Tekil Mesaj gösterimi
Alt 23 Aralık 2013, 15:21   Mesaj No:4

enderhafızım

Medineweb Emekdarı
enderhafızım - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:enderhafızım isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 5879
Üyelik T.: 28 Aralık 2008
Arkadaşları:32
Cinsiyet:Bay
Memleket:İst
Yaş:38
Mesaj: 3.185
Konular: 1383
Beğenildi:166
Beğendi:17
Takdirleri:216
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: KUR”AN Tercüme Teknikleri Ders Notları (14 Hafta FuLL)

4. HAFTA

1- MÜTEŞABİH AYETLERİN TERCÜMESİ:
Bir mütercimin müteşâbihleri tam olarak anlaması ve tercüme etmesi, adeta imkânsız olmaktadır. Zira bu ayetlerden bazılarının esrarı, birazda Arapça harf ve kelimelerde saklıdır. Bu kelimelerin tam karşılığı diğer dillerde bulunamadığından, tercüme güçleşmekte ya da eksik olmaktadır. Tefsirde uzun açıklamalarla izah edilebilen hususları, meâl ve tercüme gibi çerçevesi son derece sınırlı bir alanda tam olarak ifade etmek çok zordur.
2- MÜTEŞABİHİN LÜGAT VE ISTILAH MANASI:
Müteşâbih kelimesi lügatte, benzetmek, benzer yapmak ve şüphelendirmek gibi manalara gelen, ش بَه fiilinin تفاعل vezninde ism-i fâilidir. Aynı kökten gelen “el-Müteşâbih” her iki gerçeğin de birbirine çok benzemesinden ötürü ayırt edilemeyen; mahiyeti açık ve net olmayan; bilinmeyen anlamında kullanılmıştır.
Elmalılı Hamdi Yazır, “teşâbüh”, “teşbîh” ve “müşâbehet” kelimeleri arasında anlam bakımından bir farklılık olduğuna işaret ederek şunları söylemektedir: Teşbîh ve müşâbehet birbirine benzeyen iki şeyden birinin fer’ (asıl olmayan) ve nâkıs (noksan), diğerinin ise asıl ve mana yönünden mükemmel olduğunu gösterir. Hâlbuki “ teşâbüh” iki taraf arasındaki benzemenin eşit seviyede olduğunu ifade eder.
3- KUR’AN’DA MÜTEŞABİH:
Kur’ân müteşâbih ayetlerden iki yerde bahseder.
Bunlardan biri; “Allah sözlerin en güzelini indirmiştir. Allah’ın vahiy yolu ile gönderdiği bu söz, her tarafı birbirini tutan, gerçekleri, farklı üsluplarla tekrar tekrar beyan eden bir kitaptır.” (Zümer 23)
Buradaki müteşâbihten maksat, âyetlerin belağat, fesahat ve i’caz yönleriyle birbirlerine benzedikleri ve birbirlerini tasdik ettikleri anlamındadır ki bu manada Kitab’ın tamamı müteşâbihtir. Ayrıca müteşâbih, burada “onun cüzleri, lafızlarının fesahatinde ve manalarının üstünlüğünde birbirine benzer” demektir.
Diğeri ise; “Bu muazzam kitabı sana indiren O’dur. Onun âyetlerinin bir kısmı muhkem olup bunlar Kitabın esasıdır. Âyetlerin bir kısmı ise müteşâbihtir. Kalplerinde eğrilik olanlar sırf fitne çıkarmak, insanları saptırmak ve kendi arzularına göre yorumlamak için müteşâbih kısmına tutunup onlarla uğraşır dururlar. Hâlbuki onların hakikatini, gerçek yorumunu Allah’tan başkası bilemez.
(Al-i İmrân, 7) Bu ayette ise Kur’ân’ın bir kısmı muhkem bir kısmı ise müteşâbihtir.
4- MÜTEŞABİHLERİN KISIMLARI:
Müteşâbihler, Mutlak Müteşâbihler ve İzafî Müteşâbihler olmak üzere iki kısma ayrılır. İzafî Müteşâbihler, Lâfzî Müteşâbihler ve Manevî Müteşâbihler olmak üzere ikiye ayrılır. Lâfzî Müteşâbihler ise Garip Lafızlar ve Müşterek Lafızlar olmak üzere ikiye ayrılır.
Mutlak Müteşâbihler; Allah’ın Sıfatları, Ahiret Ahvali, Ruh, Sur, Dabbetu’l-Arz, Arş, Kürsî, Kalem, Levh-i Mahfuz, Sidre-i Münteha, Beyt-i Ma’mur gibi konulardaki müteşâbihlerdir.
İzafî Müteşâbihler ise genel itibariyle başka bir delil
yardımıyla anlaşılabilen ifadelerdir. Bu çeşit müteşâbihler, lafzın garip veya müşterek olmasından kaynaklanabileceği gibi, zamanla anlaşılan ilmî hakikatler ve deliller vasıtasıyla vuzuha kavuşan manevi müteşâbih kısmından da olabilir.
5- MÜTEŞABİH AYETLERİN TERCÜMESİ:
Birinci Misal:
Furkân Suresi 59. ayetindeki “Allah’ın Arşa İstivası” meallerimizde şu şekilde geçmektedir:
G. Onan:Sonra arşa istiva edendir.
Diyanet:Sonra da Arş’a kurulan Rahmân’dır.
M. Esed:Ve kudret ve hükümranlık tahtına kurulan O'dur.
Ö.N. Bilmen:Sonra, Arş üzerine hükümran oldu.
S. Yıldırım:Sonra da arşı üzerine hükümran olan O’dur.
A.F. Yavuz:Sonra Arş’ın üzerinde hükümran oldu.
H.B. Çantay:Sonra (emri) arş üzerinde hükümrân olandır.
C. Yıldırım:Sonra da Arş üzerine saltanat ve kudretini kurmuştur.
Y.N. Öztürk:Sonra arş üzerinde egemenlik kuran O'dur.
A. Gölpınarlı:Sonra arşa hâkim ve mutasarrıf olmuştur.
Meâllerde görüldüğü gibi “arş üzerinde hükümran olma” manası tercih edilmiştir.
Allah’ın istivası gibi hususlarda mütekaddimun münakaşaya girmemiş; hatta bu kabil müteşâbihatla alakalı sorulara dahi cevap vermekten kaçınmışlardır. İmam Malik istivâ ile alakalı soru soran birine, bir miktar düşündükten sonra “İstivânın ne olduğu belli, keyfiyetini idrak etmek mümkün değil, onu olduğu gibi kabul vacip, bu tür soru ise bid’attir.” diyerek cevap vermiştir.
Elmalılı Hamdi Yazır, son dönem Ehl-i Sünnet Kelâmcılarının istivâ hakkındaki te’vîllerini dört maddede sıralamaktadır:
1) Allah Teâlâ’nın mahlûkât üzerinde tam ve sonsuz bir hâkimiyet kurup, işleri düzenlemesinden kinayedir.
2) “İsti’la” manasınadır. Yani yüce Allah’ın yarattıktan sonra bütün varlıkları, yaratılışın başlangıcından sonuna kadar kudret ve hâkimiyeti altında tutmasıdır.
3) “İstila” anlamındadır. Bu anlamda da istivâ sıfatı, Allah’ın kendilerini mutlak hâkim gibi farz eden beşeri saltanatlar üstündeki yüce hâkimiyetine işaret eder.
4) Allah Teâlâ’ya nispetle her şeyin eşit olması manasınadır.
Bu manaya göre Allah, arş üzerine öyle bir istivâda bulunmuştur ki, gök ve gökteki varlıklar O’na daha yakın; yer ve yerdekiler daha uzak bir mevki ve mesafede değil, hepsi müsavî orandadır.
Sonuç olarak Allah hakkındaki bu tür ifadeler müteahhirun âlimler gibi Kitap ve Sünnet’in ruhuna uygun bir şekilde tevil edilerek tercüme edilmeli, halkın bu tür ayetleri yanlış anlamasına meydan verilmemelidir.
İkinci Misal:
Fetih Suresi 10. ayetinde geçen “ید ” kelimesi Arapçada el manasının yanında aynı zamanda “güç, kuvvet, kudret” gibi manalara gelmektedir. Türkçede ise bu kelime
“ insanın avuç ve parmaklarından ibaret olan tutma, kavrama ve iş görme uzvu anlamında” kullanılmaktadır.
Bu ayeti aşağıda meâllerini vereceğimiz yazarlar şu şekilde tercüme etmişlerdir:
Diyanet: Sana bîat edenler ancak Allah’a bîat etmiş olurlar. Allah’ın eli onların ellerinin üzerindedir.
Ö.N. Bilmen:Şüphe yok, sana bîat edenler, muhakkak ki, Allah'a bîat ederler. Allah'ın yed'i onların ellerinin üstündedir.
H.B. Çantay: Gerçek, sana bîat edenler ancak Allaha bîat etmiş olurlar. Allahın eli onların elleri üstündedir.
M. Esed:Sana bağlılıklarını bildirenler, Allah'a bağlılıklarını göstermiş olurlar. Allah'ın eli onların elleri üzerindedir.
C. Yıldırım: (Ey Peygamber!) Şüphesiz ki sana bîat (bey'at) edenler, ancak Allah'a bîat ediyorlardır. Allah'ın eli (kudret ve rahmeti) onların ellerinin üstündedir.
A.F. Yavuz: (Ey Rasûlüm, Hudeybiye gününde Rıdvan biatı ile) gerçekten sana biat edenler, (ölünceye kadar emrine bağlılık ve teslimiyyet sözü verenler), ancak Allah’a biat etmiş olurlar. Allah’ın kuvvet ve yardımı, o biat edenlerin vefa ve sadakatlerinin üstündedir.
Meâllerini verdiğimiz yazarların çoğunluğu “ید ” kelimesini “Allah’ın eli” şeklinde tercüme etmişlerdir. Türk okuyucu için bu kavramın “güç, kuvvet, kudret” gibi manaları nazar-ı itibara alınarak tercüme edilmesi daha uygundur. Zira, “Allah’ın eli” diye çevrildiğinde, meseleye vakıf olmayan kimseler için, hoş olmayan manalar akla gelebilir.
Üçüncü Misal:
Fecr Suresi 22. ayette de Allah’ın ve meleklerin gelmesi meselesi müteşâbih olarak karşımıza çıkmaktadır. Önceki âlimler bu ve benzeri âyetlerde geçen Allah’ın gelmesinden maksadın, O’nun emirlerinin, yasaklarının ve azabının gelmesidir diye yorumlamışlardır. Yazır ise Allah’ın cisim suretinde gelip-gitme gibi fiillerden münezzeh olduğunu söyleyerek; burada kast edilenin Allah’ın ilahi emir ve iradesinin tecelli etmesi olduğunu söylemektedir.
Ayetin tercümesi ile ilgili meâllere:
Elmalılı: Ve Rabbinin emri gelip Melek «saffen saffâ» dizildiği vakit.
Ö.N. Bilmen: Ve Rabbin (emri) gelip melekler de saf saf dizilince.
S. Yıldırım: Rabbinin emri gelip melekler de saf saf geldikleri zaman.
A.F. Yavuz: Rabbinin emri gelip melekler saf saf dizilir.
H.B. Çantay: Rabbin (in emri) geldiği, melekler de saf saf (indiği zaman).
C. Yıldırım: Rabbin (emri) gelip melekler saf saf dizildiği zaman.
M. Esed: ve Rabbin(in haşmeti) ortaya çıktığında ve melekler (gerçek hüviyetleriyle) saf saf olduklarında.
Y.N. Öztürk: Rabbin gelip melekler saf saf dizildiğinde.
S. Ateş: Melekler sıra sıra dizili durumda Rabbin geldiği zaman.
Ş. Piriş: Rabbin ve saf saf melekler geldiğinde.
Meâllerde genellikle bizim de tercih ettiğimiz Rabbin emrinin gelmesi şeklinde mana verilmiştir. M. Esed,“Rabbin (in haşmeti) ortaya çıktığında” şeklinde bir mana vermiştir ki bu da yukarıda belirtilen hususlara uygundur. Son üç meâlde ise Rabbin geldiğinde şeklinde bir meâl verilmiştir. Bu, Allah hakkında bir mekân ve zaman manasını akla getirdiği için bu ayetin tercümesi için pek uygun değildir.
Dördüncü Misal:
Al-i İmrân Suresi 54. ayetinde inkârcıların hile yaptıklarından Allah’ın da onların hilelerine karşılık verdiğinden bahsedilmektedir. Mekr, bir kimseyi hile ile maksadından döndürmek demektir. Dolayısıyla bu fiilde plan hazırlama ve tedbir alma manası da vardır.
Mekr fiilini hakiki manasıyla Allah Teâlâ’ya isnad etmek caiz değildir. Çünkü mekr, insanların nazarında çirkin görülen bir fiildir. Bu sebepledir ki, te’vîlciler söz konusu fiili, Allah hakkında ceza manasında yorumlamışlardır. Yani Allah’ın mekr yapması, bu fiili işleyenleri cezalandırması demektir. Elmalılı’ya göre Allah’a isnad edilen mekrden maksat, Yaratıcının tuzak kuranları bu fiillerinden men etmeyip, yaptıklarına karşılık ceza vermesidir.
Meâllerde bu ayetin tercümesi şu şekilde verilmiştir:
Elmalılı:Bununla beraber mekrettiler Allah da mekirlerine mekretti, öyle ya, Allah hayrülmakirîndir.
S. Yıldırım: Öbürleri ise hileler yaptılar. Allah da onların hilelerini boşa çıkardı. Allah, hileleri boşa çıkarmakta pek güçlüdür.
M. Esed: İnanmayanlar İsa'ya tuzak kurdular; ama Allah onların tuzaklarını boşa çıkardı: çünkü Allah, tuzak kuranların tümünün üstündedir.
Ö.N. Bilmen: Ve hilekârlık yaptılar, Allah Teâlâ da hilelerine mukabelede bulundu ve Allah Teâlâ hile yapanların en hayırlısıdır.
A. Bulaç: Onlar (inanmayanlar) bir düzen kurdular. Allah da (buna karşılık) bir düzen kurdu. Allah, düzen kurucuların en hayırlısıdır.
Y.N. Öztürk: Onlar tuzak kurdular, Allah da tuzak kurdu. Ve Allah, tuzak kuranların en hayırlısıdır.
Diyanet: Onlar tuzak kurdular. Allah da tuzak kurdu. Allah, tuzak kuranların en hayırlısıdır.
Ş. Piriş: Onlar hile yaptılar, Allah da onlara hile yaptı. Allah, düzen kurucuların en hayırlısıdır.
Son üç meâl Allah hakkında tuzak ve hile kurmayı hakiki manasında kullanmayı akla getirdiği için uygun değildir. En doğru meâl hilelerini boşa çıkardı olarak yapılan meâllerdir.
Kıssalar ve Ahiretle İlgili Müteşâbihler:
Bu konuda en sıkıntılı meâl Muhammed Esed ve ondan etkilenen meâllerdir.
Bakara 73. ayetinde sureye ismini veren kıssayla ilgili Esed, “Kestiğiniz sığırın bir parçasıyla o maktûlün cesedine vurun” şeklinde değil, “Bu (prensibi) bu gibi (çözümlenmemiş cinayet olaylarının bazılarında da uygulayın” şeklinde karşılamıştır.
Ayrıca, İsrail oğullarının Hz. Musa’nın refakatinde Kızıldenizi geçme hadisesini med-cezir olayıyla açıklamıştır.
Bu misallere baktığımızda görüldüğü gibi Esed, bu tür mucizelerin anlatıldığı yerleri tamamen sembolik ifadeler olarak algılamaktadır. Bu durum hiçbir makul gerekçeyle izah edilemez.
M. Esed, ayrıca uhrevî ayetlerin tercümesi ile ilgili de keyfi yorumlara dayalı çeviriler yapmıştır. Cennet, cehennem, mükâfat ve azabı tasvir eden ayetlerdeki bazı kavramlara ilişkin batınî bir yorum mantığı geliştirmiştir. Esed’in ahiret âlemiyle ilgili tasvirlerin yer aldığı ayetlerde geçen kelime ve deyimlere ilişkin en dikkat çekici batınî te’villerden biri, hamîm kelimesiyle ilgilidir. Bu kelime, sözlükte “sıcaklık” anlamına gelmektedir.
Esed, kelimenin ilk geçtiği yer olan En’am, 70. ayetindeki hamim kelimesini “onlar için (ahirette) yakıcı bir ümitsizlik iksiri vardır” şeklinde tercüme etmiş ve şöyle bir açıklama getirmiştir: “Hamîm kelimesine yüklenebilecek çeşitli anlamlar arasında, aşırı sıcaklık ve şiddetli soğuk kavramları yer alır. Kur’ân’ın ahirete ilişkin kavramları arasında yer alan bu deyim, her zaman günahkârların öteki dünyada görecekleri azaba işaret eder; ve ölümden sonraki hayatla ilgili bütün Kur’ânî atıflar mecazî olmak zorunda bulunduklarından hamîm terimi ‘yakıcı ümitsizlik’ olarak çevrilebilir.”
Esed’in bu manada tercüme ve açıklamaları neredeyse ahiret âlemi ile ilgili bütün ayetlerde görülebilir.

Alıntı ile Cevapla