Tekil Mesaj gösterimi
Alt 26 Aralık 2013, 12:51   Mesaj No:1

Medine-web

Medineweb Site Yöneticisi
Medine-web - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Medine-web isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 1
Üyelik T.: 14Haziran 2007
Arkadaşları:7
Cinsiyet:Erkek
Yaş:49
Mesaj: 2.988
Konular: 339
Beğenildi:1172
Beğendi:346
Takdirleri:7784
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Türk İslam Edebiyatı Tüm haftalar(Sakarya İlitam)

Türk İslam Edebiyatı Tüm haftalar(Sakarya İlitam)

Türk İslam Edebiyatı
1. Hafta


İSLÂM ÖNCESİ TÜRK EDEBİYATINA GENEL BİR BAKIŞ1

Türklerin, tarih boyunca içinde yer aldıkları değişik Kültür Çevreleri göz önünde bulundurularak, Türk Edebiyatı'nı:
-İslâm Öncesi Türk Edebiyatı.
-İslâm Sonrası İslâm Kültürü Etkisinde Gelişen Türk Edebiyatı.
-Batı Kültürü Etkisi Altında Gelişen Türk Edebiyatı.

Kronolojik sıraya göre, varlığı belgelerle kanıtlanan ilk ve en eski dönem, İslâm Öncesi Türk Edebiyatı dönemidir. Bu dönem edebiyatı, gözden geçirildiğinde, dil, ifâde, duyuş ve zevk itibariyle millî bir edebiyat görünümündedir. Bu dönem;
1- Köktürk (Göktürk) Dönemi
2- Uygur Dönemi, olmak üzere ikiye ayrılmaktadır.

İslâm öncesi Türk Edebiyatı'nın varlığı, daha eski tarihlere dayanmakla birlikte, henüz yeter derecede aydınlığa kavuşmadığından, milâdî VIII. Yüzyıldan itibaren başlamaktadır. Bugünkü bilgilerimize göre, yazılı edebiyatı bulunan ilk Türk Devleti - mevcut belgelere göre - Köktürklerdir. Köktürk Devleti'nin tarihî ve edebî varlığını belgeleyen Orhun Yazıtları (Orhon Kitabeleri, Orhon Âbideleri), VIII. yüzyılın ilk yarısında Köktürklerin devlet kurduğu Orta-Asya'nın doğusunda dikilmişlerdir!.

Mîlâdî VIII. yüzyılda Kül Tigin, Bilge Kağan ve Tonyukuk adına dikilmiş olan bu âbidelere, Orhon Âbideleri adının verilmesi, aynı adı taşıyan Moğolistan'daki ırmağın eski yatağına yakın olan yere dikilmiş olmalarındandır. Bu üç âbide yüksek bir dil, tarih ve edebiyat değeri taşır.

Abidelerin ilki, Çin'de doğmuş, Türklerin emrine girerek dört Türk Kağanına başvezirlik ve başkumandanlık yapmış ve 724 yılında öldüğü tahmin edilen vezir Bilge Tonyukuk adına 720'de dikilmiştir ki bu âbidede, Çin esareti yıllarından son yıllarına kadar geçen olaylar anlatılır. Göktürk harfleriyle yazılmış 62 satırdan oluşan metin, sâde bir dille işlenmiştir. Olaylar ana çizgileriyle verilir. Atasözlerine yer verildiği gibi, halk benzetmelerine de başvurulur. Yer yer ders ve ibret alınması için millete öğütler verilir.

İkinci âbide, Bilge Kağan'nın küçük kardeşi olan ve 731'de Dokuz Oğuzlarla yapılan savaşta ölen, Kardeşi Bilge Kağan tarafından onun adına 21 Ağustos 732'de diktirilmiş olan âbidedir. Köktürk harfleriyle yazılmış âbide 71 satırdır.

Üçüncü âbide ise, 25 Kasım 734'te ölen Bilge Kağan adına, oğlu Temi Kağan tarafından 735'te diktirilmiş olan âbidedir. Her iki âbideyi Yolluğ Tigin, Bilge Kağan'ın ağzından yazmıştır. Hitabet üslûbu taşıyan ve nazım karakteri gösteren Kitabeler'de etkili bir dil kullanılmıştır. Bu, aynı zamanda, Yolluğ Tigin'in usta bir yazar olduğunu gösterir.

Orhon Kitabeleri mensurdur. Nazma ait ritmik unsurlar (alliteras-yonlu (aynı sesleri taşıyan) kelimeler, baş ve son kâfiyeler), bazı araştırmacıları, bu kitabeleri oluşturan metinlerin manzum olabileceği görüşüne itmiştir.

İslâm Öncesi Türk Edebiyatı döneminin ikinci yarısı Uygur dönemidir. Bu döneme âit elde oldukça zengin malzeme vardır. Uygur edebiyatı metinlerinin çoğu Çince, Sanitçe, Toharca, Sogdca ve Tibetçe'den çevirilmiş dinî metinlerdir. VIII. yüzyılda Mani ve Buda dinleriyle kültürlerinin etkisi altına girerek eser vermiş olan Uygurlar'ın edebî ürünleri arasında Budist eserler çoğunluktadır. Uygurca metinler arasında edebiyat malzemesi olarak dinî, ahlâkî ve hamasî konulu bir hayli hikâye bulunmaktadır.

Mevcut bilgilerimize göre, Türklerin kabul ettikleri en eski din Şamanizm'dir, Şamanizm, Kuzey ve Orta-Asya'daki Türkler arasında, varlığı günümüzde de devam eden, doğaya tapma, doğa-üstü güçlere inanma temeline dayalı bir inanç sistemidir. Şaman ya da Türkçedeki karşılığıyla kam, Şamanizm’deki din adamına verilen isimdir. Türkler, İslâm'ı kabul ettikten sonra da Şamanizm'in özelliklerini, gelenek ve göreneklerini devam ettirmişler, hatta kendileriyle birlikte Anadolu'ya taşımışlardır. Bütün edebiyatlarda olduğu gibi, Türk Edebiyat'ının doğuşu da dinle yakından bağlantılıdır. Bu yüzden de, ilk şiirler dînî karakterli, şâirler ise din adamları, şamanlardır. Tonguzlarda şaman, Altay Türklerinde kam, Kırgızlarda baksı (bahşı), Oğuz Türklerinde ozan diye bilinen şamanların dînî görevlerini yaparken söyledikleri İlâhîler de, İslâm Öncesi Türk Edebiyatı'nın ilk Örnekleri olmalıdır. Sihirbazlık, hekimlik, mûsikî-şinâslık gibi birçok Özellikleri olan şamanların halk üzerinde büyük nüfuz sahibi oldukları da bilinmektedir.

İslâm öncesi dönemde daha çok Sözlü Edebiyat ürünleri verilmiştir. Bu ürünler ise Destanlar, Sagular, Koşuklar ve Savlar'dır.

Sözlü Edebiyat
Destanlar
Destan (Dasitan), kıssa, hikâye, masal demektir. Özellikle manzum olanlara Destan denir. Aşık edebiyatının en uzun nazım şeklidir. Dörtlü bendler hâlinde ve genellikle Hece ölçüsünün 8’li ve 11'li kalıplarıyla söylenen destanlar konularını savaş, yangın, deprem, salgın hastalık gibi felâketlerden, eşkiyâ maceralarından, toplumun sakat, alay etmeye ve iğnelemeye müsait yönlerinden alırlar. Bunlardan başka 5
öğüt (atasözü), bekçi, yaş, hayvan ve daha başka konularda da destanlar söylenir.

"Dasitan" kelimesini Divân Edebiyatı şâirleri de kullanmışlar, aruz. vezniyle yazdıkları manzum hikâyelere bu adı vermişlerdir. Şeyh Gâlib (ö.1799) Hüsn ü Aşk isimli mesnevîsi'nde "Benî Muhabbet" kabilesini anlatırken "Âğâz-ı Dâsitân-ı Beni Muhabbet" başlığını kullanmıştır. Divân Edebiyatı şâirleri Dasitanları'nı mesnevi tarzında, Halk Edebiyatı şâirleri ise dörtlükler şeklinde yazarlardı. Bir de Millî Destanlar vardır ki, her milletin efsânevî tarihinden, hayâlı ma’bûdlarından, kahramanlarından, savaş ve zaferlerinden bahseder. Bu efsânevî ve menkabevî olaylar, halk tarafından ayrı ayrı nakledilegelir. Daha sonra millî şâirler, nakledilegelen bu parça parça olayları birleştirerek millî destanları oluştururlar.

Tarihte yer alan her milletin destanları vardır ki bunlar, o milletlerin yaşadıkları maceraları, yetiştirdikleri kahramanları, tabiat, kâinat ve sosyal hâdiseleri hakkında düşündüklerini ve bunlar karşısında aldıkları durum ve tavırları yansıtırlar. Zengin ve çeşitli olan Türk Destanları'nın çoğu İslâm öncesi dönemde oluşmuştur.

Türk Destanlarından bazıları şunlardır: Yaratılış, Alp Er Tunga, Oğuz Kağan, Bozkurt, Ergenekon, Türeyiş, Göç destanları. Bunlardan en önemlisi, metninin büyük bir kısmı elimizde bulunan Oğuz Kağan Destânı'dır. Diğer milletlerden bazılarının en yaygın millî destanları ise şunlardır: Yunanlıların millî destanları, Homeros'un yazdığı "ilyada" ve "Odise"; İran'ın, Firdevs-i Tûsî (ö.l020)'nin yazdığı "Şeh-nâme"; Finlilerin, Lönnrot isimli bir hekimin, uzun yıllarını vererek oluşturduğu "Kalevala" isimli destanlarıdır.

Sagular
İslâm Öncesi Türk Edebiyatı'nda, ölen kimselerin arkasından söylenen şiirlere Sagu denir. Sagular, sevilen, sayılan, özellikle gösterdiği kahramanlıklarla tanınmış kimselerin ölümü üzerine, ozanlar tarafından, Yuğ adı verilen cenaze törenlerinde okunur; ölen kişinin yiğitliği, iyiliği, cömertliliği, faziletleri dile getirilirdi. Bazı sagularda canlı tabî'at tasvirleri de görülür.

Sagular dörtlükler hâlinde düzenlenir. Bend sayısı belli değildir. Kâfiye ise, daha çok şeklindedir. Ancak, birinci ve üçüncü mısraları serbest, ikinci ve dördüncü mısraları kafiyeli olan şekilleri de vardır:

Eski Türklerin Sagu adını verdikleri bu tür şiire Divân Edebiyatı’nda Mersiye, şimdi ise Ağıt denilmektedir. Ancak, ağıtlar daha çok, genç yaşta ölenler için yakılır ve "Ağıt yakma" diye tabir edilir. Gelin olan kızlar ve büyük felâketler için söylendiği de olur. Şekil olarak koşma ve türkülere benzer.

Koşuklar
Koşuk, İslâm öncesi Türk şiirinde "Nazım, Manzume, Şiir" anlamına gelmektedir. Kaşgarlı Mahmud ise, Dîvânü Lügâti't-Türk’te (yazlışı: 1074-1077) koşuk’a "şiir, kaside" anlamlarını vermiştir. Yusuf Hâshâcib de Kutadgu Bilig'de (yazılışı:1069) koşuk karşılığı olarak "şiir, beyit" kelimelerini kullanmıştır. Ünlü Türkolog W. Radioff, koşuk tabirinin zamanla, daha dar anlamlarda kullanıldığını tespit etmiştir. Ona göre Koşuk "Urguştek”' denilen şiirin bir şekli olarak halk arasında yaygındır. Doğu Türkçesi'nde, özellikle Taratıp'daki Koşuk şekli "bir tarihî şarkıyı, bir efsânevî türküyü " karşılar. Kumaniar da şâir'e Kaşıcı demişlerdir.

Savlar
Sav, atasözü anlamındadır. Sav'a, söz, haber, mektup, risale, darb-ı mesel, kıssa, hikâye, târihî şeyler gibi anlamlar da verilmiştir. Sav (Darb-ı mesel): Eskiden söylenilmiş olan ve bir hikmet ifâde eden söz. Sav, "İlk şiir örnekleri olan dinî şiirlerle birlikte manzum olarak söylenen atasözleri" diye de tarif edilmiştir. Arapçası "mesel" dir. Dilimizde "Durûb-ı emsal" şeklinde de kullanılmıştır. Şinâsî (1826-1871)'nin, Atasözlerini toplayan "Durûb-ı Emsâl-i Osmaniye" (İstanbul 1863,1885) adında bir eseri vardır. Nâbî (1642-1712)'nin ifâdesine göre, kendi döneminde darb-ı mesel ustası, XVII. yüzyıl şâirlerinden Sabit (1650-1712)'tir. Bu alanda Onun seviyesine çıkan olmamıştır.

Yazlı Edebiyat Türk Dili'nin yapısını ve gelişmesini, yeterli malzemeye dayanarak, ancak VIII. yüzyılın ilk yarısında dikilmiş olan Orhun Kitâbeleri'nden itibaren takib edebiliyoruz. Daha önceki dönemlerden bize ulaşan Tuna ve Volga Bulgarları'na âit Şehzade Fihristleri ve Mezar Taşları ile Yenisey Kitabeleri, Türk Dili'ni incelemekten çok uzaktır.

Türk Dili'nin yapısını ve gelişmesini, yeterli malzemeye dayanarak, ancak VIII. yüzyılın ilk yarısında dikilmiş olan Orhun Kitâbeleri'nden itibaren takib edebiliyoruz. Daha önceki dönemlerden bize ulaşan Tuna ve Volga Bulgarları'na âit Şehzade Fihristleri ve Mezar Taşları ile Yenisey Kitabeleri, Türk Dili'ni incelemekten çok uzaktır. Türk Dili ve Edebiyatı'nın başlangıcı olarak kabul edilen mîlâdî VIII. yüzyıldan önceki bu dönem, Türk Dili'nin henüz gelişmiş bir Yazı Dili hâline gelmediği bir dönemdir.

İlk defa Orhun Kitabeleri ile Türk Dili oluşumunu tamamlamış, işlenmiş bir Yazı Dili olarak tarih sahnesine çıkmıştır. Tabiî bu gelişmiş olan Yazı Dili'nin, hiç olmazsa bir iki yüz yıllık bir tekâmül, bir oluşum devresi geçirdiği muhakkaktır. Bazı farklılıklar göstermesine rağmen, VIII. yüzyıldan XIII. yüzyıla kadar devam eden ve Kök-Türk ile Uygur kültürlerinin damgasını taşıyan bu Yazı Dili dönemi "Eski Türkçe Devresi" diye adlandırılmaktadır. Bu dönem ilk ana dil yapısını meydana getiren bu Eski Türkçe Devresi'nin XII.- XIII. yüzyıllara kadar devam ettiği bir süreçtir.

Türk Dili ve Edebiyatı'nı metinle takibedebildiğimiz çağ olan Eski Türkçe'den itibaren, daha belirgin ölçülerle bir ayırım yapmak ve devirleri belli tarihlerle değil ama, yüzyıllarla sınırlandırmak mümkündür. Bu devreler ise şunlardır:

Eski Türkçe Çağı
Türkçe'yi metinle ve "Türk" adı ile takıbedebildiğimiz gerçek bir devredir. Bu devre ise, tarih olarak VI.-X. yüzyıllar arası kabul edilmektedir. Kitabelerle Uygur metinlerini içine alan bu çağ: a) Kök-Türk, b) Uygur devresi diye ikiye ayrılmaktadır. Bunu biraz da ha ileri götürerek (XII. ve XIII. yy.) Karahanlıca (Hâkâniye) olarak ilk îsiâmî Türkçe metinlerin dilini de bu çağa dahil edenler vardır.

Dilin dış tarihi bakımından bu devreyi, İslâm'ın kabulü ile girdiğimiz ve artık devamlı olarak kalacağımız bir medeniyetin ilk eserleriyle başlatıyoruz ki bu çağ, aynı zamanda, eskiden nispeten toplu bir hâlde bulunup da bir Yazı Dili geleneğini sürdüren Türk boylarının birbirinden ayrılarak, uzak bölgelerde kendi şivelerini Yazı Dili olarak oluşturmağa başladıkları bir çağdır. Ana yurtta kalan Hâlis Türkçe ile Oğuz ve Kıpçak lehçeleri Yazı Dili olarak bu devirde ayrılmış ve kendi eserlerini vermeğe başlamıştır. Dilin içyapısı bakımından ise, bazı büyük fonetik (ses) ve morfolojik (şekil) değişmeler de bu çağda görülmektedir. Bu çağ, zaman olarak XI.-XÖ. yüzyılları içine alır. Reşiâ Rahmeti Arat (1900-1964) ve bazıları, bir Orta Türkçe çağı kabul etmeyip XIII. yüzyıla kadar Eski Türkçe, sonrasını ise Yeni Türkçe çağı olarak düşünmektedirler.

Yeni Türkçe Çağı Türk Dili'nin XVI. yüzyıldan itibaren, artık teşekkül etmiş edebî lehçeleri ile bugüne kadar geçen zamana verilen isimdir. Osmanlı, Azeri, Türkmen, Çağatay ve Özbek edebiyatlarının dili bu devreye girer. Bu çağı, bir önceki çağdan ayırt etmek bir hayli güç olmakla beraber, Orta Türkçeyi Yeni Yazı Dili lehçelerinin teşekkül ettiği; Yeni Türkçeyi ise, o lehçelerde meydana getirilen edebiyatın geliştiği bir çağ olarak niteleyebiliriz. Türkiye Türkçesi bakımından, Beylikler Devri dilinin de getirdiği Eski Anadolu Türkçesi'ni Orta Türkçe, Osmanlıca dediğimiz devreyi ise, Yeni Türkçe saymak daha uygun olur. Zaman ise XVI-XX. yüzyıllar arasıdır.

Çağdaş (Modern) Türkçe Çağı
Türk Dili'nin bu çağı, yaşadığımız devrin, yüzyılın dili, yani bugünkü Türk lehçe, şîve ve ağızlarıdır. Modern Türkçe'den maksat, günümüzde konuşulan, yazılan Türkçe'dir. Yalnız Türkiye Türkçesi'nin özel bir durumu vardır ki o da, gerek yazı, gerekse dil devrimleri ile Osmanlıca'dan Türkçe'ye geçip gerçekten yenileşme hareketinin var oluşudur. Türk Dili'nin tarihçesi hakkında verilen bu kısa bilgiden sonra, Eski Türklerin yine bu döneme âit tarihî ve edebî değeri olan yazılı belgelerinden bahsedeceğiz.

Yazılı Edebiyata malzeme olan bu belgeler, anıtlar, mezar taşları, duvar, deri, bez ve benzeri şeyler üzerine yazılmak suretiyle meydana getirilmiş olan belgelerdir. İslâm öncesi döneme âit bu belgelerden en eski Türkçe yazılı belgeler, ittifakla kabul edilen Orhun Kitabeleri'dir. Bunların ne zaman, kimin adına dikildiklerini bir defa daha hatırlayalım. Kök-Türklere âit bu kitabelerden biri 720 tarihinde Vezir Tonyukuk tarafından yazılmış ve kendi adına dikilmiş olan Tonyukuk Kitabesi (Yazıt)dir. Diğer iki Kitabe ise, 732'de Kültigin, 735'te de Bilge Kağan adlarına dikilmiş Kültigin ve Bilge Kağan Kitâbeleri'dir. Bu iki kitabe, Bilge Kağan'ın ağzından söylenmiş, Yolluğ Tigin tarafından yazılmıştır.

San'atlı nesir örneği görünümünde olan bu kitabeler, aynı zamanda bir nutuk (söylev) üslubuyla, etkili bir dil kullanılarak kaleme alınmışlardır. Orhun Kitabeleri'nin bir yüzleri Kök-Türk Alfabesiyle Türkçe, diğer yüzleri ise Çince yazılmıştır. Radloff, Melioranski ve Thomsen, kitabelerin çevirilerini yapmışlardır. En iyi çeviri, Thomsen'ın çevirisidir. Bunları bilim dünyasına ilk tanıtan İsveçli Stiahlenberg'dir. Bundan sonra, Batılı gezginlerin de dikkatini çekmiş olmakla beraber, Orhun Kitâbeleri'ni XIX. yüzyılın sonunda (1893), kitabelerde kullanılmış olan eski Türk yazısını (runik) ilk çözen ve okuyan Vilhelm Thomsen'dır. Radloff tarafından Rusça'ya (1895), Thomsen tarafından Fransızca'ya (1900) çevrilmiş olan Orhun Âbideleri, Necib Âsim tarafından da Türkçe'ye çevrilmiştir.

İslâm öncesi Yazılı Edebiyat çerçevesinde, Uygur edebiyatı yazılı belgelerinden de söz etmek gerekir.

Uygur Edebiyatı, İslâm öncesi Türk Edebiyatı'nın son dönemidir. Bu edebiyata âit Uygur (745-1240), Koço (850-1250), Kan-çou (900-1028) Hanlıklarından kalma zengin malzemenin varlığını kanıtlayan, Doğu Türkistan'da Turfan *Koço) ve yöresinde yapılan kazılardan çıkarılan çok sayıdaki yazılı belgeler elde bulunmaktadır. Kazılardan çıkarılan bu belgelerden bir kısmı yayımlanmış, yayımlanmayanlar üzerinde ise henüz çalışma yapılmamıştır. Bu metinlerin çoğu Çince, Sanitçe, Toharca ve Tibetçe'den Uygurcaya çevrilmiş dinî metinlerdir. Bu metinlerden Uygur Türkleri'nin belirli bir medeniyet düzeyine geldiklerini, meselâ kâğıt üzerine kitap basma tekniğini bildiklerini öğreniyoruz.

Uygur alfabesinin etkisini, Türkler'in İslâm'ı kabul ettikten sonra da devam ettirdiğini ve Orta-Asya'da XIII. yüzyıl sonlarına kadar Türkler arasında bu alfabenin kullanıldığını biliyor ve görüyoruz. Uygur Türkleri, Budizm ve Maniheizm'in etkisi altında kaldıklarından, bunlara âit edebî metinlerin önemli bir kısmının dinî-ahlâkî metinler oldukları bilinmektedir. Bu metinler arasında manzum metinler de mevcuttur.

Elde bulunan şiirler, Türklerin millî ölçüsü olan hece vezniyle yazılmış olmakla birlikte, mısraların hece sayıları eşit değildir. Manzum parçaların çoğunda mısraların hece sayıları değişmekte, bazı manzumelerde ise hece sayısı 15-20'ye kadar çıkmaktadır. Böyle olmakla beraber, İslâm Öncesi Türk şiirinin eldeki örneklerin çoğu 4-5 mısralık kıt'alardan oluşmaktadır. Alliterasyon (ses benzeşmesi), bu dönem şiirinin dikkat çeken bir özelliğidir. Uygurların, sözü edilen dinî manzumelerinin yanında din-dışı konularda yazılmış lirik, ya da pastoral (çoban ve kır hayatını anlatan şiir), estetik yanı oldukça gelişmiş güzel manzumeleri vardır. Bütün bunlardan Türkçe'nin Uygurlar döneminde işlendiğini ve edebî bir dil olarak geliştiğini anlıyoruz.

İslâm sonrası Türk Edebiyatı'nı ele almadan ve incelemeden önce, Türklerin İslâm'ı ne zaman kabul ettikleri üzerinde duralım. Çünkü milâdî 610 tarihinde doğan İslâm Dini, yeryüzünde hüküm süren semavî dinlerin sonuncusu olan bir din idi. Arabistan'da doğan bu Din'i, Arabistan sınırlan dışında ilk kabul eden millet İran ve İran halkıdır. Mantıken düşünüldüğünde, bu yeni Din'i kabul sırası Türklere, Türk milletine gelmiş olması gerekirdi. Çünkü İran, Orta-Asya halkının en yakın komşusu idi. Tarihî ve coğrafi olarak da bu böyle idi.

İranlılardan sonra Türkler, İslâm Dîni'nin varlığından haberdâr idiler. Esasen Türkler, Hz. Ömer'in hilâfeti sırasında (634) İslâm ile tanışmaya başlamışlardır.

İslâm orduları, Türklerin yoğun hâlde yaşamakta oldukları topraklara ilk olarak Emevîler devrinde (661-750) girmişler ve Özellikle Kuteybe b. Müslim (670-715)'in Horasan valiliği sırasında (705-715) Mâverâü'n-nehr'i ve oraya sınır olan bölgeleri feth ederek idareleri altına almışlardır. Kuteybe b. Müslim ve kardeşi Abdurrahman'nın çaba ve cesaretleri Buhârâ'dan Semerkand'a kadar olan şehirleri zabtettikleri gibi, Hârizm'in belli-başlı şehirlerini de İslâm idaresi altına sokmuşlardır. Bu sıralarda, zaman zaman Türk boylarının bazıları ile de savaş yapıldığı söylentileri de vardır. Kuteybe b. Müslim'in Horasan, Hârizm ve Buhârâ'nın yardımcı kuvvetleriyle, destek sağlayan ordusu ile Semerkand'ı kuşattığı sırada, karşı tarafa gelen yardımcı kuvvetlerden Türklerin başında Hakan'ın oğlunun bulunduğu rivayeti vardır. Öyle ki bu komutanın, Kapağan Han'ın yeğeni meşhur Kültigin olduğunu ileri sürenler bile vardır.

Türkler, İslâm'ı başlangıçta hemen benimsemiş değildirler. Ancak, zorla, ateş ve kan akıtılması yoluyla da İslâm'ın Türkler tarafından kabul edildiğini söylemek de mümkün değildir. Esasen bu durum "Dinde zorlama yoktur" prensip ve kuralına da aykırıdır. Zamanla, yavaş yavaş, özellikle Ebû Müslim Horasanı (719-755)'nin ve komutanlarının çaba ve gayretleriyle Orta-Asya'da İslâm'ın yayılmaya başlamış olduğu, bu yayılma ve gelişmenin daha da hız kazandığı ve güçlendiği görülmektedir.

İslâm'ın egemen olduğu bölgelerde uygulanan adalet, iyilikle muamele, ahlâkî yükseklik ve bu yeni Din'in inanç, ibâdet ve günlük hayatta insana kazandırdığı huzur ve imkân, dört bir yandan, yılların geçmesiyle, İslâm'ı kabule yığın yığın yeni kütlelerin, toplulukların koşup gelmesine sebep oluyordu. Böylece İslâm Dini, yüzyılların geçmesiyle, son derece inandırıcılığı ve gücü ile yayılıp yerleşiyordu.

Asıl Türklerin, koşarcasına topluca İslâm'a girip doğuya doğru Türk bölgelerinin tamamı ile İslâm Dini'ne girip onun kültürü ve medeniyeti etkisinde yeni bir hayat anlayışı ile yaşamaya başlamaları Sâmânoğulları (892-999) zamanındadır. Ayrıca bilinen bir husus daha vardır ki, mîlâdî 961 tarihinde 200.000 çadır halkından oluşan muazzam bir Türk topluluğunun toptan ve kesin olarak İslâm'ı kabul etmiş olmalarıdır. İslâm'ı toptan kabul eden bu Türklerin, Doğu Karahanlılar (840-1212) idaresindeki Türk boyları olduğu da bilinen gerçeklerdendir.

Daha VIII. yüzyılın sonlarından itibaren devlet kuran ve zaman zaman da Araplar ve Sâmânoğullarıyla savaşan Karahanlılar, nihayet X. yüzyılın ilk yansında hükümdarları Satuk Buğra Karahan'm İslâm'ı kabulü ile ilk Müslüman Türk devletini kurarlar. Şu hâlde Türklerin İslâm'ı tamamiyle kabul etmeleri, 4 yüzyıl gibi geniş bir zaman içerisinde gerçekleşmiş olmaktadır. Geç de olsa Allah, Türk milletini bu şereften mahrum etmemiş, doğru yola ulaştırmış, hidâyete erdirmiştir. Türk milleri de, o günden itibaren bir vefâ ve şükran borcu olarak, İslâm'a hizmet etmiş ve hizmet etmeye de devam edecektir.

Sonuç olarak unutulmaması gereken şudur: Türk milleti ve Türk dünyası X. yüzyılın ikinci yansından itibaren, artık tümüyle İslâm Dini ve kültürü çerçevesine girmiş, dolayısıyla Türk milleti için yeni bir kültür değişimi, yeni bir dil ve edebiyat gelişmesi dönemi başlamış, yeni bir duygu ve düşünce ufku açılmıştır.

2. Hafta

İSLÂM SONRASI TÜRK EDEBİYATI
Bilindiği gibi Türkler, İslâm'ı kabul etmeden önce, Mani, Budha ve Şamanlık gibi kültür çevrelerinin etkisi altında kalmış, belli ölçüde bu kültürlerle beslenmiş şiir ve sanat eserleri de vücûda getirmişlerdir.

İslâm'ı kabul eden Türkler’in İslâm medeniyet ve kültürüne girmesinde, Araplardan ziyâde İranlıların etkisi daha çok olmuştur. Bir başka deyişle, İslâm medeniyet ve kültürü, dünya görüşü ve bunların mahsûlü olan ortak İslâm Edebiyatı'nın iç ve dış yapısını oluşturan öge ve unsurlar İranlılar aracılığıyla Türk Edebiyatı'na girmiştir. Çünkü Türkler, Araplarla değil, İranlılarla komşu ve iç-içedir. Öyle ki, Türklerin kabul ettiği bu yeni dinin, ibâdetle ilgili önemli terimlerinden bir kısmı Türk Dili'ne Arapça'dan değil, Farsça'dan girmiştir. Arapça "salât" yerine Farsça "namaz", "vudû " yerine "âbdest", "savm" yerine "oruç (rûze)" ve Türk İslâm Edebiyatı'nın, özellikle, ilk dönem metinlerinde tesadüf ettiğimiz "ferişteh (melek)" tamâmiyle Farsça'dan dilimize geçmiş kelimelerdir.

İslâm Sonrası Türk Edebiyatı'nın elde bulunan ilk örneği Kutadgu Bilig'in (Yazarı: Yusuf Hâs Hâcib) yazıldığı yıllarda (1069), İslâmî İran Edebiyatı'nın iki yüz yıla yakın bir geçmişi vardı. Bir başka deyişle İranlıların İslâm'ı kabulü, Türklerden iki yüzyıl önce, mîlâdî VIII. yüzyıllarda idi. Sâmânoğulları (874-999) ve Gazneliler (999-1030) dönemlerinde İran'da büyük şâirler yetişmiş ve Şehname (1010) gibi şöhreti günümüze kadar gelen bir Destan meydana getirilmişti.

İslâmî dönem İran şiiri, Arap şiirini örnek alarak başlamıştır. Söz konusu dönem Türk şiiri de, tıpkı klâsik Batı Avrupa edebiyatlarının eski Yunan ve Lâtin edebiyatlarını asıl ve örnek almaları gibi, İran edebiyatını örnek alarak başlamış ve gelişmiştir. Ancak, bilindiği gibi, bu benzerlik, körü körüne bir taklitten ibaret değildir.

Türk edebî dilleri, edebiyat tarihi araştırmaları açısından, Doğu Türkçesi (Hâkâniye Türkçesi) ve Batı Türkçesi (Oğuzca) diye iki kısma ayırılagelmiştir. Osmanlı ve Azerî sahaları Barı, Orta Asya yöresinde 4
gelişen Türkçe ise Doğu Türkçesi olarak kabul edilmektedir. Öte yandan İslâm kültürü etkisinde gelişen Türk Edebiyatının gösterdiği özellikler açısından, üç kolda gelişme gösterdiğini görüyoruz. Bunlar:

i) Dîvân Edebiyatı: İslâmî kültüre dayalı, daha ziyâde medrese öğrenimi görmüş, eğitimden geçmiş sanatkârlann, saray çevresi ve aydınlara yönelik ortaya koydukları edebiyattır.
ii) Tekke Edebiyatı (Tasavvuf Edebiyatı): Dînî-Tasavvufî ağırlıklı olup gösterdiği özellikler itibariyle, daha çok halk edebiyatı - hece vezni, dörtlük, bazen de aruz - etkisinde kalmış olan, aynı zamanda Dîvân Edebiyatı kültürünü de yansıtan edebiyattır.
iii)Halk Edebiyatı: Daha çok halk arasından yetişmiş sanatçıların verdikleri "Sözlü edebiyat" ürünleriyle meydana gelmiştir.

İslâm Kültürünün Bilim Dalları
a) Tefsir:
b) Hadis:
c) Akâid:
d) Fıkıh:
e) Kelâm
f) Siyer ve Kısas:

Bu bilim dallarına şunlar da ilâve edilebilir. Tasavvuf, ilm-i heyet {astronomi), ilm-i nücûm (yıldızlarla ilgili bilim dalı), ilm-i ahlâk, ilm-i ahcâr (taş anlamına gelen hacer kelimesinin çoğulu olup kıymetli taşlarla ilgilenen bilim dalının adıdır.), ilm-i kimya, ilm-i tıbb ve benzeri ilimler de, İslâmî bilimler arasında sayılabilir. Medreselerde okutulan bir başka bilim dalı da İlm-i Belâgat'tır. İlm-i Belagat, edebiyatla ilgili bilgileri içeren ve öğreten bir bilim dalıdır. Bu bilim dalı: İlm-i Bedi’, İlm-i Beyân, ve İlm-i Me'ânî olmak üzere üç kısma ayrılır.

Türk Edebiyatının İslâm Kültürü Etkisinde Gelişen Kaynakları
a) İslâm Tarihi (Tarihî olay ve kişiler) b) İran Mitolojisi (Mitolojik olay ve özellikle kişiler) c) Türk tarihi ve Millî kültür unsurları (Gelenek ve görenekler) d) Dil malzemesi (Deyimler, Atasözleri, Halk söyleyişleri ve edebî dili oluşturan bütün öğeler). Eski Edebiyatımızın temelinde, sıraladığımız bu unsurlardan önce, kaynağını Kuran ve Hadis'lerden alan dinî inançlarla tasavvufun bulunduğunu unutmamak gerekir.

Türk Edebiyatının İslâm Kültürü Etkisinde Gelişen Özellikleri
a) Türklerin, İslâm'ı kabulden sonra, doğudan batıya doğru yayılıp yerleştikleri geniş bir alan üzerinde -özellikle Anadolu'da- altı yüz yıl gibi uzun bir süre içerisinde oluşturdukları edebiyattır.

b) İslâm kültürü içerisinde daha önce doğup gelişen İran şiirini -İran edebiyatı da Arap edebiyatından etkilenmiştir- örnek alarak başlamış ve ümmet kaynaşması yönünde gelişme göstermiştir. Bu kaynaşma ise, genel çizgileriyle şekil, dil ve söyleyiş, tür, konu-özde görülmüştür.

c) Bu dönem edebiyatında nazım esas olmakla birlikte, bazı anlatım özellikleri bakımından, nazmın etkisi ve paralelinde gelişmiş olan nesir de vardır. Daha önceleri Edebiyat yerine Şiir ve İnşâ denimiştir. İnşâ, kurma, yapma, hesaplayarak, düşünerek meydana getirme anlamına gelir. Eski Edebiyatımızda ise İnşâ'dan, ustalıklı, sanatlı anlatımın ön plana alındığı nesir anlaşılmıştır. Bu durum, dönemin edebiyattaki zevk anlayışı dikkate alınarak nesirde süslü, özentili, kafiyeli söyleyişin önemli olduğunu göstermektedir. Ancak, sâde, veya kısmen sâde nesir örneklerinin bulunduğunu da burada belirtelim.

d) Şiirin kuruluşunda şekil önemlidir ve belirli kurallara bağlanmıştır. Bu kurallar ise şiirin şekil ve biçimini oluşturan nazım birimi, vezin, kâfiye ve nazım şekliyle ilgilidir.

e) Eski Türk edebiyatının, özellikle eski Türk şiirinin şeklî (biçimsel) özelliklerinin yanında muhteva özellikleri de önemli yer tutar. Edebiyatta muhteva denilince akla dil ve üslûp, edebî sanatlar, konu-temalar gelir.

Sözlüklerin başka anlamlarının yanı sıra edebî sanatlarla bağlantılı olarak klişe benzetme diye tanımladıkları mazmun, edebî sanatlarla da ilgili olmakla birlikte daha çok, eski şiirimizde bir mısra ya da beyit içindeki bir kelimenin veya kelimelerin kendi anlamının, anlamlarının dışında özel bir anlamda kullanılmasıdır. Söz konusu özel anlam, ancak eski şiirimizin kültür dünyası içerisinde vardır ve bu dünyanın mecaz sistemi bilinmedikçe de anlaşılmaz. Bu nedenle, eski şâirlerimizin ait oldukları kültür nedeniyle içinde kolayca dolaşabildikleri mazmunlar dünyasına günümüz insanının girmesi zordur.

TÜRK İSLÂM EDEBİYATININ TÂRİHÎ GELİŞİMİ
VIII. Yüzyıldan itibaren İslâm'ı kabul etmeye başlayan Türkler Karahanlılar döneminde İslâm Dini'ni resmen kabul etmişlerdir (920). Bu nedenle tarihte varlığı bilinen ilk Müslüman Türk Devleti Karahanlı Devleti (912-1212) olup İslâm kültürü etkisinde gelişen Türk edebiyatının elde bulunan en eski örnekleri de bu döneme aittir. Söz konusu dönemde Kur’an sûrelerini Türkçe tefsir eden ve yorumlayan Tefsir kitaplarının yazıldığı bilinmektedir. Bu donem Tefsir kitaplarında çoğunlukla Arapça metnin altında Türkçe çeviri {satır arası tercüme) verilmiştir. Ancak, Karahanlı dönemi Türkçesiyle (Hâkâniye ve Doğu lehçesi) yazılmış varlıkları bilinen en ünlü eserler Kutadgu Bilig, Dîvânü Lügati't-Türk, Dîvân-ı Hikmet ve Atebetü'l-Hakâyık’tır. Şimdi sırasıyla bu eserler üzerinde duralım.

Kutadgu Bilig (1069, Yusuf Has Hâcib)
Kutadgu Bilig, Karahanlılar döneminin edebî eser niteliğini taşıyan ilk örnek eseridir. Balasagonlu Yusuf (Has Hâcib) tarafından 1069 yılında yazılmıştır. Bu eser, Karahanlı hükümdarı Süleyman Arslan Han'ın oğlu Hakan Tabgaç Buğra Kara Han Ebû Ali Hasan (Hükümdarlığı: 1056-1103)'a sunulmuş, çok beğenildiği için de kendisine Buğra Kara Han tarafından sarayda "hâs haciplik (teşrifatçılık, baş mâ-beyncilik)" görevi verilmiştir. Bu nedenle kaynaklarda Yusuf Has Hâcib diye anılmıştır.

Kutadgu Bilig manzum olup Şehname vezni de denilen aruzun fe'ûlün/ fe'ûlün/ fe'ûlün /fe'ûl kalıbıyla yazılmıştır. Mesnevî tarzında yazılmış olan Kutadgu Bilig, yapılan ilâvelerle birlikte 6645 beyittir. Bu ilâveler, eserin sonunda 124 beyitlik üç Kaside ile mesnevi içinde yeri geldikçe söylenmiş olan 173 dörtlük bulunmaktadır. Kutadgu Bilig'in Mukaddimesini oluşturan ve sonradan ilâve edildiği sanılan 77 beyitlik şiir ise 6645 beyte dâhil değildir. Eserin mesnevi nazım şekliyle ve Şehname vezniyle yazılmış olması İran edebiyatından etkilendiğini göstermektedir.

Diğer yandan, Yusuf Has Hâcib'in esere ilâve ettiği dörtlükler, Kutadgu Bilig’i bir yandan da İslâm öncesi dönemin Türk şiir geleneğine bağlamaktadır. Halk şiiri nazım şekli "mânî" ye benzeyen söz konusu dörtlüklerin "mânî" den ayrıldıkları yanı daha çok vezin bakımındandır. Ayrıca yarım kâfiyelerin yanı sıra cinaslı kâfiyelerle alliterasyonların (ses tekrarı) zenginliği de mesnevide eski Türk şiir geleneğinin sürdürüldüğünü kanıtlamaktadır.

Nazım şekli ve vezni bakımından Şehname geleneğine bağlı olan Kutadgu Bilig, kâfiye bakımından halk şiiri geleneğine uyar. Halk şiirinde olduğu gibi Kutadgu Bilig'de de çoğunlukla yarım kâfiye kullanılır. Az da olsa cinaslı kâfiyeye de rastlanır. Redif ise, göze çarpmayacak kadar azdır. Kutadgu Bilig'deki 173 dörtlük de halk şiiri geleneğine aittir. Yusuf Has Hâcib, yeri geldikçe, konuyla ilgili bir dörtlük verir, (a a x a) şeklinde kâfiyelenmiş olan bu dörtlükler, konu ve edâ bakımından bugünkü manîlere benzemese de, kâfiye düzeni bakımından mânî tarzının ilk örnekleri sayılabilir.

Divânü Lügati't-Türk'teki dörtlüklerin koşma tarzında kâfiyelenmeleri karşılık Kutadgu Bilig'dekilerin mânî tarzında kâfiyelenmeleri ilgi çekicidir. Bu demektir ki Türk halk şiirinin daha ilk örneklerinde hem koşma tarzı, hem de mânî tarzı kullanılıyordu.

Kutadgu Bilig'de üç üslûp hâkimdir: a) Tahkiye b) Hikmet c) Mükâleme (tiyatral). Bu üç anlatım tarzı da Kutadgu Bilig'in yapısı ve konusu ile yakından ilgilidir. Tahkiye üslûbu, eserin manzum hikâye yapısını; hikmet üslûbu, eserin didaktik (öğretici) bir Siyâsetnâme oluşunun; mükâleme üslûbu tiyatral (théâtral=tiyaro ile ilgili) oluşunun tabîî bir sonucudur. Kutadgu Bilig'de bu üç anlatım tarzı dışında, tasvîr üslûbuna da, zaman zaman, yer verilir. Şâirin sanatkârlığı da özellikle tasvirlerde ortaya çıkar. Eserin baş taraflarında yer alan bir Bahariye bölümü, bahar tasviri ile ilgili kısım, Türk pastoral (çoban şiiri, çoban oyunu, kır şiiri) şiirinin en güzel örnekleri arasında yer almağa değer.

Kutadgu Bilig, Karahanlı Türkçesi olan Hâkâniye (Doğu) lehçesi ile yazılmıştır. Sayıları çok olmamakla birlikte Arapça ve Farsça kelimelerin de kullanıldığı eserde, Türkçe aruza uygulanırken güçlük çekilmiş, bundan dolayı da çok sayıda imâle (uzatma) yapılmıştır. Bundan kaynaklanan söyleyiş zorluklarını bazı müsteşrikler (Vambery gibi) yanılarak, eserin önce on birli hece vezniyle yazıldığını sanmışlardır.

Kutadgu Bilig, düşünce yanı ağır basan, öğretici (didaktik) bir eserdir. Gerek dil, gerekse tarih, sosyoloji ve düşünce tarihi yönünden değerli bir belge niteliğindeki mesnevi, yazıldığı dönemin insanına ve onları yöneten devlet adamlarına, doğru yolu göstermek, yöneticilikle ilgili bilgi vermek amacıyla yazılmıştır.

Karahanlı dönemi Türk aydınlarının dünya görüşünü, duyuş ve düşünüş tarzlarını, kültür seviyelerini tanıtan eser, içerisindeki birçok görüşün günümüzde de geçerli olduğu önemli bir öğüt kitabıdır. Eserden, aynı zamanda, Karahanlılar’ın gelişmiş bir devlet teşkilâtına sahip olduklarını da öğreniyoruz. Bu teşkilâtta yer alan yöneticilerin, ordu mensuplarının ve halkın uğraştığı meslek adlarının çoğunun Türkçe kelime köklerinden yapılmış olması ise Kutadgu Bilig'in dikkat çekici özelliklerinden biridir. Bir iki örnek vermek gerekirse Subaşı (Emniyet teşkilâtı), aş başçı (aşçı başı), otacı (odacı), satığcı (satıcı), temürci (demirci), okçu, yaçı (yaycı) ve benzeri görev ve meslek adları bunlar arasındadır.

"Sa'âdet ve mutluluk veren bilgi" anlamına gelen Kutadgu Bilig, adından da anlaşılacağı gibi, insana hem dünyada hem de âhirette mutlu olma yolunu göstermek amacıyla yazılmıştır. Kutadgu Bilig'de işlenen esas tema ideal insandır.

Kutadgu Bilig'e, bir siyâsetnâme hüviyetinde olması nedeniyle ona, "Edebü'l-Mülûk", "Âyînü'l-memleke", "Zînetü'l-ümerâ", "Şehnâme-i Türkî, Pendnâme-i mülük" isimleri de verilmiştir. Öte yandan Kutadgu Bilig, devlet yönetimiyle ilgili görüşlere yer verdiği için İslâmî dönem Türk edebiyatının Siyâsetnâme türü eserlerinin ilk örneklerindendir.

Mesnevi tarzında yazılmış olan Kutadgu Bilig'in, biri mensur, öteki manzum olmak üzere iki mukaddimesi (önsöz) vardır. Esere daha sonra eklendiği sanılan bu mukaddimelerden 77 beyitlik manzum olan kısmında Yusuf Has Hâcib ve eserin konusu hakkında bilgi verilmiştir. Söz konusu Önsöz'de, mesnevilerin klâsik düzeni gereği Allah'ın, Peygamberin, Çihâr-yâr-ı Güzîn (Dört Haltfe)'in Tevhid, Na't ve medhin yer aldığı bölümle, hükümdar Buğra Kara Han'ın övgüsü yer alır. Bundan sonraki bölümde, insanın yaratılışı, sözün zarar ve faydaları anlatılır.

Bu bölümden sonra, ana konuya geçilerek eserde yer alan dört sembolik kahraman tanıtılır ve bu kahramanların ağızlarından Kutadgu Bilig yazarının insan mutluluğuna, sosyal düzene, devlet yönetimine ilişkin görüşleri dile getirilir. Eser, allegorik bir münazara karakteri gösterir. Eserde adı geçen dört kahramandan Kün Toğdı (hükümdar) adâlet'i, Ay Toldı (vezir) sa'âdet'i,

Kutadgu Bilig: "yarı hikâye, yarı tiyatro tarzında kurulmuş allegorik, manzum bir mesnevidir" şeklinde tarif etmek yerinde olur.

Kutadgu Bilig'in bilinen üç yazma nüshası vardır.
a) Viyana nüshası: Uygur harfleriyle 1439'da Herat'ta yazılmış olan bu nüshayı Joseph Von Hammer Purgstall (1774-1856) İstanbul'da bulmuş 1796'da satın alıp Viyana Sarayı Kütüphanesi'ne bağışlamıştır. Bu nüsha üzerinde ilk yayını, Amin Vambiry (1832-1910) 1870'de ve Wüheim Radloff (1837-1919) 1891-1910'da iki cilt hâlinde gerçekleştirmişlerdir.
b) Kahire Nüshası: Arap harfleriyle yazılmış olan bu nüsha Kahire'de bulunmuştur. Kahire'de bulunan Hidivlik Kütüphanesi Müdürü Alman Dr. Moritz 1896'da bulmuş ve ortaya çıkartmıştır. Türk Dil Kurumu 1943'de bu nüshanın tıpkıbasımını gerçekleştirmiştir.
c) Fergana Nüshası: Arap harfleriyle yazılmış en iyi nüsha olup A. Zeki Velîdî Togan (1891-1970) 1914'te Fergana'ya bağlı Nemengâh'ta bulmuştur. Nüsha Taşkent'tedir. Sovyet Bilimler Akademisi'nin 1934'te Türk Dil Kurumu'na hediye ettiği mikrofilmden eserin tıpkıbasımı gerçekleştirilmiştir.

Kutadgu Bilig'in bilim dünyasına tanıtılması önce Batılı müsteşrikler (Doğubilimci) tarafından yapılmıştır. Türkiye'de ise Reşid Rahmeti Arat (1900-1964) çalışmış ve her üç nüshanın metnine dayanarak eserin tenkitli metnini ve çevirisini yayınlamıştır (R. R. Arat, Kutadgu Bilig, l Metin, İstanbul 1947; II Türkçe Metin, Ankara 1959). Eserin İndeksi ise, yine R. R. Arat tarafından hazırlanmış olup ölümünden sonra öğrencileri olan Muharrem Ergin, Kemal Eraslan, Nuri Yüce ve Osman F. Sertkaya tarafından 1979'da basıma hazırlanmış ve Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü'nce bastırılmıştır. Her üç nüshanın da tıpkıbasımları yapılmıştır

Kutadgu Bilig, edebî açıdan ve üslûp yönünden daha pek çok işlenmeye muhtaçtır. Eserde kullanılan edebî sanatlardan teşbih, tenasüp ve teşhis sanatları yanında, yer yer, intak, i'âde, leff ü neşr gibi sanatlara da rastlanır. Yaşın ilerlemesiyle ilgili parçalar (364-368. beyitler), daha sonra Türk edebiyatında çeşitli örnekleri görülen yaş şiirleri'nin ilk örneği kabul edilebilir. Eserin başında ve Kün Toğdı'nın Odgurmış'a yazdığı mektupta (3189. beyit) "Tanrı adıyla söze başlamak" ile ilgili beyitler Kutb'un Hüsrev ü Şirin'inde, diğer mesnevilerde ve en olgun şekliyle Süleyman Çelebi (v. l422)'nin Mevlid (Vesîletü'n-necat) 'inde görülen başlangıç kısımlarıyla benzerlik arzetmektedir.

Kutadgu Bilig'le ilgili yapılacak araştırma, inceleme ve mukayeseler, onun edebî yönünü tam olarak aydınlığa kavuşturacağı gibi, diğer Türk eserleriyle benzerliklerini ve farklılıklarını da tam olarak ortaya koyacaktır.

Dîvânü Lügâti't-Türk (1072-1077, Kaşgarlı Mahmud)
Karahanlı dönemi Türk edebiyatının, kronolojik sıraya göre, ikinci önemli eseri Dîvânü Lügati't-Türk'tür. Kaşgarlı Mahmud (Mahmud b. Hüseyin b. Muhammed el-Kâşğârî) tarafından 1072'de yazılmaya başlanmış ve 1077'de Bağdad'da tamamlanmış Türkçe-Arapça bir sözlüktür. Araplar a Türkçe'yi öğretmek ve Türkçe'nin zengin dil varlığını ortaya koymak, Türk Dili'nin dünya dilleri arasındaki yerini belirtmek amacıyla yazılmış olup, bundan dolayı da, Türk Hâkânı'na değil, Abbasî halifesi el-Muktedî bi-Emrillâh'ın oğlu Ebü'l-Kâsım Abdullah'a (saltanatı: 1075-194) takdim etmiştir.

Divânü Lügati't-Türk'te 7500 civarındaki Türkçe kelimenin Arapça karşılıkları verilmiş; Türk illeriyle, Türkçenin Türkmen, Oğuz, Çiğü, Kırgız v.b. Türk boylarının dilleri tanıtılmıştır. Kaşgarlı Mahmud, Türkçenin bir gramerini yazmış olması ve Dîvânü Lügâ-ti't-Türk’ün çeşitli yerlerinde de Türkçenin gramerine âit bilgiler vermiş olmasından dolayı ilk Türk gramercisi olarak kabul edilmektedir.

Eser, Arapça olmakla birlikte, içinde halk dili ve edebiyatından alınmış çok sayıda kelime, deyim, atasözü ile şiir örnekleri bulunmaktadır. Türkçe kelimelerin açıklanışı sırasında 400 kadar dörtlükten oluşan manzume ve atasözleri (sav) örnek verilmiştir. Bu dörtlükleri yazan şâirlerin en eskisi Alp Er Tunga (v. M.Ö. 626) isimli şâirdir. Dörtlükler koşma tarzında kâfiyelendirilmiştir.

Dîvânü Lügati't-Türk, Türkçenin bilinen ilk ve en eski sözlüğü, ilk dil bilgisi kitabı, ilk edebiyat antolojisi, hatta Türk dünyası ansiklopedisidir. Çünkü Türkçe-Arapça sözlük olmasının yanında, hazırlanışı ve içindekiler bakımından döneminin dili, edebiyatı, tarihi, coğrafyası, folkloru ve sosyolojisi hakkında değerli bilgiler vermektedir. Eserin en dikkate değer yanlarından biri X. ve XI. yüzyıllarda Türk illerindeki, özellikle Orta-Asya'daki Türk boylarının kullandıkları değişik lehçelerle ağızlar hakkında bilgi ihtiva etmesidir. Bu bilgilerden başka, bir de bu lehçelerin edebî lehçe oluşları bakımından incelenip değerlendirilmiş olması eserin önemini bir kat daha artırmaktadır.

Türk lehçeleri "Hâkâniye" ve "Oğuz Türkçesi" adı altında iki ana gurup hâlinde toplanmıştır. Türk İslâm edebiyatı'mn ilk örnekleri kabul edilen Kutadgu Bilig, Atebetü'l-Hakâyık gibi eserler bu lehçe ile yazılmışlardır. XIV. yüzyıldan itibaren Çağatay lehçesi diye adlandırılan Hâkâniye Türkçesi, Doğu Türkçesi olarak da bilinir. O dönemde Oğuz, Kıpçak, Peçenek ve Bulgar Türklerinin dili olan Oğuzca (Batı Türkçesi)mu temeli Göktürk kitabelerinin diline dayanmaktadır. Ancak, adı geçen bu lehçe asıl varlığını XIII. yüzyıldan itibaren özellikle Anadolu'da göstermiş olup bu lehçe ile önemli eserler verilmiştir. Türk dili, tarih boyunca Kaşgarlı Mahmud 'un iki ana grupta topladığı Hâkâniye ve Oğuz Türkçesi'nde belli başlı eserler vermiştir.

Dîvânü Lügâti't-Türk, Ali Emîrî tarafından XX. yüzyılın başlarında İstanbul-Sahaflar çarşısında bulunmuş, Kilisli Muallim Rifat (Bilge)'nin kontrolünde üç cilt hâlinde 1914-1917 yıllarında basılmıştır. Türkçe tercümesi ise Besim Atalay tarafından yapılmış ve 1939-1940'da üç cilt olarak basılmıştır. Bir de Lâtin harflerine göre İndeksi vardır (1947). Dehri Dilcin de Arap alfabesine göre bir İndeks yayınlamıştır (1957). Bundan başka 1941'de Türk Dil Kurumu (TDK), 1990'da da Kültür Bakanlığı Dîvânü Lügati't-Türk'ü tıpkıbasım olarak basmıştır.

Atebetü'l-Hakâyık (XII. yy., Edîb Ahmed Yüknekî)
Edîb Ahmed b. Mahmud Yüknekî XI. yüzyıl sonlarıyla XII. yüzyılın ilk yansında yaşamış; Arapça'yı, Farsça'yı öğrenmiş; tefsir, hadis, fıkıh gibi İslâmî ilimleri tahsil etmiş; takva sahibi, âlim, fâzıl bir Türk şâiridir. Anadan doğma âmâ olan bu Karahanlı devri Türk şâiri hakkında kaynaklarda fazla bilgi yoktur. Ancak, eski kaynaklar, mesela Ali Şîr Nevâî (1441-1501 )'nin Nesâimü'l-Mahabbe isimli eseri Edip Ahmed'le ilgili olarak daha çok destanî nitelikli bazı bilgiler vermektedir. Bu da bize, Edib Ahmed Yüknekî’nin adının XV. yüzyıla kadar unutulmadığını göstermektedir.

Atebetü'l-Hakâyık, XII. yüzyılın ilk yarısında, Edib Ahmed b. Mahmud Yüknekî tarafından yazılmış manzum bir ahlâk kitabıdır. Eser, Türk ve Acem ülkelerinin meliki, emîr-i A'zam Muhammed Dâd Sipehsâlâr Beg'e takdim edilmiştir.

Atebetü'l-Hakâyık, tıpkı Kutadgu Bilig gibi, fe'ûlün / fe'ûlün / fe'ûlün / fe'ûl kalıbıyla Şehname vezninde yazılmıştır. Şehname vezninde yazılan kısım eserin mukaddimesi olup 80 beyit kadardır. Mukaddimede işlenen konular, geleneğe göre, Tevhîd, Na't, Hulefâ-i Râşidîn ve Emîr-i A'zam Muhammed Dâd Sipehsâlâr Beg'e övgü ve bir de eserin yazılışı hakkındaki kısımlardır. Mukaddime kısmı beyitler hâlinde olup gazel tarzında kâfiyelenmiştir. Eserin asıl metni ise dörtlükler hâlinde ve her dörtlük manîlerde olduğu gibi (aaxa) şeklinde kâfiyelenmiştir.

Her ikisi de Karahanlı dönemine âit olduğu hâlde, Kutadgu Bilig ile Atebetü'l-Hakâyık arasındaki fark, Kutadgu Bilig'in asıl metni, Atebetü'l-Hakâyık'ın ise mukaddime kısmı Şehname vezniyle mesnevî tarzında fe'ûlün / fe'ûlün / fe'ûlün / fe'ûl kalıbıyla yazılmış olmasıdır. Kutadgu Bilig'le Atebetü'l- Hakâyık'ın benzer yanı ise, Kutadgu Bilig'de aralarda söylenmiş olan 173 kadar dörtlük ile Atebetü'l-Hakâyık’ın asıl metni olan 102 dörtlük mâni tarzında ve (aaxa) şeklinde kâfiyelenmiş olmalarıdır. Aynı döneme âit olan Dîvânü Lügati't-Türk'te örnek olarak verilen dörtlükler ise hece vezniyle ve koşma tarzında yazılmış olduklarından, bu iki eserden ayrılmakta ve bu yönüyle Dîvân-ı Hikmet'in metnini oluşturan koşma tarzında yazılmış olan hikmetlerle benzerlik göstermektedir.

Vezin ve kâfiye düzeni bakımından Atebetü'l-Hakâyık'ın da çok sağlam olduğu söylenemez. İmâleler oldukça boldur. Yarım ve tam kâfiyelerin yanında, zaman zaman yakın seslerin de kâfiye olarak kullanıldığı, bazen da redifle yetinildiği görülür. Mısra başı kâfiyesinin izleri Atebetü'l-Hakâyık'ta Kutadgu Bilig den daha güçlü olarak devam ettiği görülür. Mısraların pek çoğu arka arkaya aynı seslerle başlamakta, bilgi ile ilgili dörtlüklerin çoğunun başında hep "b" sesi bulunmaktadır.

Atebetü'l-Hakâyık, bir ahlâk ve öğüt kitabı olduğu için, baştan sona hikmet üslûbu ile yazılmıştır. Kutadgu Bilig ile Atebetü'l-Hakâyık uslûb, mâhiyet, konu ve muhteva bakımından farklılık göstermektedirler. Birinin siyâset, diğerinin ahlâk yönü ağır basmaktadır.

“Atebetü'l-Hakâyık ayrı (olan) bâbların başlıklarından da anlaşıldığı gibi, Türk-İslâm muhitinin kültür çerçevesi içinde, fertlerin terbiyesi için düzenlenmiş olan esasları, olduğu gibi, Türkçe ve manzum olarak tekrar eden bir ahlâk kitabıdır. Eserdeki fikirler çok defa âyet, hadis, bazen da Arapça beyitlerle te'yid edilmektedir. Yazar burada fikir bakımından, kendi düşünce ve görüşünden ziyâde, bilinen esasları güzel bir Türkçe ile ifâde etmekle yetinmiştir..

” Atebetü'l-Hakâyık'ta, Tevhîd, Na't, Hulefâ-i Râşidîn'e ve emîre övgü ile başlayan mukaddime ve eserin niçin yazıldığını bildiren sebeb-i te'liften sonra asıl konuya girilir. Asıl metni oluşturan 102 dörtlükte, genel olarak şu dînî ve ahlâkî konulara yer verilir: Bilginin faydası ve cehaletin zararları (12 Cömertliğin medhi ve Hasisliğin (cimrilik) zemmi (10 dörtlük), Tevâzû ve Kibir (7 dörtlük), Harîslik (6 dörtlük), Kerem, Hilim ve diğer sıfatlar (16 dörtlük), Zamanenin bozukluğu (21 dörtlük), Kitab sahibinin özrü (5 dörtlük).

Atebetü'l-Hakâyık'la Kutadgu Bilig arasında, çeşitli yönlerden, benzerlikler olduğu gibi, farklı olan taraflar da vardır. Ancak, Atebetü'i-Hakâyık'ın tamâmiyle İslâmî motiflere dayandığını ve bu yönden Kutadgu Bilig'den farklı olduğunu belirtmek gerekir.

Atebetü'l-Hakâyık'ın sonunda Edib Ahmed'e âit olmayan üç ilâve vardır. Birincisi, yazarı bilinmeyen bir dörtlüktür. Bu dörtlükte Edib Ahmed'in doğuştan âmâ olduğu, eserin 14 bâb üzere yazıldığı, Atebetü'l-Hakâyık'ın bir fil yükü altın değerinde olduğu belirtilmiştir. İkincisi: Seyfî mahlası ile Türkçe ve Farsça şiirler yazmış olan Timur devri emirlerinden
__________________

Büyükler fikirleri,Ortalar olayları,Küçükler kişileri tartışır.
Alıntı ile Cevapla

Konu Sahibi Medine-web 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir
Konu Forum Son Mesaj Yazan Cevaplar Okunma Son Mesaj Tarihi
Mustafa İslamoğlu Sözler Medineweb.net Videolar Mihrinaz 2 204 30 Nisan 2023 15:51
Şirk Hakkında Kuran Ne Diyor? Medineweb.net Videolar Medine-web 0 165 29 Nisan 2023 17:52
DÜNYA KABE'NİN NERESİNDE Hacc-Umre-Kurban Medine-web 0 946 27 Nisan 2020 20:40
T.B.Teknolojileri-2 Vize Konuları Ozet(2017) Temel Bilgi Teknolojileri 2 Medine-web 3 2611 06 Ekim 2017 19:31