Tekil Mesaj gösterimi
Alt 09 Ocak 2014, 19:33   Mesaj No:5

Medine-web

Medineweb Site Yöneticisi
Medine-web - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Medine-web isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 1
Üyelik T.: 14Haziran 2007
Arkadaşları:7
Cinsiyet:Erkek
Yaş:49
Mesaj: 2.988
Konular: 339
Beğenildi:1173
Beğendi:346
Takdirleri:7784
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: ANKARA İLİTAM İslam Tarihi ve Medeniyeti Ders Özetleri 1.2.3.4.5 Üniteler

ÜNİTE: 5

S O S Y A L H A Y A T
Prof. Dr. İbrahim SARIÇAM



Medeniyet ve Toplum____________________________

Medeniyet toplumun bir ürünüdür ve medeniyetin pek çok unsuru sosyal hayatta kendini gösterir.

İslam’ın kurduğu sosyal düzen, insanın maddi ve manevi varlığını, bireyin kabiliyetini geliştirebilmesi ve gösterebilmesi için gerekli ortamı hazırlamayı ve nihayet toplumun huzur ve barış içerisinde yaşamasını hedeflemektedir.

Toplumu Oluşturan Unsurlar______________________

a. Müslümanlar

İslam’ın doğduğu sırada halk yaşayış tarzı bakımından bedevi ve hadâri olarak ikiye; hukuki ve sosyal açıdan da hür, mevla ve köle olarak üçe ayrılıyordu.

Hürler kabilenin esas üyeleri, köleler sahibinin malı, mevlâlar ise bu ikisi arasında bir sınıf olup çeşitli yollarla hürriyetine kavuşma imkanları vardı.

Çoğunluk Araplar olmakla beraber Habeşli, İranlı ve Rum gibi diğer etnik gruptan insanlar da vardı.

Toplum dini bakımdan da Müslümanlar ve Gayr-i müslimler (zımmî) den oluşuyordu.

İslam, köleliği bir çırpıda kaldırma yoluna gitmemiş fakat hürriyetlerine kavuşturulmaları yönünde çeşitli çözüm yollarına başvurmuştur.

Hz. Peygamber’in davetine ‘bütün’ olarak kabileler değil bireyler katılmışlardır. Bu bireyler Allah’a ve Rasülü’ne bağlılık üzerinde birleştirilerek bir toplum (ümmet) meydana getirilmiş ve kardeş ilan edilmişlerdir.

İslam kabilenin varlığını hiçbir zaman inkar etmemiş fakat bir kabileye mensup olmayı üstünlük ölçüsü olmaktan çıkarmış ve ‘takva’ ölçü olarak konulmuştur. Doğuştan geldiği kabul edilen statülerin yerini çalışmakla kazanılan ve ehliyete dayanan statüler almıştır.

Hicret sonrasında yeni onursal zümreler çıkmıştır: Muhacir, Ensar ve Ehl-i Bedir…

Özellikle başşehir Medine’ye olan göçlerle şehirli (hadari, medeni) bir toplum kurulma yoluna gidilmiştir.

Halifeler devrinde yeni fethedilen ülkelerle İslam toplumu çoğalıp genişlemiş ve sosyal yapı değişmeye başlamıştır. Bu dönemde fatih müslümanlar, zımmiler, mevali ve köleler sosyal hayatın başlıca zümreleriydi.

Emevilerdöneminde halk, müslümanlar (araplar ve mevali) ile zımmilerden müteşekkildi.

Araplar: Mudariler ve Yemenliler olarak iki büyük koldan oluşmaktadır.

Mevali: Araplar dışındaki müslümanlar olup bunlar hürdü. Ve nüfus bakımından da ikinci sıradaydı.
Kölelerin çoğu Slav, Rum ve Zenci iken zımmiler ise fethedilen bölgelerdeki Kıptiler, Nabatlar, Rumlar, İranlılar ve diğerlerinden oluşmaktaydı.

Hz. Peygamber ve halifeler döneminde mevaliye eşit uygulama yapımışsa da özellikle Emeviler döneminde İslamiyetin ilkelerini yeterince algılayamamış ve Arap ırkçılığının etkisinde kalmış bazı çevrelerce buna pek dikkat edilememiştir: Arapların Mevali ile aynı hizada yürümemeleri, aynı sofraya oturmamaları, gereksiz vergilerin uygulanması …

Böyle bir süreçte Mevali siyasi bir tavır takınarak başta Hz. Ali evladı olmak üzere Emevi muhaliflerini desteklemişlerdir. Emeviler döneminde Mevali az sayıda da olsa yönetimde komutanlık, haciplik gibi görevlere gelseler de daha çok ilmi alanlarda kendilerini göstermişlerdir: Kadı Şureyh, Hasan-ı Basri, Ebu Hanife, Evzai gibi…

Bu hususlarda Emeviler’e bir tepki olarak özellikle İran asıllı Mevali arasında ‘şuubiye’ hareketi gelişti. Kur’an’da Hücürat Suresi’nin 13. ayetindeki “Sizi birbirinizi tanımanız için şuub ve kabilelere ayırdık” ifadeleri mevali tarafından mücadele amaçlı kullanılmıştır. Bu akımın mensupları bütün müslümanların eşit olduklarını vurgulamak için kendilerine ‘ehlü’t tesviye’ (eşitlikçi) adını vermişler ve bu akım Abbasiler’in ilk yıllarından itibaren Arap düşmanlığına dönüşmüştür.

Bu hareket Abbasiler’in sivil ve askeri bürokraside bir çok mevaliyi istihdam etmesiyle meşruiyet zeminini kısmen kaybetmiştir.

Bazı müellifler Araplar’ın üstünlüğüne dair eserler yazarken (İbn Kuteybe, Tafdîlü’l Arab), diğer etnik unsurların üstünlüğüne dair eserler de (Câhiz, Fezâilü’l Etrâk) yazılmıştır.

Abbasiler döneminde halk sosyal açıdan havâs ve avam şeklinde iki büyük kısma ayrılmıştı:

- Havas sınıfı başta halife ve yakınları olmak üzere özellikle İranlı ailelerden, daha sonra da Türklerden oluşan yöneticiler, diğer eşraf ve ileri gelenlerden ibaretti.

- Avam sınıfı ise tarım, ticaret ve sanat gibi çeşitli mesleklerde olanlar idi. Bunlardan ulema, edib, fukaha ve bazı sanat ve ticaret erbabı gibi özel bir sınıf oluşturanlar havassa yakın olabiliyor ve onların desteğini sağlayabilyorlardı.

b. Gayri Müslimler

İslam toplumunda gayr-i müslimlerin de inanç hürriyetine, can ve mal güvenliğine sahip olarak yaşamalarına imkan tanınmıştır.

Hz. Peygamber hicret sonrası Medine’de bulunan müşrik ve yahudi toplulukları ile bir sözleşme yapmıştır.

İlerleyen yıllarda Medine dışındaki Yahudi, Hıristiyan ve Mecusiler’le anlaşmalar yapılmış ve askerlik çağına gelmiş erkek nüfus dikkate alınarak ‘cizye’ vergisi ödeyenler hür tebaa sınıfında bulunmuş ve ‘zımmî’ diye adlandırılmışlardır.

Müslümanlar ve özellikle Türk İslam dünyası, tarih boyunca Yahudiler’e karşı hoşgörülü davranmış hatta Hıristiyanlar’a karşı onları korumuştur.

Halifeler döneminden sonra gerçekleşen fetihlerle Hıristiyanların askeri yönden mağlup oldukları bir gerçektir. Bu mağlubiyet onları ileriki yıllarda önce sözlü sonraları askeri faaliyete geçirmiştir. Haçlı Seferleri’nde kalıcı bir sonuç elde edilememiş tam tersine Türkler Avrupa içlerine kadar ilerlemişlerdir. Sonraki dönemlerde ise özellikle şarkiyat çalışmaları ile daha sağlıklı tespitler yapmışlardır.

Özetle gayri müslimler çok kültürlü yapıda sadece birey olarak değil kendi toplumunun bir üyesi olarak kabul edilmiştir.


Hukuk Karşısındaki Durumları

Gayri müslimlere karşı işlenen suçlarda uygulanacak cezanın ölçüsü konusunda tarihi süreçte tartışmalar olsa da onların canlarına ve mallarına tanınan güvenlik müslümanlarınki ile aynıdır.

Askerlik çağına gelen zımmiler cizye ödüyor, askerlikten muaf tutuluyor ve canları, malları, dinleri korunuyordu.

İnanç ve İbadet Hürriyeti

Ayinler, ibadetler, dini eğitim ve öğretim ile mabetler hukukun koruması altına alınmıştır.

Fethedilen yerlerdeki mabetlerine dokunulmamış, yenilerinin yapılması ise antlaşmaya bağlı olmuştur.

İkamet ve Seyahat Hürriyyeti

Hicaz bölgesine ve kutsal mekanlara girememe gibi bazı sınırlamalar dışında eşit seyahat ve ikamet özgürlüğüne sahiptiler.

Çalışma ve Sosyal Güvenlik:

Bu hususta herhangi bir kısıtlama mevcut değildi.

Siyasi Haklar ve Kamu Görevleri

Bu konuda hukukçuların çoğu olumsuz görüş belirtmekle beraber halifeler döneminden itibaren vergi memuru ve katip olarak; Emeviler’den itibaren askerlik, saray tabibliği ve valilik; Abbasiler’de ise baştan itibaren devlet kademelerinde çalışmışlardır.

Kazâi ve Hukuki Muhtariyet

Aile, kişi, miras ve borçlar hukuku gibi dini inançla yakından ilgili konularda kendilerine hukuki ve adli muhtariyet (seçme hakkı) tanınmıştır.

Hukuki ihtilafları kendi mahkemelerine götürme imkanları da vardı. Taraflardan birisi müslüman ise yetkili mahkeme İslam mahkemesi idi. İslam dünyasında zımmilerin statüsü 19. y.y.’a kadar devam etmiştir. Zımmilerden müslüman olanlar ise müslümanlarla eşit haklara sahiptiler.

Din Adamları ve Mabetleri

Hıristiyanlar kendi din adamlarını kendi kurallarına göre seçiyorlardı. Kendi aralarındaki iç çekişmeler sebebiyle Abbasiler döneminde saray tarafından patrik atandığı da olmuştur.

Onların halifeler nezdindeki girişimleri sebebiyle yeni fethedilen yerlerde de yeni kilise inşasına izin verilmiştir. Emeviler döneminde bazen tasvir kırma gibi hadiselere rastlansa da Abbasiler döneminde buna rastlanmamıştır.

Gayri Müslimlerin Eğitimi

Hıristiyanlarda din eğitimi ve okuma-yazma din adamlarınca verilir ve din adamları şehir dışında bulunan yatılı okullarda yetiştirilirdi.

Yahudilerde din eğitimi Betha Midraş’ta verilirken okuma yazma Betha Sifr’de veriliyordu.

Mazdeizm’e bağlı olanlar ateşgedelerde din eğitimi görüyorlar ve din adamlarını burada yetiştiriyorlardı.

İskan Durumu:

Bu hususta müslümanlar ve gayri müslimlerin asırlarca aynı kenti paylaştıkları bilinmektedir.
Toplumun Temeli Aile____________________________

İslâma göre neslin sağlıklı bir şekilde devamı ve korunması aile müessesesi ile sağlanabilir.

İslam ilkeleri göz önüne alındığında aile; ‘en az, evli iki yetişkin insan ve çocuklarından meydana gelen kurumsallaşmış biyolojik-toplumsal grup’ şeklinde tanımlanabilir

İslama göre evliliğin kuruluş amaçları:

- Meşru yoldan cinsel ihtiyacın karşılanması.
- Sevgi, saygı, huzur ve sükun içinde duygusal ihtiyaçların karşılanması.
- Neslin devam ettirilmesi ve korunması.

Çoğu toplumda olduğu gibi aile yapısı ataerkildir. Aile
resiliği, toplumsal, siyasal ve ekonomik şartlar çerçevesinde ailenin saadeti açısından daha uygun görülerek erkeğe verilmiştir; ancak aile üzerindeki yetkisi aile birliğini devam ettirmesine yöneliktir ve bununla sınırlıdır.

İslam ailesinde kadın kocası karşısında bağımsız bir kişiliğe sahip olup ekonomik bakımdan da bağımsızdır. Eşlerin malları ayrıdır. Kadınlara miras hakkı tanınmıştır.

Evlilik karşılıklı rızaya dayalıdır.
İslam ailesinde büyüklere saygı esastır.

İslam aile yapısının İslam medeniyetine katkıları:

- Medeniyetin temeli olan değerlerin geliştirilmesini ve nesilden nesile aktarılmasını sağlamıştır.
- Sosyal ve siyasal iktidara yardımcı olmuştur.
- Ekonomik faaliyetlere ve dayanışmaya kaynaklık etmiştir.
- Temel ve ahlaki eğitim, sosyalleşme ve sorumluluk kazanma aile içerisinde gerçekleşmiştir.
- Kimi aileler medeniyetin banisi ve taşıyıcısı olmuştur. Yönetici, ulema ve asker çıkaran aileler olduğu gibi medrese ve kütüphaneleri ‘aile vakfı’ olarak kuran aileler de olmuştur.

Giyim ve Kuşam_______________________________

Giyim-kuşam ihtiyacını belirlemede; vücudu koruma duygusu, coğrafya, dini inançlar, ekonomik şartlar, hayat şartları ve psikolojik eğilimler ciddi rol oynar.

Giyim kuşamın günlük hayatta fizikî, ahlakî ve estetik açıdan taşıdığı öneme Kur’an’da atıflar vardır.

Hadis kitaplarında giyim-kuşamla ilgili ‘Kitabül- Libas’ bölümleri vardır.

Kadınların kıyafeti ile ilgili bazı düzenlemeler bulunmakla birlikte giyim kuşamın şekli konusunda fazlaca müdahelede bulunulmamıştır.

Hem erkeklerin hem de kadınların giydiği giysilerden biri ‘kamis’ olup bunların üzerine pelerin şeklinde giyilenlere ise rida, bürde, şemle gibi isimler verildiği gibi aba ve cübbe denilen elbisler de dış elbise olarak giyilirdi. (Hz. Peygamber’in Bizans tarzı ‘rumi’ veya ‘şami’ denilen bir cübbe giydiği rivayet edilir.)

Yine o zamanları İslam dünyasında burnus (bornoz) denilen kapüşonlu bir elbise türü de yaygındı.

Kadın elbiseleri de ‘cilbab’ dışında genelde aynıydı.

Ayaklara genelde iklim şartlarına göre sandal, soğuk günlerde çorap, mest veya curmûk denilen bir tür çizme giyilirdi.

Abbasiler döneminde ise Emevilerin beyaz renginin aksine Farslardan etkilenme ile siyah rengi tercih edildi.

(II. Halife Mansur, kılıçların omuz yerine bele asılmasını ve siyah renk giyilmesini emretti. Devlet adamlarına ve hanedan mensuplarına üzerinde “Feseyekfikehümüllah ve hüves semiul alim” ayetinin yazılı olduğu siyah renkli elbiselere giydirdi. Yine onun zamanında halifenin huzuruna girebilmek için sevad adı verilen siyah bir cübbe giymek gerekirdi.)

Türkler islamiyeti kabul ettikten sonra da genelllikle geleneksel kıyafetlerini korumuşlardır:

- Kıyafetler genelde vücuda oturan tarzdaydı.
- Başlara kalpak veya börk takılırdı.
- Vücutlara ‘kaftan’ (üst giysisi olarak), ‘hırka’ (önden açık, kollu üst giysisi), ‘gömlek ve şalvar’, ayaklarına da çizme veya çarık giyerlerdi.
- Ayrıca kuşak, kemer, uçkur, mendil ve eldiven gibi yardımcı unsurlar da kullanılırdı.
- İslamı kabulden sonra derinin yerini kumaş almış kadın ve erkek elbiseleri birbirinden iyice ayrılmış ve İran ve Arap giysilerinden etkilenmeler olmuştur.

Bayram ve Şenlikler

Hicret sonrası Medine sakinlerinin kutlamış olduğu iki
bayram kaldırılmış onların yerine hicri ikinci yıldan itibaren Ramazan ve Kurban Bayramları kutlanmaya başlanmıştır.

Bayram kutlamaları musallâ (namazgah) adı verilen geniş bir alanda kadınların ve genç kızların da katıldıkları bayram namazı ile başlardı. (İlk bayram namazı hicri ikinci yılda Kurban Bayramı’nda kılınmaya başlamıştır.)

Bayramların kalabalık ve coşku ile geçmesi istenmiş ve folklor gösterileri ve çeşitli eğlencelere izin verilmiştir.

Hz. Peygamber’in Ramazan Bayramları’nda musallaya çıkmadan hurma yeme adeti bayramlarda tatlı ikramı geleneğini başlatmıştır.

Hayvan yarışları yapılır ve kazananlar ödüllendirilirdi. Bunun yanında ok atma, güreşme, avlanma, yüzme, koşu, ağırlıkkaldırma veçeşitli harb oyunları oynanması da eğlenceler arasındaydı.

Yine düğün, bayram, sefere çıkış, ticaret kervanlarını karşılama ve uğurlama zamanlarında çalgı ve davul çalınması da adettendi.

Gerek cahiliye gerekse İslami dönemde, velime (ziyafet) ve def çalıp eğlenme düğünlerin başlıca zenginliğiydi. Bu gelenek halifeler döneminde de devam etmiştir.

Emeviler döneminde ise hükümdar sarayları ve zengin evlerinde musiki ve eğlenceler çoğalmıştır. Gazel şairleri ilgi toplamıştır. Halifeler dönemindeki şiirin yerini şarkı almıştır. Sazlı ve sözlü eğlenceler başka yörelere de yayılmıştır. Def çeşitlerine ek olarak telli ve nefesli sazlar yaygınlaşmıştır.

Abbasiler İran’ın da etkisiyle Nevruz ve Mihrican kutlamalarının yanısıra, Ramazan ve Kurban bayramlarını büyük büyük törenlerle kutlamışlardır. Fatımiler, Selçuklular, Memlükler, Osmanlılar ve diğer müslüman devletlerde muhteşem kutlama törenleri yapılmıştır. Abbasiler devletin zayıfladığı sıralarda bile müzik ve eğlence meclisleri düzenlemişlerdir.

Bunların yanısıra Emeviler ve Abbasiler’de saray eğlencesi olarak şairlerin birbirini hicvetmesi, hikaye anlatımı, taklit gibi etkinlikler de yer almaktaydı.

Satranç mübah kabul edilmişti. Tavla ise haram veya mekruh addedilmesine rağmen yaygındı.

At ve deve yarışları ile güreş sporu sonraki dönemlerde yapılıyordu.

Osmanlılarda bayramların yanısıra doğum ve sünnet gibi vesilelerle çeşitli şenlikler yapılırdı.

Şehzadelerin sünnet törenlerinde ziyafetler verilir, havai fişekgösterileri yapılır, cirit karşılaşmaları düzenlenirdi.

Bunlar dışında Kırkpınar gibi uzantısı günümüze kadar gelen güreşler, at yarışları, gölge oyunları, müzik konserleri gibi eğlenceler dönemin sosyal ve kültürel hayatının bir parçasıydı.

Padişahların bayram namazlarını kılmak için saraydan camiye gidiş ve dönüşünde yapılan merasim ‘Bayram Alayı’ olarak tarihe geçmiştir.

Sosyal Dayanışma______________________________

Sosyal Dayanışma İlkeleri

İnsan tabiatı gereği medenidir, ancak topluluk halinde yaşamanın bireye yüklediği bir takım sorumluluklar vardır.

Sosyal dayanışmanın ilkeleri Kuran’da belirtilmiştir:: “Birr ve takva üzerine yardımlaşın. Kötülük ve zulüm üzerine yardımlaşmayın.” (Maide, 2)

Sosyal Dayanışma Alanları

- Manevi Dayanışma: Bireyin diğer insanlara psikolojik destek sağlamasıdır. (Sevgi, samimiyet ve güzel muamele ile davranması, hayatın zorluk ve kolaylık anlarında yanında olması…)

- İlmi Dayanışma: Hz. Peygamber cahili öğrenmekle, alimi de öğretmekle yükümlü tutmuştur.

- Siyasi Danışma:Her vatandaş siyasi özgürlük sahibi olduğundan yöneticilere öğüt verme ve tenkit etme hakkına sahiptir.

- Yurt Savunmasında Dayanışma

- Ahlaki Dayanışma

- Ekonomik Dayanışma: İslam, ülke iktisadının vurgunculuk, karaborsacılık, kumar, dolandırıcılık ve kötüye kullanma gibi yollarla çökmesinin önüne geçilmesini ister.

Zekat, sadaka ve fitre gibi yükümlülüklerle de ekonomik dayanışmanın yollarını açar.

- İbadetlerde Dayanışma: Namaz, oruç, hac, zekat, kurban gibi ibadetlerin hepsi maddi ve manevi bakımdan birer sosyal dayanışma ve yardımlaşma kurumu niteliği taşır. Cuma ve bayram namazları için belli sayıda müslümanın bir araya gelmesi şarttır. Yine farz-ı kifaye olan ibadetler de topluma bir takım şeyleri yüklemektedir.

- Sosyal Güvenlik: Her çeşit ve düzeydeki ihtiyaç sahiplerinin dertleriyle ilgilenmektir.











Sosyal Dayanışmada Önceliğe Sahip Olanlar

İslam medeniyetinde sosyal dayanışmada “yakınlara
öncelik” ilkesi geçerli olduğundan milli birlik-bütünlük aileden başlayarak dalga dalga çevreye ve yurt sathına yayılır.

[Linkler Ziyaretçilere Kapalıdır.Giriş Yap Veya Üye Olmak için TIKLAYIN...]


Bu zümreler başka bir tasnifle iki sınıfta toplanabilir:

a. İnsan haysiyet ve şerefine yakışır hayat düzeyine ulaşabilecek maddi imkandan mahrum olan yoksullar, hastalar, özürlüler, işsizler, bakıma muhtaç çocuklar ve hizmetçiler.

b. Fakirlik ve acizlik durumunda olmayan, ancak geçici olarak ekonomik yardıma muhtaç olanlar: Borçlular, diyet ödemek zorunda kalanlar, memleketinden uzak kalmış olanlar.

Sosyal Dayanışmanın Yaptırımları

- İtikadi Yaptırımlar: Sosyal yardımlaşma öncelikle inanç gereği yapılır. İnsan yaptığı her amelin karşılığını göreceği, kendisinin dünya malının bekçisi, gerçek sahibinin ise Allah olduğu bilinciyle yaşar. İnfakta bulunduğu zaman ise karşılığının cennet olduğunu bilir.

İslam alimlerinin çoğuna göre, bir malda fakirin hakkı sahibinden önce gelir.

- Ahlaki ve Sosyal Yaptırımlar:İslam kardeşliği ilkesi hayatın bütün alanlarında dayanışmaya sevk etmektedir. Misafire bakmak vacip çoğunluğa göre de sünnettir. Yine İslam, ekonomik sebeplerle evlenemeyenlere yardımcı olunmasını bir yükümlülük olarak koymuştur.

- Resmi Yaptırımlar: ‘Emr-i bil ma’ruf nehy-i anil münker’ prensibi tarihte ‘hisbe teşkilatı’ (bugünkü zabıta) tarafından üstlenmiştir.

Münkerin engellenmesindeki görev taksimi de şöyle olmuştur: El ile engelleme resmi makamların, dil ile engelleme alimlerin, kalben karşı çıkmak ise herkesin görevi olmuştur.

- Cezalar: Huzur ve güvenliği bozucu tutum ve davranışlar karşılıksız bırakılmamıştır. Zina, hırsızlık…

- Ekonomik Yaptırımlar: Zekat ve sadaka, vakıflar, define ve hazineler, nezirler (adaklar), kefaretler, kurban, pay ayırma…

İlmi Hayat______________________________________

Kur’an’da yaklaşık 750 yerde ilim ve onunla eş anlamlı
kelimelerin geçiyor olması onu herkes için bir yükümlülük (farz) haline getirmiş ve İslam dünyasında tarih boyunca din-ilim kaynaşmasını gerçekleşmiştir.

Müslümanların ilmi çalışmaları ilk dönem İslam Tarihi’nden itibaren Kıraat ve tefsir, Hadis, Fıkıh, Kelam, Tarih, Coğrafya,Edebiyat,Felsefe ve Mantık gibi “dini / sosyal ilimler” alanlarında yoğunlaşmıştır.


8. y.y.’dan itibaren antik medeniyetlerden yapılan tercümelerin de etkisiyle Fizik, Kimya, Biyoloji, Matematik, Astronomi, Zooloji, Botanik, Tıbbın çeşitli dalları ve Eczacılık gibi “fen ve sağlık” alanlarında yoğun çalışmalar gerçekleşmiş, kitap sayısı hızla çoğalmış, kütüphaneler açılmış ve yaygınlaşmıştır.

İslam alimleri, ilimlerin alan ve sınırlarını birbirinden ayırmak için ‘tasnif’ yoluna gitmişlerdir.

Farabi’nin tasnifi:

1. Dil İlimleri: Lügat, Sarf, Nahiv, Yazı, Şiir.
2. Mantık
3. Matematik İlimleri: Aritmetik, Geometri, Optik, Musiki, Astronomi, Kaldıraçlar
4. Fizik, Metafizik
5. Medeni ilimler: (Ahlak, siyaset), Fıkıh, Kelam.

Bunun yanında yukarıdaki zikredilen eserlerde şu temel hususlar ortaya çıkmaktadır:

1. Nakli (şer’i/dini) İlimler: Tefsir, Hadis, Fıkıh, Kelam ve Tasavvuf.

2. Akli (felsefi/hikemi) İlimler:

a) Nazari İlimler: İlahiyat, Riyaziyat (matematik ilimler), tabiiyat (fiziki ilimler)

b) Ameli ilimler: Ahlak ve Siyaset

Matematik ilimlerin başlıcaları:

- Aritmetik
- Geometri
- Astronomi (İlmün nücüm, ilmül hey’e, ilmül felek)
- Musiki
- Optik (İlmül Menazır)
- Mekanik (İlmül hiyel)

Fiziki İlimlerin (İlmüt tabii) Başlıcaları:

- Temel fizik (Es-sema vel alem)
- Mineroloji (İlmül meadin)
- Kimya (İlmül kimya)
- Tarım (İlmül filaha)
- Meteoroloji (İlmül asaril ulviyye)
- Psikoloji (ilmün nefs)
- Botanik (İlmün nebatat)
- Zooloji (ilmül hayavan)
- Tıp

Ulema ve Etkinliği_______________________________

Hz. Peygamber’den sonra ulema dinin ilkelerini yayma,
savunma ve öğretme görevlerini üstlenmiştir. Yöneticilerle halk arasında köprü olmuşlardır.

Klasik dönemde din hizmetleri, eğitim-öğretim fetva ve
yargı işleri ulemanın elindeydi.

Ulema Abbasi öncesi geçimin başka bir meslekle temin ederken daha sonraları resmi sıfat kazanmışlardır.

Ulema halkı ve devleti zararlı akımlardan da korumaya çalışmıştır. Örneğin Gazzali, Batınilerle mücadele etmiştir.

Osmanlı’da ilmiye grubu, seyfiye, mülkiye ve kalemiye (askeri, bürokrasi ve memurlar) ile birlikte devletin dört temel unsurundan birisini oluşturuyordu.

İlmiye mensupları; Şeyhülislam, kazasker, kadı ve müderrislerden oluşmaktaydı.


__________________

Büyükler fikirleri,Ortalar olayları,Küçükler kişileri tartışır.
Alıntı ile Cevapla