Tekil Mesaj gösterimi
Alt 26 Aralık 2013, 13:03   Mesaj No:2

Medine-web

Medineweb Site Yöneticisi
Medine-web - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Medine-web isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 1
Üyelik T.: 14Haziran 2007
Arkadaşları:7
Cinsiyet:Erkek
Yaş:49
Mesaj: 2.988
Konular: 339
Beğenildi:1173
Beğendi:346
Takdirleri:7784
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: Yeniçağ Felsefesi Tüm Haftalar

koşullar mevcut değildi. Klasik Yunan ve İslam Orta Çağının gelişmiş kavramsal yapıları, teorileri, mantıksal eleştirme metodları vardı, ancak doğayı sömürmeyi bir hedef olarak ortaya koymamışlardı. Orta Çağ İslam Felsefe ve Bilim geleneği teorileri hakikatin ifadesi olarak gördükleri için onlara değer yüklü olarak yaklaşıyorlardı. Felsefi ve bilimsel teorileri doğanın sömürülmesine yönelik bir araç olarak tasavvur etmemişlerdi (Skirbekk, s. 203).

Rönesans'ta doğa bilimlerinin yükselişi, uzun bir sürecin sonucudur. Orta Çağ felsefesi içinde gelişen bilimsel kavramlar ile zanaat ve tarımda teknolojinin gelişimi eş zamanlı olarak belirleyici olmuştur. Doğa bilimleri artık sadece teorik ilginin ürünü değildi. Aynı zamanda doğaya hâkim olmak ve güç devşirmek gibi pratik amaçlar da vardı. Rönesans’ta tüm faktörler eşzamanlı olarak ortaya çıktı. Böylece bu sürecin başlamasıyla 17. yüzyılın sonunda klasik mekanizm-kuruldu. Bu ise deneysel ve matematiksel bilimlerin temelinin- kuruması anlamına gelmektedir. Artık hakikatle uğraşan üç entelektüel faaliyet vardı: Teoloji, felsefe ve doğa bilimi. Hatırlanacağı üzere Klasik Orta Çağ İslam Felsefe geleneğinde doğa bilimleri ayrı bir gelenek olarak ele alınmazdı. Felsefenin alt disipliniydi. Orta Çağ'da sadece Kelam ve felsefe vardı.

Rönesans’la ortaya çıkan yeni sorun doğa bilimlerinin felsefe ile nasıl ilişki kuracağı sorunudur. Nitekim Yeniçağ filozoflarının çoğu bu sorunla uğraştılar. Rasyonalist okulun temsilcileri Descartes ve Leibniz, deneyci okulun temsilcileri Locke ve Hume ile transandantal filozof Kant felsefe ile doğa bilimi arasındaki ilişkileri yeniden tartıştılar. Bu ilişkileri yeniden kurguladılar. Tüm bu filozoflar felsefe ile doğa bilimleri arasındaki sınırları yeniden belirlediler. Kelâmi endişeler yine vardı. Batı dünyası göz önüne alındığında elbette ki Hıristiyan teolojisi Descartes, Locke ve Berkeley gibi birçok filozof için belirleyici olmuştur (Skirbekk, s. 203). Ama ortaya çıkan şey Hıristiyan ilahiyatının yeniden yorumlanması sonucunu doğuracaktır.

Modern Batı için deneysel bilimin kuruluşu kolay olmadı. Orta Çağ'ın mantığa ilgisi ve tartışmaya verdiği önem açıktır. Konu bakımından öncelik metafizik alandaydı. Halbuki tabiat araştırmaları bir güç ve zenginlik kaynağı olmuştu. O halde tabiat araştırmalarına nasıl yönlenilebilirdi? İlimler tasnifinde tabiat araştırmaları nasıl öncelenebilirdi? Doğa nasıl anlaşılabilir di? Daha önemlisi doğa anlaşılıp hükmedilebilirdi? Bu nasıl yapılır? Uygun araç ve yöntemler nelerdir? Bu sorular hiç şüphesiz Yeni Çağ diye isimlendirdiğimiz tarihsel dilimin ana sorunlarıydı.

İki yüzyıl boyunca metot tartışmaları yapıldı. Hedefe uygun doğru sorular, uygun kavram ve metotların belirlenmeye çalışıldı. Bugün sahip olduğumuz gözlem, deney ve tümevarımın önemine dair vurgumuz böyle oluştu. Bundan dolayı 15. ve 16. yüzyıllar bir kakarsızlık ve şaşkınlık dönemiydi. Her bakımdan Ortaçağın etkileri devam etmekteydi. Ama yeni hedefler ve imkânlar belirmişti. Mesela simyaya, büyücülüğe, mistik akımlara yönelik yoğun bir ilgi vardı. Bu anlamda Rönesans basit bir biçimde- Orta Çağ'ın "Karanlık Çağ" diye nitelendirilmesiyle tezat olacak şekilde- ışığın geri döndüğü dönem değildi. Bunun yerine, bu genellikle ışığın nerdeyse söndüğü bir dönem oldu! Pek çok şekilde Rönesans felsefesi entellektüel olarak Orta Çağ felsefesinden daha şaşkındı/Rönesans hakkındaki genellikle olumlu olan görüşü basitçe ters çevirme hatasına da düşmemeliyiz. Rönesans'taki entellektüel şaşkınlık radikal yenilik yönündeki girişimin ve yenilikçilerin yollarını bulmalarının biraz zaman almasının bir sonucu idi.

17. yüzyıl boyunca deneysel bilimler şekillenmeye başladı. Rönesans'taki entellektüel şaşkınlık entellektüel yaşamın yeni bir başlangıç yapabilmesi için gerekli olan bir geçiş aşamasını temsil ediyordu. Yeniçağ felsefesinin oluşumunda atomculuk ve evrenin matematiksel ifade edilmesi fikri son derece önemli olmuştur. Matematiksel dille yani formüller, modeller ve çıkarımlarla tabiat olayları izah edilmeye çalışıldı. Ayrıca doğa bilimlerinde kitle, kuvvet, hız vb. niceliksel kavramlar kullanıldı. Bu sizlerin lise fiziğinde görmüş olduğunuz konulardır. Böylece klasik mekanik ortaya çıktı. Ve bu ne tamamen tümdengelimli ne de tümevarımlı bir bilimdi, hipotetik-tümdengelimliydi.

Bu değişimi anlamak için, genel akıl yürütme çeşitlerini hatırlayalım: Tümdengelimsel metod: Matematik ve mantıkta belirli önermelerle (aksiyom) başlarız ve tümdengelimin belirli kurallarının yardımıyla ispatlanmış ifadelere (teorem) varırız. Bu akıl yürütme biçimine tümdengelimsel metod diyoruz. Bu Öklid’in geometride kullanmış olduğu yöntemdir. Tüme varımsal metod: Tümdengelimin tam tersi tümevarımdır: bu, sonlu sayıdaki belirli türden durumlarda doğru olan bir ifadenin bu türden tüm durumlara uygulanmasına dayanan bir akıl yürütme biçimidir.

Rönesans'taki metod tartışmaları doğa bilimi araştırmaları bakımından önem kazandı. Mantıksal tümdengelim metafizik, teoloji ve kısmi olarak da Aristo fiziğinde önemli idi. Fakat yeni doğa araştırmalarında yeni bilgiye götürmüyordu. Doğanın keşfine götürmüyordu. Yeni amaçlar bakımından üretken değildi. Doğa araştırmalarında yeni yöntem arayışları başladı. Bunun önemli isimlerinden bir tanesi Francis Bacon’dır.

Francis Bacon (1561-1626)
Francis Bacon, modern düşüncenin Descartes'la birlikte en önemli temsilcisidir. Bacon, doğayı doğrulukla bilmenin tek güvenli yolunun bilim olduğuna inanır. Bilimsel yöntemin insana doğayı denetleyeceği bilgiyi sağlayacağını ileri sürmekteydi. O, geleneği, geleneksel bilgeliğin deneyi unutup, otoriteye gereksizce iman ettiği için eleştirmiştir (Cevizci, s. 446-7). Bacon bilgiyi güce eşitlemiş; bilginin yeni teknik icatlar ve mekanik keşifler şeklinde cisimleştiği zaman, tarihin motoru veya itici gücü haline geldiğini savunmuştur. Tarihin Aristoteles gibi filozofların öne sürdüğü şekliyle döngüsel veya Spengler benzeri kültürel pesimistlerin savunduğu üzere geriye doğru değil, fakat doğru gitmek anlamında ilerlediğini savunmuştur.

Klasik Bilim Anlayışının Eleştirisi ve İdoller
Bacon, geçmişin bütün otoritelerine, klasik bilgeliğin düşünme biçimleriyle sözde araştırma yöntemlerine, Ortaçağ'ın Antik Yunan mirası üzerine yükselen bilgi telakkisine karşı çıkar; Aristoteles'i, bütün bir klasik felsefeyi ve esas Skolastik düşünüşü eleştirir. Klasik felsefe, bilgi adını almaya layık hiçbir şey üretememiştir. Çünkü Bacon'a göre, ondaki sözde bilgeliğin temelleri, yöntemleri ve dolayısıyla, sonuçları yanlıştır. Platon, Aristoteles gibi otoritelerin bilgileri kısır tartışmalardan, bilimleri de hoş masallardan daha fazla hiçbir şey olamadı.

Geçmişin bilim anlayışını, geleneği bu şekilde sert bir biçimde eleştiren Bacon, bu noktada kalmayıp geleneğin insan zihnindeki ifadesi olan putları veya idolleri yıkmanın kaçınılmaz olduğunu öne sürer. Başka bir deyişle, o, insan zihninin bilgiye erişmek için gerekli güce ve yeteneğe sahip olduğunu düşünür; zaten insan zihniyle ilgili böyle iyimser bir tespitte bulunduğu içindir ki bilimde reforma, beşeri bilginin bütün alanlarında bir yeniden inşa hareketine kalkışır. Bununla birlikte, bu tespitinin insan zihninin mevcut durumu için geçerli olmadığını belirtmeye özel bir dikkat gösterir. Yani, Bacon insan zihninin, kusursuz bir ayna görevi gören başlangıçtaki durumu ile onun önyargılarla, yanlış fikirlerle, geleneğin geçersiz kavramlarıyla bozulmuş, olanı çarpıtan mevcut hali arasında bir ayrım yapar. Işte bu yüzden, zihnin doğa yasalarının doğru bilgisine erişebilmesi için temizlenmesi, putlardan arındırılması gerekmektedir.

Bacon, modern bilimi inşa etme; bilime dayalı teknik ilerleme projesini hayata geçirme yolunda meşhur "idoller öğretisi"ni gündeme getirir. O, bu bağlamda, insan zihninin doğuşta boş bir levha olmadığı gibi, dünyayı olduğu gibi yansıtan ideal bir ayna veya düzlem de olmadığını belirtir. Buna göre, insan zihni, özünün ayrılmaz bir parçası olan birtakım tahrifatlarla, her şeyi olduğu gibi değil de kısmen çarpıtarak yansıtan bulanık bir aynadır. İdoller hakikate ulaşmamızı engellemektedir. Sözcüğü "imge" ya "suret" anlamına gelen Grekçe eidolon sözcüğünden türeten Bacon'da idol, dış gerçekliğe ilişkin bilgimizi bulanıklaştıran bir potansiyel yanılsama ya da çarpıtmayı ifade eder. Bunlar, tümden ortadan kaldırılamayacak doğal hataları temsil etmekle birlikte, onların farkına varma ve etkilerini en aza indirgeme zorunluluğu vardır.

Kabile İdolleri
Bacon, bu putları dört ayrı başlık altında toplar. Birinci kategoride yer alan idollere, usoy ya da kabile idolleri" adını verir; bunlar, insan doğasında varolan ve onu doğru yargılara erişmekten alıkoyan idollerdir. Bacon, bunları insan doğasının sınırlama ve zayıflıklarından kaynaklanan putlar olarak yorumlar. Mesela duyu yanılsamaları böyledir. Bunlardan kurtulmanın yolu sağlam deneysel aletler ve sıkı araştırma yöntemleridir. Onları yine, insanın doğada olduğundan daha fazla düzen bulma arzusuna; tercih ettiği şeyin doğru olduğunu kabul etme, hatta kanıtlama doğal eğilimine veya birtakım sonuçlara, sabırla delil toplamaya devam etmeden, aceleyle varma gibi doğal arzularla açıklar (Cevizci, s. 451).

Mağara İdolleri Bacon insan soyuna ortak olan idollerden sonra, her bir bireye özgü olan putlara yer verir. Platon'un Mağara Meseli'nden esinlenir. Bacon’a göre, bu tip idoller bireyden bireye değişir. Bunlar bireyin çoğunlukla eğitimden kaynaklanan kişisel özelliklerinin sonucu olan kalıp ya da önyargılardır. Başka bir deyişle, onlar doğrudan doğruya insan doğasından kaynaklanmayıp, içinde yaşanılan kültürün eseridir. Aile, çocukluk deneyimleri, eğitim, cinsiyetler, dini veya sınıfsal aidiyetler bu inançları veya önyargıları oluşturur. Bacon Mağara idollerini açıklarken, (1) belli bir disiplin ya da teoriye karşı beslenen özel bağlılığa, (2) özel seçilmiş birtakım otoritelere biçilen yüksek değere ve (3) kişinin fenomenleri kendi eğitim alanının dar kalıp ya da terimleriyle sınırlandırma veya anlamlandırma eğilimine vurgu yapar (Cevizci, s. 452).

Çarşı Pazar idolleri
Üçüncü yanlış fikirler, hatalar veya önyargılar öbeği, sözcüklerin insan zihni üzerindeki olumsuz etkilerine işaret eden, insanların sözcükleri şeyleştirmelerine yol açan "çarşı pazar idolleri" dir. 8
İdollerin gerisindeki mantığa göre, insanlar birbirleriyle sözcükler ve dil aracılığıyla ilişki, iletişim kurarlar. İşte bu mantık, gündelik dile özgü mantığı ifade eder. Gündelik dilin kategorilerine, eğitimsiz insanın sıradan düşünce alışkanlıklarına en küçük bir saygı beslemeyen Bacon, şu halde gündelik hayatla ilgili amaçlar için geliştirilmiş olan sözcüklerin doğa felsefesi için tatmin edici bir vokabüler meydana getiremeyeceğini öne sürer. Bu güçlüğü tanımlar yoluyla gidermeye kalkışma da hiçbir işe yaramaz, çünkü böyle bir gayret içinde, sözcükler, aynı kusurları taşıyan başka sözcükler aracılığıyla tanımlanırlar. Bütün sözcüklerde ortak olan bu kusurları, Bacon sözcüklerin yol açtığı iki büyük tehlike olduğunu söyleyerek, şu şekilde ifade eder: Sözcükler, her şeyden önce muğlak ya da belirsiz anlamlıdır ve şeyleştirilmeye, şeylermiş gibi değerlendirilmeye uygun bir yapıdadırlar.

Gerçekten de Bacon "şey'leri tanımlayan sözcüklerin doğaya karşıt olup, sözcüklerden ibaret olan tanımların da doğal maddi nesneleri anlamaya yetmediğini savunur. Çünkü, ona göre, gerçek nesneler kötü tanımlanmış, şey"lerden aceleci ve düzensiz bir şekilde soyutlanmışlardır. Yine Bacon, sözcüklerde farklı çarpıtma ve hata dereceleri olduğunu söyler. En az hatalı sınıf, çeşitli madde ya da tözlerin adları olanlardır. Bunun gibi az soyut olanlar daha az hatalı, çok soyut olanlar ise daha hatalı tanımlanmışlardır. En yanlış sınıf ise, duyularımızın doğrudan doğruya algıladığı nesneler hariç, ağır, hafif, seyrek gibi nitelikleri gösterenlerdir. Bacon, işte böyle bir zemin üzerinde, iki insanın aynı sözcüğü farklı bir anlamla kullanabileceğini ve birbirleriyle, bunun hiç farkında olmadan konuşabileceğini söyler. Onlar böyle bir durumda, gerçekte tam bir uyuşmazlık içindeyken, uyuştuklarını; uyuşma içindeyken de anlaşmazlığa düştüklerini sanabilirler. Bu ise gerçek bir kaosu ifade eder, insanların sonuçsuz ve kısır tartışmalar içinde olduklarını gösterir. Aynı şekilde, insanlar gerçek hiçbir şeye tekabül etmeyen, olsa olsa birtakım kurguları adlandıran sözcükleri, sanki onlar gerçek şeylerin isimleriymiş gibi görebilirler. Bu da bir kez daha sonuçsuz tartışmalara ve laf ebeliğine yol açar

Tiyatro İdolleri
Bacona göre, sonuncu idol türü, geçmişin felsefe sistemlerinin çok çeşitli dogmalarının insan zihninde yarattığı çarpıtmalardan oluşur. Eski sistemler insan düşüncesini bir sahne senoryası gibi çevreler ve yanlışlara götürür. Bacon geçmişin büyük şema veya felsefi sistemlerinin doğurduğu önyargıları tiyatro idolüyle vurgular. Bacon bu büyük felsefi sitemleri üç başlık altında toplar: (i) Bunlardan birincisi, kurucusunun, diyalektiğiyle doğa felsefesini mahvetmiş Aristoteles olduğu sofistik felsefedir. Rastlantısal olarak gözlemlenmiş az sayıda örnek ya da duruma dayanan veya sağlam deneysel verilerden yoksun olan söz konusu sofistik felsefe, temelde soyut argüman ve spekülasyondan yola çıkılarak inşa edilmiş felsefe sistemlerini ifade eder.
İkinci sırada ise, (ii) ampirik okul yer alır. Son çözümlemede, doğruluğu sorgulanmamış tek bir kavrayışa veya oldukça dar bir deneysel araştırma programına dayanan ampirik okulun en büyük sıkıntısı, onun söz konusu kuşkulu kavrayışım bütün bir fenomenler alanını açıklayacak genel bir ilke haline getirmesinden oluşur. (iii) Geçmişin yanlış sistemleri içinde üçüncü sırayı, Bacon'ın hepsinden daha tehlikeli olduğunu düşündüğü batıl itikatlara dayalı felsefe alır. Bacon, Pythagoras tarafından başlatılıp, Platon ve Platoncuların devam ettirdiği, Ortaçağ'da teolojik mülahazalarla güçlenmiş olan bu felsefeye ayni zamanda inanç felsefesi adını verirken, onunla doğa felsefesine dini öğretilerin dâhil edilmesini anlatmak ister. Batıl inançların, her şey bir yana hatanın yüceltilmesine yardım ettiğini öne süren Bacon’a göre, doğa felsefesi içinde, geçmişte hiçbir şey doğru olarak araştırılmayıp, belirsiz ve karanlık birtakım gözlemler yanlışlara ve kesin olmayan bilgilere neden olmuşsa eğer, bunun önemli bir nedeni, felsefeye bir şekilde sızan batıl inançlardır. O, işte bu çerçeve içinde, ayrıca geçmişte ilahi işlerle insani işlerin karıştırılmasını ve dolayısıyla, ilâhi hakikatlerin felsefi ve bilimsel doğrular, Kutsal Kitap'ın sırlarının doğanın sırları gibi sunulmuş olmasını da önemli bir hata kaynağı olarak değerlendirir

Francis Bacon (1561-1626) tümdengelime bir bilimsel ideal olarak karşı çıktı. Fakat, şu yine de açıktır ki tümdengelim yeni bilimde önemli bir rol oynadı. Şüphesiz birlikle Demokritos'un düşüncesi- doğa biçimde, yeni olan hipotez, tümdengelimsel çıkarım ve gözlemin dinamik birleşiminde yatıyordu. Bu yeni bileşim hipotetik- tümdengelimli metod diye bilinir. Tümevarımsal olarak “Sapanca gölünde gözlemlediğim 7.645 ördek gridir" ifadesini genelleştirerek "tüm ördekler gridir" dersek yeni kavramlar atmış olmayız ortaya. Daima gri ördeklerden bahsediyoruz. Ayrıca mantıksal olarak geçerli olmayan bir sonuca ulaşma kabahatini de işliyoruz. Öyleyse Bacon'ın tümevarımsal metod savunusu mantıksal bir problemi gerekli kılar. Fakat, eğer masadaki topların F=ma (güç kütle ve hızın çarpımına eşittir) formülüne göre yuvarlandığı hipotezini önerirsek gözlem aşamasındaki kavramlardan- top, masa vb.- soyutlama aşamasındaki formülde belirtilen kavramlara sıçrıyoruz demektir. "Güç", "kütle" ve "hız" kavramlarını asla anlayamayız. Bunlar bir hipotezle bağlantılı olarak kurulan kavramlardır ve tümü matematiğin diliyle formüle edilmiştir. Bir başka ifadeyle F=ma tipindeki bir formülü tümevarımsal bir yolla tasarlayamayız. Bir hipotezi formüle etmek matematiksel dilde sıklıkla tümevarımdan öte bir şeydir. Formülü icat ederiz.

Bir hipotezin makul olup olmadığına denemeyle karar verilir. Hipotezden eğer hipotez doğruysa oluşması gereken şeyler hakkında belirli ifadeler çıkarırız. Sonra da ortaya çıkıp çıkmayacaklarını belirlemeye çalışırız. Şu halde tümdengelim, bir hipotezi test etmenin parçasıdır. İşte bu yüzden buna hipotetik-tümdengelimli metod diyoruz.

Eğer bir hipotez yeterli bir biçimde denenmişse ve deneme hipotezi yanlışlamamışsa hipotez teori haline gelir- ki bu yeni bilgiye yol açabilir. Bu bilgi hala mutlak bir biçimde kesin değildir. Bundan dolayı, pratikte, hipotetik- tümdengelimli metod hipotezlerin önerisi ve gözlem ile deneme yoluyla çıkarımlar arasında sürüp giden bir münavebeyi ifade eder. Pratikte, araştırma süreci sonu gelmeyen bir helezon halini alır. Test aşaması sıklıkla özel durumların inşasını gerektirdiğinden- tamamen yuvarlak toplar, kusursuz bir biçimde pürüzsüz masalar, rahatsız edici herhangi bir esintinin engellenmesi vb.- kontrollü deneylere ihtiyacımız vardır. Test sistematik bir biçimde ve hipotezi zayıflatabilecek özelliklere odaklanarak yapılmak zorundadır, yeterli bir biçimde test edebilmek için. Hipotetik- tümdengelimli metotla doğanın süreçlerini tahmin edebilir ve böylece belki de kontrol edebiliriz. Burada teori ile pratik uygulamanın birleşimini görüyoruz. Yani, hipotetik- tümdengelimli metoda dayalı bilgi hem doğal olgulara dair bir idrak, hem de onları kontrol etme gücü olanağı sağlar. "Bilgi güçtür" (Francis Bacon).

Burada üç metoddan bahsettik- tümdengelim, tümevarım ve hipotetik- tümdengelimli metod- ve doğal bilimlerin kurulduğu dönemde tümevarımla tümdengelim arasındaki ihtilafı vurgulamanın alışıldık olduğundan bahsettik zira yeni bilimler henüz hipotetik-tümdengelimli olarak kavranmıyordu. Bu doğal bilim perspektifinden metodolojik problemin nasıl algılandığıdır.

Bununla birlikte Reform sırasında metinsel analize ve böylece yeni bir metoda yeniden bir önem atfedildi. Protestanlar İncil'e dönmeyi istiyordu. Fakat İncil nasıl anlaşılacaktı? Yazıldıktan sonra yüzyıllar geçmişti; Reform sırasında insanlar antik Yahudi geleneğinin şekillendirdiği bir metni nasıl tamamıyla anlayabilirlerdi? Bahsettiğimiz üç metodun hiçbiri yardımcı olamaz. Yabancı bir kültürün metinlerinin tefsiri teknolojik anlamda bir kontrol problemi değil, anlama ufkunun yazar tarafından çevrelenmesi problemidir. Yorumsamacı metod, hermeneutik, böylece Reform sırasında yeni bir ilgi odağı oldu.

Evet filozofların bir kısmı metod tartışmalarını çok çekici ve önemli buluyorlardı. Fakat bu filozofların metodun ne olması gerektiğine dair kanaatleri farklıydı. Bu yüzden bazı filozoflar yeni ve temel olanın deneysel ve şüpheci tavırda bulunabileceğini düşündüler. Bunu özellikle deney temelli bir bilgi eleştirisini vurgulayan İngiliz emprisistlerinde (Locke, Berkeley ve Hume) görürüz. Diğer filozoflar tümdengelim ve matematiğin temel gereken şeyler hakkında belirli ifadeler çıkarı olduğunu düşünüyorlardı. Bunu, özellikle tümdengelimsel sistemi vurgulayan klasik rasyonalistlerde (Descartes, Spinoza ve Leibniz) görürüz. 17. ve 18.-yüzyıllardaki felsefenin bu iki ana dalına tekrar döneceğiz ve daha sonra Kant'ın aşkın felsefesine geçeceğiz.

Francis Bacon ise tümevarım metodunun savunucusu, hem doğa üzerine güç sağlayacak yeni bilim (Novurn Organum *"Yeni Araç"+) hem de yeni bilim sayesinde dünyadaki cennet olacak yeni toplum (Nova Atlantis ["Yeni Atlantis"]) üzerine yazmıştır. Doğa üzerindeki teknolojik kontrol rüyasını anlatmıştır. Teknolojik akıl bizi yeni topluma götürmesi gereken disiplindir. Bir başka ifadeyle, metodolojik ve siyasî problemler birbiriyle yakından bağlantılı bir biçimde konulmuştur ve bu, iyi toplumu yaratmak için doğaya hükmetmenin aracı olacak yegane bilimdir. Bugün âşikâr olan bir şey var ki Bacon'ın iddiası büyük oranda doğruydu. Hipotetik-tümdengelimli bilim yaşam koşullarımızın gelişmesini mümkün kılmıştır ve bu bilim insanın özerk hale geldiği yaratıcı süreçte bir rol oynamıştır.

Bacon, Platon'un durağan ideal devletinin aksine, ilerlemeci bir tarihsel gelişimin nüfuz ettiği bir siyasî ütopya hakkında yazar. Bu seküler bir gelişimdir. Değişmesi gereken toplumdur ve erek bu dünyadadır, ölümden sonra değil. Farklı bir söylemle, ilerlemeye olan modern inanç şekillenmeye başlamıştır. İlahi kurtuluş artık tarihin merkezinde değildir; bunun yerine, insanın doğayı kullanma ve kontrol etme yetisi merkezdir. Tarih ileriye doğru gider, fakat insan tarafından yönlendirilir.

Gökyüzü Algımızın Değişmesi: Kopernik, Brahe ve Kepler
İnsanın değişimi en keskin hissettiği bilimsel büyük değişim, astronomideki dünya merkezli görüşten güneş merkezli modele geçiştir. Bu değişiklik aynı zamanda kişinin kendi algılayışında radikal bir şekilde değişecektir. Bu değişikliğin felsefi sonuçları yani insanın yeri, anlamı, değeri gibi benzeri sorunlar ciddi olarak tartışılacaktır. Bu değişimin temelinde sistematik gözlem vardır. İslam astronomi geleneğinde gözlemi sistematik olarak kullanıldığını görmüştük. Bu bağlamda en önemli isim Kopernik’di.

Güneş sisteminin ortaya konmasının etkilerini göstermesi veya güneş merkezli hipotezin doğruluğunun gözler önüne serilmesi biraz zaman aldı. Sadece birkaç astronom bu yeni sistemi, hesaplamalarda bir ilerleme sağladığı için takdir etti. 1551 yılında Prusya cetvelleri Kopernik sistemi temele alınarak hazırlandı. Bununla birlikte helyosantrik sistemin doğru olduğuna inanan çok az sayıda insan vardı. Sağduyuya aykırı olmasının yanı sıra, bilginleri ona karşı olumsuz yönde etkileyen pek çok itiraz bulunmaktaydı. Özellikle dünyanın nasıl olup da korkunç bir fırtınaya yol açmadan dönebildiği ve dünya döndüğü halde havaya atılan bir cismin nasıl olup da aynı yeredüştüğü soruları hipotezle ilgili kuşkuları artırmaktaydı. Yine hipotezin basitliği ve pek çok eksiğinin bulunması, anlaşılıp özümsenmesi için epey bir zamanın geçmesini gerekli kıldı. Hipotezin yerli yerine oturtulması ve ondan yararlanılabilmesi için somut kanıtlara ihtiyaç vardı. Hipotez ilk haliyle gezegenlerin yörüngelerine doğru bir açıklama getiremiyordu; ayrıca, dünyanın hareketinin insanlar tarafından neden algılanamadığım kanıtlayacak inandırıcı delillerden de yoksundu. Birinci eksiklik sonraki astronomlar, özellikle de Tycho Brahe ve Johannes Kepler tarafından giderildi. İkincisini ise dinamik bilimi ile Galileo giderdi.

Tycho Brahe ve Kepler
Danimarkalı bir soylu olan Tycho Brahe (1546-1601) Kral II. Fredericks etkileyerek 1576 yılında Saund'daki Hveen adasında bilim enstitüsü olan Uraniborg'u kurmuştu. O, burada özel olarak imal edilmiş birtakım aletlerle yıldızların ve gezegenlerin konumları üzerine, daha önceki tüm gözlemleri geçersizleştirecek bir dizi hatasız gözlem gerçekleştirdi.

Astronomi açısından bir geçiş döneminde yaşayan Brahe'nin ulaşmış olduğu sonuçlar Johannes Kepler (1571-1630) tarafından geliştirilince, bilimin ilerlemesi açısından olağanüstü büyük bir önem kazandılar.

Gerçekten de Kepler, pek çok başarısız teşebbüsün ardından, Mars gezegeninin gözlemlenen hareketinin tek açıklamasının, merkezinde güneşin bulunduğu elips şeklinde bir yörünge olduğunu keşfetti. Bu görüş daha önce de öne sürülmüş olmasına rağmen, eskiden dayandırıldığı veriler oldukça yetersizdi. Kepler'in başarıya ulaşmasının nedeni, yörüngelerin bir çember veya çemberler kümesi olamayacağım gösteren yeterince verinin elde edildiği bir çağda yaşamasıydı.

Keplerin Gezegen Hâreketi Kanunları
1- Her elipsin bir odağı güneş tarafından işgal edilmek suretiyle gezegenler eliptik yörüngelerde hareket eder.
2. Güneş ve gezegeni bağlayan yarıçap vektörü eşit zamanda eşit alanlar ayırır.
3. Herhangi iki gezegenin devir dönemlerinin kareleri ortalamalannm küpü güneşten uzaklaşırken aynı orandadır. (Ortalama mesafe elipsin büyük ekseninin uzunluğunun yarısı kadardır.) (Skirbekk, s. 212)

Eliptik yörünge hipotezi ve Kepler'in bir gezegenin kendi yörüngesi üzerindeki hızını açıklayan yasaları, her şeyden önce Kopernik'in hipotezine yönelik temel astronomik itirazı geçersiz kılma gibi bir büyük işlevi yerine getirmişti. Bu hipotez ve Kepler'in bulduğu yasalar, ikinci olarak Kopernik'in kendisinin bile kabul etmiş olduğu gezegenlerin sa-dece kusursuz bir hareket türüne karşılık gelen dairesel bir hareket sergileyebileceği şeklindeki Pythagorasçı ve Platonik görüşe ölümcül bir darbe indirdi (Cevizci, s. 412).

Güneş merkezli sistem bir devrimdi, ve sadece Kilise ile Aristo-Batlamyus geleneği için değil. Halihazırdaki yaşam deneyimini de radikal biçimde değiştirdi. Kopernikus, okurlarını kendilerini merkezin dışında tahayyül etmeye ve evreni tamamen farklı bir açıdan gözlemlemeye çağırdı. Teorisi dünyayı ve insanoğlunu tamamen faklı bir açıdan görme yetisini gerektiriyordu: İnsanoğlu, özne olarak evreni ve kendini, tamamen faklı bir bakış açısıyla görmek zorundaydı. Bu dönüşlü mesafe koyma ve perspektifin alt üst oluşuna Kopernik Devrimi denir. Kant insan idrakini yeni bir yolla yorumlamak üzere bu devrimi kullanmıştır. Diğerlerine göre, bu insan aklı ve insanın evrendeki yegane konumuna olan aşırı iyimser inanç, realist bir eleştiri olarak değerlendirildi. Daha önce insanoğlu dünyayı kişisel bir açıdan görüyordu; şimdi bu yanlış kendi kendini ululama halinden vazgeçmek ve kendini sadece evrendeki bir tozdan ibaret saymak zorundaydı! Daha sonraları Darwin'in evrim teorisi ve Freud'un bilinçaltı teorisi ile insan aklına olan yararsız inanç nihayet hak ettiği değeri buldu!' Bu teoriler insan aklına ve evrende insanın üs-tünlüğüne olan geleneksel güvene karşı standart eleştiri kaynağı oldu. Fakat bu eleştiri elbette eleştirmenlerin insana ilişkin kötümserlikleri için makul gerekçeleri olmasını- ve eğer böyle bir idrake sahip iseler, işler henüz çok kötü değildir- öngörür. (Skirbekk, s. 211)

Sonuç olarak sistematik gözlem ve matematik modellere dayanan güneş merkezli teori geleneksel yaşam deneyimine bir karşı çıkışı temsil ediyordu. Bu insanoğlunu bir öz-idrak krizine götürdü. Dünyanın durması ve güneşin gökyüzünde hareket halinde olmasına ilişkin gözlerimizin tanıklığına güvenemeyiz. Farklı deneyim tipleriyle alakalı tartışmamıza atıfta bulunarak bilimsel deneyime dayanan yeni teorilerin insanoğlunun yaşam deneyimini dönüştürdüğünü söyleyebiliriz. Farklı bir ifadeyle, insanın kendine bakışı bilimsel hale geldi. (Skirbekk, s. 211) Fakat bu insanın kendine bakışındaki değişim muğlâktı. Bu sadece, insanın bir tür kozmik alçalmasını temsil etmemiş aynı zamanda insana yeni ve olumlu bir öz-bilinç vermiştir: Yenidünya görüşü, göksel alanların eşsiz olduğu ve evrende insanoğlunun yerleştiği kısma nitelik olarak üstün olduğu inancını yıkmıştır. Bundan başka insanoğlunun evreni keşfederken kaydettiği ilerlemeden dolayı bir yeni, olumlu öz-imaj potansiyeli vardı; burada Aydınlanma zamanında yükselen ilerlemeye olan seküler ve bilimsel inancın kökleri yatar
__________________

Büyükler fikirleri,Ortalar olayları,Küçükler kişileri tartışır.
Alıntı ile Cevapla