Tekil Mesaj gösterimi
Alt 23 Aralık 2013, 15:22   Mesaj No:6

enderhafızım

Medineweb Emekdarı
enderhafızım - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:enderhafızım isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 5879
Üyelik T.: 28 Aralık 2008
Arkadaşları:32
Cinsiyet:Bay
Memleket:İst
Yaş:38
Mesaj: 3.185
Konular: 1383
Beğenildi:166
Beğendi:17
Takdirleri:216
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: KUR”AN Tercüme Teknikleri Ders Notları (14 Hafta FuLL)

6. HAFTA

KUR’AN’DAKİ DEYİMLERİN (MECAZLARIN)
ÇEVİRİSİ:
Deyimler anlatımı edebileştiren sözün anlamını daha anlaşılır kılan bir beyan türüdür. Özellikle soyut meselelerin somutlaştırılarak ifadesinde kendini gösterir. Dilde ittisa’ veya anlam genişlemesini ve zenginliğini netice veren aktarımlar bazen insanî vasıfların ve uzuvların tabiattaki nesnelere ve vakalara kullanımı, bazen de tam tersi ve benzeri şekillerde cereyan eder. Sözgelimi bir dünya görüşünü ve zihniyeti anlatmak özellikle de aşağılamak
için “bu kafa değişmedikçe…” gibi tabirler kullanırız.
Yine Türkçe’de temel anlamı “bir nesneyi çevresini sararak basınç altına almak” olan “sıkmak” ifadesi, mecazî olarak bir kimseye bıkkınlık ve sıkıntı vermek anlamında, çok konuşan için “çenesi düşük”, tabiri, akşamın oluşunu anlatmak için “sular karardı” cümlesi kullanılabilir.
Kur’an i’cazının bir tezahürü olarak Kur’an’da mecaz (deyimsel ifadeler), bütün edebi zenginliği ile vardır.
Mecâzın Tanımı: Mecaz, sözlükte geçip gitmek, bir şeyi aşmak anlamındaki “câze” fiil kökünden ism-i mekân veya mimli masdar kipi olup gelip geçilen yer veya gelip geçmek anlamına gelir. Nitekim bir yerden başka bir yere intikal etme temel anlamı mecaz kelimesinin teknik anlamına da yansımıştır. Zira mecazda kelimeler bir anlamdan başka bir anlama taşınırlar.
Mecazın istılahi anlamına gelince mecaz, bir kelimenin dilde vaz’ edilen aslî (hakikî) anlamında kullanılmasına engel teşkil eden bir karine ve iki farklı anlam arasındaki
bir ilgi (alaka)’den dolayı başka bir anlamda kullanılmasıdır.
Mecaz kavramının tanımına dikkatle bakıldığında üç noktanın altının çizildiği tanımın üç esas üzerine inşâ edildiği görülmektedir.
1. Kelimenin hakiki anlamında kullanılmasını engelleyen bir “karine”nin olmasıdır.
2. “alaka” terimidir. Alaka, kelimenin hakiki anlamından mecaz anlamına geçmesine sağlayan münasebettir.
3. Söz konusu alaka veya münasebet bazen benzerlik (müşabehet) olur ki buna istiare adı verilir. Şayet mevcut alaka (ilgi) benzerliğin dışında sebebiyet, âliyyet, cüziyyet, külliyet v.b. bir şey olduğunda ise, bu tür mecaza mecaz-ı mürsel denir.
Zikredilen mecaz tarifi aynı zamanda lüğavi mecazın da tanımı olmaktadır. Nitekim lüğavî mecaz, istiare ve mecaz-ı mürsel olarak iki kısımda mütalaa edilir. Aklî mecaz ise, bir fiili gerçek failinden başkasına isnat etmektir.
Birinci Örnek ve Tahlili: (Tevbe Suresi, 61)
وَمِنْهُمْ الَّذِينَ يُؤْذُونَ النَّبِيَّ وَيَقُولُونَ هُوَ أُذُنٌ قُلْ أُذُنُ خَيْرٍ لَكُمْ يُؤْمِنُ بِاللَّهِ وَيُؤْمِنُ لِلْمُؤْمِنِينَ وَرَحْمَةٌ لِلَّذِينَ آمَنُوا مِنْكُمْ وَالَّذِينَ يُؤْذُونَ رَسُولَ اللَّهِ لَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌTevbe Suresi 61. âyetinde iki defa geçen, “üzün” yani “kulak” kelimesinin çevirilerine baktığımızda mütercimlerin “üzün” kelimesinin deyim olup olmadığına bir türlü karar veremedikleri anlaşılmaktadır.
Hâlbuki Araplar her söylenene kanan, her işittiğine inanan saf kimseye “üzün” yani “kulak” demektedirler; tıpkı gözcüye/casusa, “ayn” yani “göz” tabirini kullandıkları gibi.

“Yine içlerinden öyleleri var ki Peygamber’i incitiyorlar ve ‘O her söyleneni dinler bir kulak’ diyorlar. De ki: ‘Sizin için bir hayır kulağıdır, Allah’a inanır, müminlere inanır ve iman edenleriniz için bir rahmettir’. Allah’ın Resûlünü incitenler için ise elim bir azap vardır.”(Elmalılı,M. H. Yazır)
“Onlardan bazıları peygamberi incitmek için ‘O herkese kulak veren safın biridir’ derler. De ki: ‘Evet öyledir, ama hep hakkınızdaki iyi sözlere kulak veren biridir. Allah’a inanır, müminlere güvenir. İman edenleriniz için bir rahmettir O.” (Suat Yıldırım)
Suat Yıldırım’ın çevirisi, “üzün” kelimesiyle anlatılmak istenen saflığı, alaycı üslûbu veya istihfâfı aktarması açısından isabetlidir. Şu kadar var ki söz konusu deyimsel ifadeyi Türkçe’de daha iyi karşılayan anlatım ve en güzel çeviri “ağzına bakmak”deyimidir.
İkinci Örnek ve Tahlili: (Bakara Suresi, 93)
Ayetteki فِي قُلُوبِهِمْ الْعِجْلَ بِكُفْرِهِمْ ifadesi cümle halinde
deyimsel (mecazî) bir anlatımdır. Hakiki veya luğavî anlamı “inkârları yüzünden kalplerine buzağı içirildi” şeklindedir. İnsan kalbi, buzağı, içirmek ve küfür kelimeleri sözlük anlamları esas alınarak bir araya getirildiğinde âyetin
doğru anlaşılması mümkün olmaz. Doğrusu yapılması gereken, ifadenin mecazî bir anlatım olduğunu kabul ederek Arapların bu cümleden ne kastettiklerini araştırmaktır.
Araplar kumaşların boyanmasını “işrab” kelimesiyle ifade ederler. Türkçe’de “çeliğe su vermek” ifadesinde olduğu gibi… Burada Yahudilerin Hz. Musa’ya isyan etmelerinin arkasında yatan sebep ve ruh hali yani şirke karşı tutkuları ve buzağı sevgisi, dolaylı bir anlatımla tıpkı boyanın kumaşa içirilmesi gibi, bir temsilî istiareyle dile getirilmiştir. Doğru çeviri Türkçedeki “iliklerine işlemek” deyiminden istifade ederek “buzağıya tapma sevgisi iliklerine işlemişti” şeklinde olabilir.
Elmalılı Hamdi Yazır: “Bir vakit size verdiğimiz kitabı kuvvetle tutun ve dinleyin diye Turu tepenize kaldırıp misakınızı aldık, dinledik isyan ettik dediler ve küfürleriyle danayı kalplerinde iliklerine işlettiler, eğer, de: sizler mü’minlerseniz imanınız size ne çirkin şeyler emrediyor?”
Celal Yıldırım: “Küfürleri sebebiyle buzağıya (tapma) sevgisi (içlerine) sindirilmişti. De ki: Eğer mü'minler iseniz, imanınız size ne kötü şey emrediyor!”
Hasan Basri Çantay: “Çünkü küfürleri yüzünden özlerine buzağı içirilmiş (iyice işlemiş) di. De ki: «Eğer mü'min (kimse) ler iseniz inancınız size ne kötü şey emrediyor.»
Yaşar Nuri Öztürk: “…İnkârları yüzünden gönüllerine buzağı içirildi. De ki: "Eğer inanan kişilerseniz, ne kötü şeydir size imanınızın emretmekte olduğu..."
Diyanet Vakfı: “…İnkârları sebebiyle kalplerine buzağı sevgisi dolduruldu. De ki: Eğer inanıyorsanız, imanınız size ne kötü şeyler emrediyor!”
Suat yıldırım: “…Çünkü kâfirlikleri sebebiyle buzağıya tapma sevgisi iliklerine işlemişti. De ki: "Eğer mümin iseniz, imanınız size ne kötü şey emrediyor!"
S. Ateş: “…İnkârlarıyla kalplerine buzağı sevgisi içirildi. De ki: "Eğer inanan kimseler iseniz, imanınız size ne kötü şey emrediyor."



Üçüncü Örnek ve Tahlili: (A’raf Suresi, 149)
وَلَمَّا سُقِطَ فِي أَيْدِيهِمْ وَرَأَوْا أَنَّهُمْ قَدْ ضَلُّوا قَالُوا لَئِنْ لَمْ يَرْحَمْنَا رَبُّنَا وَيَغْفِرْ لَنَا لَنَكُونَنَّ مِنْ الْخَاسِرِينَBu âyette deyimsel ifade
وَلَمَّا سُقِطَ فِي أَيْدِيهِمْ ifadesidir. Mecaz olduğu düşünülmeden kelime kelime tercüme edildiğinde “ellerine düşürüldüğünde veya bırakıldığında…” şeklinde çok kapalı bir anlam ortaya çıkmaktadır. Zemahşerî gibi birçok müfessir bu ifadenin aşırı pişmanlık ve nedamet halini resmeden bir deyim olduğunda müttefiktirler.
Muhammed Esed: “(sonradan) yoldan çıktıklarını
fark ederek pişmanlık içinde ellerini dizlerine vurup da, "Doğrusu, Rabbimiz acıyıp da bağışlamazda, biz gerçekten ziyana uğramış kimselerden olacağız!" deseler bile”
Ali Bulaç: “Ne zaman ki (yaptıklarından dolayı pişmanlık duyup, başları) elleri arasına düşürüldü ve kendilerinin gerçekten şaşırıp saptıklarını görünce: "Eğer Rabbimiz bize merhamet etmez ve bizi bağışlamazsa kesin olarak hüsrana uğrayanlardan olacağız" dediler.”
Ş. Piriş: “Ellerindeki düşürüldüğü ve sapmış olduklarını gördükleri zaman: -Eğer Rabbimiz, bize acımazsa ve bizi bağışlamazsa mahvolanlardan oluruz, dediler.”
Y.Nuri Öztürk: “Başları avuçları arasına düşürülüp de sapmış olduklarını fark ettiklerinde şöyle yakardılar: "Rabbimiz bize merhamet etmez, bizi affetmezse mutlaka hüsrana düşenlerden olacağız."
Suat yıldırım: “Ne vakit ki yaptıklarının saçmalığını anlayıp son derece pişman oldular ve saptıklarını gördüler, "Yemin olsun ki, dediler, eğer Rabbimiz bize merhamet etmez ve bizi affetmezse, muhakkak her şeyimizi kaybedenlerden oluruz.”
Dördüncü Örnek ve Tahlili: (Ahzab Suresi, 10)
إِذْ جَاءُوكُمْ مِنْ فَوْقِكُمْ وَمِنْ أَسْفَلَ مِنْكُمْ وَإِذْ زَاغَتْ الْأَبْصَارُ وَبَلَغَتْ الْقُلُوبُ الْحَنَاجِرَ وَتَظُنُّونَ بِاللَّهِ الظُّنُونَ Bu misaldeki birinci deyimsel ifade “ve iz zâğati’l-ebsaru” literal anlamıyla “gözler kaymıştı” cümlesidir. İkinci mecazî anlatım ise devamındaki “ve beleğati’l-kulûbu’l-hanâcira” ifadesidir ki cümlenin literal (lafzî) anlamı “kalpler gırtlaklara ulaştı veya kavuştu” şeklindedir.
Elmalılı: “O vakit ki hem üstünüzden gelmişlerdi, hem aşağı tarafınızdan ve o vakit ki gözler kaymış, yürekler gırtlaklara dayanmıştı ve Allaha türlü türlü zanlarda bulunuyordunuz”
H.B. Çantay: “O vakit onlar hem üstünüzden, hem altınızdan size gelmişlerdi. O zaman gözler yılmış, yürekler gırtlaklara dayanmıştı ve siz Allaha karşı (türlü) zanlarda bulunuyordunuz.”
Suat Yıldırım: “O vakit onlar hem üstünüzden, hem
alt tarafınızdan gelmişlerdi. Gözleriniz şaşkınlıktan ötürü kaymış, yüreğiniz ağzınıza gelmişti. Siz de Allah hakkında türlü türlü zanlar beslemeye başlamıştınız.”
A. Gölpınarlı: “Hani size hem üst tarafınızdan hücum etmişlerdi, hem alt tarafınızdaki yerlerden ve hani gözler yılmıştı ve korkudan yürekler, ağızlara gelmişti ve Allah hakkında çeşitli zanlara kapılmıştınız”
Ömer Dumlu-Hüseyin Elmalı: “O vakit onlar size yukarıdan ve aşağıdan saldırmışlar, gözler dehşetten yerlerinden oynamış, yürekler ağızlara gelmişti.”
Beşinci Örnek ve Tahlili: (Tekâsür Suresi: 1-2)
أَلْهَاكُمْ التَّكَاثُرُ (1) حَتَّى زُرْتُمْ الْمَقَابِرَ (2)Ayetteki mecazî ifade Zemahşerî’nin de belirttiği üzere “zürtümü’l-mekâbir” yani literal anlamıyla “kabirleri ziyaret ettiniz” cümlesidir. Bu ifade ölmeyi ifade eden bir deyimdir.
“Sizi o çokluk kuruntusu oyaladı. Tâ ki, kabirleri ziyaret ediverdiniz” (Ö. Nasuhi Bilmen)
“Çokluk kuruntusu sizi o derece oyaladı ki, nihayet kabirleri ziyaret ettiniz.” (Ali Özek ve Heyet)
“Nihâyet kabirleri ziyaret ettiniz (kabre girinceye kadar mal artırmağa çalıştınız” (S. Ateş)
“Kabirlere varıncaya kadar ziyaret ettiniz; (ölülerinizi sayıp onların yokluğu ile öğündünüz.) (A. Fikri Yavuz)
...kabirlere girinceye dek... (Salih Akdemir)
“Tâ boylayıncaya kadar kabirleri!” (Suat Yıldırım)
Son iki mealde kabri ziyaret etmek” ölmek olarak çevrilmiştir ki bizce isabetli bir tercümedir.
Altıncı Örnek ve Tahlili: (Maide Suresi 28)
لَئِنْ بَسَطتَ إِلَيَّ يَدَكَ لِتَقْتُلَنِي مَا أَنَا بِبَاسِطٍ يَدِي إِلَيْكَ لِأَقْتُلَكَ إِنِّي أَخَافُ اللَّهَ رَبَّ الْعَالَمِينَBu âyet-i kerimede ki mecazî ifade elini uzatmak tabiridir. El uzatmak deyimi genelde yardım etmek ve barışmak manasına gelen bir deyimdir. Türkçe’de el uzatmak tabiri yerine “el kaldırmak” deyimi kullanılır.
“Kasem ederim ki sen beni öldürmek için bana el uzatsan da ben seni öldürmek için sana el uzatacak değilim, ben rabbül âlemîn olan Allahtan korkarım” (Elmalılı)
“Andolsun ki beni öldürmen için elini bana uzatırsan ben seni öldürmem için elimi sana uzatıcı değilim. Çünkü ben kâinatın Rabbi olan Allah’tan korkarım” (H. Basri Çantay)
“Andolsun, eğer sen beni öldürmek için bana elini uzatırsan, ben seni öldürmek için sana elimi uzatmam. Çünkü ben âlemlerin Rabbinden korkarım!” (S. Ateş)
“Eğer beni öldürmek için elini bana uzatacak olursan, ben seni öldürmek için elimi sana uzatacak değilim. Çünkü ben, alemlerin Rabbi olan Allah'tan korkarım." (Ali Bulaç)
“Yemin ederim ki, sen beni öldürmek için el kaldırırsan, ben seni öldürmek için sana el kaldırmam. Çünkü ben âlemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım.” (Suat Yıldırım)
Yedinci Örnek ve Tahlili: (İsrâ Suresi 13)
وَكُلَّ إِنسَانٍ أَلْزَمْنَاهُ طَائِرَهُ فِي عُنُقِهِ وَنُخْرِجُ لَهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ كِتَابًا يَلْقَاهُ مَنشُورًاKur’an’daki deyimsel ifadelerin çevirisine güzel bir örnek de İsra suresindeki bu âyettir özellikle âyetteki “Ve kulle insanin elzemnâhu tairahu fi unukih” ifadesi özellikle de kuş anlamındaki “tâir” kelimesi mecazi anlamdadır.
Lâfzen veya literal olarak “her insanın kuşunu da boynuna taktık” manasına gelmektedir. Görüldüğü
üzere anlam kapalıdır. İnsanın kuşu tabirinden bir şey anlaşılmamaktadır. Tefsirlere bakıldığında “tâir” kelimesi burada mecazî olarak insanın iyi veya kötü kaderi yapıp ettikleri, ameli anlamına gelmektedir.
Zemahşerî, tair kelimesini; kişinin ayrılmaz parçası olan ve onlardan dolayı hesap vermek zorunda kalacağı; islediği amelleri/eylemleri seklinde yorumlamıştır.
“Her insanın da kuşunu boynunda kendine takmışızdır ve onun için Kıyamet günü bir kitap çıkarırız ki neşrolunarak onu şöyle karşılar” (Elmalılı)
“Her insanın uğursuzluk kuşunu onun boynuna takmışızdır. Kıyamet günü kendisine, önünde açılmış olarak bulacağı bir kitap çıkaracağız” Y. Nuri Öztürk
“Her insanın tâir(kuş)ini boynuna bağladık, kıyamet günü onun için, açılmış olarak bulacağı bir kitap çıkarırız”(S. Ateş)
“Her insanın sorumluluğunu omzuna yükledik” Kur’an Yolu
“Öte yandan, Biz her insanın kaderini (kendi) boynuna dolamışızdır; Kıyamet Günü onun önüne, her şeyi açık açık kaydedilmiş bulacağı bir sicil çıkaracağız” (M. Esed)
“Her insanın vebalini, kendi nefsine bağladık, (her insan yaptıklarına göre muamele görür). Nitekim kıyamet günü önüne açılan bir defter çıkaracağız.” (Suat yıldırım)
Sekizinci Örnek ve Tahlili: (İsrâ Suresi 29)
وَلَا تَجْعَلْ يَدَكَ مَغْلُولَةً إِلَى عُنُقِكَ وَلَا تَبْسُطْهَا كُلَّ الْبَسْطِ فَتَقْعُدَ مَلُومًا مَحْسُورًا Yukarıdaki âyet-i kerime lafzen literal olarak kelimelerin sözlük anlamlarından hareketle tercüme edildiğinde “Ve elini boynuna bağlanmış kılma ve onu büsbütün de açma. Sonra fazlaca levme uğramış, hasret içinde kalmış bir halde oturup durursun.” Şeklinde bir mealle karşılaşırız. Türkçe de “eli sıkı olmak” deyimiyle karşılanabilir. Ellerini tamamen açıp salıvermekten maksat ise, israftır.
“Elini boynuna bağlı kılma (cimri olma) ve büsbütün de onu açıp israf etme ki, sonra kınanmış olursun ve eli boş açıkta kalırsın.” (A. Fikri Yavuz)
“Elini boynuna bağlı olarak asma Onu büsbütün de açıp saçma. Sonra kınanmış, pişman bir halde oturup kalırsın.” (H. Basri Çantay)
“Elini boynunda bağlanmış olarak kılma, büsbütün de açık tutma. Sonra kınanır, hasret (pişmanlık) içinde kalakalırsın.” (Ali Bulaç)
“Elini bağlayıp boynuna asma. Ama onu büsbütün de salıverme. Sonra kınanır, hasret içinde bir köşede büzülür kalırsın.” (Y. Nuri Öztürk)
“Eli sıkı olma, büsbütün eli açık da olma ki herkes tarafından ayıplanan, kaybettiklerine hasret çeken bir
hale düşmeyesin” (Suat Yıldırım)
Dokuzuncu Örnek ve Tahlili: (Kehf Suresi 22)
Yukarıdaki âyette geçenرَجْمًا بِالْغَيْبِifadesi bir deyimdir. Manası ise tahmin ve zanna dayanarak delilsiz konuşmak demektir. Türkçe’de “gözü kapalı konuşmak” ve karanlığa kurşun sıkmak” deyimleri yukarda anlatılan tahminle, delilsiz, zanna dayanarak konuşmayı karşılayan deyimlerdir.
“(Sayıları) üçtür, dördüncüleri köpekleridir» diyecekler, «Beştir, altıncıları köpekleridir» diyecekler. (İkisi de) gaybı taşlamaktır…” (H. Basri Çantay)
(Ve çağlar sonra), bilemeyecekleri bir konuda gereksiz tahminlerde bulunarak, "onlar üç kişiydiler; dördüncüleri köpekleriydi", yahut "beş kişiydiler, altıncıları köpekleriydi", hatta "yedi kişiydiler, sekizincileri köpekleriydi" diyen kimseler çıkacak.” (M. Esed)
“Görülmeyene taş atar gibi: "Onlar üçtür, dördüncüleri köpekleridir" diyecekler; "Beştir, altıncıları köpekleridir" diyecekler…” (S. Ateş)
“İnsanların kimi: "Onlar, üç kişi idi, dördüncüleri de köpekleri idi." diyecekler. Bazıları da: "Beş kişi idiler, altıncıları da köpekleri idi." diyecekler. Bunlar, gayb hakkında tahmin yürütmekten ibarettir.” (Suat Yıldırım)
Alıntı ile Cevapla