Durumu: Medine No : 89 Üyelik T.:
21 Ağustos 2007 Arkadaşları:0 Cinsiyet: Mesaj:
555 Konular:
227 Beğenildi:15 Beğendi:0 Takdirleri:10 Takdir Et:
Konu Bu
Üyemize Aittir! | gerçek dostluğa nazire gerçek dostluğa nazire
İnsan kendisine iyi bir arkadaş bulabilir.
Vefalı bir eş ve iyi bir iş de bulabilir.
Hatta, gökte aradığını yerde bulanlar bile vardır.
Ama hakîkî bir dost bulmak o kadar kolay değildir.
Önce gönüller üzerine dostluk köprüsü kurmak gerekir.
Ancak böyle bir köprüyü inşa edenler
ve bu köprüden geçenler hakîkî dostlara kavuşabilirler.
Dostluk köprüsünden geçmek için ise,
insanın önce kendisinden geçmesi gerekir.
Dostluk köprüleri,
sağlam temeller ve şirin kemerler üzerine bina edilir.
Bu köprülerin taşları cefa ile yontulmuş,
harcı vefa ile yoğrulmuştur.
Diğer köprülerin en az iki ayağı varken,
dostluk köprüleri tek ayak üzerinde bile durabilirler.
Yani karşı taraftan bir destek ve çıkar beklentisi yoktur.
Dostların sevgisi de, şefkati de,
ilgisi ve ikramı da karşılıksızdır
Bu köprülerin altından çok sular,
üstünden uzun yıllar geçse de,
onlar yıpranmaz ve yıkılmazlar.
Böyle bir köprü inşa etmek zahmetli olduğu için
hakikî bir dost bulmak da zordur.
Aşık Veysel, “
Dost dost diye nicesine sarıldım” diyor.
Ama hiçbirisinde bir vefa bulamadığı için
toprağın kucağına dönüyor.
Çilenin, cefanın, sadakatin ve şefkatin sembolü olan
kara toprağı dost olarak kabul ediyor.
Bir başka âşık,
ömür boyu bir dost bulamadığından yakınıyor,
Bir dost bulamadım, gün akşam oldu”
diyerek sazının tellerine dokunuyor.
Mecazî aşkın çöllerinde dolaşanlar,
hakîki bir dost bulamamanın ıztırabını yaşarlar.
Bediüzzaman Hazretlerinin dediği gibi,
böyle âşıkların divanlarını sıksan,
herbirinden hazînâne birer feryat damlar.
Ancak, dostluk köprüsünden geçenler,
Leylâ’yı bırakıp Mevlâ’ya koşanlar
elemsiz lezzete kavuşabilirler.
Hallac-ı Mansur, Allah dostudur.
Dostluk köprüsünden geçerek
Rabbine o kadar yaklaşmış ki,
artık O’nu kendinden,
kendisini de O’ndan sayarak “
Ene’l-Hak” demiştir.
Fakat dost halinden anlamayanlar
velîliği delilik kabul ederek kendisini idam ettiler.
Önce ellerini ve ayaklarını kestiler,
sonra da başını keserek bedenini yaktılar
ve küllerini Dicle Nehrine attılar.
Böylece gerçek bir dost,
dostu için postunu feda etmiş oluyordu.
Mansur idam edilirken,
şeytan karşısına geçer ve şöyle der:
Ben de ene dedim, sen de ene dedin.
Ama ben lânete maruz kaldım,
sen rahmete nail oldun.
Bunun hikmeti nedir?”
Mansur da şu cevabı verir:
Sen ene dedin, kendini ortaya koydun,
ben ene dedim, kendimi ortadan kovdum.”
Demek ki, dost dostta fâni olursa,
dostluk bâki kalıyor.
Sufîlerin “fenâfillah” dedikleri bu olsa gerek.
Dostluk köprüsünden geçebilmek için
bazı şeylerden vazgeçmek gerekiyor.
Mansur, önce ene’sinden,
sonra da kellesinden vazgeçiyor.
Acaba bizler
ebedî ve ezelî dostumuz olan Rabbimiz için
nasıl bir fedakârlık gösteriyoruz?
Meselâ, her sabah dost dâveti olan
ezân-ı Muhammedî’yi işitip de,
bu dâvete icâbet etmek için
uykumuzdan vazgeçebiliyor muyuz?
İçimizdeki öfkeden, kinden,
hased ve husûmetten vazgeçip,
muhabbet yolunu seçebiliyor muyuz?
Allah ve Resûlüne ebedî dost olmak istiyorsak,
gönlümüzün elinden tutup, “
Gel dosta gidelim gönül” diye yollara düşmeliyiz.
Bu yolda kaybedecek vaktimiz yoktur.
Fırsatı kaçırdıktan sonra, “
Geçti dost kervanı” diye sızlanmanın
bir faydası olmayacaktır. |