Tekil Mesaj gösterimi
Alt 23 Aralık 2013, 14:44   Mesaj No:3

enderhafızım

Medineweb Emekdarı
enderhafızım - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:enderhafızım isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 5879
Üyelik T.: 28 Aralık 2008
Arkadaşları:32
Cinsiyet:Bay
Memleket:İst
Yaş:38
Mesaj: 3.185
Konular: 1383
Beğenildi:166
Beğendi:17
Takdirleri:216
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: Din Sosyolojisi Ders Notları (14 Hafta)

3. HAFTA
DİN SOSYOLOJİSİ’NİN ÖNCÜLERİ
Müstakil bir bilim dalı olarak din sosyolojisi, 1850’lerden sonra ortaya çıkmıştır. Sosyolojisinin isim babası A. Comte, aynı zamanda din sosyolojisinin ilk kurucularındandır.
A. COMTE (1798–1857):
A. Comte’un meşhur üç hal kanunu (teolojik, metafizik ve pozitif dönemler) incelendiğinde, bunun dini bir karakter taşıdığı görülmektedir. Üç hal kanununda dinle bir hesaplaşma, dinin yerini pozitif bilimlerle doldurma gayreti vardır. Bu durum ister istemez Comte’u, din sosyolojisi yapmaya zorlamıştır. Onun bu bağlamdaki görüşleri din sosyolojisine zemin oluşturmuştur.
Comte’a göre insanlığın gelişmesinde en önemli faktör hep din olmuştur. İnsanlığı bunalımdan kargaşadan kurtarmak için de dine muhtacız. Bu din; pozitif bilimlere dayanan insanlık dini”dir.
Comte, 1852’de ilk baskısı yapılan “Pozitivizm İlmihali” kitabında, bu deli saçması dini kurmaya teşebbüs etmiştir.
Comte’u inceleyen birçok bilim adamı, onun insanlık dininin bir cinnet eseri olduğunu kabul etmektedirler.
O, “Tanrı insanlıktır” diyerek Tanrı’yı yere indirerek onu, gözlenebilir bir varlık haline sokmaya çalışır. Onun ahlak anlayışı da bu çizgide oluşur. Ona göre ahlakın temel ilkesi başkaları için yaşamaktır. Başkalarından kasıt aile, vatan ve insanlıktır. O, biz insanların başlıca kusuru bencilliktir der.
Comte’un kurmaya çalıştığı insanlık dini üç temele dayanır; Prensip olarak aşk,temel olarak düzen ve amaç olarak ilerleme.Bu dinde akıl ve bilim daima gönlün efendisi olmalıdır. Böylece pozitivist felsefe; teoloji ve metafiziğin yerine geçecek, toplumdaki kargaşa bitecek; düzen sağlanacaktır. Comte’un kurmaya çalıştığı insanlık dini ve ilahi dinleri dışlayan pozitivist akım 1860’lardan sonra yetişen bazı Osmanlı Aydınlarını da etkilemiştir.
Ahmet Rıza,A. Comte’un kurduğu Pozitivizm Cemiyetine üye olmuştur. Pozitivizmin baş sloganı olan Türkçe anlamı Nizam ve Terakki olan tabirden etkilenen JönTürkler siyasi teşkilatlarına “İttihat ve Terakki” ismini vermişlerdir.
Comte’un Allah’ın yerineinsanıve toplumukoyması, dini bilgi yerine deneyvegözlemedayanan pozitif bilimleri koyması, semavi dinler yerine insanlık dinini koyması din sosyolojisi açısından büyük önem taşımaktadır.
Bu akımın bir sonucu olarak ahlak ile din birbirinden ayrılmıştır. Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslam gibi geleneksel dinlerin pozitif dönemde ortadan kalkacaklarına inanılmıştır. Bu dinlerin toplumları geri bıraktıklarına, toplumsal kargaşaya sebep olduklarına inanılmıştır.
E. DURKHEİM (1853–1917):
Din’le ilgili görüşleri, onu din sosyolojisinin öncülerinden birisi haline getirdi. Bu bağlamdaki en önemliçalışmaları “Din Hayatının İlkel Şekilleri” ve“İntihar”isimli kitaplarıdır. Dinin tabiatı konusunda A. Comte’la aynı fikirdedir. Yani, dinin başlangıcını ve özünü tamamen sosyal şartlarla izah etmektedir. Onun sosyoloji ve din sosyolojisi anlayışı kolektif şuur kavramına dayanmaktadır. Ona göre kolektif şuur;bir toplumdaki müşterek duygu ve düşünceler topluluğudur. Kolektif şuurun temelinde din vardır.
Ona göre kolektif (ortak) şuurun en iyi görüldüğü toplum tiplerinden birisi klanlardır. Klanlar, bu sayede meydana gelmişlerdir.Totemizm, Durkheim’e göre en eski dindir.
Ona göre, totemleri korumak amacıyla getirilen tabular yani yasaklar, hukuku ve dini hukuku ortaya çıkarmıştır.
Durkheim’a göre felsefeve bilimdinden doğmuştur. Aynı şekilde bütün sosyal müesseselerin kaynağı da dinidir. Din de toplumdan yani kolektif şuurdan doğmuştur.
Durkheim, “İntihar” isimli bir çalışmasında, dini inançlarla intihar arasında bir bağ olup olmadığını araştırmıştır.
E. DURKHEİM’A YÖNELİK ELEŞTİRİLER:
Onun görüşleri bilimsel olarak ağır eleştirilere tabi tutulmuştur. Öncelikle o, dinin ilahi boyutunu reddetmiştir.
Dinin kaynağı olarak toplumu göstermesi, sonra da toplumun kendi ürettiği bir tanrıya tapınması bir tenakuz olarak görülmüştür. Yani fail de meful de aynı anda toplumdur. Onun teorisi ilkel insanların dinlerini açıklamaya çalışan bir hipotezden ileri gidememiştir.
Üzerinde durduğu ana din totemizm, metafizik ve idealden mahrum bir dindir. Onda ruhun ölmezliği, ahiret ve hesaplaşma gibi yüksek mefhumlar yoktur.
Tarihi olarak totemizm ve klanlar ilk din ve ilk insan toplumu değildir. Dolayısıyla bu dini, dinlerin anası kabul etmek mümkün değildir.
DİN SOSYOLOJİSİNİN ÖNCÜLERİ OLARAK
TEKÂMÜLCÜLER: Kendilerine tekâmülcü din nazariyecileri denilen sosyal bilimciler de din sosyolojisinin öncüleri arasında kabul edilmektedir. Bunlar, günümüzdeki dinlerin basit bir dinden tekâmül ederek geliştiğini ispat etmeye çalışmışlardır. Her biri diğerinin tezini yalanlamıştır.
H. SPENCER (1820–1903):
Spencer, tıpkı Comte ve Durkheim gibi dinin ilahi boyutunu bir kenara bırakmaktadır. Bununla birlikte o, dinin sosyal bir realite olduğunun da kabul etmektedir. Fonksiyonalist din sosyolojisinin temellerini atmıştır. Spencer da, dinin menşei’ni açıklamaya çalışmıştır.
Ona göre bir toplum ne kadar basitse dini de o kadar basittir. Ona göre ilk din, ailelerin atalarının ruhlarına tapınmaları şeklinde başlamıştır. Böylece bu ilk din, tekâmül ederek günümüzdeki dinler meydana gelmiştir.
Dini duygunun kökünde ölüm korkusunun yattığını öne süren Spencer’a göre insan, önce uyku ve rüya tecrübesi üzerinde düşünerek ruh ya da eş fikrini idrak etmiştir.
Bundan sonra, ruhun ölümden sonra da yaşadığı düşünülmüş ve buradan hareketle ataların ruhlarına tapınma dini ortaya çıkmıştır. Ona göre bu süreç Politeizmi (çok tanrıcılığı) ortaya çıkarmış, ileriki yıllarda bu yapı evrimleşerek monoteizm (tek tanrıcılık) doğmuştur.
Ona göre, dinin merkezinde ayin ve ibadet yatmakta olup,
ibadetlerin yönetimiise din adamıya da rahipler sınıfının ortaya çıkmasına neden olmuştur.
Spencer'ın üzerinde durduğu bir nokta da, mistisizminve zühd hayatınınbütün dinlerde görülmekte olan evrensel bir karaktere sahip olduğudur.
SPENCER’A YÖNELİK ELEŞTİRİLER:
Dini; sırf beşeri tecrübeye dayalı basit bir hayret duygusuna indirgemesi nedeniyle Spencer, tenkit edilmiştir.
Aynı şekilde, toplumların hayatını, düz bir hat üzerinde seyreden bir tekâmüle irca etmek istemesi, üstelik bu tekâmülün dinde de geçerli olduğunu öne sürmesi de çok tenkit edilmiştir.

E. TYLOR (1832–1917):
Bu da Spencer gibi İngiliz asıllı bir bilim adamıdır. İkisi arasına dini tekâmül fikirlerinin gerçek sahipliği konusunda ciddi tartışmalar yaşanmıştır. Her halükarda gerek Spencer gerekse Taylor’da dinlerin tekâmülü, animizm kavramı ve bunun rüya olayına bağlanışı, atalara tapınma ve nihayet dinin toplum hayatındaki fonksiyonlarının tartışılması konuları ortaklaşa olarak mevcuttur.
Tylor, bütün dinlerin özünün animizdenyani ataların ruhlarına veya ilahlaştırılmış ata ruhlarına tapınmaktan kaynaklandığını iddia etmiştir. Tylor’un animizm nazariyesi ruhları ‘iyi’ ve ‘kötüruhlar’olarak ikiye ayırmaktadır.
Felsefe de animizm, ruhu hayatın başlangıcı sayan bir sistemden ibarettir. Dinler tarihinde animizm, ruhlara ve bilhassa ilahlaştırılmış ata ruhlarına tapınma şeklindeki dine verilen isimdir. Sosyolojide animizm, insan iradesine benzeyen ruhların toplumu ve orada ortaya çıkan olayları yönettiğini savunan görüştür.
E. Tylor, dinlerin menşeine dair animist nazariyesini ispat edebilmek için, rüya hadisesi üzerinde ısrarla durmaktadır. Buna göre, ilkel insan için rüya ruhun geçici olarak gövdeden ayrılması ve orada burada rasgele dolaşması, ölüm ise, ruhun devamlı olarak bedeni terk etmesidir.
İlk insanlar atalarının iyi ruhlarına tapınmışlar ve böylece atalara tapınma şeklindeki ilkel toplumlarda rastlanılan din şekli ortaya çıkmıştır. Ataların ruhlarına tapınma şeklinde başlayan din, tabiata tapınma şekline dönüşmüştür.
TYLOR’A YÖNELİK ELEŞTİRİLER:
Animizmin insanlığın ilk dini olduğu yolundaki görüşü; büyük tenkitlere maruz kalmıştır. Eleştiri getirenlerden birisi de E. Durkheim’dir. Ona göre, bilhassa rüyada iken geçici olarak gövdeden ayrılan, ölümle de devamlı surette bedeni terk eden insan ruhunun nasıl olup da kutsiyet kesbettiği hususu bu nazariyede vazıh bir şekilde açıklanamamıştır. Durkheim’e göre tapınılan ruhlar ancak müstesna ruhlardır. Bu duruma göre Tylor’un iddia ettiği gibi hayattayken gayri kutsi olan insan ruhunun öldükten sonra kudsiyet kazanması söz konusu değildir. Ruh fikri hemen bütün dinlerde mevcuttur. Animizmi insanlığın ilk dini saymaya imkân bulunmamaktadır.
M. MÜLLER (1832–1900):
M. Müller de dinin menşeini bulduğunu iddia eden tekâmülcülerden birisidir. Hint kutsal kitapları olan Veda’ ları inceleyen ve görüşlerini onlara dayandıran Max Müller, dinlerin menşei konusunda naturizm denilen nazariyeyi savunmaktadır.
Natürizm nazariyesi tabiatçılık veya tabiata tapınma, yani fiziki çevrede rastlanan güçlerin tanrılaştırılması demektir.
Natüristlere göre dinin aslı bu şekilde başlamış olup, insanlığın ilk dini tabiata tapınma şeklinde ortaya çıkmıştır.
M. Müler, Hinduların mukaddes kitapları olan Veda’lardaki ilah isimlerinin tabiat kuvvetlerini temsil ettiğini ifade ederek görüşüne destek bulmaya çalışmaktadır.
M. MÜLLER’E YÖNELİK ELEŞTİRİLER:
E. Durkheim, bu nazariyeye de ağır eleştiriler getirmiştir. Ona göre bir kere tabiat kuvvetleri insanlara din duygusunu vermiş olsalardı, o zaman bütün toplumların aynı dini duygulara aynı dinlere sahip olmaları gerekirdi. Eğer insanlar, tabiat olayları karşısında korku ve saygı duymuşlarsa, o olayların tekrarlanması sonucu onlara alışacaklarından hayret, korku ve saygının neticede dinin ortadan kalkması gerekirdi. Ancak durum böyle olmamış,
aksine insanların tabiat olaylarına aşinalıkları artıp, tabiatın sırlarına eriştikçe dine olan bağlılıkları da artmıştır.
J. FRAZER (1854–1941):
Ona göre ilk din büyü’dür. O, büyünün tabiat kuvvetlerine hâkim olup,onları kullanabilme teşebbüsünün iptidai formu olduğunu söyler. Frazer’a göre büyü, tarihi olarak dinden öncedir ve din kaynağını büyüden almıştır. İkinci olarak Frazer’a göre sihri kavramlar dini kavramlara nispetle çok daha basit ve iptidaidir. Dini kavramlar ise, oldukça mücerret ve karmaşıktır. Bu da büyünün dinden önce geldiğini ortaya koymaktadır.
FRAZER’A YÖNELİK ELEŞTİRİLER:
Ona yönelik de birçok itiraz ve eleştiri yapılmıştır. Bunlar arasında M. Mauss ve H. Hubert da vardır. Onlara göre J. Frazer, modern toplumlardaki büyü anlayışıyla geleneksel toplumlardaki büyüye bakmıştır. Bu çok yanıltıcıdır. Çünkü aralarında büyük farklar vardır.
Ayrıca sihri fiiller ve ayinler Frazer’ın iddia ettiği gibi son derece basit bir karaktere sahip olmak yerine ziyadesiyle karmaşık ve tabiatüstü âlemle alakadardırlar.
Öte yandan büyü sistemlerinin evrensel bir karaktere sahip olup, her yerde aynı oldukları görüşü de yanlıştır.
TEKÂMÜLCÜLERE YÖNELİK GENEL ELEŞTİRİLER
Tekâmül nazariyeleri müşterek bir pozitivist iskelete sahiptirler ve bundan dolayı dinin ilahi boyutunu görmezden gelmişlerdir.
Tekâmülcü din nazariyeler tarihe düz bir çizgi gibi bakmışlardır. Tekâmülcüler dinlerin önceleri çok tanrılı bir şekilde başladığını, bunların uzun bir tekâmül evresinden sonra tek tanrılı dinler haline geldiklerini savunmuşlardır.
Bu görüşe W. Schmidt ve onun meslektaşları karşı çıkmıştır.
H. BERGSON (1859–1941):
H. Bergson bir filozof olmasına rağmen ortaya attığı görüşlerle din sosyolojisinin öncüleri arasında yer
almaktadır. Özellikle “Ahlak ve Dinin İki Kaynağı” isimli eserinde din sosyolojisi açısından önemli bilgiler vardır.
O, bu eserinde sadece sosyal sebeplerin dini izah etmede yetersiz kaldığını ifade etmektedir.
Bergson’a göre iki türlü toplum bulunmaktadır. Bunlardan birincisi kapalı toplum ötekisi de açık toplumdur. Kapalı toplum, kolektif bir düzen içinde yaşayan, henüz ferdi ahlak ve sorumluluğun yer almadığı ve her türlü yenilik ve değişmeye geleneksel kurumlarıyla karşı koyan toplum düzenidir. Buna karşın açık toplum, üyelerinin cemaat birliğinden kendilerini kopardıkları, bu nedenle de inançları ve dünya görüşleri bakımından ferdiyetçiliğe yönelmiş olup, her türlü yenilik ve değişmeye açık bulunan toplumdur.
Ona göre bu iki topluma iki tip din tekabül etmektedir. Bunlardan kapalı toplum tipine içgüdülere dayanan Statik Din, açık toplum tipine de mistik sezgiye dayanan Dinamik Din tekabül etmektedir. O, iptidai dinlerin birinci din tipine, yüksek dinlerin de ikinci din tipine girdiğini savunmaktadır. O, böylece dinler arasında, sosyologların bir türlü görmek istemediği bir farkın olduğunu kabul etmektedir. Çünkü ona göre bir toplum kapalıysa onu bu halde tutan dinidir. Bir toplum açıksa da onu bu hale getiren yine dinidir.


[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]
Alıntı ile Cevapla