Tekil Mesaj gösterimi
Alt 23 Aralık 2013, 14:46   Mesaj No:7

enderhafızım

Medineweb Emekdarı
enderhafızım - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:enderhafızım isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 5879
Üyelik T.: 28 Aralık 2008
Arkadaşları:32
Cinsiyet:Bay
Memleket:İst
Yaş:38
Mesaj: 3.185
Konular: 1383
Beğenildi:166
Beğendi:17
Takdirleri:216
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: Din Sosyolojisi Ders Notları (14 Hafta)

7. HAFTA

DİN-TOPLUM İLİŞKİLERİ BAĞLAMINDA
DİN SOSYOLOJİSİ
Din ve Toplumun Karşılıklı Etkileşimi:
Din ve toplumun karşılıklı etkileşimi din sosyolojisi açısından çok önemlidir. Şimdi, sosyal hayat kaçınılmaz olarak dini hayatı etkiler gerçeğini gösteren başka bir örneğe gelelim. Irk meselelerinden cinsiyet meselelerinegeçelim ve sosyokültürel bir fenomen olarak feminizmin
çağdaş dini yaşamı nasıl etkilediğini inceleyelim:
Feminizm; Bell Hooks tarafından "karşı cinsin daha zayıf/yeteneksiz olduğuna inananların oluşturduğu
baskıya son verme savaşı" olarak tanımlanmıştır.
Laure Kramer feminizmi, "kadınların belirli yollarla
baskı altında olduğuna ve bu baskının son bulması gerektiğine ilişkin görüş" olarak nitelendirmektedir.
Eitzin ve Zinn feminizme, "kadınların eşitliği"ni
destekleyen bir şey olarak işaret etmektedir.
Feminizm, erkeklerle kadınların insan olarak eşit olmaları ve nasıl yaşamak istedikleri konusunda eşit seçenek ve tercihlere sahip olmaları gerektiği düşüncesini temel alan ideolojik vepolitikbir harekettir.
1920'de kadınlara oy hakkını kazandıran feminizmdir.
Bu hareket sayesinde birçok kadına daha önceden kapalı olan sayısız iş alanı açılmıştır.Christel Manning'in özellikle detaylı bir şekilde ifade ettiği gibi feminizmin Amerikanhayatı üzerindeki etkisioldukça dikkate değerdir.
Askeriyeden aileye kadar feminist ideolojive taleplerle karşılaşmayan hiçbir sosyal kurum yoktur. Din de bunun dışında değildir. Lester Kurtz'un belirttiği gibi, "tüm toplumların tüm düzeylerini derinden etkileyen modern hareketlerin en önemlilerinden biri kadınların eşitlik talebidir ve bu hareket çeşitli şekilleriyle büyük dünya dinlerinin temellerine meydan okumaktadır."
Jack Wertheimer'in de vurguladığı gibi, feminizm
"cinsiyet rolleri ve cinsel adetler hakkında çok derin sorular ortaya atarak bütün Amerikalı dini gruplara meydan okudu ve çok az dini grupfeminist gündemi göz ardı edebildi."
Feminizmin kültürel bir güç haline dönüştüğüher yerde, din onunla çekişmek zorunda kalacaktır. Din feminizmle savaşıpona direnebilir veya feminizmle birleşip onu kabul edebilir, fakat her iki durumda da o, dinin evreninde kaçınılmaz bir bölüm olacaktır.
Oregon'da, Eugene Yahudi topluluğunu incelerken bu gerçekle yüz yüze geldim. 1989'da Eugene'ye taşındığımda, sadece bir sinagog vardı: Beth İsrail Tapınağı. 1950'lerden beri yalnızca, kasabadaki tek cemaate, Eugene Yahudi topluluğuna hizmet veriyordu. 1990'ların başında, Oregon Üniversitesi'nden mezun olmak üzereyken, durum değişmeye başladı. Cemaat hizipleşmeyle son bulan, yoğun iç kavgalar ve bölünmeler yaşadı. Daima dayanışma
ve birliğiyle övünmüş olan bu münzevi Yahudi topluluğu, birdenbire kendini acı bir boşanmaya giderken buldu. Ve birçok boşanmada olduğu gibi, bu bölünme oldukça sertti.
Bu cemaatin bölünmesinin birçok nedeni vardı. Fakat gerilimin en önemli kaynağı, insanların bölünmenin merkezi olarak tanımladığı, hizipçiliğin temelinde yatan
tek şey- cinsiyet meseleleri üzerindeki mücadeleydi.


Sonuçta, bu bölünmenin merkezinde, erkeklerin
ve kadınların sinagogdaki rollerive haklarıyla ilgili uzlaştırılamaz anlaşmazlıklar yatmaktaydı.
Beth İsrail Tapınağı, geleneksel ataerkil organizasyon ve ibadet formlarına dayanan Muhafazakâr bir sinagog olarak kurulmuştur. 1970'lerin ortasında topluluğun ilk hahamının ölümü ve ardından yeni birinin görevlendirilmesiyle birlikte Beth İsrail Tapınağıdeğişmeye başladı. Kurumsal ve dini değişiklikler, 1980'ler boyunca muntazaman sürdü; değişikliklere genellikle yeni hahamın feminist eşi ön ayak oldu ve bu değişiklikler cinsiyet meseleleriyle ilgiliydi.
İlk olarak, kadınların tüm sinagog törenlerine dâhil edilmesi geldi.Tevrat okuma, duaları yönetme, konuşma, şarkı söyleme -kısacası, kadınlara geleneksel Yahudiliğin sadece erkeklere ayırdığı tüm dini aktivitelerle uğraşma izni verildi ve onlar bu konularda cesaretlendirildi.
Beth İsrail Tapınağı'nda birçok kadın ve erkek, bazı duaları, feminist hassasiyetlerine uygun hale getirmek
için başarılı bir şekilde değiştirmişlerdir.
Neticede, 1990'ların başında, her bir dua yeniden yazıldı. Böylece ataerkil öğeler kadar anaerkil öğeler de listelendi.
Daha modern, cinsiyetsiz yaklaşımı tercih edenler ibadetlerini ana tapınakta sürdürürken,daha geleneksel yaklaşımlarla ilgilenenler ibadetlerini arka odada yapıyordu
Fakat çözüm kısa solukluydu. Ana tapınaktakiler arka odadakilerin bir mehitzah diktiklerinden haberdar olunca, her şey tersine döndü.
Mehitzah (sutre)fiziksel bir ayırıcı ya da engeldir ve -genellikle ince bir ahşaptan yapılmış küçük bir duvar ya da sıradan bir perde şeklinde- geleneksel Ortodoks ayinleri sırasında erkeklerle kadınlar arasına yerleştirilir.
Mehitzah'ın amacı, insanları bölmek ve bir grup
insanı dışlamaktır. Yaptıkları şey ırk ayrımıdır.
Yeni Ortodoks grubun üyelerine göre mehitzah, erkekler ve kadınlar arasındaki fiziksel, psikolojik ve ruhsal farklılıklarınuygun bir kabulü ve uygulanması olduğu kadar, Yahudi geleneğinin de bir sembolüydü.
Feministtaraftaki üyeler için mehitzah ataerkil baskının ve şüpheli dini köktenciliğin bir sembolüydü. Geleneksel taraftakiler mehitzahınkurulmasının uygun olduğunu düşünerek arka odada ibadet etme haklarının olduğunu düşündüler. Fakat ana tapınakta ibadet eden, sinagogun daha feminist görüşlü üyeleri, sinagogun her tarafına bir mehitzah inşa edileceğinden korktular.
(Minyan,Tevrat'ı okumak için on adamın gerekli
olduğu salt çoğunluktur. Geleneksel Yahudilikte,
minyan oluşturulurken kadınlar hesaba katılmaz.)
Sonuç olarak, feminist taraf, eğer arka odadaki geleneksel grup, erkekleri ve kadınları ayıran mehitzahı kaldırmazsa, Sinagogu terk etmek zorunda kalacaklarını ilan eden bir dilekçe topladılar. Küçük Ortodoks grup Beth İsrail Tapmağı'nı terk ederek bir ibadet yeri kiraladı, kendi hahamlarını buldu ve yüzyıllardır tek olan sinagogdan birdenbire iki tane oldu.
Birleşik Devletlerdeki Yahudi cemaatlerinde pek çok benzer kavga ve bölünmeler yaşanmıştır.
Ayrıca Yahudi toplulukları, cinsiyet düzenlemeleriyle ilgili farklılıklarla ve itirazlarla boğuşan tek topluluk da değildi.



Cinsiyete ilişkin tartışma ve zorluklar, Katolik Kilisesinde Episkopal Kilisesi'nde Protestan Hristiyanlığında, Doğu Ortodoksluğunda, Budizm'de, İslam'da, Mormonizm'de, Yedinci Gün Adventist-lerinde, yeni dini hareketlerde, ruhani gruplarda ve özellikle kadınların papazlığa
atanmalarıyla ilgili olarak hemenhemen bütün
Protestan mezheplerinde yaşanmıştır. Ve bugün
de yaşanmaya devam etmektedir.
Din Toplum İlişkilerinde bazen dini motivasyonlarla toplumda çok önemli değişiklikler oluşturulabilir.
Mesela ABD’de ırkçılıkla mücadele bağlamındadinin
çok önemli rolleri olmuştur.Bu da din-toplum ilişkileri bağlamında önemlidir.
Şimdi bu konudaki örnek olaya bakalım:
ABD’de 1903’te W. E. Du Bois’in edebiyat ve sosyoloji klasiği The Souls of Black Folk (Siyah Halkın Ruhları) yayımlandı. Kitapta Alexander Crummel Hakkında’ diye bir başlık vardır. Bu başlıkta hayatını dine adamış bir adamın gerçek hikâyesi anlatılmaktadır. A. Crummel, kendini Tanrı’nın hizmetine, İncil vaazı vermeye ve insanları Hıristiyanlığa davete adamış, çok zeki güzel konuşan bir adamdı. Ancak bir problemi vardı: O, siyahtı. Din adamı olmak için, papaz okuluna müracaat ettiğinde, ırkçılık engeliyle karşılaştı. Okuldan bir zencinin papaz okuluna
asla kabul edilemeyeceği cevabını aldı.
Zira ırkçılık, on dokuzuncu yüzyıl Amerika’sında o
kadar güçlü ve yaygındı ki; ülkenin önde gelen dini olan Hıristiyanlığın bu ırkçılığı tekrarlaması,yansıtması ve bazı durumlarda da güçlendirmesikaçınılmazdı. Aslında dini hayatın yanı sıra sosyal hayatın bütün alanlarında
görülen bu tür bir ırk ayrımı, 2000’li yıllarda da, hala oldukça yaygın şekilde varlığını sürdürmektedir.
Bununla birlikte, ırkçılığın Alexander Crummel’i ne mağlup edebildiğini ne de onun inancını yıkabildiğini hatırlamak gerekir. Bazı Hristiyanlar tarafından da dile getirildiği gibi karşılaştığı önyargı ve ayırımcılığa rağmen, Crummell Hıristiyanlığı terk etmemiş, tam tersine, yaşamını Tanrı'ya, inanca ve hayırseverliğe adamıştır. Hıristiyan bir misyoner olarak Afrika'da yıllarca kalmış, Washington Eyaletinde
Aziz Luke Piskopos Kilisesi'ni kurmuş ve Amerika Zenci Akademisi'nin kurucuları arasında yer almıştır.
Sivil Haklar Hareketi, 1950'lerde Birleşik Devletlerde ortaya çıkmış olan sosyal siyasi bir mücadeledir ve bu mücadele sayesinde Afrika kökenli Amerikalılar çeşitli ırkçı yasalara ve uygulamalara karşı başarılı bir şekilde meydan okuyup onları değiştirmişlerdir. Sivil haklar hareketi, Amerika tarihindeki en büyük toplumsal başarılardan
birini temsil etmektedir.
Esasen sivil haklar mücadelesi, siyah Hristiyan ahlakından ve ideallerinden doğmuştur. Bu mücadele boyunca kendi üyelerini bilgilendiren ve destekleyen hareketin tartışmasız lideri Dr. Martin Luther King'in
birçok yazısında ve konuşmasında açıkça görüleceği gibi, siyah bir Hristiyan'ın Tanrı'ya olan derin inancı, sivil haklar hareketinin damarlarında akan kan gibidir.
King'e göre, Tanrı'ya duyduğu güven, eylemciliğinin ve iyimserliğinin merkezindedir.

Eğer Tanrı'ya karşı derinden ve sabır dolu bir inancınız yoksa, o zaman kaçınılmaz olan ertelemelerle, hayal kırıklıklarıyla ve değişikliklerle yüzleşmelerde kendinizi güçsüz hissedersiniz. Tanrı yoksa tüm çabalarımız küllere dönüşür...
Sivil haklar hareketi öncesinde Güney öyle bir dünyaydı ki; beyaz ambulans sürücüleri, siyah olduğunu gördüklerinde yaralı ya da ölen insanları terk edebiliyorlardı. Hatta yaralı siyah kişi hastaneye gitmeyi başarabilirse, o zaman da hastane onu kabul etmiyordu. Bu dünyada ayrımcı yaşamın en ufak noktasına dahi meydan okumaya cesaret edecek bir siyah, uydurma ithamlarla kendisini işten atılmış, evden tahliye edilmiş veya tutuklanmış bulurdu; hatta polis gözetimindeyken çoğunlukla dövülür ya da öldürülürdü.
Bu dünyada siyah bir çocuğun yol açtığı herhangi bir terbiyesizlik onun ölümüne bile yol açabilmekteydi.
1955’te on dört yaşında, siyah bir çocuk olan Emmett Till, eczanedeki beyaz bir kadın satıcıya sözde "hoşça kal bebek" demiş ve bunun sonucunda satıcının eşi ve eşinin erkek kardeşi tarafından öldürülmüştü.
Bu cinayetle açıkça övünmelerine rağmen, her iki adamın da, tümüyle beyazlardan oluşan bir jüri tarafından herhangi bir suç işlemediklerine karar verilmiştir.
Sivil haklar dönemi öncesinde Güney öyle bir dünyaydı ki; demokrasi ve özgürlük için Birleşik Devletler adına ülke dışında savaşmış olan siyahlar, sonuçta bunların her ikisini de reddeden bir ülkeye geri dönmüşlerdi. Medgar Evers, İkinci Dünya Savaşı'ndan yeni dönmüş bir grup savaş gazisi
siyahı, oy vermek için kayıt yaptırmak amacıyla ilçe hükümet binasına götürdüğünde, beyaz bir çete, onları, ölümle tehdit ederek engellemiştir.
Bazı durumlarda siyah savaş gazileri gerçekten de kendi yurttaşları tarafından öldürülmüşlerdir: Isaac Woodward Filipinler'de Japonlarla savaştıktan bir yıl ve Güney Caroline, Aiken'deki evine döndükten sadece iki hafta sonra beyaz bir polis tarafından öldürülmüştür.
Emmett Till'in katilleri gibi, Woodward'ı öldüren polis memuru da tüm suçlamalardan beraat etmiştir.
Sivil haklar hareketi, sürekli bir şiddet tehdidi ve realitesinden bunalan bu dünyaya cesaretle karşı gelmiş
ve onun görünürdeki çirkinliğinin ve yasallaşmış dehşetinin çoğunu yumuşatmayı ve kaldırmayı başarmıştır.
Yukarıdaki metinde ABD’de ırkçılıkla mücadelede Hıristiyanlık dinine vurgu yapılasa da bu konuda ABD’deki İslami hareketin etkisi Hıristiyanlıktan geri değildir. İslam dininin renk ayrımı yapmaksızın kardeşlik anlayışı, kölelik karşısındaki tutumları vb. dikkate alındığında ABD’deki ırkçılık karşıtı tutumlarda İslamiyet’in çok önemli olduğunu da vurgulamak gerekir.
Malcolm X’in önderliğini yaptığı hareket büyük bir potansiyel taşıyordu. Bunu önlemek için Malcolm bir faali meçhul cinayete kurban gitmiştir. Ondan sonra da hareket bir türlü kendisini toparlayamamıştır.
11 Eylül saldırıları sonunda ABD’de Müslümanlara yönelik ayrımcı bakış yeniden hortlatılmıştır. Bütün Müslümanlar potansiyel terörist olarak algılanmak istenmektedir. Bu durum, ABD’de henüz bazı şeylerin
tam anlamıyla aşılmadığını ya da bilerek çarpıtıldığını göstermektedir.


[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]
Alıntı ile Cevapla