Tekil Mesaj gösterimi
Alt 23 Aralık 2013, 15:23   Mesaj No:7

enderhafızım

Medineweb Emekdarı
enderhafızım - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:enderhafızım isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 5879
Üyelik T.: 28 Aralık 2008
Arkadaşları:32
Cinsiyet:Bay
Memleket:İst
Yaş:38
Mesaj: 3.185
Konular: 1383
Beğenildi:166
Beğendi:17
Takdirleri:216
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: KUR”AN Tercüme Teknikleri Ders Notları (14 Hafta FuLL)

7. HAFTA

HAZİFLİ İFADELER VE MEÂLLERDE PARANTEZ

İÇİ AÇIKLAMALAR
Ne usandıracak kadar uzun, ne de manayı bozacak
kadar kısa” şeklinde formüle edilen îcaz yani vecîz ve özlü anlatımın en önemli iki çeşidi vardır: Bunlar kasr ve hazftir. Îcaz-ı kasr, hazf yapmaksızın az kelimeyle çok mana ifade etmektir. “ve leküm fi’l-kısası hayatün” (Bakara, 179) âyetinde olduğu gibi… Îcaz-ı hazf ise, lafzî yahut manevî bir karîne (sebep ipucu) bulunmasıyla ibareden bir harfin veya kelimenin veya cümlenin eksiltilmesi, düşürülmesiyle elde edilen, ifadenin anlamını bozmayıp edebî ve estetik kılan veciz (kısa ve özlü) anlatımdır. Nitekim hazf kelimesi sözlükte bir şeyi kenarından kesip atmak, eksiltmek anlamlarına gelir.
Özetle söylersek meallerdeki parantez içi ifadelerin önemli bir kısmı özlü ve kısa anlatım yani hazf üslubundan kaynaklanmaktadır.
Arapları belağat, fesahat ve îcazıyla susturan, bir benzerini getirmekten aciz bırakan Kur’an’ın da en önemli hususiyetlerinin başında onun özlü edebî estetik anlatımı gelmektedir. İşte yukarda zikrettiğimiz Kurân’ın hususiyet ve kabiliyetleri nedeniyle, tefsir ilmi doğmuş ve her asırda, Kur’an’ı anlamayı gaye edinen yüzlerce eser telif edilmiştir.
Bu hakikatin meallere yansıması ise, parantez içi açıklamalar, tefsirli ve şerhli meallerin yazımı şeklinde olmuştur. İbn Cinnî, Hasâisadlı eserinde ibarede hazfedilen unsurun bazen cümle, bazen kelime, bazen
de harf ve hareke olabileceğini belirtir.
Hazf çeşitleri örnekleriyle ve gerekçeleriyle hem Ulumu’l-Kurân, hem Belağat hem de Nahiv gibi dilbilim eserlerinde incelenmiştir. Zerkeşî’ninel-Burhanve Ahmed el Hâşimî’ nin Cevâhiru’l-Belâğaisimli eseri burada hatırlanabilir.

1. HARFİN HAZFEDİLMESİ VE MEALLERDEKİ KONUMU:
Birinci Örnek ve Tahlili: Bakara Suresi (184)
أَيَّامًا مَعْدُودَاتٍ فَمَنْ كَانَ مِنْكُمْ مَرِيضًا أَوْ عَلَى سَفَرٍ فَعِدَّةٌ مِنْ أَيَّامٍ أُخَرَ وَعَلَى الَّذِينَ يُطِيقُونَهُ فِدْيَةٌ طَعَامُ مِسْكِينٍ فَمَنْ تَطَوَّعَ خَيْرًا فَهُوَ خَيْرٌ لَهُ خَيْرٌ لَكُمْ إِنْ كُنتُمْ تَعْلَمُونَ وَأَنْ تَصُومُوا Yukarda zikredilen âyette “ve alellezine yutikunehu fidyetun taamu miskin” ibaresinde “yutikunehu” kelimesinden önce nefy edatı “lâ” takdir edilerek mana verilir. Zira burada söz konusu harf hazfedilmiş âyetin ibaresinden düşürülmüştür.
Elmalılı: “Sayılı günler, içinizden hasta olan veya seferde bulunan ise diğer günlerden sayısınca, ona dayanıp kalacak üzerine de fidye: bir miskin doyumu, her kim de hayrına fidyeyi artırırsa hakkında daha hayırlıdır, bununla beraber oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır eğer bilirseniz”
Celal Yıldırım: “Sizden kim hasta ya da yolculuk halinde bulunursa, (tutamadığı) günler sayısınca diğer günlerde tutar. (Fazla yaşlılıktan veya iyileşmesi umulmayan bir hastalıktan dolayı) oruç tutmaya güç getiremeyenlere bir yoksulu (sabah-akşam) doyuracak fidye gerekir. Kim de gönülden (fidyeyi artırıp) hayır yaparsa, bu onun için daha iyidir. Bununla beraber oruç tutmanız, eğer bilirseniz, sizin için hayırlıdır”
H. Basri Çantay: “(O) sayılı günler (dir). Artık sizden kim (o günlerde) hasta, yahut sefer üzerinde olur (ve orucunu yemiş bulunursa) tutamadığı günler sayısınca başka günlerde (tutar. İhtiyarlığından, yahut Şifâ bulması ümit edilmeyen bir hastalıktan dolayı oruç tutmaya) gücü yetmeyenler üzerine de bir yoksul doyumu fidye (lâzımdır). Bununla beraber kim gönül isteğiyle bir hayır yaparsa işte bu, onun için daha hayırlıdır. Oruç tutmanız sizin hakkınızda (yemenizden ve fidye vermenizden) hayırlıdır, bilirseniz”
M. Esed: “Sayılı günlerde (oruç). Ancak sizden kim, hasta veya seyahatte olursa diğer zamanlarda (aynı gün sayısı kadar oruç tutmalıdır); ve (bu gibi hallerde) gücü yetenlere bir muhtacı doyurarak fidye vermek, bir yükümlülüktür. Her kim, yapmaya yükümlü olduğundan daha fazla iyilik yaparsa kendisine iyilik yapmış olur; zira oruç tutmak kendinize iyilik yapmaktır -keşke bunu bilseydiniz”
Suat Yıldırım: “Oruç sayılı günlerdedir. Sizden her kim
o günlerde hasta veya yolcu olursa, tutamadığı günler sayısınca başka günlerde oruç tutar. Oruç tutamayanlara fidye gerekir. Fidye bir fakiri doyuracak miktardır. Her kim de, kendi hayrına olarak fidye miktarını artırırsa bu, kendisi hakkında elbette daha hayırlıdır. Bununla beraber, eğer işin gerçeğini bilirseniz, oruç tutmanız sizin için daha hayırlıdır.”
S. Ateş: “Sayılı günler olarak. Sizden kim hasta veya seferde olursa tutamadığı günler sayısınca başka günlerde (tutar). Oruca (güç) dayananların fidye vermesi, bir yoksulu doyurması lâzımdır. Bununla beraber gönül isteğiyle kim bir iyilik yapar(oruç tutar)sa o, kendisi için iyidir. Bilirseniz oruç tutmanız, sizin için daha hayırlıdır”
İkinci Örnek ve Tahlili: Nahl Suresi (15)
وَأَلْقَى فِي الْأَرْضِ رَوَاسِيَ أَنْ تَمِيدَ بِكُمْ وَأَنْهَارًا وَسُبُلًا لَّعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَ
Yukarıda zikredilen ayetteki أَنْ تَمِيدَ بِكُمْibaresinin başında bir “la” nefy edatı hazfedilmiştir.Ayete mana verirken bu edatı orada takdir ederek “en lâ temîde bikum” esas alınarak anlaşılmalı veya tercüme edilmelidir.
“Hem Arzda ağır baskılar bıraktı ki sizi çalkar diye, hem de nehirler ve yollar, gerek ki doğru gidesiniz” (Elmalılı)
“Ve O, sizi sallayıp çalkalar diye, yeryüzüne sabit ve muhkem dağlar, (bundan başka da) ırmaklar, yollar koydu. Tâki maksatlarınıza ulaşasınız” (H. Basri Çantay)
Sizi sarsmasın diye arza yerinden oynatılmaz dağlar; ve yolunuzu bulasınız diye nehirler,yollar yerleştirdi”(M. Esed)
“Sizi sarsıntıya uğratır diye yerde sarsılmaz dağlar bıraktı, ırmaklar ve yollar da (kıldı). Umulur ki doğru yolu bulursunuz.” (Ali Bulaç)
Sizi sarsar diye arza ağır baskılar attı, ırmaklar ve yollar yaptı ki doğru yolu bulasınız.” (S. Ateş)
“Hem dünya hareketiyle sizi sarsmasın diye, yeryüzüne sabit dağlar koydu. Amaçlarınıza ermeniz için ırmaklar, geçitler yerleştirdi” (Suat Yıldırım)

2. KELİMENİN HAZFEDİLMESİ VE MEALLERDEKİ KONUMU:
Üçüncü Örnek ve Tahlili: Bakara Suresi (177) لَيْسَ
الْبِرَّ أَنْ تُوَلُّوا وُجُوهَكُمْ قِبَلَ الْمَشْرِقِ وَالْمَغْرِبِ وَلَكِنَّ الْبِرَّ مَنْ آمَنَ بِاللَّهِ وَالْيَوْمِ الْآخِرِZikredile âyetin “…ve lakinnel birra men amene billahi…” cümlesinde hazifli (eksiltili) bir kullanım vardır.
Zira hazif takdir edilmeden cümleyi: "Ancak birr/ iyilik/takvâ, Allah'a inanan… kimselerdir" şeklinde çevirmek gerekecektir ki bu bizi sağlıklı bir mânâya götürmez. Onun için âyet-i kerîmede haber konumunda olan muzâf unsurun hazfedildiği/cümleden düşürüldüğü dikkate alınarak ibâreyi: “ ve lakinnel bira birru men” şeklinde takdir etmek ve anlamlandırmak gerekmektedir.
Elmalılı: Erginlik değil: yüzlerinizi kâh gün doğu tarafına
çevirmeniz kâh batı, ve lâkin eren o kimsedir ki Allaha, Ahiret gününe, Melâikeye, Kitaba ve bütün Peygamberlere iman edip karabeti olanlara, öksüzlere, bîçarelere yolda kalmışa, dilenenlere ve esirler uğrunda seve seve mal vermekte, hem namazı kılmakta hem zekâtı vermekte, bir de antlaştıkları vakit ahitlerini yerine getirenler, hele sıkıntı ve hastalık hallerinde ve harbin şiddeti zamanında sabr-ü sebat edenler işte bunlardır o sadıklar ve işte bunlardır o korunan müttekiler”
Ömer Nasuhi Bilmen: “Birr (takvâ) yüzlerinizi maşrık ve mağrip tarafına çevirmeniz değildir. Fakat birr, o kimsenin birridir ki, Allah'a, ahiret gününe, meleklere, kitaplara, peygamberlere imân etmiş olur. Ve malını seve seve karabet sahiplerine, yetimlere, yoksullara, yolculara, dilenenlere verir. Ve esirleri azad etmek hususuna sarfeder. Ve namazını kılar, zekâtını verir. Bir de muâhede yaptıkları zaman ahidlerini yerine getirirler ve ihtiyaç, hastalık ve şiddetli savaş hallerinde de sabırlı bulunurlar. İşte sâdık olanlar onlardır. Muttakî olanlar da onlardan ibarettir.”
S. Ateş: “Yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz iyilik değildir. Asıl iyilik, o(kimsenin iyiliği)dir ki, Allah'a, âhiret gününe, meleklere, Kitaba ve peygamberlere inandı…”
Suat Yıldırım: İyilik (ve hayır), yüzlerinizi doğuya
ya da batıya doğru çevirme değildir. Asıl iyilik; Allah’a, âhiret gününe, meleklere, kitaplara ve peygamberlere iman eden, sevdiği malını Allah’ı hoşnut etmek için yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalan gariplere, isteyenlere ve boyunduruk altında bulunup hürriyetine kavuşmak isteyen köle ve esirlere veren,namazı hakkıyla ifa edip zekâtı veren, sözleştiği zaman sözlerinde duran, hele hele sıkıntı ve hastalık hallerinde, savaşın şiddetleri esnasında sabreden kimselerin davranışlarıdır…”
Dördüncü Örnek ve Tahlili: A’raf Suresi (142)
وَوَاعَدْنَا مُوسَى ثَلَاثِينَ لَيْلَةً وَأَتْمَمْنَاهَا بِعَشْرٍ فَتَمَّ مِيقَاتُ رَبِّهِ أَرْبَعِينَ لَيْلَةً وَقَالَ مُوسَى لِأَخِيهِ هَارُونَ اخْلُفْنِي فِي قَوْمِي وَأَصْلِحْ وَلَا تَتَّبِعْ سَبِيلَ الْمُفْسِدِينَYukarıdaki âyetteki وَوَاعَدْنَا مُوسَى ثَلَاثِينَ لَيْلَةً وَأَتْمَمْنَاهَا بِعَشْرٍ فَتَمَّ مِيقَاتُ رَبِّهِ أَرْبَعِينَ لَيْلَةً ibaresinde sözleşilen otuz
gece üzerine on ilave yapıldığı zikredilmektedir. Âyetin sonundaki erbeîne leyleten” ifadesinden de anlaşılacağı üzere burada muzafun ileyh olan isim yani “leyalin” kelimesi hazfedilmiştir. İbareyi hazfedilen kısmı zikrederek “ve etmemnâhâ bi aşri leyâlin” şeklinde anlamalıyız.
Elmalılı: “Bir de Musâya otuz geceye va'd verdik ve anı bir on ile tamamladık, bu sûretle rabbinin mîkatı tam kırk gece oldu ve Musâ kardeşi Haruna şöyle dedi: kavmim içinde bana halef ol, ıslâha çalış da müfsidler yoluna gitme”
H. Basri Çantay: Musa ile otuz gece (bize münacatta bulunması için) sözleştik ve ona bir on (gece) daha kattık.”
Celal Yıldırım: “Musa ile otuz geceye sözleştik ve onu on gün ile tamamladık…”
Ali Bulaç: “Musa ile otuz gece için sözleştik ve ona bir
on daha ekledik…”
S. Ateş: “Mûsâ ile otuz gece (bana ibâdet etmesi için) sözleştik ve buna on gece daha kattık. Böylece Rabbinin tayin ettiği vakit, kırk geceye tamamlandı.”

3. CÜMLENİN HAZFEDİLMESİ VE MEALLERDEKİ KUNUMU:
Beşinci Örnek ve Tahlili: Bakara Suresi (213)
كَانَ النَّاسُ أُمَّةً وَاحِدَةً فَبَعَثَ اللَّهُ النَّبِيِّينَ مُبَشِّرِينَ وَمُنذِرِينَ وَأَنزَلَ مَعَهُمْالْكِتَابَ بِالْحَقِّ لِيَحْكُمَ بَيْنَ النَّاسِ فِيمَا اخْتَلَفُوا فِيهِ وَمَا اخْتَلَفَ فِيهِ إِلَّا الَّذِينَ أُوتُوهُ مِنْ بَعْدِ مَا جَاءَتْهُمْ الْبَيِّنَاتُ بَغْيًا بَيْنَهُمْ فَهَدَى اللَّهُ الَّذِينَ آمَنُوا لِمَا اخْتَلَفُوا فِيهِ مِنْ الْحَقِّ بِإِذْنِهِ وَاللَّهُ يَهْدِي مَنْ يَشَاءُ إِلَى صِرَاطٍ مُسْتَقِيمٍYukarıdaki âyet-i kerimede كَانَ النَّاسُ أُمَّةً وَاحِدَةً فَبَعَثَ اللَّهُ النَّبِيِّينَ مُبَشِّرِينَ وَمُنذِرِينَiki kelime arasında “fahtelefû” (İhtilafa düştüler veya Aralarında ihtilâflar başlayınca) cümlesi mahzuftur. Bu hazfedilen cümle, takdir edilmeden âyet çevrildiğinde veya anlaşıldığında âyetin anlamında bir kapalılık meydana gelmektedir. Y. Nuri Öztürk ve S. Ateş’in meali bu açıdan kapalı ve eksiktir. Elmalılı, H. Basri Çantay ve S. Yıldırım’ın meallerinde söz konusu husus tercümeye yansıtıldığı için isabetlidir.
Elmalılı: “İnsanlar tek bir ümmet idi. Ayrılmaları üzerine Allah rahmetinin müjdecileri ve azabının habercileri olmak üzere Peygamberler gönderdi ve beraberlerinde hak ile kitap indirdi ki nas arasında ihtilâf ettikleri noktada hakem olsun, bunda da sırf o kitap verilenler kendilerine bunca beyyineler geldikten sonra tuttular aralarındaki ihtiras yüzünden ihtilâfa düştüler, bunun üzerine Allah onların ihtilâf ettikleri hakka izni ilâhîsiyle bu iman edenleri doğrudan doğru muvaffak buyurdu, öyle ya Allah
dilediğini doğru yola çıkarır”
H. Basri Çantay: “İnsanlar bir tek ümmetti (kimi îmân etmek, kimi küfre sapmak suretiyle ihtilâfa düştüler). Binâen'aleyh Allah (rahmetinin) müjdeciler (i, azabının) haberciler (i) olmak üzere (onlara) peygamberler gönderdi ve beraberlerinde — insanların ihtilâfa düştükleri şeyler hakkında aralarında hüküm vermek için — hak (ve gerçek) kitaplar da indirdi. Hâlbuki kendilerine apaçık deliller geldikten sonra birbirine karşı olan ihtiras ve hasetten ötürü ihtilâfa düşenler; o (Kitab) verilenlerden başkası değildir. İşte Allah (böylece) îman edenleri, kendi iradesiyle; hakkında ihtilâfa düştükleri hakka (gerçeğe) ulaştırdı. Allah kimi dilerse onu doğru yola iletir.”
Yaşar N. Öztürk: “İnsanlar bir tek ümmet idi. Sonra Allah, peygamberleri müjdeleyiciler ve uyarıcılar olarak gönderdi.
Onlarla beraber, anlaşmazlığa düştükleri konularda, insanlar arasında hükmetsinler diye gerçeği taşıyan Kitap'ı hak olarak indirdi. O Kitap'ta anlaşmazlığa düşenler, o Kitap'ın bizzat muhataplarından başkası değildi.
Bunlar, kendilerine açık kanıtlar geldikten sonra sırf aralarındaki kıskançlık ve azgınlık yüzünden, çekişmeye girdiler. Sonra Allah kendi izniyle, inananları, üzerinde tartışmaya girdikleri gerçeğe tekrar ulaştırdı, Allah,
dilediği kişiyi/dileyeni doğru yola iletir.”
S. Ateş: “İnsanlar bir tek ümmet idi. Sonra Allâh, peygamberleri, müjdeciler ve uyarıcılar olarak gönderdi; onlarla beraber, anlaşmazlığa düştükleri konularda insanlar arasında hükmetmek üzere, içinde gerçekleri taşıyan Kitabı indirdi. Kendilerine Kitap verilmiş olanlar, kendilerine açık deliller geldikten sonra, sırf aralarındaki kıskançlıktan ötürü o(Kitap hakkı)nda anlaşmazlığa düştü(ler). Bunun üzerine Allâh, kendi izniyle inananları, onların üzerinde ayrılığa düştükleri gerçeğe iletti. Allâh, dilediğini doğru yola iletir.”
Altıncı Örnek ve Tahlili: Yusuf Suresi (45-46)
وَقَالَ الَّذِي نَجَا مِنْهُمَا وَاِدَّكَرَ بَعْدَ أُمَّةٍ أَنَا أُنَبِّئُكُمْ بِتَأْوِيلِهِ فَأَرْسِلُونِييُوسُفُ أَيُّهَا الصِّدِّيقُ أَفْتِنَا فِي سَبْعِ بَقَرَاتٍ سِمَانٍ يَأْكُلُهُنَّ سَبْعٌ عِجَافٌ وَسَبْعِ سُنْبُلَاتٍ خُضْرٍ وَأُخَرَ يَابِسَاتٍ لَعَلِّي أَرْجِعُ إِلَى النَّاسِ لَعَلَّهُمْ يَعْلَمُونَ
Kur’andaki cümle haziflerine bir örnek de Yusuf suresindeki 45. Âyetin bitişindeki “…fe ersilûni” ifadesiyle devamındaki 46. Âyetin başlangıcı “yusufu eyyühe’s-sıddîk…” cümleleri arasında hazfedilen cümlelerdir.
Elmalılı: “O ikisinden kurtulmuş olan da nice zamandan sonra hatırladı da dedi ki: ben size onun te'vilini haber veririm, hemen beni gönderin. Yusüf! Ey sıddık! Bize şunu hallet: «yedi semiz inek bunları yedi arık yiyor ve yedi yeşil başakla diğer yedi de kuru» ümit ederim ki o nâsa cevab ile dönerim, gerektir ki kadrini bilirler “
Ali Bulaç: “O iki kişiden kurtulmuş olanı, nice zaman sonra hatırladı ve: "Ben bunun yorumunu size haber veririm, hemen beni (zindana) gönderin" dedi, (Zindana gidip "Yusuf, ey doğru (sözlü insan).. Yedi besili ineği yedi zayıf (ineğin) yediği ve yedi yeşil başakla diğerleri kuru olan (rüya) konusunda bize fetva ver. Umarım ki insanlara da (senin söylediklerinle) dönerim, belki onlar (bunun anlamını) öğrenmiş olurlar”
Suat Yıldırım: “O iki arkadaştan kurtulanı, aradan
geçen bunca zamandan sonra, işte ancak o sırada, Yusuf’u hatırlayıp dedi ki "Rüyanın tabirini size ben bildireceğim. Hele siz beni hapishaneye bir gönderiverin! Hapishaneye gidip: "Yusuf! Sözü doğru ve isabetli olan aziz dostum! Şu müşkil rüya hakkında bize bir çözüm bildir lütfen: "Yedi semiz ineği yiyen yedi zayıf inek ile yedi yeşil başak ile yedi kuru başağın anlamı ne olabilir? Ümit ederim ki isabetli yorumunu öğrenip ilgili insanlara aktarırım, böylece onlar da doğruyu öğrenir ve senin kıymetini bilirler."
M. Esed: İşte ancak o zaman, aradan geçen bunca vakitten sonra, hapisten kurtulan o iki kişiden biri (Yusuf'u) hatırladı ve: "Bu (rüyanın) işaret ettiği gerçek anlamı ben öğrenip ulaştırabilirim size" dedi, "ama bunun için gitmeme izin verin. (Ve böylece Yusuf'u hapishanede görmeye gitti ve O’na "Ey Yusuf, ey özü sözü doğru adam!" dedi, "(Rüyada görülen) yedi çelimsiz ineğin yediği yedi semiz inek ve yedi yeşil başakla (yedi) kurumuş başak ne anlama gelir, bunu bana yorumla ki (senin açıklamanla saraydaki) insanların yanına döneyim ve onlar da (böylece senin nasıl biri olduğunu) öğrensinler!"
Görüldüğü üzere Ali Bulaç ve M Esed parantez içinde (Zindana gidip, (Ve böylece Yusuf'u hapishanede görmeye gitti ve o'na ifadeleriyle aktardıkları mesele âyette hazfedilmiştir. Bu hazfedilen cümle parantez içi ifadelerle tercümeye yansıtılmıştır. Elmalılı’nın meali ise bu açıdan eksiktir. En isabetli meal ise S. Yıldırım’ın tercümesinde olduğu üzere zikredilmeyen ama anlam olarak var olan bu cümleleri açıkça çeviride vermektir.
Alıntı ile Cevapla