Tekil Mesaj gösterimi
Alt 23 Aralık 2013, 15:45   Mesaj No:5

enderhafızım

Medineweb Emekdarı
enderhafızım - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:enderhafızım isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 5879
Üyelik T.: 28 Aralık 2008
Arkadaşları:32
Cinsiyet:Bay
Memleket:İst
Yaş:38
Mesaj: 3.186
Konular: 1383
Beğenildi:166
Beğendi:17
Takdirleri:216
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: Din Sosyolojisi Ders Notları (14 Hafta)

5. HAFTA

TÜRKİYE’DE DİN SOSYOLOJİSİ
DİN SOSYOLOJİSİ’ NİN TÜRKİYE’YE GİRİŞİ:
Sistematik anlamda Batı’da sosyoloji ve din sosyolojisi 1850’lerden sonra doğmuştur. Esasen bu dönemde, ikisi birbirinden çok da ayrılmamaktadır. 1900’lere gelindiğinde Türkiye’de birçok sosyal bilimci, sosyolog hatta siyasetçi bilerek ya da bilmeyerek din sosyolojisi de yapıyordu.
Mesela, 1860’lardan sonra Türkiye’de etkili olan ve kendilerine Yeni Osmanlılardenilen; Ziya Paşa, Namık Kemal, Ali Suavi gibi şahısların eserlerine bakıldığında din sosyolojisini ilgilendiren önemli yaklaşımlar bulmak mümkündür. Aynı şekilde 1889’da gizli olarak kurulan İttihadı Osmani Cemiyetinden sonra etkili olan Jön Türk’lerin eserlerinde de din sosyolojisiyle ilgili önemli veriler vardır. Fakat vatan, millet ve din meselelerini
ele alan bu aydınlar şuurlu bir şekilde din sosyolojisi yapmamışlardır.
Onlardan Ahmet Rıza ve Prens Sabahattin Osmanlı Devleti’ni kurtarmak ya da onu yenilemek için Batı’da doğan sosyoloji biliminden istifadeetmeye çalışmışlardır.
AHMET RIZA:
Önde gelen Jön Türkler’den olan Ahmet Rıza kendisine pozitivist felsefeyi öğreten Pierre Lafitte’in etkisi altında kalmıştır. Ayrıca o, A. Comte’nin kurduğu “Pozitivizm Cemiyeti” ne üye olmuştur. 1896’da yayınlanmaya
başladığı Meşveret gazetesinin başlığı altına Pozitivizmin baş sloganı olan “Nizam ve Terakki”tabirini koymuştur.
Bundan etkilenen merkeziyetçi Jön Türkler, teşkilatlarına “İttihat ve Terakki” adını vermişlerdir.(Daha önce cemiyetin adı İttihad-ı Osmani idi.)
Ahmet Rıza, politik sistemini Güç” ve “iktidar”kavramlarına dayandırmış olan A. Comte’un etkisiyle,
Meşruti bir yönetimde merkeziyetçibir sistemi savunmuştur. Şark meselesi üzerine bir kitap yazan
Mc Donald’a göre “inanmış bir pozitivist” olan Ahmet
Rıza, büyük bir ihtimal ile iyi bir Müslüman sayılmazdı.
PRENS SABAHATTİN:
Yine önde gelen Jön Türk, Prens Sabahattin de Ahmet Rıza gibi Batı etkisinde yetişmişti. Avrupa’ya gidince Frederic le Play tarafından temsil edilmekte olan İlmi İçtimaî doktrinini benimsemiştir.
Prens Sabahattin, Teşebbüs-ü Şahsi ve Âdem-i Merkeziyetcemiyetini kurmuştur. Yine Jön Türkler’den Mevlanzâde
Rıfat, Prens Sabahattin’i kendi halkını, memleketini, dinini bilmediği için yanlış reçeteler sunmakla suçlamaktadır.
E.E. Ramsaur da Prens Sabahattin’in, Demolins’in fikirlerini olduğu gibi alıp Osmanlı Devletine uygulamasını tenkit etmektedir. Önceleri Jön Türk liderlerinden olan Mehmet Murat’ta, sosyal meselelere fiziki ve biyolojik ilimlerin metodunu tatbik etmek isteyen Draper’in etkisinde
kalmış ve laikliği savunmuştur.
1908 sonrası görülen diğer bir cereyan da uzun süre Paris’te meşrutiyet taraftarı olarak yaşayan Yahudi dönmesi Şefik Hüsnütarafından oluşturulmuştur.
Bu zat Fransız sosyalisti Jean Jaures’in etkisinde kalarak Türkiye’de Marksistsistemi savunmuştur. Bu sistemin taraftarları Jön Türk ihtilalinden sonra (II. Meşrutiyet) “Sosyalist Fırka”isimli bir parti bile kurmuşlardır.
1912’de Selanik’te Türk Sosyalistler Birliğikuruldu.
Türkiye’de modern anlamda bir din sosyolojisi geleneği
19. Yüzyılın sonlarından itibaren başlamıştır.
Bu dönemde sosyolojiyle ilgilenen Ahmet Rıza, Ahmet Şuayp, Bedii Nuri, M. Satı, Prens Sabahattin, Celal Nuri, Ziya Gökalp ve Mehmet İzzet gibi ilk sosyologların din sosyolojisi ile ilgili konulara da temas ettikleri bilinmektedir.
Bu sosyologlar arasında Ziya Gökalp’in daha farklı bir konumu vardır. Öncelikle o, 1915 yılında Darül- Fünun’da (İstanbul Ün.) ilmi içtima (sosyoloji) kürsüsünü kurmuştu.
ZİYA GÖKALP:
Ona kelimenin dar manasıyla feylesof diyemeyiz. Çünkü kendi ortaya koyduğu bir bilgi kuramı ve sistemi yoktur. Fakat o,meşgul olduğu Batı ilmine dayanarak cemiyetimizin bütün meselelerini en etraflı ve sistematik bir tarzda görmüş olan ilk büyük mütefekkirdir. Gökalp, genel sosyoloji çalışmalarının yanı sıra, İstanbul Darül-Fünun’ unda, özellikle ilerlemiş öğrencilerine 1916-1917’de Dini Sosyolojiadı altında dersler ve seminerler vermiş olup bunlar,İlmi İçtimai Diniadı altında basılmıştır.
Hilmi Ziya Ülken’e göre onun bu sırada İlmiİçtimai, İlmi İçtimai Siyasi, İlmi İçtimai Dini gibi ders notlarının baskısı Türkiye’deki ilk sosyolojikitaplarıdır.
Gökalp’in sosyoloji çalışmalarıyla din sosyolojisi çalışmalarını birbirinden ayırmak çok da kolay değildir. Dolayısıyla onun sosyolojisi aynı zamanda onun din sosyolojisi gibidir. Gökalp’in çalışmaları incelendiğinde onun,din kurumu üzerinde önemle durduğu görülmektedir.
Çünkü onun toplum anlayışında din merkezi bir konumda yer almaktadır. O, birçok yazısında ya doğrudan ya da dolaylı olarak din kurumundan bahsetmiştir. Bu durumda onun Türkiye’de sosyolojinin kurucusu olduğu kadar, din sosyolojisinin de kurucu olarak kabul edilmesi gerekir.
Ziya Gökalp, aldığı eğitim itibariyle çekirdekten yetişme bir sosyolog değildir. Onun sosyoloji ve din sosyolojisine yönelmesinin çok önemli sebepleri vardır. O, sosyolojiyle ilgilenmeye başlamadan önce, onun içinde vatan, millet ve hürriyet sevgisine dair çok güçlü bir ideal oluşmuştur.
Daha sonra, çok zor durumdaki vatan ve milletikurtarmak için bir reçetearamaya başlayan Gökalp, aradığını sosyolojidebulabileceğini düşünmüştür.
İdealist Bir Din Sosyoloğu:
Ziya Gökalp’in sosyolojiye yönelmesinde dolaylı yoldan babası Tevfik Efendi’nin büyük etkisi vardır. Gökalp, kendi babasını ruhi derinliği olan, hür düşünceli, orta yolcu bir dindar olarak tanımlamaktadır. Ailenin Diyarbakır’daki lakabı “müftüzade”dir. Tevfik Efendinin en büyük emeli Ziya’nın İslamiyete sadık kalarak Batılı bir terbiye almasıydı.
Gökalp’in vatan, millet ve hürriyet mefküresine sahip olmasında babasının büyük etkisi olmuştur. Babası bu noktada oğluna Namık Kemal’i ideal bir örnek olarak sunar.
Tevfik Efendi, Doğu ile Batı ve mili değerler etrafında bir senteze ulaşılmasını savunan bir aydındı. Oğlunu da böyle yetiştirmek istiyordu. Gökalp’in babası bir sene geçmeden vefat etmiştir. Dolayısıyla oğluyla ilgili hayal ettiği bu eğitim programını uygulayamamıştır. Fakat bu düşünceler Gökalp için bir vasiyetname olarak onun içinde yaşamıştır.
Gökalp, idadide Fransızca öğrenmeye başlar, Batı medeniyetinin anahtarı. Aynı zamanda amcası Hasip Efendi’nin yardımıyla Şark ilimlerinde de ilerler. Hasip Efendi ulemadan bir zattır.

Hasip, Ziya’ya Arapça ile Farsça öğretti. Ona Gazali, İbn Sina, Farabi, İbn Rüşdgibi büyük İslam filozoflarını ve İbn Arabî, Celaleddin Rumigibi mutasavvıfların eserlerini tanıttı. Gazali’nin ünlü otobiyografisi Al-Munkız,özellikle metodolojik açıdan Ziya’yı çok etkiler. Bu eserde Gazali hakikati arama yolunda ne gibi aşamalardan geçtiğini anlatmaktadır. OnunDiyarbakır Mülki İdadisinde öğrenci iken Vali Sırrı Paşa’nın huzurunda, “Padişahım çok yaşa” diye, bağırmak yerine “Milletim çok yaşa” diye bağırması ve bundan dolayı disipline gönderilmesi onun milli duygularını göstermesi açısından dikkat çekici bir olaydır.
Sosyolojiyi Tavsiye Eden Bir Hoca:
Gökalp’in ideallerinin kökleşmesinde lise yıllarında kendisinden ders aldığı Rum asıllı Doktor Yorgi’nin de büyük etkisi olmuştur. Gökalp, bu yıllarda okulda bir taraftan Kelam ve Tasavvufgibi dersler alırken bir
taraftan da tabi bilimlerle ilgili dersler alıyordu.
O, bu dönemde milletin içine düştüğü problemlerden kurtulup kurtulamayacağını çok merak ediyordu. Kendine göre bir kurtuluş reçetesi arıyor fakat bu reçeteyi Kelam ve Tasavvuf gibi bilimlerde bulamıyordu:
Gökalp, bu buhranlı döneminde intihar girişiminde bulunacak kadar zor günler geçirmiştir. O, bu dönemde kendisinin “hakikatı kübra”dediği büyük hakikati aramaktadır. Bu sıralarda okullarına yeni gelen Rum asıllı Türk dostu, tarihi tabii hocası Doktor Yorgi ile tanışır. Bu yeni hoca filozof meşrep bir hocadır ve Gökalp’e özel bir ilgi gösterir. Gökalp, onu büyük bir dikkatle dinler ve onun sözleriyle yeni ufuklara açılır. Gökalp, bu dönemde hakikatı kübrayı bulur. Bu hakikat aslında babasının kendisine vasiyetinden başka bir şey değildir:
“Demek ki, büyük hakikat mefküreden ibaretti.En büyük mefküre de millet ve hürriyet mefküreleriydi.”
Gökalp, bu idealini gerçekleştirmek üzere İstanbul’a gider. O sıralarda İstanbul’da tıp öğrencileri arasında oluşan gizli bir cemiyet içinde çalışmaya başlar. Belli bir süre sonra Doktor Yorgi de İstanbul’a gelir. Gökalp, eski sınıf arkadaşı Abdullah Haşim’in teklifiyle hocasını ziyarete gider. İşte bu
ziyaret esnasında Doktor Yorgi, Gökalp’e mefküresine ulaşmak için hangi bilimlerin irşadıyla çalışması gerektiğinin ipuçlarını verir:
“Türk gençleri siyasi bir inkılap yapmak, meşruti bir idare tesis etmek istiyorlar. Bu hareket tebcile şayandır. Yalnız bir cihet var ki inkılâp, taklitle olmaz. Türkiye’deki inkılâp, Türk milletinin içtimai hayatına, milli ruhuna uygun olmalı!
Yapılacak Kanuni Esasi Türk milletinin ruhundan kopmalı! İçtimai bünyesine tevafuk etmeli! Böyle olmazsa, yapılacak inkılâbın memlekete muzır olması ihtimali var. İyi bir Kanuni Esasi yapabilmek için, öncelikle Türk milletinin psikolojisini ve sosyolojisinitetkik etmek lazım!
Gökalp, hocasının bu sözlerini de bir vasiyet olarak telakki etmiştir.
Gerçek Hürriyeti Tavsiye Eden Bir Pir:
Ziya Gökalp’i ideal noktasında etkileyen şahısların üçüncüsü de Naim Bey isimli yaşlı bir inkılâpçıdır.
Gökalp, onunla zaptiye nezarethanesinde tanışmıştır. Gökalp, bu nurlu ihtiyarın mefküreli ve ümitli sözlerinden derinden etkilenmiştir. Naim Bey’e göre gençler kedilerini ve milleti gelecek meşruti günlere hazırlamalıdır.
Kurtarıcı Bir Bilim:
Gökalp’in sosyolojiye yönelmesi, onun idealleriyle yakından ilgilidir. Gökalp, bu yeni bilimi mefkürelerine ulaşabilmek için en önemli bir araç olarak görmüştür.
Dolayısıyla ona göre sosyoloji ya da din sosyolojisi ideallere ulaştıran bir bilimdir. Bu ideallere ulaşılması da milletin kurtulması ve yükselmesi anlamına geliyordu. Bu durumda Gökalp, sosyolojiyi kurtarıcı ve yükseltici bir bilim olarak algılıyordu. Gökalp, sosyolojiyi Osmanlı Devleti’ndeki hastalıkları teşhis ve tedavi edecek ayrıca toplumu
bütünleştirecek bir bilim olarak görmüştür.
Gökalp’in sosyolojiye bu bakışıyla Batı’daki A. Comte,
K. Marx, E. Durkheim, H. Spencer ve M. Weber gibi grand teorisyenlerin sosyolojiye bakışları arasında büyük bir benzerlik vardır. Onlar da Batı dünyasında Fransız ve Sanayi Devriminden sonra ortaya çıkan“karmaşa”ya odaklanmıştı.
Onlar bu büyük problemi sosyoloji ile çözebileceklerine inanıyorlardı.
Ziya Göklap, İttihat ve Terakki Fırkası delegesi olarak Selanik’e gittiğinde E. Durkheim’den haberdar değildi.
Bir gün eline E. Durkheim’in Sosyoloji Yönteminin Kuralları adlı eseri geçer. Ona göre bu kitabın içindeki yazılar,ülkenin sosyal durumunu incelemeye olanak sağlayacak niteliktedir
Emil Durkheim’ın önderliğini yaptığı sosyoloji anlayışı, Batı’nın yine Batılı olan Marx karşısında geliştirdiği en kapsamlı ve sistemli sosyoloji ekolü ve dünya görüşüdür.
Birçok açıdan Gökalp’in ilgisini çeken sosyolizm ekolü, Türkiye’nin sorunlarının açıklanmasında etkili olmuştur.
Comte-Durkheim ikilisinin önderlik ettiği sosyolojizm ekolü, devrimci değil, düzen içerisinde ilerlemeci ve bu açıdan reformisttir. Çatışmayı ve sınıf esasını değil, milliyetçiliği ve liberalizmi esas almaktadır. Dini bir uyuşturucu olarak değil, temel toplumsal bir kurum olarak görmekte ve bu yanı ile halkın dinsel değerlerini önemsemektedir.
Bu Batılı sosyologların teorilerinde din çok önemli bir yer işgal etmiştir. Bunlar modern din sosyolojisinin öncüleri
ya da kurucuları arasında yer almışlardır.
Gökalp, bu noktadan onlarla kıyaslandığında onun dine birçok Batı’lı sosyologdan daha fazla yer verdiği görülür.
Türkiye’de birçok bilim dalında olduğu gibi, din sosyolojisi alanında da bir bilimsel gelenek vardır.
Cumhuriyet’in ilk yıllarında sistematik anlamda din sosyolojisi çalışmalarına rastlanmasa da dönemin sosyolog, felsefeci ve eğitimcileri din sosyolojisi konularına da temas etmişlerdir. Hüseyin Cahit, Durkheim’ in Din Hayatının İbtidai Şekilleriisimli kitabını Türkçe’ye çevirmiştir. Hilmi Ziya Ülken,Dini İçtimaiyatadlı makale serisini yayınlamıştır Aynı bilim adamının Dini Sosyolojikitabı bu saha da yazılan ve basılan ilk telif din sosyolojisi kitabıdır.
1949 yılında Ankara’da İlahiyat Fakültesi açıldıktan
sonra Mehmet Karasan, Hans Freyerve Mehmet Taplamacıoğlu gibi bilim adamları din sosyolojisi
alanında önemli çalışmalar yapmışlardır.
Ayrıca sosyoloji kürsülerinde Z. Fahri Fındıkoğlu, N. Şazi Kösemihal, Şerif Mardin ve Amiran Kurtkan gibi birçok sosyolog da Türkiye’deki din sosyoloji çalışmalarına önemli
katkılar sağlamışlardır.



[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]
Alıntı ile Cevapla