Tekil Mesaj gösterimi
Alt 02 Eylül 2008, 10:14   Mesaj No:6

Emekdar Üye

Medineweb Emekdarı
Emekdar Üye - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Emekdar Üye isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 16627
Üyelik T.: 11 Şubat 2012
Arkadaşları:2
Cinsiyet:
Yaş:47
Mesaj: 4.081
Konular: 315
Beğenildi:48
Beğendi:0
Takdirleri:149
Takdir Et:
Standart Cvp: Ayetullah'il Uzma İmam Humeyni'nin (ra) Hayatı ve Yaptıkları


İmam Humeyni (r.a)'nin Hayatı
21/04/2007


Uyanış Destanı
İmam Humeyni'nin (r.a) Hayatı

"Kevser Günü"ydü.
Hicri kameri 1320'nin yarıları geride bırakılırken İran'da bir bebek geliyordu dünyaya.
Başlatacağı ilâhî kıyamla sadece İran'ın değil, bütün islam dünyasının alınyazısını değiştirecek ve milletlerin hürriyet ve bağımsızlığına düşman olan tüm güçlerle dünyaya egemen tüm kudretlerin daha ilk adımda karşısına dikilip ortadan kaldırabilmek için vargüçlerini harcadıkları halde başedemeyecekleri bir inkılaba imzasını atacak olan bebek...
Evet... Bugün aradan geçen bunca zamana rağmen onun karşısına dikilen güçlerin tüm uğraşları boşa çıkmış; onun becerdiği bu büyük iş karşısında, onun fikir, dava, inanç ve çizgisi karşısında hepsi çaresiz kalakalmıştır.
Henüz dünyaya gelen bu bebeğin daha sonraları tüm dünya tarafından "İmam Humeyni" olarak adlandırılacağını kimse bilmiyordu o gün. Onun, başlatacağı kıyamla dünyanın tüm süper güçlerinin karşısına dikileceğini, sadece kendi ülkesinin değil, tüm müslümanların bağımsızlık, izzet ve onuru için muazzam bir mücadele verip, insanî değerlerin topyekün yozlaştırıldığı bir çağda Allah'ın dinini yeniden diriltip ihya edeceğini kimse bilemezdi o gün...

***
Tarihî Özgeçmiş
Cemadiussani'nin 20. günü "Kevser Günü"dür...

Allah Tealâ'nın en sevgili kulu olan biricik peygamberinin -sav- çocukları öldüğünde Kureyşli müşrikler "Muhammedin soyu kurudu!" diyerek sevinip arsızca şenlikler düzenlediler. Ne var ki bu sırada Yüceler Yücesi sevgili Rahman'dan şu haber geldi: "Bismillahirrahmanirrahiym. Şüphesiz, biz sana Kevser'i verdik. Şu halde Rabbin için namaz kıl ve kurban kes. Doğrusu, asıl ebter (soyu kurumuş) olan, sana kin duyandır"(1) İşte o gün pek büyük bir gündü; çünkü velayet ve imamet kevseri o gün yeryüzüne akmış; iffet ve iman timsali Sıddıka-i Tahire hz. Fâtımâ-ı Zehra selamullah aleyhâ; adalet ve insanlığın daimi imamının eşi ve hemdemi olmak ve kıyamete dek insanoğluna yürümesi gereken yolu gösterecek olan bereketli nesli, 11 imamet yıldızını insanlığa hediye etmek üzere dünyaya gelmişti. Savaşı ve barışı, münacaatı ve sükutu, hilmi ve ilmi, baştanbaşa direnç ve çile dolu hayatı ve şehadeti ve nihayet vaadolunan günde zuhuru gerçekleşecek olan gaybetiyle hep ilahî hikmetler ve Rahmânî sırlar deryası olan nurlu ve bereketli nesil...
Düşüş ve alçalış çağında zaman ve tabiat duvarlarıyla çepeçevre kuşatılan insanoğlunun kendi başına bırakılmadığını, hakkı ve hakikati arayan aşıklara hidayet yolunu gösterecek birilerinin mutlaka bulunduğunu ve yeryüzünün bir lâhza olsun Hakk'ın hücceti ve kesin delilinden mahrum edilmediğini ispatlayan nur nesli...
Gaybet devri başlarken iyiyle kötü arasında hiç bitmeyen mücadele ve çekişme olduğu gibi devam ediyordu.
Rabbine isyan eden tuğyankar zorbalarla fesad ashabı zulmet ve zulüm cephesinde; müminler ve salihlerle tıyneti ve özü doğru olan "mert insanlar"da nur cephesinde biraraya gelip karşı karşıya saflaştılar.
Vahyin nurları yeryüzüne vurmuştu, artık. Allah'ın iyi kullarının gönlünü fetheden islam günden güne yayılarak Doğu'dan Batı'nın en uzak köşelerine kadar hayat bahşeden ilerlemesini sürdürmedeydi. Büyük ve emsalsiz bir medeniyet oluşuyordu yeryüzünde şimdi. İnsanoğlu ilim, edebiyat, teknik, kültür, sanat ve medeniyetin tüm dallarında iman ve ahlaka dayalı görülmemiş bir eserin yaratılışını izlemedeydi hayranlıkla.
"Emîn" peygamberin getirdiği ilâhi kurtuluş mesajına koşan uyanmış gönüllerin coşkusu öylesine derin ve fazlaydı ki, liyakatsiz ve kifayetsiz yöneticilerin zaaf ve zulümleri de Allah'ın dininin ilerlemesini durduramıyordu. Avrupa Ortaçağ barbarlığının pençesi altında inlemekte, o beldelerde Allah'ın mazlum kullarına musallat olan maddeperestler zuhur ve geleceğini bizzat hz. İsa'nın -as- müjdelemiş olduğu o büyük insanın zuhur edip onların karanlık dünyasını aydınlatarak bugün bile Avrupa'nın yüzkarası olan engizisyon mahkemelerinin kendilerine sağladığı çıkarları kaybetmemek için mukaddes görünümlerle "haç"ın ardına gizlenmekte ve hz. İsa'yla -as- asla bağdaşmayan iğrenç emellerini İseviliğin kılıfında meşrulaştırmaktaydılar. İşte işin en üzücü tarafı zamanın bu diliminde vuku buluyor ve engizisyoncu Avrupa, Muhammedî dinin kökünü kazımaya azmettiği sırada islam ülkelerinde, herşeyi yokedebilecek büyüklükte bir tehlike başgöstererek nifak, bozgunculuk ve iktidar hırsı hızla gözleri bürümeye başlıyordu.
Yine bu dönemlerdeydi ki elele veren birçok faktör, o günün tamamen gerici ve tutucu Avrupa'sında bir dizi ilmî ve teknik gelişmelere ortam hazırlayarak makina ve teknolojinin düşman devletlerin eline geçmesini sağlamış oldu. Oluşumunda islam medeniyetinin çok büyük tesiri bulunan bilim ve teknoloji dallarındaki bu hızlı ilerlemeler, ilkel, tutucu ve donuklaşmış Avrupa toplumuna yepyeni bir canlılık getirdi.
İslam ülkelerinin başında bulunanlar bu yeni ve ibret verici gelişme üzerine ciddi bir çözüm yolu arayacakları yerde; gaflet, gericilik ve taklitçiliği gayret, çaba ve cihada tercih ederek müslümana yakışmayan tavırlar sergilediler ki onların bu gaflet ve ihanetleri neticesinde düşman, günden güne hızla ve hiç rahatsız edilmeden ilerleyip kalkınmasını sürdürdü, iktidarını ve iktidar sahasını da aynı hızla genişletmeye ve toprak sınırlarını yaymaya başladı ve bu üzücü gelişmelerin seyrinde islam dünyasının önemli bir kısmı bilfiil sömürü devletlerinin birer sömürgesi haline geliverdi. İşte o gün bugündür kimi zaman açıkça, kimi zaman gizlice sömürü devletleri islam milletinin kaderine müdahele eder oldu ve para, güç, şiddet ve ateizmin asırlarca sürecek acı egemenliği başlamış oldu.
İran'da artık padişahlar silsilesi hükmediyor, bir hanedan yıkılınca yerine bir başka hanedan taht kuruyordu. İslam peygamberinin ilahi çağrısına daha ilk baştan canla başla "lebbeyk" diyerek islam ve tevhid davetine teslim olan İran milleti, bu şahlar ve sultanlardan gördüğü türlü baskı ve zulümlere rağmen nice yıllar boyu islam kültür ve medeniyetinin sancaktarlığını yaptı. Ne var ki şahların zulmü ve çağdaş sömürücülerin nifak ve bölücükleri giderek artmadaydı, çünkü bu kez düşman "bayındırlık, imâr, kalkınma ve gelişme" gibi sloganlar altında müslüman ülkelere sızmış, bu cafcaflı kelimelerin ardına gizlenmişti. Bu dönemde İran'da Kâcâr sultanlarının(*) başlattığı inanılmaz ihanet, ecnebi uşaklığı ve zulümler; İngilizlerle çarlık Rusyasının İran'a açıkça ve resmen müdahelede bulunmasını da beraberinde getirmiş ve bölgedeki birçok islam ülkesi gibi İran da, kendi tarihinin en acı kesitlerinden birini yaşamaya başlamıştı. Korkunç bir batı hayranlığının aşılanmaya başladığı bu acı günlerde sömürü devletlerinin büyükelçilikleri, memleketin bütün işlerine açıkça müdahele etmekte, hatta saray ve ordu erkanıyla meclis üyeleri ve bakanların atama ve azlleri bile bu sözde "diplomat"ların küstah emirleriyle yapılmaktaydı! Bu acı olaylar sürerken felaketin daha büyüğü yaşandı ve bu islami beldeye ait toprakların önemli bir bölümü, ihanet antlaşmaları neticesinde islam düşmanı ecnebi ülkelere bırakıldı; bütün bunlar olup biterken ülke tam bir kaas yaşıyor, adaletsizlik, zulüm ve istikrarsızlık içinde kıvranıyordu. Büyük islam alimi ve eşsiz mücahid Ayetullah'il uzmâ Şîrazi'nin -ra- başlattığı tönbeki -tütün- kıyamı, Seyyid Cemaleddin Esedâbâdi'nin ıslahatçı feryat ve çağrıları, İngiliz sömürüsüne karşı İran ve Necef'teki islam alimlerinin muazzam kıyamları müslüman halkın islam ulemasının rehberliğinde hareket ettiğini göstermekte ve dört bir taraftan ihanete uğrayan islam ümmetinin yegane ümidinin, candan bağlanmış bulunduğu islam uleması ve dinadamları olduğunu açıkça ortaya koymaktaydı. İslam alimlerinin yiğit ve tavizsiz direnişi düşmanı şaşkına çevirmiş, İngiltere krallığı başta gelmek üzere, islam düşmanı güçlerle sömürü odakları, kendilerini tehdit eden ve çıkarlarını tehlikeye düşüren asıl tehlikenin farkına varmışlardı. Nitekim bir merkezden yürütüldüğü apaçık belli olan geniş çaplı bir "dinadamlarını alaya alma", "ulemayı küçük düşürüp karalama" ve "dinin siyasete karışmaması gerektiği", hele islamın siyasete hiç karışmayacak kadar cici(!) bir din olduğu" propagandaları dört bir koldan ve türlü ağızlar, çeşitli yöntemerle bütün islam ülkelerinde yaygın hale getirilmeye başlandı.
Bu tür lâik ve "ulema karşıtı" propagandaların birçok islam ülkesinde aynı tarihlerde ve benzeri yöntemlerle yapılmış olması bir hayli düşündürücüdür.
Bu ihanet odaklarının başında masonlarla, sözde "aydın ve entellektüel" geçinen kör taklitçi yerli batı hayranı "garbzedeler" gelmedeydi.
Aynı yıllarda İran'da halkın kendisini zerrece desteklemediğini bilen batı hayranı Kacar şahi Muzaffereddin bütün umudunu İngiltere krallığıyla Rus imparatorluğuna başlamış ve tahtını koruyabilmek için her ihanete boyun eğer hale gelmişti.
Bölgedeki diğer müslüman ülkelerde de aynı acı ve elîm vaziyet yaşanmaktaydı.

***
Doğumundan Kum'a Hicretine Kadar Ýmam Humeyni -ks-
İşte bu şartlar altında İran'ın merkez eyaletine bağlı Humeyn kasabasında hicri kameri 1320 Cemadiussani'sinin 20'sine rastlayan hş. 30 Şehriver 1281'e mesadıf 24 Eylül 1902'de; hz. Resulullah'ın -sav- mutahhar soyu hz. Fâtımâ-ı Zehra'nın -sa- pâk zürriyesinden gelen dindan, takvalı, mücahid, ilim ve hicret ehli bir ailede nurlu bir bebek geldi dünyaya.

Adını Ruhullah koydular.
Yarınların "Ruhullah'il Museviyy'il Humeyni"sinden başkası değildi bu...
Nesilden nesile, insanların hidayeti ve islami maarifle uğraşan bir ailenin yolunu sürdüren vâristi o. İmam Humeyni'nin -ks- değerli babası merhum Ayetullah Seyyid Mustafa Musevî, tanınmış islam alimi merhum Ayetullah'il uzmâ Mirza Şirâzî'yle aynı dönemde yaşayan seçkin alimlerdendi; Necef-i Eşref'te uzun yıllar islami bilimler dalında tahsil ettikten sonra içtihad payesine ermiş ve müçtehid olarak İran'a dönünce kendi kasabası olan humeyn'de müslüman halkın dini ve siyâsî konulardan pek güvenip sevdiği bir dönadamı olarak hizmete başlamıştı. Ne var ki Ruhullah'ın dünyaya gelişinden henüz 5 ay bile geçmemişken, dönemin hükumetine uşaklık eden hanlarla tağutlara başeğmeyen ve onların zorbalıkları karşısında pervasızca yiğitçe direnen Ayetullah Seyyid Mustafa Musevî, humeyn-Erak yolunda kalleşçe pusuya düşürülecek ve sırtından kurşunlanarak şehadet şerbetini içecekti.
Şehidin ailesi, kısas için dönemin başkenti olan Tahran'a gidip şikayette bulunacak ve bütün yıldırımlara rağmen, katil idam edilip kısas uygulanmadıkça Humeyn'e dönmeyecekti.
Böylece İmam Humeyni henüz küçük yaşta yetimliğin acısını tadıyor ve "şehadet" teriminin mefhumuyla çok yakından tanışmış oluyordu.
Babasının şehid edilmesi üzerine o yılların tanınmış alimlerinden merhum Ayetullah Hânsarî (Zubde't Tesânif'in yazarı)nin torunlarından olup dindan bir ailede ve yine âlim olan babasından islami bilimleri öğrenerek yetişen âlime annesi rahmetli Hacer Hatun'la, yine bir âlime olup bilgi, cesaret ve haktan yana oluşuyla tanınan değerli halası merhume Sahibe Hatun tarafından yetiştirilen Seyyid Ruhullah, çocukluk yıllarıyla gençlik döneminin ilk yıllarını bu iki âlimle ve yiğit kadının eğitim ve desteğiyle geride bıraktıysa da henüz 15 yaşındayken bu iki azizini de kaybetti.
Henüz çocukluk ve gençlik yıllarında fevkalâde bir zeka ve çalışkanlık örneği sergileyen İmam -ks- dönemin dînî ve pozitif bilim dallında kısa zamanda önemli bir mesafe kaydetti ve arap dili edebiyatı, mantık, fıkıh ve usul branşlarında dönemin bölgedeki seçkin alimlerinden olan Ağa Mirza Mahmud İftihâr'ul Ulema, Mirza Rıza Necefi Humeynî, Ağa Şeyh Ali Mahmud Brucerdî, Ağa Şeyh Muhammed Gülpaygâni, Ağa Abbas Erâkî'yle, değerli ağabeyi Ayetullah seyyid Murtaza Pesendide'den -Allah cümlesine rahmet etsin- ders aldı ki, bu alimler arasında rahmetli ağabeyi Ayetullah Seyyid Pesendide'nin apayrı bir yeri vardı.
İmam -ks- medrese tahsilinin ilk kısmını tamamladıktan sonra yüksek medrese tahsiline başlamak üzere hş. 1298'de Erak'taki Yüksek İslâmi Bilimler Medresesi'ne girdi.

***
Alıntı ile Cevapla