Tekil Mesaj gösterimi
Alt 23 Aralık 2013, 14:49   Mesaj No:11

enderhafızım

Medineweb Emekdarı
enderhafızım - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:enderhafızım isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 5879
Üyelik T.: 28 Aralık 2008
Arkadaşları:32
Cinsiyet:Bay
Memleket:İst
Yaş:38
Mesaj: 3.185
Konular: 1383
Beğenildi:166
Beğendi:17
Takdirleri:216
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: Din Sosyolojisi Ders Notları (14 Hafta)

11. HAFTA

TOPLUMSAL BİR İHTİYAÇ OLARAK DİN:
1. TOPLUMSAL VE MANEVİ BİR İHTİYAÇ OLARAK DİN:
Din sosyolojisinin öncüleri olan pozitivistler, dinin modern toplumlarda da etkili olacağını fakat geleneksel dinlerin modern topluma uyum sağlayamayacağı kehanetinde bulunmuşlardır. Zaman onları haksız çıkarmıştır. Daha sonra gelen din sosyologları geleneksel dinlerin de toplum için bir ihtiyaç olduğunu vurgulamışlardır. Bu çerçevede Ziya Gökalp’in görüleri de konumuz açısından önemlidir:
Gökalp’e göre din hem toplum hem de fertler için manevi bir ihtiyaçtır. Hatta değerler piramidi açısından bakıldığında din; en önemli ferdi ve sosyal olgudur.
Gökalp, pozitivist din teorisinin savunduğu modern dönemde dinin bütün toplum katmanlarında önemini kaybedeceği görüşüne katılmaz. Gerçi o da dinin özellikle siyaset alanından çekilmesi gerektiği kanaatindedir. Ama bu, dinin toplumdan tamamen soyutlanarak vicdanlara hapsedilmesi anlamına gelmez. Çünkü böyle bir durum ferdi ve sosyal problemlerin doğmasına sebep olur.
O halde insanları mes’ud eden, maddi ihtiyaçların
tatmin olunması değil, mefkürelerin tatmin ve tebcil edilmesidir. İnsanları bedbaht edip intihara sevkeden
de mefküresizliktir. Ona göre, insanın manevi hayatı
gereği gibi yaşayabilmesi için asgari düzeyde de olsa
maddi ihtiyaçlarını karşılayabilmesi gerekir. Bunu sağlayamayan birisi mefkürelerin peşinde koşamaz.
Gökalp’e göre Doğu ve Batı toplumlarının dine olan ihtiyacı da birbirinden farklıdır. Ona göre din, Doğu toplumları için daha fazla önem taşımaktadır.
Manevi Hayat ve Din:Gökalp’e göre değerler ve mefkürelerin tam anlamıyla yaşanabilmesi için insanların manevi hayatı yaşaması gerekir. Ona göre manevi hayat bir idrak melekesidir. Gökalp’e göre manevi hayatta din çok önemlidir. Bu durum milli kültür açısından da büyük önem taşımaktadır: “O halde deruni hayat, bilhassa dini, ahlaki, bedii bir hayat yaşamak demektir. Deruni hayat, muhtaç olduğu içtimaları da bu üç içtimai faaliyetin teşkilatlarından alır. Dinin içtimaları, ayinler, ibadetler ve bayramlardır.
Ahlakın içtimaları aile meclisi, siyasi meclisler, harp zamanında ordunun tecemmuu; inkılâp tecemmuları, kongreler, mitingler, grevler ve milli yahut sınıf bayramları.
Sanatın insanlara bahşettiği içtimalar da konserler, tiyatrolar, düğünler ve eğlencelerdir. Hangi milletlerde
bu gibi içtimalar kuvvetli ve canlı ise orada deruni hayat derin ve samimidir. Ona göre manevi hayatta vecdler çok önemlidir. Bunu yaşamak için maddi unsurlar o kadar gerekli değildir:
Gökalp, manevi hayatta kuru bilginin yeterli olmadığını savunmaktadır. Maddi dünyada bilmek belki yeterli olabilir fakat manevi dünyada önemli olan uygulamadır. O dünyada uygulama maddi dünyadaki bilgi gibi bir şeydir.
Bundan dolayıdır ki mefküreler ve kıymetler sahasında, bilmek yapabilmek değildir, belki yapabilmek, bilmektir.”
Gökalp’e göre dini hayat derinlemesine de yaşanmalıdır. Dini hayatı sadece şekli ya da mekanik bir şekilde yaşamak yeterli değildir. Nice insanlar vardır ki dini hayatı yalnız ilmihal bilgisiyle ayin mekanizmalarından, ahlaki hayatı yalnız an’anelere riayet etmekten, bedii hayatı yalnız sanatıntekniklerine vukuftan ibaret sanırlar.
O halde bu kimseler yalnız harici bir hayat yaşarlar:
Din, ahlak ve sanat ise bu bünyevi ve mihaniki hadiselere sığabilmekten münezzehtir.
Ona göre din, ancak toplumsal ayinlerde zirve noktasında yaşanmaktadır. Bu tarz toplantılardan istifade eden fertler de bir toplum için yaşayan hazinelerdir. Bu kimseler toplumsal mefküreleri de en yüksek perdeden yaşayan kimselerdir: “Din, ahlak ve sanat kökü içtimai vicdanda olan bir tuba ağacının üç feyizli ve velud dalıdır.”
Manevi hayatı itikâf açısından da ele alan Gökalp’e
göre, itikafa giren kimse yaygın görüşün tam aksine toplumdan kaçmaz. Ona göre tam tersine, inzivaya
çekilen kimse ferdilikten topluma kaçmaktadır
Bu teşrihler gösteriyor ki mutekif, ferdi ruhuna taalluk eden ne kadar hadiseler varsa ruhunu onlardan tecride çalışıyor. Bir ruhtan uzviyyen ruhi hadiseler çıkarılınca, orada içtimaiyen ruhi hadiselerden başka bir şey kalır mı? Demek ki mutekif içtimailikten ferdiyete kaçan bir mahlûk değil, belki ferdilikten içtimaiyata kaçan bir mevcuttur.
Bu mevcut artık içtimai şe’niyeti harici müesselerde değil, kendi ruhunun derinliklerinde görür, tadar ve yaşar. Bundan dolayıdır ki bu gibilerin ıttıla vasıtalarına mükaşefe, zevk, hal adları verilir. Bunların yaşadığı hayata da deruni hayat namı verilir. Gökalp’e göre toplum hayatında yaşayan bir kimse, gönlünü kişisel arzularına kaptırmazsa bu kişi de bir çeşit münzevi sayılabilir: “Cemiyet içinde yaşayan
bir adam da ferdi arzularına, mihaniki kaidelere gönül bağlamazsa bir nevi mutekif demektir. Hatta din sahasında bile bu nevi mutekifle mevcuttur. Nakşiler’in -halvet der encümen- dedikleri hal bu nevi itikâftan ibarettir.”
Gökalp’e göre manevi hayatla mefküre ve değerler arasında çok yakın bir bağ vardır. Bunlar birbirlerini gerektiririler:İnsanlarda, manevi hayat, yani mefküreler ve kıymetler şe’niyeti olmasaydı deruni hayat da vücuda gelmeyecekti. Fakat deruni hayat da mevcut olmayınca, manevi şe’niyetler bünyevi müesselerde tebellür eden
yeni bir mefkürenin zuhuruna kadar cansız kemikler halinde kalır. Demek ki bu iki hayat birbirinin lazım
ve melzumudur.”
Manevi Problemlerin Çözülmesinde Din: Gökalp, ruhi rahatsızlıklarla mefküre arasında bağ kurmaktadır. Yapılan bazı araştırmalardan hareket eden Gökalp, mefküresizlik dönemlerinde ruhi rahatsızlıkların arttığı kanaatindedir:
“Tecennün vakalarının mefküresiz devrelerde artması, mefküreli devrelerde azalması da bu hakikati müeyyiddir.” Ona göre ruhu idare eden asıl güç, mefküresizlik yüzünden zayıflar ve bundan dolayı birçok ruhi problem doğar. Bu problemler yüzünden insanlar içki, kumar, uyuşturucu
gibi birçok zararlı alışkanlıklara yakalanırlar. Ona göre
ruh zayıflığının en iyi ilacı mefküre sahibi olmaktır. Gökalp, gençlik döneminde yaşanan gençlik problemlerini de din ve pozitif bilimler arasında luzümsuz yere yaşanan çatışma ile izah etmektedir. Ona göre bu durumdan kurtulmanın yolu; mefküre, pozitif bilim ve din arasında uyum sağlanmasıdır.
2. SOSYAL BÜTÜNLEŞME VE DİN:
Gökalp’e göre bir toplumun çimentosu manevi duygulardaki birlikteliktir. O bu noktada ahlaka özel fonksiyonlar yüklemektedir. Ahlak ile din arasında çok sıkı ilişkiler olduğunu savunan Gökalp, aile ve devlet hayatının temelinin de ahlaka dayandığını savunmaktadır.
Demek ki içtimai zabtı rabtın kuvveti de ahlakın salâbetine tabidir. Bir yerde, ahlak kuvvetli değilse, hukukun, kanunların kuvveti de az olur. Zira kanun fertleri korkuttuğu için değil, umumun vicdanından doğduğu, milletin ahlakına uyduğu için mukaddes ve mutadır. Ahlak, irademizin banisi olduğuna binaen, terbiyenin de esasıdır.
Dini Gün ve Gecelerin Toplumsal Önemi: Gökalp, mefkürenin tazelenmesi bağlamında dini günlere büyük önem vermektedir. Fakat ona göre bu günlerin daha sosyal hale getirilmesi gerekmektedir. Gökalp, bayramlar gibi Cuma, Ramazan ve Kandil gecelerinin de daha sosyal hale getirilmesi gerektiğini savunmaktadır.
Gökalp, gerek dini gerekse milli günlerin daha sosyal hale gelmesi için bazı somut öneriler de getirmektedir
Bu içtimai günleri canlandıracak vasıta mev’ize, konferans, müsamere, temsil, konser, koşu, spor
oyunları gibi vecdli içtimaların tertibidir. Dini, ahlaki,
bedii içtimaların hepsi feyizlidir.
Gökalp, dini kutsallar üzerinde de durmuştur. Bu kutsal değerlerin toplumsal bütünlük açısından kıymeti vardır. Dolayısıyla bu kutsalların değeri çok büyüktür ve bu değer de onlara atfedilen manevi önemden gelmektedir.
Ona göre dini mukaddeslerin maddi karşılığı olamaz: “Mesela bir Mushaf-ı Şerif’in satın alındığı zaman bedeli kaç kuruştur, denilmez. Hediyesi kaç kuruştur denilir.”
3. SOSYAL DEĞİŞME VE DİN:
Gökalp, sosyal değişmede dinin çok önemli bir faktör olduğunu kabul etmektedir. 1911 yılında yazdığı “Yeni Hayat ve Yeni Kıymetler” isimli makalesinde yeni bir hayat için siyasi ve sosyal bir inkılâbı gerekli görmektedir. Bu noktada biz, Avrupa’yı olduğu gibi taklit etmemeliyiz. Onlardan istifade ederek yeni medeniyetimizi kendimiz inşa etmeliyiz.Ona göre bizler, Türklük ve Müslümanlığımızı tamamen muhafaza etmek kaydıyla Batı Medeniyetine girmeliyiz. Bu gün Batı medeniyetine girmekten başka çaremiz yoktur, aksi takdirde esirlik kaçınılmazdır.
Ona göre, Batı Medeniyetini almamızın dini açıdan
hiçbir sakıncası yoktur: “Avrupa medeniyeti müsbet ilimlerden ve sınai tekniklerden, içtimai teşkilatlardan ibarettir… Avrupa’nın kuvveti, yegane faikiyeti medeniyetindedir. Müslümanları mağlup etmesi ve bütün cihana hakim olması yalnız medeniyeti sayesindedir.
Gökalp’e göre Batı Medeniyeti aslında bizim dedelerimizin kurduğu Eski Akdeniz Medeniyeti’nin devamından ibarettir. Dolayısıyla bu medeniyet bize o kadar ters ve uzak değildir.
Akdeniz Medeniyetinin ilk müessisleri dedelerimizdir. Sonradan Müslüman Araplar, Acemler ve Türkler medeniyeti yükselterek barbar Avrupalılara öğrettiler…
O halde, bu kadar büyük hizmetlerle alakadar olduğumuz Garp medeniyetine büyük bir emeğimiz, binaenaleyh büyük bir istihkakımız vardır. Gökalp, bu bağlamda Avrupa medeniyetinden ne alacağız, sorusunu da sormakta ve buna şöyle cevap vermektedir: “Avrupa medeniyetinden
ne alacağız? Şüphesiz ondan milli bir lisan almayacağız.
Çünkü halkımız arasında konuşulan milli bir lisanımız var. Fakat lisaniyat ilmine dair usullerimiz yok. O halde ondan lisan değil, lisaniyat ilmini alacağız… ŞüphesizAvrupa’dan milli bir ahlak da almayacağız. Zira halkımız arasında milli ahlakımız da var.
Fakat ahlakiyat ilmine dair taharri usullerini bilmiyoruz.
O halde ondan ahlak değil, ahlakiyat ilmini alacağız.
Ona göre, Avrupa’dan kesinlikle din de almayacağız.
Ancak; Avrupa’dan diniyat ilmini (din bilimlerini) almamızda da hiçbir mahzur yoktur. Çünkü diniyat, bütün dinlere aynı nazarla bakan bir ilimdir ve yalnız dinlerin nasıl tetkik edileceğine dair müsbet ve objektif usulleri gösterir.
Biz Avrupa’dan daha çok usul almalıyız: “Şu ifadeler de gösteriyor ki biz Avrupa’dan hatta müsbet ilimlerin oralardaki neticelerini bile almayacağız. İlmi hakikatları kendimizde bulmak üzere yalnız ilimlerini usullerini alacağız, hatta tekniklerin fenlerin de mahsullerini değil kendilerini alacağız. Mesela, Avrupalı musikişinasların bestelerini değil, halkımız arasında terennüm edilen melodileri armonize edecek usulleri alacağız.
4. DİN VE İKTİSAT:
Değerler piramidinde iktisadı en az kıymetli bir değer olarak tarif eden Gökalp, din ve iktisat ilişkisi üzerinde
de durmuştur. Ona göre iktisat da önemli bir değerdir.
Bundan dolayı temel sosyal değerler arasında yer almıştır. Ona göre iktisat sadece maddi refahı sağlayan
bir unsur değildir. İktisat toplum için zaruri kurumların oluşmasında son derece önemlidir. Gökalp’e göre
dini hayat için de iktisat son derece önemlidir. Fakat iktisada gereğinden fazla rol biçilmesi de doğru değildir.
O, bu noktada K. Mark’ı ve E. Demolen’i eleştirmektedir.
O, Marksistlerin sosyal gerçekler arasında sadece iktisadı görüp diğerlerini gölge olarak algılamalarını doğru bulmaz.
Gökalp’e göre bütün sosyal değerler birer gerçekliktir. Bunların iktisada indirgenmesi mümkün değildir.
Aralarında karşılıklı ilişkiler vardır. Gökalp, iktisada sadece maddi üretim açısından bakan Edmon Demolen’i
de eleştirmektedir. Çünküm manevi üretim de bir çeşit üretimdir. Gökalp’e göre iktisadi alandaki işbölümü sosyal yapıdaki gelişme ile yakından ilgilidir. Ona göre tam anlamıyla gelişmemiş toplumlarda hukuk, siyaset,
ahlak, felsefe, sanat ve ilim; dinden ayrılıp kendilerini gösterememişlerdir. Ona göre modern toplumlardaki işbölümü bunların birbirlerine olan saygısını da sağlar.
Çünkü bunların hepsi bağımsız değişkendir ve faaliyetlerini kendileri için yapmaktadırlar. Dolayısıyla bunların hiçbiri diğerine alet edilmemelidir.
Gökalp, din ve iktisat bağlamında bazen İslami prensiplere de temas etmektedir. O bu yönüyle bazı
İslami referansların sosyolojik yorumunu yapmaktadır.
Bu bağlamdaki yazılarından birisi “Ticaret” isimli makalesidir. O bu makalesine “El-Kasib…”başlığıyla başlamaktadır. O daha sonra bu çerçevede bir ayeti
de yorumlamaktadır.
Gökalp, dünya için çalışmanın aynı zamanda dini bir vecibe olduğunu vurgulamaktadır. O, dindar insanları dünya için daha çok çalışmaya ve daha çok hayırlı işler yapmaya teşvik etmektedir. Ona göre böyle yapanlar hem dünyalarını hem de ahiretlerini kurtaracaklardır. O, bu yönüyle Weber’in Protestanlarda gözlemlediği ilahi takdir öğretisini hatırlatmaktadır.

[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]
Alıntı ile Cevapla