduğunda “sen” olacaksın!
Sen “sen” olmadıktan sonra hayretlerin ve pişmanlıkların hiç bitmeyecek.
Burada da, orada da...
Kendine iyi bak ki Rabbim de baksın. Kendini ciddiye al ki Rabbim de seni ciddiye alsın. Doğru ol ki doğrularla olasın!
Fîemânillâh.
28.10.2013 Muhsin Arslan [Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]