Tekil Mesaj gösterimi
Alt 23 Aralık 2013, 14:50   Mesaj No:13

enderhafızım

Medineweb Emekdarı
enderhafızım - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:enderhafızım isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 5879
Üyelik T.: 28 Aralık 2008
Arkadaşları:32
Cinsiyet:Bay
Memleket:İst
Yaş:38
Mesaj: 3.185
Konular: 1383
Beğenildi:166
Beğendi:17
Takdirleri:216
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: Din Sosyolojisi Ders Notları (14 Hafta)

13. HAFTA

İSLAM’IN SOSYOLOJİK YORUMLARI:
1. DİNİ CEMAAT: “ÜMMET”
Ziya Gökalp, dini cemaat anlamında daha çok
ümmet kavramı üzerinde durmaktadır. Ona göre ümmet, peygamberlerin oluşturduğu dini yapıdır. Ümmet yapısı bazen milli yapılardan daha kuvvetli olabilir:
“Dini camianın bazen milli cemiyetten daha kuvvetli olduğunu aşağıdaki vakıalar ispat eder. Milliyetleri bir olan zümreler, ümmetleri ayrı ise, siyasi bir cemiyet halinde yaşayamıyorlar. Arnavutluk’ta Hıristiyan ve Müslüman Arnavutlar bir millet haline giremedikleri gibi, Suriye’deki Müslüman ve Hıristiyan Araplar da bir millet mahiyeti alamadılar. Yugoslavya’daki Ortodoks Sırplar, Katolik Hırvatlar ve Müslüman Boşnaklar ayrı lisan ve harsa
malik, aynı milliyete mensup oldukları halde bir millet
gibi beraber yaşamaya bir türlü alışamıyorlar.”
Gökalp, ümmet bağının ne kadar güçlü bir bütünleştirici olduğu yolundaki tezini kuvvetlendirmek için, farklı milletten olmalarına rağmen aynı ümmette mensup olan bazı toplumların aynı devlet çatısı altında yaşadıklarını söylemektedir: “Bilakis aynı ümmetten oldukları halde, milliyetleri ayrı olan zümreler, müşterek bir devlet hayatı yaşayabiliyorlar. Büyük Biritanya Adalarında Katolik olan İrlandalılar, Protestan olan İngilizlere karşı bu kadar kanlar dökerek İstiklal mücadelesine atıldıkları halde, yine Protestan olan İskoçyalılarla Galilerin isyan bayrağına sarılmaması, ümmet rabıtasının kuvvetini gösterir.
Belçika’da da, her ikisi de Katolik olan Valon kavmiyle Flaman kavmi sakindir. Bunların birincisi Fransızca konuşur ve Fransız cinsine mensuptur. İkincisi ise bir nevi Cermen lisanı tekellüm eder ve Cermen ırkına mensuptur. Bunları da, milliyet ihtilafına rağmen birleştiren, ümmet rabıtasıdır. İsviçre’de de Fransız, İtalyan, Alman milliyetlerine mensup üç unsur hepsi Protestan olmaları hasebiyle, müşterek bir devlet hayatı yaşamaktadırlar.”
Gökalp, Türkiye’deki Türklerle Kürtlerin birlik ve beraberlik içinde yaşamasında ümmet bağının önemine işaret etmektedir. Ona ve bazı sosyologlara göre bu tarz bir yapı millet üstü bir yapıdır: “Anadoluda’ki Sünni Türklerle Kürtler, İran’daki Şii Farisilerle Türkler de aynı halde değil midirler? Bazı içtimaiyatçılar, ümmet rabıtasıyla beraber, birçok asırlarca tarih ve coğrafya iştirakinden doğan bu müşterek hayata fevkalmille (sur nationalite) namını vermektedirler.”
Ona göre, şu toplumlar ümmet medeniyeti yaşayabilmişlerdir:Cemiyetler arasında, ümmet dinine
ve ümmet medeniyetine girebilmiş olanlar üç takımdır: Hıristiyan kavimler, İslam kavimler, Budist kavimler.”
Dini cemaat ya da ümmet yapısı her dinde değişik şekillerde tezahür etmektedir. O, bu çerçevede önce Hıristiyanlık (Katoliklik) ile İslamiyet’i daha sonra da Budizm ile İslamiyet’i karşılaştırmaktadır: “Ümmet teşkilatı her dinde başka bir tarzda tecelli eder. Katoliklerde Hıristiyan ümmeti bir hükümet tarzında taazzi etmiştir. Hükümetin imparatoru papa, vezirleri kardinaller, valileriyle mutasarrıfları başpiskoposlarla piskoposlar’dır.”
İslam ümmetinin yapısı ise Katoliklerden oldukça farklıdır: “Müslümanlarda ise ümmet, bir hükümet şeklinde değil,
bir darülfünun suretinde taazzi etmiştir.
Bundan dolayıdır ki Hıristiyanlıkta dini teşkilata kilise
namı verdiği halde, Müslümanlarda medrese adı verilir. Müslümanlarda ruhani reisler yoktur; yalnız müderrisler vardır. İslamiyet, akıl ve hürriyet esaslarına istinat etmiştir.
Gökalp, aynı zamanda İslam içindeki tekke ve
medrese geleneğini de karşılaştırmaktadır. O, İslam ümmet yapısında medrese geleneğinin ana gövdeyi oluşturduğu kanaatindedir:
İslam ümmeti, Budizm’de olduğu gibi, bir tekkeler konfederasyonu değildir. İslam ümmeti eğitimi ve bilgiyi esas alan bir üniversite gibidir: “Bundan dolayıdır ki, İslam ümmeti, Buda’nın ümmeti gibi bir tekkeler konfederasyonu değil, bir medreseler müttehidesidir. Bütün İslam âlemi büyük bir darülfünundur.
Mezhep sahipleri olan imamlara gelince bunlar da doktrin sahibi âlimlerden ibarettir. Bundan anlaşılıyor ki İslamiyet’te din, idari bir velayete değil, ilmi bir velayete istinat eder.”
Gökalp’in ümmet yapılarını karşılaştırmasından
şu sonuçları çıkarabiliriz:
1- Hıristiyanlık (Katoliklik) ümmet yapısı, siyasi bir
örgüt gibidir. İslam ümmet yapısı ise, bir üniversite gibidir.
2- Hıristiyanlık ümmet yapısı bir imparatorluk
örgütünü andırmaktadır. Papa, bu yapının imparatorudur. Kardinaller vezirleridir. Başpiskoposlarla piskoposlar valiler ve kaymakamlarıdır. Burada yönetmek ve siyaset ana unsurdur. Bundan dolayı bu yapıya “kilise” ismi verilmiştir.
İslam ümmeti ise, bir üniversite örgütünü andırmaktadır. Şeyhulislam, bu üniversitenin rektörüdür. Her kasabadaki müftüler fakülte dekanlarıdır. Mezhep sahibi imamlar
da doktrin sahibi alim ya da din bilginleridir. İslam üniversitesinde (ümmet yapısında) belli bir hiyerarşiye
göre örgütlenmiş ruhani liderler yoktur. Bunların yerine din bilginleri vardır. Burada siyaset yerine bilim ana unsurdur. Bundan dolayı bu yapıya “medrese” ismi verilmiştir.
3- Budist ümmeti, daha çok mistik hayatı gaye edinen bir tekkeler konfederasyonu şeklinde örgütlenmiştir. Bunlarda akıldan çok duygular ön plandadır. Öncelikle kendilerini ve birkaç kişiyi kurtarmayı hedeflerler. İslam ümmetinde ise, akıl ve hürriyet kavramları öne çıkmaktadır. Bunlar sadece kendilerini değil, bütün toplumu hatta bütün insanlığı kurtarmayı hedeflerler.
Gökalp, İslam ümmet yapısının daha güçlü hale getirilmesi gerektiği kanaatindedir. Bunun için öncelikle bütün İslam âlemindeki medreselerin seviyesi yükseltilmelive ortak hedefler doğrultusunda hareket etmelidir. Bu kalite daha sonra tekke ve camilere de yansıyacaktır. Gökalp, medreselerin seviyesini yükseltmek için somut projeler de önermektedir. Buna göre, her yıl Müslüman
bir ülkenin başkentinde medreselerde ders veren bilim adamlarının katılacağı bir bilimsel kongre yapılmalıdır.
2. DİNİ BİR KURUM OLARAK HİLAFET:
Ümmet kavramı ve yapısı üzerinde önemle duran Gökalp, bu yapıyla ilgili olan hilafet kurumu üzerinde de önemle durmuştur. O hilafete sosyolojik açıdan yaklaşmış ve bu çerçevede tahliller yapmıştır.
Hilafet Tipolojileri: Hilafet konusunda oluşturduğu dört ana tipoloji şunlardır: 1- Halife sultanlar. 2- Sultan halifeler. 3- Teşkilatsız halifeler. 4- Günümüzdeki halifelik (Teşkilatlı ve bağımsız halifeliktir.)
1- Halife Sultanlar: Gökalp’e göre Hülefai Raşidin dönemi halife sultanlar dönemini temsil etmektedir. Ona göre bu kimselerin asıl vazifesi halifelikti. Bu dönemde güçlü bir devlet teşkilatı olmadığından dolayı bunlar sultanlık vazifesini de yapmak zorunda kalmışlardır.
Gökalp’e göre bu halife sultanlar maalesef bazı zorlayıcı sebepler yüzünden siyasete girmek zorunda kalmışlardır. Bu durum, Sünni, Şii ve Harici gibi akımların oluşmasına sebep olmuşlardır. Ona göre bu halifelerin siyasete karışmak zorunda kalması bir talihsizliktir.
2- Sultan Halifeler: Gökalp’e göre, Emevi, Abbasi
ve Osmanlı halifeleri sultan halifeliği temsil ediyorlardı.
Çünkü bu halifelerin esas memuriyeti sultanlıktı. Bunlar sultan oldukları halde hilafeti ek bir görev olarak üzerlerine aldılar. Gökalp’e göre bu dönemde halifeler siyasetle çok uğraştıkları için, dine pek olumlu katkılar verememişlerdir.
3- Teşkilatsız Halifeler: Gökalp’e göre İslam tarihinde
bazı dönemlerde halifeler siyasetle uğraşmadıkları halde yine de pek başarılı olamamışlardır. Çünkü bu dönemde halifeler bir hilafet örgütlenmesi oluşturamamışlardır.
Ona göre Selçuklular döneminde Bağdat’taki halifeler, Kölemen Sultanları devrinde de Mısırdaki halifeleri bu modelin örneklerini oluşturmaktadır. Ona göre merkez
ve çevre arasında kopukluk yaşayan bir toplumda bu halifelerin din adına yapabileceği fazla bir şey yoktu.
4- Bağımsız ve Teşkilatlı Halifeler: Gökalp, Türkiye’de yeni dönemde başlayan yeni hilafet modelini bu şekilde tanımlamaktadır. Ona göre bu model içinden çok sayıda halife gelecektir. Bundan dolayı halife kelimesini çoğul kullanmıştı. Bu durum bize, Gökalp’in hilafetin kaldırılabileceği ihtimalini hiç düşünmediğini gösterir.
Ona göre yeni dönemle birlikte başlayan halifelik modelinde halifeler, siyasetle uğraşmak zorunda kalmayacaklar aynı zamanda geniş bir ümmet teşkilatı meydana getirebileceklerdir. Böylece bunlar daha önceki dönemlerdeki halifelere pek de nasip olmayan sadece dini görevlerini yerine getirme imkânına nail olacaklardır.
İslam tarihinin en güçlü dönemleri hilafetle siyasetin birbirinden ayrı olduğu dönemlerdir. Yavuz Selim’in hilafetle saltanatı birleştirmesi Osmanlı devletinin zayıflama sürecini başlatmıştır.
Darulhikmetül İslamiye, hilafetin heyeti müşaviresi olmak üzere hazırlanmış dini bir Encümeni Daniş’tir.
Gökalp, yeni dönemdeki halifelik teşkilatının Hıristiyan dünyadaki teşkilatlara benzetilmemesi gerektiğini düşünmektedir. Çünkü bu yapılar siyasetin içindedir.
Gökalp’e göre yeni ümmet teşkilatının gayrimüslimlere benzememesi için bu teşkilat cami merkezli olmalıdır. Çünkü camiler hiçbir zaman siyasete alet olmamışlardır.
Gökalp, yeni dönemde halifeye bazı kurumların yardımcı olması gerektiğini savunmaktadır.
Hilafetin Yeni Şekli:Gökalp, Türkiye’de saltanat kaldırıldıktan sonra hilafetin aldığı yeni şekli ideal
bir model olarak takdim etmektedir.Gökalp, yeni dönemde hilafetin İslam ülkeleri arasında daha iyi bir bütünleşmeye sebep olabileceğini düşünmektedir. Ona göre yeni dönemde hilafet kurumu gerçek değerini bulmuştur.
Gökalp, hilafet kurumunu cemaatla kılınan namaz bağlamında ele almaktadır. Sadece cemaatla kılınan Cuma ve Bayram namazları halifenin varlığını gerektirmektedir.
Bu namazlarda görev yapacak olan imam ve hatiplerin Halifenin özel izni ve vekâletiyle atanması gerekir. Halife mevcut olmadığı zamanlarda bu namazların eda edilip edilmeyeceği ihtilaflı olduğundan dolayı, halifenin gerçek vazifesi bu gibi konularda bir imameti kübra yapmasıdır.
İslam ümmetinin birliğini temsil eden Hilafet makamı, sadece bir milletin siyasetiyle sınırlandırılmamalıdır.
Gökalp’e göre Türkiye’de yeni halifenin atanması çok önemli bir olaydır.
Gökalp’e göre Osmanlı halifelerinin hem siyasi hem de dini otoriteyi aynı anda taşımaları yüzünden birçok İslam ülkesi halifeyi tam anlamıyla kabullenemiyordu. Çünkü dini işlere siyasi işlerin karışmasından emin olamıyorlardı. Oysa yeni dönemde Halife hiçbir devletin özel siyasetine bağlı olmayacağından dolayı bütün İslam dünyası tarafından daha kolay benimsenecektir.
Gökalp’e göre Hilafet kurumunun bu yeni modeli eskisinden binlerce defa daha üstündür. Hilafet hakkının Osmanlı Ailesine ait olması da gayet isabetli bir durumdur. Çünkü Osmanlı ailesi Türklük ve İslamiyet’e büyük hizmetler yapmış bir ailedir.
O, hilafetin bu yeni şeklinin oluşmasına katkılarından dolayı Türkiye Büyük Millet Meclisine ve onun başkanı Mustafa Kemal Paşa’ya teşekkür etmektedir. Gökalp’e göre böylece hâkimiyeti milliye ve demokrasi ile hilafet kurumu arasında bir uyum sağlanmıştır. Bu uyum gerçek bir İslam Birliğinin oluşmasına hizmet edecektir.
Erol Güngör, Ziya Gökalp ve Türkçülük’te Din Meselesi, isimli makalesinde, Ziya Gökalp’in yeni dönemde takip edilmesini arzu ettiği ümmet programından bahseder.
“Gökalp, Türklerin ümmet mefküresi İslamlıktır, diyor. Ona göre Türkçüler şu esasları ihtiva eden bir ümmet programına sahip olmalıdırlar:
1- Bütün İslam milletleri arasında ortak olan Arap harflerini değiştirmeksizin muhafaza etmek.
2- Bütün İslam kavimlerinde terimlerin ortak bir
hale getirilmesi için İslam ümmeti arasında terminoloji kongreleri toplamak ve terimleri Türkçeden, Arapçadan
ve kısmen de Fransızcadan yapmak.
3- Bütün İslam kavimlerinde ortak bir terbiyenin (eğitim) kurulması için terbiye kongreleri toplamak.
4- Bütün İslam kavimlerinin müftü teşkilatları arasında daimi bir bağ vücuda getirmek.
5- İslam ümmetinin sembolü olan hilalin kutsallığını muhafaza etmek.
Hilafet ve İngilizler: Gökalp, birçok defa İngilizlerin
İslam dünyasındaki emellerini devam ettirebilmek için hilafet kurumunu kullanmaya çalıştıklarını vurgulamaktadır.
“… İngilizler hala İslam halifesinin kendi emirleri altında bulunmasını istiyorlar. Boğazlar meselesinin iç yüzünü yoklarsak gizli maksatlarının başında bunu görürüz. İngiltere, Boğazlarda müdahalekar bir mevkide bulunmakla Darül Hilafeyi yani dört yüz milyon Müslümanın mukaddes halifesini kendi nüfuzu altına almak istiyor.”

[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]
Alıntı ile Cevapla