|  Durumu:    Medine No :  13301  Üyelik T.:
04 Şubat 2011  Arkadaşları:5 Cinsiyet:erkek Yaş:38 Mesaj :
4.831Konular:
926  Beğenildi:344 Beğendi:0
 Takdirleri:62 Takdir Et: 
	  Konu Bu  
				Üyemize Aittir! |   Cevap: İbadet yükümlülüğü 
  Teklîfî Hükümler 
 Hükümler, fiilin mükellefin gücü dâhilinde olup olmaması ve hükmün
 oluşmasında mükellefin katkısı bakımdan iki kısma ayrılır. Allah ve Resulü,
 mükellef adı verilen sorumlu kimselerden bir fiili yapmalarını veya
 yapmamalarını ister. Bazen de bir fiili yapıp yapmama arasında onları serbest
 bırakır. Yapılması veya yapılmaması istenen fiil mükellefin gücü dâhilinde
 ise, yani onu yapma veya yapmama imkânına sahipse bu gibi fiillere verilen
 hükümler “teklîfî hüküm” adını alır. Mesela, “namaz kılmak farzdır”, “yalan
 söylemek haramdır” gibi ifadeler birer teklîfî hüküm bildirmektedir. Burada
 teklif, hükmü veren tarafından gelmektedir. Mükelleften istenen, emredilen
 fiili yapması, yasaklananı ise yapmamasıdır. Meydana gelen fiilde mükellefin
 gücü ve katkısı önemli değilse bu gibi hükümlere de “vad’î” hüküm denilir.
 “Abdestsiz namaz kılınmaz”, “Ramazan ayı girmeden ramazan orucu
 tutulmaz” gibi hükümler vad’î hükmün örneklerindendir. Bu örneklerde
 namaz için abdestin, oruç için ramazan ayının girmesinin şart olduğunu
 belirleyen Allah ve Resulüdür. Bu konuda mükellefin hiçbir katkısı yoktur.
 Burada konumuz bakımından doğrudan ilgili olduğu için sadece teklîfî
 hükümler ele alınacaktır
 
 
 Mükellefin Fiilleri
 
 Az önce de belirtildiği gibi, teklifî hükümlere fıkıhta “mükellefin fiilleri” adı
 da verilir. Hanefi fıkıh bilginlerine göre mükellefin fiilleri şunlardır: Farz,
 vacip, sünnet, müstehap, mubah, haram ve mekruh. Diğer mezheb
 bilginlerine göre ise bu sayı; vacip, mendub, haram, mekruh ve mubah olmak
 üzere beştir. Burada Hanefilerin taksimi esas alınıp diğerleri ile aradaki farka
 işaret edilecektir.
 
 1. Farz
 Allah veya Resulü tarafından kesin delille emredilen ve ifade ettiği anlamda
 tereddüt bulunmayan eylemlerdir. Farzlar, başka anlama gelme ihtimali bu-
 lunmayan ayet, mütevatir veya meşhur hadis, ya da icmâ gibi kesin delillere
 dayanır.
 Farzın yapılması kesin olarak gereklidir. Terkeden ağır cezayı haketmiş
 olur; farz olduğunu inkâr edenin dinden çıktığına hükmedilir
 
 Farzlar; farz-ı ayn ve farz-ı kifâye olmak üzere ikiye ayrılır:
 
 Farz-ı ayn: Mükellef olan her Müslümanın kendisinin yerine getirmesi
 gerekli olan farzlardır. Bir kısım mükellefin yapmasıyla diğerlerinden yü-
 kümlülük kalkmaz. Beş vakit namaz ve ramazan orucu böyledir.
 
 
 Farz-ı kifâye: Mükellef Müslümanlara ayrı ayrı değil, topluca emredilen
 şeylerdir.bir kısım müslümanlar bunu yerine getirince diğerleri sorumluluktan kurtulur.
 Kur'an-ı Kerim'i ezberlemek,şahitlik yapmak,insanların ihtiyacı olan sanatları ve ilimleri öğrenmek ve cenaze namazı kılmak gibi.
 
 
 
 
 
 
 2. Vacip
 
 İslâm hukukçularının çoğunluğuna göre farzla vacip eşanlamlıdır
 Hanefilere göre ise, farz ve vacip
 birbirinden farklı anlam taşır. Vacip; Allah veya Resulü tarafından yapılması
 kesin olarak istenilen ancak dayanağı farz kadar kesin olmayan fiillerdir.
 Fiilin dayanağının farz kadar kesin olmaması, bazen bize gelişi kesin fakat
 farklı yoruma müsait olmasından (delâletinin zannîliğinden) kaynaklanır.
 Bazen de fiilin dayandırıldığı delil bize kesin olan yollardan gelmemiş
 (sübutu zannî) olabilir. Fıtır sadakası vermek, kurban bayramında kurban
 kesmek, vitir ve bayram namazları, namazda Fâtiha sûresini okumak gibi.
 
 
 
 
 3. Sünnet
 
 Fıkıh usûlünde sünnet, delil olması yönüyle ele alınmıştır. Buna göre dinde
 delil olan sünnet, Hz. Peygamber’den nakledilen söz, fiil ve onaylardır.
 Başkasının yaptığı ve Hz. Peygamber’in de haberdar olduğu zaman
 onayladığı davranışlar da sünnet kapsamına dâhil edilmiştir. Bu gibi
 sünnetlere onaya dayalı olmaları sebebiyle “takrîrî sünnet” adı verilmiştir.
 Hz. Peygamber’in yaptığı her davranış ve söylediği her söz dinen bağlayıcı
 bir delil olmasa da, geniş anlamıyla sünnet olarak adlandırılmaktadır. Bu
 manada sünnet, Kur’ân’la birlikte İslâm’ın iki temel kaynağından ve dinî
 hükümlerin delillerinden biridir.
 Fıkıhta ve ibadet alanında sünnet ise, Hz. Peygamber’in farz ve vacip
 kapsamı dışında kalan yani kesin ve bağlayıcı olmayan ancak tavsiye ve
 örnek olma niteliği taşıyan söz ve fiillerinin genel adıdır.
 Sünnet; müekked ve gayri müekked sünnet olmak üzere iki kısma ayrılır.
 Bu ayırım Hz. Peygamber’in dine dâhil olan davranışlarının diğer
 Müslümanları bağlayıcılık derecesine göre yapılmıştır. Hz. Peygamber’den
 sâdır olan davranışların dine dâhil olup olmaması bakımından ise sünnet,
 sünnet-i hüdâ ve sünnet-i zevâid kısımlarına ayrılmaktadır.
 
 
 
 Müekked Sünnet: Pekiştirilmiş ve güçlü sünnet demektir. Bunlar, Hz.
 Peygamber’in devamlı olarak yaptığı ve sırf mecburi olmadığını göstermek
 için ara sıra terk ettiği fiillerdir. B
 
 
 Gayr-ı müekked sünnet: Hz Peygamberin çok defa eda edip bazen terkettiği sünnetlerdir.İkindi ve yatsı namazlarının ilk sünnetleri gibi. Gayr-ı
 müekked sünnetlere, “müstehab” veya “mendub” adı da verilir.
 
 
 Sünnet-i hüdâ: Sünnetin müekked ve gayr-i müekked çeşidine “Sünnet-i
 hüdâ” da denilir. “Sünnet-i hüdâ” ile daha çok, dinî vecibeleri tamamlayıcı
 özellik taşıyan fiiller kastedilir. Cemaatle namaz kılmak, ezan ve kâmet
 okumak bu kabildendir.
 
 
 
 Sünnet-i zevâid: Hz. Peygamber’in insan olması itibariyle yaptığı, dini
 tebliğ maksadı taşımayan, normal insanî davranışlarıdır. Bunlara âdet sünneti
 de denir. Mesela, Hz. Peygamber’in beyaz elbise giymesi, saç ve sakalını
 kınalaması, yeme, içme gibi hususlardaki alışkanlıkları zevâid sünnettir. Bu
 fiiller dinî yükümlülük kapsamında değildir. Yapılması dinen tavsiye de
 edilmiş değildir. Mükellef bu nevi sünnetleri, Hz. Peygamber’e olan sevgisi
 ve bağlılığından ötürü ve Resûlüllah’ın yolunu takip etmek niyetiyle yaparsa
 sevap kazanmış olur. Bu gibi sünnetleri terkeden ise, kötü bir davranışta
 bulunmuş olmaz, kınama ve cezalandırılmayı da haketmez.
 
 
 4. Müstehab
 
 Güzel görülen, sevimli ve tercih edilen amel demektir.Hz.Peygamberin bazen işleyip bazen terkettiği İslam almlerinin dini bakımdan uygun ve güzel bulup işlediği işlere denir.
 Nâfile namaz ve oruçların bir kısmı bu
 niteliktedir. İbadetlerin yapılışında; farz, vacip ve sünnetlerin dışında kalan
 bazı davranışlar müstehabtır. Sabah namazının, ortalık aydınlanıncaya (isfâr)
 kadar, sıcak mevsimde öğle namazının serin vakte (ibrâd) kadar geciktirilerek
 kılınması, akşam namazında ise acele edilmesi müstehaba örnek verilebilir.
 Müstehabın yapılmasında sevap vardır, terkinde ise kınama yoktur.
 
 
 5. Mubah
 
 Allah veya Resulü’nün, mükellefi yapıp yapmamakta serbest bıraktığı fiile
 “mubah” denir.Mubahın yapılmasında ve yapılmamasında sevap veya günah yoktur.
 Yapılıp yapılmaması, sevap veya günah açısından eşittir.
 
 
 
 6. Haram
 
 Allah veya Resulü tarafından yapılmaması ve vaz geçilmesi kesin olarak istenen fiildir.
 Bir fiilin haram niteliğinde olabilmesi için ayet ya
 da mütevatir veya meşhur hadisle kesin ve bağlayıcı şekilde yasaklanması
 gerekir. Başkasının malını haksız yere yemek, adam öldürmek, evlilik dışı
 cinsel ilişki (zina), alkollü içki içmek, yalan söylemek, dinin kesin haram
 kabul ettiği ve yasakladığı bazı fiillerdir. Haramı yapmayan ve terkeden,
 mükâfat ve sevap kazanır, yapan ise âsî ve günahkâr olur. Haramı inkâr eden
 dinin sınırları dışına çıkar.
 
 
 Haramın çeşitleri
 
 İslâm dininin “haram” diye nitelediği fiiller gözden geçirildiği zaman, her
 birinin pek çok zarar içerdiği görülür. Haram fiil, ya kendisi bizzat kötü
 olduğundan veya kötülüğü iyiliğinden daha fazla olduğu için yasaklanmıştır.
 Bu kötülük ve fenalık, ya fiilin bizzat kendisindedir veya fiilin beraberindeki
 diğer hususlardadır.işte bu sebeple haram,doğrudan ve dolaylı larak ikiye ayrılır.
 
 a. Doğrudan haram: Allah ve Resulü’nün geçici ve bir sebebe dayalı olmaksızın
 baştan itibaren ve temelden yani kendi yapılarındaki kötülük veya
 zarardan dolayı haram kıldığı fiildir
 
 
 b. Dolaylı haram: Esasen meşru olduğu halde, haram kılınmasını gerektiren
 bir durum sebebiyle haram kılınan fiildir. Buna “haram li-ğayrihî” denir.
 Gasbedilmiş arazide namaz kılmak, kendisine cuma namazı farz olanlar
 için cuma vaktinde alış-veriş yapmak, bayram gününde oruç tutmak
 böyledir. Mesela, oruç tutmak aslı itibariyle meşru bir fiildir, fakat
 bayram gününde oruç tutmak haram kılınmıştır. Çünkü bu günlerde
 insanlar Allah’ın misafiri sayılırlar. Ayrıca bayram sevincini birlikte
 yiyerek içerek yaşarlar. Oruç ise bu sevinci yaşamaya aykırıdır. İşte bu
 haricî unsur sebebiyle, bayramda oruç tutmak meşru sayılmamıştır.
 
 
 
 
 
 7. Mekruh
 
 Allah ve Resulü’nün, kesin ve bağlayıcı olmayan bir tarz ve üslupla yapılmasını
 ı istediği fiile mekruh denir. Hem haram hem de mekruh, yasaklanan ya
 da hoş karşılanmayan veya çirkin olan fiilleri ifade eder.
 Ancak haram ve mekruh kavramları Hanefilerde, diğer mezheplere göre
 bazı farklılıklar gösterir. Haram; ayetle ya da mütevatir veya meşhur sünnetle
 kesin ve bağlayıcı şekilde yapılmaması istenen fiili ifade eder. Mekruh ise; ya
 yine bu delillerle fakat kesin ve bağlayıcı olmayarak yapılmaması istenen
 fiilleri; ya da haber-i vahid gibi sübut bakımından kesinlik ifade etmeyen bir
 delil ile terk edilmesi istenen fiilleri ifade eder.
 
 
 
 Mekruhun kısımları
 Mekruh Hanefîlere göre, tahrîmen ve tenzîhen mekruh olmak üzere ikiye ayrılır.
 
 
 a. Tahrîmen mekruh
 Allah ve Resulü’nün, yapılmamasını kesin ve bağlayıcı tarzda istediği,
 ancak haber-i vahid gibi kesin olmayan zannî delile dayanan fiildir. Harama
 yakın mekruh demektir.
 
 b. Tenzîhen mekruh
 Allah ve Resulü’nün kesin ve bağlayıcı olmayan bir üslupla yasakladığı
 fiildir. Helala yakın mekruh demektir. Namaz için mescide gidecek kimsenin
 soğan vaya sarmısak yemesi bu çeşit bir mekruhtur. Bu yasağı bildiren
 deliller ağır tehdit içermeyip ilgili fiillerin yapılmamasının yapılmasından
 daha iyi olacağını bildirdiği için, bunlara helala yakın mekruh denilmiştir.
 
 
 Tenzîhen mekruhu işlemek cezayı ve kınanmayı gerektirmez. Fakat bu
 kapsama giren bir şey yapan, daha iyi ve faziletli olan şekle aykırı davranmış
 olur. Her iki mekruhu terkeden kimse de övgüyü hak eder
 |