Tekil Mesaj gösterimi
Alt 21 Şubat 2014, 21:46   Mesaj No:6

JAZARİ

Medineweb Sadık Üyesi
JAZARİ - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:JAZARİ isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 17525
Üyelik T.: 23 Mart 2012
Arkadaşları:1
Cinsiyet:
Yaş:44
Mesaj: 585
Konular: 65
Beğenildi:74
Beğendi:41
Takdirleri:13
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: İstanbul İlitam Felsefe Tarihi Konu Özetleri

Felsefe Tarihi 6. Ünite Özet
________________________________________
FELSEFE TARİHİ 6. ÜNİTE ÖZET

HELENİSTİK FELSEFE VE ROMA (AHLÂK) FELSEFESİ
Dönemin Ayırt Edici Özellikleri Teorik Felsefeden Pratik Felsefeye / Ahlâk ve Dine Yöneliş

A. ŞÜPHECİLİK
İlk (Eski) Şüpheciler (Pyrrhon, Timon)
Akademi (Orta) Şüpheciliği (Karneades)
Yeni Şüphecilik (İskenderiye), (Ainesidemos, Sextos Emprikus)

B. STOACILIK
ESKİ (ERKEN) STOA (Kıbrıslı Zenon)
YENİ (GEÇ) STOA / FELSEFENİN ROMA’YA GEÇİŞİ (Cicero, Seneca, Epiktetos, Marcus Aurelius)

C. EPİRÜROSÇULUK
Epiküros Metafizik Ahlâk, Toplum ve Siyaset

ÖZET
-Helenistik felsefe ve Roma felsefesiyle birlikte, felsefe, yönünü ahlâk alanına çevirmiştir.
-Bu felsefe, teorik felsefeden pratik felsefeye, bir başka ifadeyle ahlâk ve dine yönelişin iz ve işaretlerinin belirginleştiği bir dönemin ürünüdür.
-Ortaya çıkan ekoller Şüphecilik, Stoacılık ve Epikürosçuluktur.


HELLENİSTİK FELSEFE VE ROMA FELSEFESİ (AHLÂK) FELSEFESİ

-Yunan kültürü Yakın Doğu ülkelerine yayılma sürecine devam etmiştir.
-Büyük İskender’in imparatorluğu parçalanmıştır (Makedonya, Suriye ve Mısır’da parçaları kalmıştır)
- Yunan kültürü eğitimin ve öğrenimin temeli sayılmıştır.
-Ancak artık Yunan kökenli olmayan hakların da yadırgamadan paylaşabildiği, hayat şartlarına, dünya görüşlerine uydurduğu bu kültür, Doğu’ya özgü düşüncelerin tesiri altında köklü bir değişime uğramıştır.
-Bu değişim ve kaynaşma, o zamanki dünyanın bu geniş ve önemli bölgesinde yaşayan insanlığın ortak malı “kozmopolit” bir kültüre dönüşmüştür.
-Bu kültüre Helenizm (Hellenism, Hellas: Yunanistan) ismi verilmiştir.
-Helenist dünyanın bütün ülkelerinde felsefe öğrenimini görmek isteyen öğrenciler, bu filozofların (Sokrat, Platon, Aristo) ders verdiği şehre gelmişlerdir.
-Atina’nın yanında, en başta İskenderiye ( Aleksandria) olmak üzere, daha başka kentler de kültür merkezleri olarak önem kazanmıştır.
-Roma birer birer Helenist devletleri yutarak görkemli imparatorluğunu kurmayı gerçekleştirmiştir.
-Yunanlılar Roma’yı fethetmeyi başarmışlardır.
-Yunanlı sanatçılar ve mimarlar Roma’ya davet edilmiştir
-Yunan kültürü Helenize edilmiş olan Yakın Doğu gibi Roma’yı da tesiri altına almıştır.
-Bu dönemde çok kullanılan şu kavramlar öne çıkmıştır:
Kozmos: bir düzen içindeki evren düşüncesi
Logos: her şeyi yöneten ve varoluşun temel ilkesi olan akıl
Eros: erdemler ve iyiliklerle birlikte güzele yöneliş
-Antikçağ’ın son döneminde Yunan felsefesinin büyük Yunan filozofları gibi, düşünürlerle karşılaşılmamıştır.
-Felsefe bu çağda din ve sanatta da önemli bir kültür öğesi olmuştur.
-Bu durum Hıristiyanlık iyice yerleşinceye ve felsefe rafa kaldırıncaya kadar devam etmiştir.
-Hıristiyanlık bu felsefelerin tesirinde kalmıştır.
-Roma, dünya İmparatorluğunun merkezi haline gelmiştir.
-Grek felsefesi Platon ve Aristo’yla zirveye ulaşmıştı.
-Tabiat araştırması ahlâk sahasında ciddi araştırmalarla desteklenmiş, tabiat bilim belirgin şekilde değiştirilmiş ve genişletilmiştir.
-Grek dünyasının entelektüel hazineleri hem kapsam hem de değer bakımından bir çok yönden zenginleşmiştir.

Dönemin Ayırt Edici Özellikleri

- Yunan kültürü İskender’in fetihleriyle açılan dünyaya taşınmıştı.
-Yunan uygarlığı ve ilmi Akdeniz etrafındaki bütün kavimlerin ortak malı haline gelmiştir.
-Buna Hellenismus (Yunanlılaşan dünya) dönemi adı verilir.
-Bu dönemde, siyaset bakımından zayıflık içinde bulunan Yunanistan, manen dünyayı fethetmiştir
-Aristo, Yunanlının bütün teorik ve pratik düşüncelerini bir büyük felsefe sistemi halinde, nihayet yine bir kez daha birleştirmeyi başarmıştı.
-Bu dönem taklitçiler dönemi başlamıştır (Bunların kendilerine özgü felsefî dehası yoktur, görevlerini var olan felsefî fikirleri benimsemek ve yaymakla sınırlı tutarlar.)
-Felsefî yaratma gücünün yok olmasıyla bağlantılı olarak bilginin mahiyeti değişir. Genel ve kuşatıcı konulardan ziyade, bireysel konuların araştırılmasına başlanır. (Sofistler zamanında)
-O döneme gelinceye kadar genel olarak filozoflar, aynı zamanda matematikçi, astronom, fizikçi, hitabet öğrencisi ve siyaset adamıydılar.
-Bu dönem ihtisas adamları henüz çoğunlukla bir felsefe okuluna bağlı veya eğilimli, her bireysel ilim de özel temsilcilere sahip hale gelmiştir.
-Uzmanlık ilimlerinin merkezi Mısır’da İskenderiye idi. Bu şehirde, özellikle hükümdarların hoşgörüsü sayesinde gözlemevleri, aletler, hayvan ve bitki bahçeleri, bir ameliyathane ve özelikle büyük bir kütüphane bulunuyordu.
-Doğa felsefesi ve bilgi teorisi geri çekilerek yerine maddeci veya özelikle deneye dayalı ve doğru anlayışlara bırakmıştır
-Filozoflar genellikle eski sistemleri sadeleştirmek veya düzeltmekle yetinmişlerdir.
-Pratik felsefelere ilgi artmıştır.
-Aristo’dan sonraki bu dönem filozoflarının, tıpkı Tekyönlü Sokratçılar gibi, felsefî önemleri az, uygarlık ve ahlâk tarihi üzerindeki etkileri ise daha fazladır.
-Dönemin felsefesi, daha çok avam arasında yaygınlık kazanıp nüfuz etmiştir.
-Yeni öğretilerin temsilcileri çoğunlukla toplumun orta veya aşağı tabakalarından çıkmıştır.
-Ahlâk felsefesi, derinliği bakımından “bireysel” ise de, diğer taraftan millî sınırları aşarak insanlık düşüncesini kavramıştır.
-Bu zamandaki felsefeyi iki kısımdır:
1. Helenistik Dönem: Felsefenin Diyadoklar döneminde ve Diyadokların egemen oldukları alanlarda gelişmesi. Henüz Yunanlı, ya da Yunanlılaştırılmış kültür özelliği bu dönemde hissedilir. Felsefenin içeriğini tercih olarak ahlâk sorunu oluşturur. Bu dönem ait olan filozoflar: Eski Stoalılar, Epiküros Okulu ve Eski Şüpheciliktir. Bu dönem M. Ö. 300-150 yılları arasını kapsar.
2. Roma İmparatorluğu Alanında Felsefe: Felsefî çalışmaların içinde olanlar, artık Yunanlılardan başka, onların yanında Romalılar ve diğer topluluklardır. Ahlâkî özelliği giderek artan bir dinî renk alır, ta ki Yeni Platonculuk hemen bütünüyle ulûhiyete ilişkin mistik düşünceler (Theosophie) şekline dönüşür. Bu döneme mensup olanlar, Orta ve Son Stoalılar, Son Şüpheciler, Lecretius, eklektikler ve nihayet Yeni Platoncular’dır. Bu dönem, Yunanistan’ın Romalılar tarafından fethiyle başlar (M.Ö. 2. yüzyıl ortası) ve M. S. 6. yüzyılda, Antikçağ felsefesinin son izleyicileriyle neticelenir.


Teorik Felsefeden Pratik Felsefeye/Ahlâk ve Dine Yöneliş

-Helenistik Roma döneminin bilimsel bakımından en önemli özelliği, tek tek bilimlerin gelişmesidir.
-Metafizik problemlere karşı ilgi azalmıştır.
-Tek tek bilimlerde, matematikte, doğa bilimlerinde, filoloji ve tarih alanındaki çalışmalarda ise çok başarılar elde edilmiştir.
-Felsefenin pratik bakımdan ele alınıp işlenmesi çok gelişmiştir.
-İnsan hayatının amaçları bilimin yardımıyla belirlenmeye başlamıştır.
-Din gittikçe bir gelenek-görenek şeması olmuştur.
- Yaşayış Bilgeliği (bilgece bir yaşama), Aristo’dan sonraki felsefenin ana-sorunu olmuştur.
-Felsefe yalnız pratik sorunlarla kalmiş ve problem koyma daralmıştır.
-Daha çok teorik meseleler üzerinde durulmuştur.
-Eski öğretiler, pratik düşüncelere bağlı olan kılık değiştirmiş şekilleridir.
-Yunan felsefesi gelişmesinde gittikçe din ile bir karşıtlık durumu ortaya çıkmıştır.
-Din ve devlet bakımından dayanakları kalmamış olan aydınlar da bu dayanağı felsefede bulmaya çalışmışlardır.
- Helenistik Roma felsefesi öncelikle “tek kişinin mutluluğu”nu kendisine başlıca sorun yapmıştır.
-Ahlâk felsefesi ağırlıktadır. En belirgin Epikürizmde)
-Büyük kitaplıkları, müzeleri olan önemli bilim merkezleri inşa edilmiştir. (Rodos, Bergama, İskenderiye, Tarsus, Roma, sonları Antakya ile İstanbul gibi). En ünlüsü İskenderiyedir.
-Derin bir din ihtiyacı ortaya çıkmıştır. Doğu ile Batının dinleri birbirleriyle kaynaşmıştır.
-“ahlâklı yaşama” ülküsü felsefe de dinî bir renk almıştır.
-Bir sürü dinî tasavvur felsefeye de sokulmuştur.
-Helenistik Roma felsefesi, sorunlarının ağırlık merkezlerine göre iki dönemde değerlendirilebilir:
Ahlâkî dönem: Hemen Aristo’dan sonra başlamıştır
Dini dönem: başlangıcı birinci Milat yüzyılıdır.
-Aristo’tan sonra felsefe iki kanaldan ilerlemişt (hem ahlâk felsefesi, hem de pozitif bilimler gelişmişti)
Platon ile le Aristo’nun okulları (Akedemia ile Lykeion) da bu gelişmeye uyum sağlamışlardı.
-Lykeion’da yetişen bilginler, sonra İskenderiye’deki bilimsel çalışmalarda yer almışlardır.
-4. Yüzyılın sonlarında Stoa ile Epiküros okullarının kurulmasıyla Akedemia ile Lykeion’un Atina’daki otoriteleri sarsılmıştır.
- Bu dört okul (Akademia, Lykeion, Stoa, Epikorusçu Okul) Atina’da yüzyıllarca yan yana birlikte varlıklarını sürdürmüşlerdir.
-Bu dönem metafizik, fizik ve mantık sorunlarındaki tartışmaları dolaylı idi; esas mücadele alanı, ahlâk görüşleri sebebiyleydi.
-Dogmatik nitelikte olan bu dört felsefenin yanı sıra bütün Helenistik Roma dönemi boyunca Şüphecilik (Skepsis) de sistem olarak varlığını korumuştur.
-Şüpheciliğin diğerleri gibi bir okul örgütü, disiplini, çerçevesi yoktu. Ancak onun sistematik bir bağlantısı bulunmaktaydı.

A. ŞÜPHECİLİK
-Yunanca ‘skepsis’ kelimesi normal kullanımda ‘bir şeyi ele alma, inceleme, bir şey üzerinde düşünme’ anlamına gelmektedir.
-Bir süre sonra filozof ve bilim adamlarını herhangi bir konu üzerindeki yöntemli soruşturmasına karşılık gelmeye başlamıştır. Böylece ‘Septik’ kelimesinin kendisi özel olarak ‘felsefî araştırıcı, soruşturucu’ anlamını kazanmıştır.
-Sextus Empiricus, Pironculuğun Ana Görüşleri adlı eserinde “Septiklik’ten söz etmemizin sebebini, Septiklerin ‘araştırıcılar olmasından kaynaklandığını söylemektedir.
-Sextus’a göre herhangi bir şeyi araştıranlar başlıca üç gruba ayrılır:
1. Grup: Dogmatikler (Sextus’a göre bunlar hiç olmazsa bazı sorunlara cevap bulmuş olduklarını düşünen Aristo, Epikür, Stoacılar ve başkalarıdır. )
2. Grup: Tersine Dogmatikler(Araştırılan grubu, araştırılan problem veya konunun çözülemez olduğunu ileri sürerek araştırmadan vazgeçenler oluşturur. Sextus bu gruba da Kleitomakhos, Karneades ve diğer Orta Akademi dönemi filozoflarını sokmaktadır. Ona göre bunlar da dogmatiktirler, ama tersine dogmatiktirler; çünkü onlar dogmatik olarak bir şeyin bilenemeyeceğini savunurlar)
3. Grup: Pironcular/Pironcu Septikler (Bunlar sorunun o ana kadar çözülmemiş olduğunu düşünürler; ama bundan dolayı araştırmayı bırakmazlar, soruşturmalarına devam ederler. Sextus kendisi bu gruba dâhil eder.)
-Orta Akademi dönemi Septikleri kendilerini açık olarak Sokrat’ın ve Platon’un varisleri olarak tanımlamışlardır.
-Ainesidemos ve Sextus Empricus gibi büyük şüpheci yazarlar veya filozoflar, Antikçağ şüpheciliğinin bütün tezlerini ve argümanlarını bir araya toplayarak çok zengin bir şüpheci argümanlar mirası bırakmışlardır.

Şüphecilerin Üç Dönemi
1. Pironculuk veya Eski Şüphecilik: Piron ve onun öğrencisi Timon tarafından temsil grup.
2. Akademi Şüpheciliği: Arkesiaos’un başlattığı ve Akademi’nin bünyesi içinde ortaya çıktığından dolayı Akademik Şüphecilik denmiştir. (Orta akademi dönemi de denir.)
(Orta Akademi dönemi içinde ikinci bir ayrım yaparak Karneades ve onu izleyen diğer bazı şüpheci filozofların dönemini üçüncü veya Yeni Akademi dönemi olarak isimlendirenler de vardır.)
3. Yeni Akadami dönemi: Şüpheciliğinin ‘dogmatik’ diye nitelendirdiği bilinemezci tutumundan rahatsızlık duyduğu için kendi bağımsız felsefî şüpheciliğini ortaya atmış olan Ainesidemos’la başlayan ve Sextus Empricus’un da dâhil olduğu son dönemdir.

-Ainesidemos, Yeni Akademi döneminin yani Karneades ve onu takip edenlerin şüpheciliğini reddederek kendisini Pironculuğun bir yeniden canlandırılması olarak sunar.
-Bazı düşünce tarihçileri, bu son dönemi de Pironculuğun Ainesidemos tarafından yeniden canlandırıldığı, sistemleştirildiği ve diyalektik olarak geliştirildiği bir ilk dönemle, Sextus Empricus’ta zirve noktasını bulan Empirik Septiklik dönemi olarak iki ayrı alt dönem olarak değerlendirirler.
- Sextus Empricus, İlkçağ şüpheciliğinin en olgun, en zengin versiyonunu temsil etmektedir.
-Bu dönem Ainesidemos ve Sextus Empricus gibi şüpheciler Antikçağ şüpheciliğinin bütün tezlerini ve
argümanlarını bir araya toplayarak daha sonraki çağların şüphecilerinin kendisinden faydalanabilecekleri zengin bir şüpheci argümanlar malzemesi oluşturmalarıdır.

İlk (Eski) Şüpheciler
-Elisli Piron (Pyrrhon)’un hocası olan (Demokritos ekolüne bağlı) Anaksarchos’tır.
-Piron “İlâhî kalb sükûneti”ne sahip olmakla ünlenmiştir.
-Piron hakkında öğrencisi Phliuslu Timon’un yazıları sayesinde haberdar olunmuştur.
-Timon hicviyelerinde dogmatik filozofları eleştirmiştir.
-Piron’la birlikte sadece Ksenophanes, Protagoras ve Demokritos’a saygı göstermiştir.
-Ruh sukunetine ulaşmak esastır.
- “Bu, bana böyle gözüküyor”derler. Yani, yargı ve olumlamalarımızın, ancak kendimize yönelik olmasını doğru bulurlar.
- İşte “şüpheci filozofların bir sistemi vardır”, sistemin temeli de “muhakemenin durdurulması”dır (epokhe). Bu yüzden şüphecilere “epokhtikai” de ismi verilmiştir.
-Şüphecilik Akademi’de, bir yüzyıldan fazla bir süre hâkim olmuştur.
-Pironculuk, filozoflara kesinlik probleminin esas olduğunu hatırlatmıştır.
-Piron Plotun’un kürsüsüne yerleşmiştir.


Akademi (Orta) Şüpheciliği
-Akademia, şüpheci olmakla, kendi öz ilkesini abartmaktan ve âdeta beşiğine dönmekten başka bir şey yapmamıştır. (Şüphecilik Sokrat ve Platon’un hareket noktası idi.)
-Orta ve yeni Akademia’nın başkanlarından Arkesilaos ve Karneades olmuştur.
-Kendi kendilerine düşünmeyi, araştırmayı, doğru ile yanlışı ayırt etmeyi öğretmekle yetinmişlerdir.
-‘İşimize gelenlerden başka hiçbir şeyi kabul etmemek’ dogmasını benimsemişlerdir.
-Karneades Stoalılarla, ontoloji ve eleştiri alanında olduğu gibi, ahlâkî ve dinî alanda da mücadele etmiştir. Diyalektik ustasıdır. Tanrı fikrini bütün bakımlardan çelişkili bulmuştur. Adaletin bir gün lehinde, ertesi gün aleyhinde konuşmuş biridir. Apaçıklık olmayınca, pratikte olduğu gibi teoride de, muhtemel ile yetinmek gerekir demiştir.
-Yeni-akademia şüpheciliği yerini sinkretizme terk etmiştir.


Yeni Şüphecilik
-Merkezi İskenderiye olan görüşü başlatan düşünür Giritli Ainesidemos’tur.
-Bir yanda eklektizm, öbür yanda da Son (Roma) Stoa görüşü hakimdi.
-Ainesidemos, Yeni Şüpheciliğin kurucusu olmayı başarmıştır. Bu sisteme, “Yeni Pironculuk”, “Akademia-sonrası Şüpheciliği” de denir.

Ainesidemos
-Felsefî faaliyet, hemen hemen genel bir hareketsizlik içindeydi.
- Piron’un koymuş olduğu eski ve güçlü şüpheciliğin yeniden diriltmiştir.
-Şüphecilerin “şüphe”yi haklı göstermek için kullandıkları on kanıtı (tropos-tarz) ilk kez belirleyen filozoftur.
-Bütün bilgilerimizin göreceli olduklarını, ilk olarak canlı varlıkların arasındaki anlaşmazlıklarla göstermeyi hedeflemiştir. Bu anlaşmazlıklar da, duyu organlarının, durumların, ülkelerin, eğitim ve öğrenimin, örflerin başka başka olmasından ileri gelmektedir der.
-On tropos, daha sonra beşe ve ondan sonra da ikiye indirilmiştir.
-Ne vasıtalı, ne de vasıtasız kesin bilgi mümkün değildir derler.
- Aenesidemos’un düşüncelerine en yaklaştığı kişi Herakleitos’tur.
- Aenesidemos şüpheci yöntemi, Herekleitos’un her şeyin, evrenin sürekli akış halinde olduğu konusundaki (sonsuz değişme) teorisini anlamak için gerekli anahtar gibidir.
- Aenesidemos bir “genel biçimde görünür olan”ın varlığını kabul etmiştir. Fakat şüpheciler her dogmaya karşı isyan etmiş ve saldırmışlardır
-Pozitivist eğilimlidirler
-Gerek şüpheye düşürücü bir kontrol ve sınavla, gerek aceleyle ve kendine fazla güvenerek verilen yargılara karşı müdahele ederek her şeyden önce gerçeği lâyıkıyla kurmak ve tespit etmek istemişlerdir.
-Bu yüzden, bu sonraki şüpheciler alçakgönüllülük göstererek kendi görüşlerine yalnızca “giriş” ismini vermişlerdir

Sextus Emprikus
-Şüphecilik, bir safsatadan ibaret değildi, belki bugünkü pozitivizme yaklaştırılması daha uygun olan bu felsefî görüş “dogmatik safsatacılar için insafsız bir edep üstadıydı.
-Özellikle doğa bilimlerine bağlı olanlar bu görüşü benimsemişlerdir.
-Şüphecilerin büyük bölümü doktordu.
-İskenderiye’de gerçek bir “deneyci hekimler” okulu bulunmaktaydı.
-Hastalıkların sebepleri hakkındaki tartışmalarını, başarılı bir sonuca ulaşılmasının imkânsız olmasına dayanarak terk etmişlerdi ve deneyle, yani açık gözlemlerle yetiniyorlardı.
-Bu “şüpheci deneyciler” ve “deneyci şüpheciler”in düşüncelerinin yayıcısı, Emprikus (deneyci) lakabını taşıyan, doktor Sextus Emprikus idi.
- Önemli eserleri: Üç kitaba ayrılan Pironcu Taslaklar, Matematikler (felsefî tarzda mantık, fizik ve ahlâkla meşgul olanlar aleyhine beş kitap.)
-Kitaplarda, şüphecilerin mutlak biçimde kesin bir burhan konulmasının imkânsız olduğuna ilişkin bütün kanıtları ortaya koymuştur. Allah’ın varlığı için ortaya konulan dogmatik kanıtlar da boşa çıkarılır.
-Sonraki şüphecilerin gözünde ahlâk felsefesinin hedefi, en yüksek iyi ve “ataraksiya”, yani için sarsılmaz sükûnudur.
-Şüphecilik, kültürlü kişilerin, devlet dinlerinden hoşlanmamasına sebep olmuştur.
-Rönesanstan başlayarak, tanrıbilimsel şüpheciliğe, onu savunanların çoğunda, bilime karşı çoşkun bir inanç olmuştur.
- Olimpos tanrıları saygınlılarını yitirdiğinden, Hıristiyanlığın üstünlüğüne değin, ortalık boş insanların desteğini sağlamaya çalışan Doğu dinlerine kalmıştır.

B. STOACILIK
-Helenistik ve Roma döneminde ikinci önemli felsefe okuludur.
- Kıbrıslı Zenon’un kurduğu Stoacılık, yaklaşık beş yüzyıl boyunca varlığını devam ettirmiştir.
-Stoacılık üç dönemden geçmiştir:
1. Eski veya Erken Dönem Stoacılığı
2. Orta veya Geçiş Dönemi Stoacılığı
3. Yeni veya Geç Dönem Stoacılığı.
- Zenon’dan sonra okulun başına öğrencisi Kelanthes (M.Ö. 331-233) geçmiştir.
- Okulun ikinci kurucusu olarak kabul edilen Krizippos’tur (M.Ö. 281-208).
-Orta Dönem Stoacılığının iki önemli temsilcileri Panaitios ve Poseidosnios’tur.
-Dönem Stoacılığı pratik felsefeye veya ahlâk felsefesine daha fazla önem vermiştir.
-Poseidonison ile birlikte okulun öğretisinin dinî çizgileri de yavaş yavaş ortaya çıkmaya başlamıştır.
-İlk Dönem Stoacılığının felsefesi kendi tarzında bağımsız düşüncelerden oluşmuştur.
-Orta Dönem Stoacılığı daha eklektik bir bakış açısını benimsemiştir.
- Atina’da dönemin iki önemli Stoacısı Seleukialı Diogenes ile Tarsuslu Antipatros’tur.
- Helenistik-Yunan özelliği taşıyan Stoa Okulu Panaitos ve onun öğrencisi olan Posedoinos ile birlikte Roma’ya taşınır ve Roma dünyasının bir anlamda resmi felsefesi haline gelir.
-Stoacılığın son dönemi ise Roma’nın imparatorluk dönemine rastlar. Bu dönemde Stoacılığın en önemli temsilcileri Seneca, Epiktetos ve Marcus Aurelius’tur.
- Son dönemde Stoacılıkta dinî ilgiler en yüksek seviyesine ulaşmıştır.
(Bir çeşit felsefi din olma özelliğine bürünmüştür)


ESKİ (ERKEN) STOA

Kıbrıslı Zenon
-Zenon hayata bir tüccar olarak hayata başlamıştır.
-Sokrat’ın güçlü kişiliğinin ve mutlu, iyi hayat anlayışının tesirinde kalmıştır.
-Hazzı reddeden, en yüksek iyi olarak insanın kendi nefsine hâkimiyetini ve dış dünyaya karşı bağımsızlığını savunan Kinik okulu düşüncelerini etkilemiştir.
-Paranın, evliliğin reddi, gerçek insanî topluluğun ancak iyi ve erdemli insanlardan meydana gelen bir topluluk olabileceği yönünde bazı görüşlerin bulunmaktadır.
- Stoacılar İslâm felsefesinde Revâkiyyûn ismini almıştır.
- Zenon gençleri erdem ve ölçülülüğe özendirerek en iyi olana yöneltmeye çalışmıştır.
- “Zenon’dan daha kendine hâkim” deyimi oluşmuştur.
- Zenon’a hırsızlık yapınca kırbaçlanan talebesinin “Ama hırsızlık benim alın yazım” itirazına
“Kırbaçlanman da öyle!” demiştir.
- “Bir ağzımız ve iki kulağımız var, konuşmaktan çok dinleyelim diye.” Demiştir.
- Soktas’a hayran olan Zenona en fazla Kinikleri tesir etmiştir.
- Kinikler’in öğretisinde önemli değişiklikler yapmıştır
-Stoa Helenizmin tipik felsefesidir. Stoa felsefesinin kök ve kaynakları Kinik felsefesine dayanır.
-“doğaya uygun yaşama” kavramını koyarak, bunun Stoa ahlâkının temel kavramı olmasını arzulamışlardır.
- Panteist bir dünya görüşü olan Stoa ahlâkı, bu düşüncesinde eski İyonya felsefesinin, bilhassa da Herakleitos’un tesirinde olmuştur.
- Herakleitos, Stoa öğretisinin gelişmesinde önemli bir yere sahip olmuştur.


Zenon ve Mantık
-Zenon’un, felsefeyi; mantık, fizik (metafizik) ve etik diye üç sahaya ayıran ilk filozof olduğu kabul edilir.
- Sokrat’ın ve Kiniklerin felsefesini kendisine çıkış noktası yapan Zenon’un düşüncesinin temel amacını etik (ahlâk) oluşturmaktadır.
-Fiziği de, ahlâkı da mantık ile destekleme çabası içerisindedir.
-Zenon için mantık çerçevesinde üzerinde durulacak konu, bilgi problemidir.
-Kinikyerin tesiriyle sensualisttir. Bütün ilk tasavvurlarımızın kaynağı, dış etkiler yüzünden ruhta ortaya çıkan izlenimlerdir der.
-Katalepsis (kavrama) dediği, episteme (gerçek bilgi) ile doxa (sanı) arasında bulunan bir şeydir.
–Zenona göre episteme yalnız bilgelerde bulunur. Kalepsis değil de, epistemeye sahip olan bilge doğru’nun ölçüsü der.


Zenon ve Metafizik
- Zenon, Kinik Okuluna bağlıdır.
-Stoa’nın metafiziği de materyalist ve monist bir metafiziktir.
-Zenon’un metafizik görüşünde bir yaratılıcık, özgünlük bulunmamaktadır.
Zenon da cisimsel olanın asıl gerçek olduğunu söyler.
- Bu maddî ilke de bir etkin, bir de edilgin öğe vardır: Hareket ettiren “neden”, “etken” (aiton) ile hareket ettirilen ilk madde (prote hyle). İlk madde –Platon ile Aristo’ta olduğu gibi- nicelikçe değişmezdir, hiçbir niteliği yoktur. “Neden” (aiton) ise, Herakleitos’un Logos’u ile Anaksaragoras’ın Nous’una benzer:
Aiton, evrene düzen kazandıran rationel prensiptir. Bu birlikli maddî ilkeye (arkhe) Zenon, “Tanrı” da der, “Doğa” da der; Tanrı ya da Doğanın özü ateştir.
- Aristo gibi Zenon için de yıldızlar akıllı, canlı varlıklardır.
- Akıllı varlıklarda akıl (nous), canlılarda ruh (psykhe) bitkilerde dar anlamıyla doğa (physis), cansızlarda bir yetenek olarak bulunur.
-Bütün varlıkların “neden”i olan ateş, bir zaman sonra tek tek nesnelerin dünyasını yeniden kendisine geri alır; ana-ateş’e geri dönmekle de, bu arada kabalaşmış olan nesneler arınmış olurlar (katharsis).


Zenon ve Psikoloji
-Zenon’un psikolojisi de bu fizik (metafizik) görünüşüne uygundur.
-Bedene baştan aşağı ve bütün görevlerinde ruh hâkimdir; ruh sıcak bir soluktur ve bedenî bir arada tutan ilkedir.
-Ruhta 8 kısım vardı: Akıl, beş duyu, konuşma yetisi ve ürüme gücü; bunların hepsi de, insanın birlikte yönetici hayat gücünün, ruhun birliği (hegemonikon) çeşitli görünüşleri ve ışınımlarıdır.
-Ruhun bütünü üzerinde hâkim bir güç olan hegemonikon, ruhun belli bir organa bağlı olan aşağı yetkinliklerinin de, düşünme gibi yüksek etkinliklerin de organıdır. Onda, iyiye ve kötüye kendiliğinden dönen bir esneklik vardır.
-Zenon bu hegemonikon kavramı ile kişiliğin, ben’in birliği kurulmuş oluyordu.
-Ona göre Tanrısal ruhla insan ruhu birdirler.
- Zenon, ruhun mutlak ölümsüzlüğünü de kabul etmez.


Zenon ve Ahlâk
-Zenon’un felsefesinin ana-konusu olan ahlâk felsefesi de Kinizme bağlı olup, Sokrat’ınki gibi tam bir entellektualizmdir.
- ilgi ile eylemin birliği düşüncesi, Stoa öğretisinin bir ana özelliğidir.
-“Ahlâkça yetkin olma” anlayışını Stoa, bilge idealinde canlandırmıştır.
-Bilgelik, erdemli olmaktır: Bilge kişi, erdemli kişidir. Erdem, doğaya, akla uygunluktur
(Stoa öğretisinde doğa ile akıl aynı şeylerdir). Erdem, aklın doğru durumda olmasıdır.
- Aklın doğru durumda olması da, insanın, özü bakımından rationel olan dünyayla (doğanın) uyumlu olması, ona kendini bağlı kılması ile elde ediler. “Doğanın yasasına boyun eğmek” Stoa ahlâkının başlıca bir ilkesidir.
- Stoa ahlâkının ideali olan bir apatheia (duygusuzluk)dır.
- Nesneleri doğru olarak değerlendirmeyi bildiği için, bilge kişi korku, üzüntü, acıma gibi duyguları bilmez.
-Kötülük insanı mutlu yapar, erdem ise mutlu olmasına sebep olur. Bundan dolayı Stoalılar dış değerlerin mutluluk üzerinde bir etkisini kabul etmemişlerdir.
- “doğal olan”, akla uygun olandır der.
- Stoalılar, ödev kavramını ilk olarak ahlâk felsefesine getirip yerleştirmişlerdir.
- Doğaya, akla uygun bir hayat yaşamak bir ödevdir (kathekon); bilge kişi, maddî yönüne karşı gelerek, aklın yasasına uyarak bu ödevi yerine getirecek ve gerçekleştirecektir.
-Mutlu olmak için, Zenon’a göre, erdem yeterlidir.
-Zenginlik, maddî zevkler, şeref, saygınlık, sağlık, hatta hayatın kendisi bilge için aldırış edilmeyecek, ilgisiz kalınıcak şeylerdi der.
-Zenon da, Kleanthes de intihar öderek ölmüşlerdir
- Zenon’a göre “doğruları” da, eğrileri de eylemlerinde birdirler, ahlâk bakımından ikisi de değersizdirler.
- Zenon’a göre, iyi ile kötü, bilge ile bilge olmayan arasında mutlak bir karşıtlık vardır; insalar ya iyidirler, ya kötüdürler.
-Stoa ahlâkı kendi kendine yeten bilge ideali ile individualist bir öğretidir
-Stoa bilgenin sosyal ideali dünya yurttaşlığıdır (kosmopolitik).
-Stoa’nın individualizm (bireycilik) ile universalizmi (tümcülük) uzlaştırmaya çalışan toplumsal teoridir.
-Bir engel yoksa, bilgenin devlete faydalı olmasını öğütler.
-Dünya-yurttaşlığı, bütün insanların kardeşliği, zümre ve ulus ayrılıklarının üstünde insanları hakça eşitlikleri anlayışı Stoa öğretisinin ideali olarak kalmıştır.

Kleanthes
-Zenon’dan sonra stoa okulunun lideri olmuştur.
-Üstadı gibi ciddî ahlâka sahipti, ancak düşünce bağımsızlığı daha azdı.
-En büyük ilâh Zeus şerefine ilâhi yazmıştır. (Antikçağda da ünlü olan bu eseri Panteist eğilimlidir.)
- Tanrı evrenin hegemonikon’ıdır (birliğini sağlayan ilke) ve güneşle birdir der.
-Ruhun akıllı olan ve olmayan iki kısmı olduğunu söyler, bu yüzden de, kalkınmak için insan Tanrının yardımına ihtiyaç duyduğunu kabul eder.
-Stoa okulunun başkanlığına Kleanthes’den sonra Chrysippos gelmiştir.
-Chrysippos’un üstünlüğü, diyalektik ustalığı sayesinde Stoa görüşünün düşünce yapısını her yönden onarmasında, düzeltmesinde ve tamamlamasındadır. “Chrysippos olmasaydı, Stoa olmazdı” sözü yaygınlık kazanmıştır.
- Panaetius da Stoa felsefesini Roma’ya nakletmiştir.
-Eski Stoa ekolü birliğe sahip bir bütün olarak nitelendirilmiştir.
-Stoalılar genel olarak kendilerini Kiniklerin düşünce çocukları kabul etmişlerdir.
-Felsefe ve hayatın amacının erdemin uygulanmasından başka bir şey olmadığını söylerler.
-Antikçağ medeniyetinde yerleşmeye başlayan felsefenin mantık, fizik ve ahlâk alanlarına ayrılması Stoalılarda da geçerli ve kalıcı olmuştur.
- Stoalıların yaptıkları benzetmelerden birine göre mantık, bir bahçenin etrafının çitle çevrilmesidir, fizik o bahçenin ağaçlarına benzer, ahlâk felsefesi de tek değere sahip şey olan yemişlerini içerir.
- İlk Stoalılar, gerek mantık ve gerekse fizik ilimleriyle özenli bir biçimde uğraşmışlardır.
-Oysa Son Stoalılarda bu uğraş giderek terkedilmiştir. Sonunda bütünüyle ortadan kaldırılmıştır.


ORTA STOA

Panaitios
-Orta Stoa’nın kurucusu olan Panaitios’tur.
-Panaitios Eski Stoa’nın ahlâk konusunda sert bir disiplinden yana olmasına karşı çıkar. (Eski Stoa’ya göre insanlar ya üstündürler, ya aptaldırlar. İnsanlar arasında başkaca bir fark yoktu. Eski Stoacılar, öncelikle, “üstünlük ideali”ni açıklamak istemiştir.)
-Üstünlük, kişinin kendini tutkularından kurtarıp yaşamına aklı üstün kılmasıdır.
-Panaitisos’a göre her insanın ideali, “kendi kişiliği”nde bulunur.
-Tüm insanlar için geçerli olan tek bir idel göstermenin anlamının olmadığını savunurlar ve bir insan için doğru ve uygun olan bir davranış biçiminin, bir başkası için yanlış ve aykırı olabileceğini söylerler.
-Eski Stoacılar, dünya devletinden söz ederken, bunun çok uzak bir gelecekte gerçekleşecek bir ideal olduğunu düşünürler. Hâlbuki Orta Stoa bu idealin Roma devleti ile gerçekleşmiş olduğunu kabul eder.

Poseidonios
-Panaitios’un öğrencisidir. Suriyeli bir Grektir.
-Gökbilimle ilgili önemli çalışmalar yapmıştır. Güneşin uzaklığı konusunda onun yaptığı ölçümleme, eski çağın en iyi ölçümlemesiydi.
-Tarihçi olan Poseidonios seçmeci (eklektikos) bir filozof olarak bilinir.
-Pek çok Stoacı gibi ruhun, bedenle yok olduğuna inanmıştır.
-Poseidonios tersine ruhun yaşantısını havada sürdürdüğünü ve dünya yeniden tutuşana değin, değişmeksizin orada kaldığını savunur.
-Cehenneme inanmaz ama günahın ruhun yükselişini engellediğini söyler.
-Çok kötü olanın yere yakın kaldığını ve yeniden bir bedene gireceğini; erdemli olana ise yıldızların yöresine çıkacağını ve yıldızların dolaşmalarını gözleyerek vakit geçireceğini söyler. Erdemli ruhların başka ruhlara da yardım edeceğine inanır. (Bunları yıldızbilimin doğruluğunu açıklar.)
-İnsanın bir Tanrısal (akıllı olan) yönü, bir de hayvansal (akıllı olmayan) yönü olduğuna inanır.
-Ruhun akıllı olmayan yönünün bedene bağlı olduğunu, bu yüzden de değersiz olduğunu ve ruh için bir zindan olduğunu savunur
- Ruhun akıllı yönünün (logistikon) akıllı olmayan yönü (alogstikon) üzerinde hakimiyet kurmasıyla insan erdemi, dolayısıyla mutluluğu elde edeceğine inanır.


YENİ (GEÇ) STOA/FELSEFENİN ROMA’YA GEÇİŞİ
-Helenistik felsefenin özelliği, zıt düşüncelerin birbirine yaklaşması, bir uzlaşma çabası içerisinde olmasıdır.
- Stoa Okulu’nda Panaitios ile Poseidonios, Eski Stoa’nın dogmatizmini yumuşatıp bir uzlaşmaya, bir eklektizme sebep olmuşlardır.
- Yunan düşünürleri Yunan felsefesinin fikirlerini Romalı aydınlara öğreten öğretmenler olmuşlardır.
-Felsefeyi Yunanlılardan öğrenen Romalılar bu sahada yaratıcı olamamışlardır.
-Halk dini üstüne yükselmiş Romalı aydın için, felsefen dinin yerine tutan bir dünya görüşü olmuştur.
-Romalı düşünürler, Stoacılığı reddetmek yerine, onu aşırılıklarından arındırma yolunu tercih etmişlerdir.
-Stoacıların erdemin birliği konusunda diretme tavrı terk edilmiştir.
- Çileci (ascetic) ve özgeci (altruistic) Roma Stoa düşüncesine egemen olmaya devam etmiştir.
- İntihar (“özgür ayrılış”) onlara göre cesur adamın işaretidir.
-Cesur adam politik ödevlerini ciddiye alan ve yılmadan yerine getiren adamdır.
- Stoacılık, tutarlı bir ahlâk felsefesi geliştirmeyi hiçbir zaman tam olarak başaramamıştır.
-Stoacılık, gerçekte felsefî bir teori olmaktan çok bir dindi ( kuşkusuz bir hayli dünyevî bir din) olmuştur.
-Stoacılık hâlâ daha akılsal ve hâlâ daha Yunan kalmıştır.

Cicero
-Panaitios dönemindeki filozoflar ile Roma iyi ilişkiler içinde olmuştur.
- Panaitios’un Roma’da yetiştirdiği öğrenciler arasında ünlü “Cicero” bulunmaktadır.
-Cicero’nun eserleri tam anlamıyla Romalıdır, yani bu eserin orijinal bir yanı bulunmamaktadır.
Yani Yunan eserlerinin bir çeşit uyarlamalı çevirisinden başka bir şey değildir.
-Cicero “Latince felsefe terimleri”ni toplamakla büyük bir hizmette bulunmuştur.
-Hukukçu olan Marcus Tullius Cicero, bu alandaki yetenekleriyle M.Ö. 63’te konsüllü olmuştur.
- Caesar’ın suikastla katledilmesinden sonra öldürülmüştür.
-Cicero, Stoacı olduğu kadar, Peripaetik, Akademik ve eski Roma’ya özgü kaynaklardan beslenmiştir.
- Hayatın Ereklerine Dair isimli eserinde muhalif okulların ahlâk görüşlerini tartışıp eleştirmiştir.
-En Yüksek İyi doğayla barış ve uyum içerisinde yaşamaktır der.
-Devlet Üzerine ve Yasalar Üzerine eserler yazmıştır. (Teselli, Akademia’lıların Sorunları, Dostluk ve Yaşlılık üzerine küçük yazıları ve Tanrıların Niteliği Üzerine, Kahinlik Üzerine, En Yüksek İyi ve Kötü Üzerine, Tusculum Tartışmaları)
- Yunan felsefesinin terimlerini Latince’ye çevirmiştir.
Bu terimler, Latince terimler sistemine dayanan felsefe dillerinin bugün de hâlâ temelidirler.
-Cicero için, felsefe mutluluğa götüren yoldur; gerçek mutluluğun tek dayanağı da erdemdir.
-Haz, sağlık, zenginlik, saygınlık vb. gibi dış değerler ikinci planda yer alırlar.
-İnsanın kendisini bilmesi, erdeme götüren ilk yoldur; ama doğayı da bilmek, insanın kendisini bilmesinin bir parçasıdır der.
-Tanrısal akıl bulunduğu için, ruhun bedenden üstün olduğunu söyler.
- Cicero bütün Helenistik Çağda (Epikürizm, Stoa) ağır basan individualist ahlâk anlayışını aşarak, Platon’da olduğu gibi, sosyal nitelikte bir ahlâka ulaşmıştır.
-Onun da düşünceleri, Platon’da olduğu gibi, hep ideal devlet üzerinde toplanırlar.
-De re publica adlı eserinde yurttaşlarını devlet işlerine katılmaya çağırır.
- Yasalar Üzerine adlı eserinde insanlar için geçerliliği olan bir doğa hukukunu, bütün insanlarda ortak olan akıldan türetmek girişiminde bulunmuştur.
-Öldürmek, çalmak, yalancı şahitlik, bütün bunlar toplumların hükümdarların ya da hâkimlerin kararlarıyla yasaklanmış değildir; bunların yapılmamasını duyuran doğal hukuktur, akıl ile tanıtlanabilen hukuktur der.
-Stoa Okulu, Panaitios’a çok şey borçludur; çünkü ondan çok şey öğrenmişlerdir.
-Romalı Stoalılar arasında yer alan İmparator Neron’a mürebbilik yapmış olan Seneca, köle olan Epiktetos ve İmparator Marcus Aurelius Antonius çok önemli üç isimdir.

Seneca
-Geç Stoa döneminin ilk önemli filozofudur (M.Ö. 4-M.S. 65).
-Stoacılığın tesirinde kalmıştır bir avukat ve senatördür.
-Verimli bir yazar olan Seneca’nın eserleri dört grup altında toplanmaktadır: Nutuklar, tragedyalar, felsefî diyaloglar veya denemeler ve mektuplar.
-Felsefî diyalogları: Teselli Üzerine, Acıma Üzerine, İnayet Üzerine, Öfke Üzerine, Hayatın Kısalığı Üzerine, Ruh Sükûneti Üzerine, Mutlu Hayat Üzerine.
-Dostu Lucilius’a yazmış olduğu yüz yirmi dört mektubu ise esas olarak ahlâkla ilgili konuları ele aldığı için Ahlâk Mektupları olarak isimlendirmiştir.
-Mantık ve bilgi teorisiyle ilgili konularla ilgilenmemiştir. Daha cok ahlâk konuları üzerinde yoğunlaşmıştır.
-Ahlâk felsefesi alanında da, özel olarak ruh huzuru ve toplumsal sorumluluk, ödev kavramları üzerinde durmuştur.
-Seneca’nın Tanrı’sı Stoacılığın evrenin her tarafına yayılmış olan Aklıdır; insan ruhu ise insan bedeni içine yerleşmiş tanrısal soluktan başka bir şey değildir. (akıl=Tanrı)
-Poseidonios’un Altın Çağ’da filozofların insanlara uygarlığı öğrettiğini görünce itiraz etmiştir.
-Ahlâkın bozulmuş olduğundan bahseder.
-Her türlü sanatın para hırsını körükleyerek insanları mutsuz etmekten başka işe yaramadığını söyler.
-Felsefe ona göre iyi yaşama yoludur, mutlu olma sanatıdır. O, doğaya uygun yaşamanın yolunu göstermiştir. Mutluluğun da doğaya uygun yaşamaktan geçtiğini söyler.

Epiktetos
-Düşüncesi üzerinde bir Hıristiyanlık etkisi olduğu tahmin edilmektedir.
-Felsefeyle tanışmadan önce Roma’da bir köleydi.
-Döneminde zengin Romalılar parlak genç kölelerine iyi eğitim aldırmışlardır.
-Özgürlüğünü elde ettikten sonra kendini geliştirmiş ve Roma’da dersler vermiştir.
-Sokrat gibi bir eser bırakmamıştır, fakat öğrencileri onun “konuşmalar”ını kitap haline dönüştürmüştür.
-Epiktatos’ta Stoacılığın dinî eğilimi açık bir şekilde görülmektedir. Stoacı epistemolojiyle ve fizikle tanışık olduğu halde, dostu ve ilk derlemecisi Arrianus “dinleyenlerinin zihinlerini en iyi şeylere taşımaktan
-Epiktetos, dünyayı yönetenin tanrısal öngörü olduğunu kavrarlarsa insanların daha iyi olacaklarına inanmıştır.
-Tanrı insanları kendine eş yaratmıştır der. İnsan Tanrı’dan kopmuş bir parçadır. Her insanın içinde bir “Tanrı payı” vardır der.
-“tahammül” ve “sabır” önemlidir der. “İnsan bu iki kelimeyi yüreğinde tutar da, kendine hâkim olmak ve kendini kollamak suretiyle onlara dikkatle kulak kabartırsa, hemen hiç kötü yola düşmez ve dingin ve huzurlu yaşar”der.


Marcus Aurelius
-Erkenden felsefeye eğilim duymuş ve Stoa’cı kurallar içinde yaşamıştır.
-Güzel sanatların hemen tüm dallarına ilgi duymuş, özellikle edebiyat sahasında bir üstat durumuna gelmiştir.
-İmparator Hadrianus ölmeden önce siyasete yönelmiştir.
-İmparator olduktan sonra hoşgörülü, adaletli, tutarlı yönetimiyle kısa zamanda sivrilmiştir.
-Düşünce tarihinde onun kişiliği; dürüstlüğün, iyiliğin, hoşgörünün, çalışkanlığın, ruh soyluluğunun, kısacası yetkin insan olmanın simgesi olmuştur.”
-Platon’un filozof-kral idealinin tarihtedeki ilk örneğidir.
- Roma Stoacılığının son büyük temsilcisi kabul edilmektedir.
-Platonculuk, Aristotelesçilik ve Stoacılılkla ilgili dersler almıştır.
-Dört felsefe okulu, Platoncu, Aristocu, Epikürosçu ve Stoacı okulların her biri için yeni kürsüler açtırmıştır.
-On iki defterden meydana gelen Düşünceler’i felsefe sevenlere bırakmıştır.
-Marcus Aurelius’un düşünceleri evrenin, eşyanın birliği, sürekli değişme, evrensel determinizm veya kader, insan hayatının gelip geçiciliği, ölümün kaçınılmazlığı, tanrısal inayet, toplumsal sorumluluk ve işbirliği, hoşgörü gibi konulardır.
-Düşünceler’in en etkili pasajlarının bir bölümü sürekli değişim kavramıyla alakalıdır.
-Evrensel sürekli değişim temasına parelel bir konu, insan hayatının gelip geçiciliği, ölümün kaçınılmazlığıdır.
-‘Doğa’ya uygun yaşamak’, diğer Stoacılar gibi Marcus Aurelius’un ahlâk felsefesinin temel prensibidir.
- Marcus Aurelius’un evrenin akılsallığı, düzenliliği ve iyiliği konusundaki bu temel inancında, diğer Stoacılarda olmayan belli bir şüphecilik de bulunmaktadır.
- Montaigne gibi yazarlarla aynı gruba (ihtiyatlı iyimserler, şüpheci iyimserle) sokabiliriz.
-Tanrısız, inayetsiz bir dünyada yaşama düşüncesi Marcus Aurelius’a tahammül edilmez bir husus olarak kabul edilmektedir.
-Düzensiz, rastlantısal, karışık bir evren tasavvurunu kabul etmez.
- Stoacılar gibi başlarına gelen kötülüklerden, mutsuzluklardan sorumlu olanların, insanların bizzat kendileri olduklarını söyler.
-Bize haksızlık yapanlara, bizi incitenlere de iyi davranmamız, onlara hoşgörü göstermemiz gerekir der.
-Stoacı düşünceler Batı felsefesinde Giordano Bruno, Descartes, Spinoza, Locke, Kant, Schiller, Goethe ve diğer bir çok filozofta bu felsefenin tesirleri görülmektedir.
-Hıristiyanlık üzerinde izler bırakmıştır.
-Stoacılık azla yetinebilme, dünya varlıklarının ardında çılgınca koşmama, kendini tutmasını bilme gibi erdemlere önem vermiştir.
-Tanrı’ya “Baba” diye seslenmiştir.
-Ülke sınırlarını aşan bir “insan sevgisi”yle tüm insanlığa sevgiyle, anlayışla bakabilmiştir.
-Stoacı Mark Aurel, Hıristiyanlara hoşgörü ve anlayışla bakmamıştır.
-Stoacılar, kendilerine göre yorumladıkları, eleştirebildikleri eski halk inançlarından vazgeçmemişlerdir.
-Hıristiyanlık bütün sürtüşmelere ve çekişmelere karşın, Stoacı öğretiden ve oluşan ortamdan yararlanmıştır.
- Stoacılık, İmparatorluğun işleriyle uğraşan sayısız ve uzun zamandır adı sanı bilinmeyen insanlar için günlük hayatın işleriyle –krizlere göğüs germe, geleceği planlama, çalışma ve ölme- bir amaç ve değer duygusu içerisinde boğuşmalarını mümkün kılan aklî bir ortam hazırlamıştır.

C. EPİRÜROSÇULUK

Epiküros
-Stoa okulunun muhalif kardeşi, onunla sürekli münakaşa içinde bulunmakla birlikte, bu okulla bir çok ortak noktaları paylaşan Epikürosçuluktur.
-Takipçileri “bahçe filozofları” ismiyle anılmıştır.
-Felsefe, Epiküros’a göre, ruh için bir ilaçtır.
-Epiküros’un ismi haksız yere bir zevk ve haz hayatıyla birlikte anılmıştır.
-Topluluğundaki gençlere hoş mektuplar yazmış olan Epiküros, eski filozoflardan beklenen, heyecanların dile getirilmesindeki ağırbaşlılık ve titizliği göstermemiştir.
-Yiyecek ve içeceği çoğunlukla ekmek ve su olan Epiküros “Ekmek ve suyla yaşadığımda, zevkle titrer bedenim, lüks zevklerden, kendi adlarına değil, onları izleyen uygunsuzluklar adına nefer ediyorum” demiştir.
-Faydasız oldukları ve gerçekle örtüşmedikleri gerekçesiyle karşı çıktığı bilimsel araştırma yahut matematik bilimlerden çok az yararlanmıştır. Her iki alanda da kendi eğitimi oldukça sathidir.
-Diyalektiğin sadece kıstas yahut ölçütle ilgili bölümüne önem vermiştir. (kanonik)

Epiküros ve Metafizik
-Metafiziğiyle, insanı Tanrı ve ölüm korkusundan kurtarıp, bir ruh sükûnetine ulaştırmayı amaçlayan Epiküros, daha önceki atomcular gibi, gerçekte var olanın yalnızca iki türden şeye indirgenebileceği düşüncesindedir: Atom ve boşluk.
-Epiküros’a göre, cisimlerin var oldukları olgusu apaçık bir olgudur.
-Bileşik cisimler ve atomlardır der. (Bir atom varlığa gelmiş olamayacağı gibi, yok olup gitmez der.)
-Epiküros’un metafaziğinin atomlar ve boşluktan sonraki üçüncü temel kategorisi, hareket ya da değişmedir.
-Atomcu görüşün kurucusu olan Demokritos’tur.
-Epiküros’un evren görüşünde rastlantıya da yer vardır.
-Maddî evren görünüşünü, Epiküros, Tanrıları da içerecek şekilde genişletmiştir. Tanrılar da var olduklarından, onlar da atomlardan meydana gelmiş olmalıdır. Bununla birlikte, Tanrıları meydana getiren atomlar en ince ve en yetkin atomlardır der.
-Tanrıların yeryüzünde olup bitenlere karışmadıkları, dünyadaki her şeyin yalnızca atomların çarpışmaları ve birleşmeleri sonucunda doğal olarak oluştuğunu savunur.
-Epiküros’un materyalist teolojisi insanları Tanrı korkusundan kurtarmayı amaçlar.
- Epiküros’un atomcu görüşü, insanı, ruhsal sükûnete erişmesini engelleyen üç korkudan, sırasıyla Tanrı, ölüm ve kader korkularından kurtarır.
-O genelde sade ve azla yetinen kanaatkâr bir hayat sürmenin “daha iyi” (yani uzun vadede daha haz verici) olduğu düşüncesini taşıMIŞTIR.
-Tabiî arzular kolaylıkla doyulurken, tabiat dışı arzuların doyurulmaları zordur der.
-Atina’ya geldiği zamanlarda, Epiküros, burada sosyal bir çöküntü ile karşılaşmıştır. Çünkü servet belirli ellerde toplanmış, insanlar fakirleşmiş, ahlâkî çötünü baş göstermişti.
-Epikürosçuluk, pratik bir karakter taşıyan mutçu bir ahlâk felsefesidir.
-Felsefenin bu üç dalından (Mantık=Kanonik, Fizik ve Ehtik) esas olan ethik’tir der.
-Doğrunun pratik alanlardaki ölçüleri ise “haz” ve “acı” duygularıdır der.
-Felsefenin asıl görevi, Epiküros için, insana mutluluğu sağlamaktır. Bu mutluluğa ulaşmanın yolu irade özgürlüğünden geçer.
-Demokritos’un metafiziğini ve varlık görüşünü benimseyen Epiküros için “gerçek varlık” boşluk ve atomlardan oluşmaktadır.
-Epiküros’un fizik varlık açıklamasında Tanrı’nın yeri yoktur. Dünya üzerinde hiçbir etkileri olmasın diye Epiküros onları, dünyalar arasındaki boşlukta eyleştirir.
- O, tanrıları inkar etmez; ama bu dünyada bulunmaları da uygun görmez.
-Tanrılar gibi olgun bir bilgenin de bu dünyada hiçbir zaman olmayacağını düşünmüştür.
-Epiküros’un fiziği gibi psikolojisi de materyalisttir.
-Ona göre psikolojisinin görevi, insanı ölüm korkusundan kurtarmaktır. Ruh da maddî ve cisimseldir.

Epiküros’ta Ahlak, Toplum ve Siyaset
-Epiküros fiziğinde atomlar her türlü varlığın temelidir.
-İyi ve kötü değerlendirmesinin kıstası hislerimizdir.
-Nihâi hedefimiz müspet haz değil fakat ıstıraptan âzadeliktir; ruhun devinimi değil fakat dinginliğidir.
-Epiküros zihnin haz ve ıstıraplarını bedeninkinden çok daha önemli olarak görür.
-Yaşama sanatı, haz ve ıstırabı ve birinin diğerine karşı olan sonuçlarını doğru bir biçimde ölçüp tartan bir tür ölçme sanatından ibarettir.
-Akıllı insanı arzular asla baştan çıkaramaz der.
-Kusursuz mutluluk çoğu kez dalgasız denize ve açık, güneşli havaya benzetilmiştir.
-Arzuların çok daha büyük bir bölümü gayrı tabii ve beyhude görülmüştür.
-Çok çeşitli hayat zevklerini de yasaklamıştır.
-Tahammül sınırlarını aşan ızdırap dolayısıyla hayata son vermeye izin vermiştir.
-Toplumsal hayatın gerekliliğinden veinsanların birbiriyle birlikteliğinden elde edeceği faydalardan bahsetmiştir.
-Bütün yasaların amacı toplumu adaletsizliğe karşı muhafaza etmektir der.
-Ancak akıllı kimseler haksız davranışlardan uzak dururlar der.
-Epiküros Okulu, keskin bir dostluk anlayışına sahip olmuştur.
-Epikürosçu dostluklar Pythagorasçılar arasındakiler kadar şöhret bulmuştur.
-Pythagorasçılar arasındaki mefruz mal ortakcılığı Epiküros tarafından eleştirilmiştir.
-İlkesel olarak bireyci ve sekincidir.
-Stoacılık gibi Epikürosçuluk da, ahlâkının fizikî temeli için tutarlı bir monizmdir.
-Uygarlık teorisi dinî çılgınlığa karşı mücadele eden Sofistlerinkine dayanır.
-Epikürosçular, Platon’dan ve Aristo’dan daha gerçekçi idiler.
-Eski klasik dünya ölmekteydi ve yeniden diriltilemezdi. Öte yandan, bu düşünürlerden hiçbirinin düşlerinde bile görmediği Roma İmparatorluğu varlığa gelmiş ve içerisinde klasik ideallerin birçoğunun görkemli bir uzatma evresi yaşadığı yeni bir düzen ortaya koymuştur.


SONUÇ
-Helenistik felsefe ve Roma felsefesiyle birlikte, felsefe ahlâk alanına yönelmiştir.
-Felsefe, teorik felsefeden pratik felsefeye bir başka ifadeyle ahlâk ve dine yönelmiştir.
ÇALIŞMA SORULARI 1. Yunan uygarlığı, kültürü ve ilmi, Akdeniz etrafındaki bütün kavimlerin ortak malı haline geldi. Bu döneme ne ad verilir? a) Bizans b) Hellenismus c) Atina d) Sparta e) Polis 2. Aşağıdakilerden hangisi şüphecilik dönemlerinden biri değildir? a) ilk şüphecilik b) akademi şüpheciliği c) yeni şüphecilik d) yeni şüphecilik e) Müslüman şüpheciliği 3. Kıbrıslı Zenon’a göre bilge kişi kimdir? a) erdemli kişi b) erdemsiz kişi c) ahlâksız kişi d) faziletsiz kişi e) varlıklı kişi 4. Neron’un hükümdarlığı sırasında Roma’da bir köle olan filozof kimdir? a) Kıbrıslı Zenon b) Herakleitos c) Sokrat d) İbn Bacce e) Epiktetos 5. “ Ekmek ve suyla yaşadığımda, zevkle titrer bedenim; lüks zevklerden kendi adlarına değil, onları inceleyen uygunsuzlar adına nefret ediyorum” diyen ve yiyecek içeceği çoğunlukla ekmek ve su olan filozof kimdir? a) Epiküros b) Demokritos c) Platon d) İbn Sînâ e) Gazâlî
Alıntı ile Cevapla