Tekil Mesaj gösterimi
Alt 02 Eylül 2008, 10:27   Mesaj No:22

Emekdar Üye

Medineweb Emekdarı
Emekdar Üye - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Emekdar Üye isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 16627
Üyelik T.: 11 Şubat 2012
Arkadaşları:2
Cinsiyet:
Yaş:47
Mesaj: 4.081
Konular: 315
Beğenildi:48
Beğendi:0
Takdirleri:149
Takdir Et:
Standart Cvp: Ayetullah'il Uzma İmam Humeyni'nin (ra) Hayatı ve Yaptıkları

Savaş Neden Sürdü?
Saddam, belirlenen bölgeleri birkaç günde ele geçireceğini ve İran'ın bu savaşa birkaç günden fazla dayanamayıp dize geleceğini iddia ve ilan etmiş olduğundan Irak ordusu uzun yıllar sürecek yıpratıcı bir savaşla karşılaşabileceğini hiç hesaplamamış, bütün hesaplar birkaç günlük bir savaşa göre yapılmıştı. Halbuki Saddam'ın Baasçı ordusu müslüman İran halkının umulmadık direnişiyle karşı karşıyaydı şimdi, belirlenen hedeflerin ele geçirilmesi şöyle dursun, kendi mevzilerini bile güçlükle koruyabiliyordu Irak askerleri artık. Baas ordusunun bu direnişi kırabilmek için ard arda düzenlediği bütün saldırı ve geniş çaplı harekatlar hezimetle sonuçlanıyor, Iraklılar her defasında ağır kayıplar verip modern silahlarını bırakarak geri çekilmek zorunda kalıyordu. Amerika, bu ummadığı acı gerçeği kabullenmekte gecikmedi. Çok geçmeden Amerika, uluslararası kuruluşlarla bölgedeki arap ülkelerini harekete geçirip islâmî İran'a karşı yeni bir siyasi baskı ve çok yönlü bir ambargo dönemi daha başlattı. Bu kuruluşlarla arap ülkeleri, saldırgan tarafı kınayıp engelleyecekleri yerde, Amerika'nın önerdiği barışı kabul etmesi için islâmî İran'a baskıda bulunmaya başladılar. Halbuki bu şartlar altında ateşbesi kabul etmek demek, Saddam'la efendileri ve islam inkılabının diğer düşmanlarını ödüllendirip, savaş ve silah zoruyla gerçekleştiremedikleri emellerine bu yolla kavuşmalarını sağlamak demekti. Savaşı başlatan taraf Irak olduğu halde ona hiçbir itirazda bulunulmuyor, tam tersine, saldırıya uğrayan tarafa "artık savaşma, yeter!" deniliyordu!! Saddam orduları İran topraklarında ilerlerken her nasılsa kör, sağır ve dilsiz maymun kesilmiş olan bu barış havarileri, Saddam'ın yenileceğini görünce birdenbire galeyana gelivermişlerdi! Oysa ki İran Saddam'ın saldırısına uğrayan taraftı ve en zor şartlar altında kendisini kavunmaktaydı; onlarca şehri, yüzlerce köy ve kasabası ve ülkenin güneyle batı bölgelerindeki petrol yataklarının içinde bulunduğu binlerce km2'lik bir alanını oluşturan büyük bir kısmı düşman tarafından işgal edilmiş haldeydi ve sözkonusu "barış havarileri"(!) İran'ı bu durumu kabullenmeye ve işgal edilen topraklarını düşmana bırakıp barışı imzalamaya davet ediyorlardı" Saldırgan Saddam'ın gücünü yeniden toparlayıp, efendilerince önceden belirlenen hedeflere karşı yeni ve daha geniş çaplı bir saldırıya geçmek için bu barışı öne sürdüğü hakikati görmezden gelinse dahi İran'ın sözkonusu şartlar altında barışı imzalaması demek saldırgan Irak ordularının İran topraklarında kalmasını kabullenmek ve İran'ın, işgal edilen kendi topraklarını Saddam'ın pençesinden kurtarabilmek için, başını ABD'nin çektiği siyaset tellalı ülkelerle onların güdümündeki uluslararası kuruluş ve teşkilatlara yalvarış yıllarca tavizler vermek ve nihayet saldırıyı başlatan asıl güce, yani Amerika'ya el açıp kendi topraklarının kendisine iadesini bu büyük şeytandan dilenmek demekti...
Bu çirkin oyun daha önce Lübnan'la Filistin'de oynanmış ve işgalci siyonist yahudiler Filistin ve Lübnan topraklarından geri çekilmedikleri gibi burada bir de "İsrail" adı bir devlet kurmuşlardı" Evet, bütün dünyanın gözleri önünde yavuz hırsız ev sahibini bastırmış ve sözde insan hakları savunucusu olan uluslararası kuruluşlar bu inanılmaz işgali sessiz sedasız seyretmiş, kendi vatanını işgalci siyonist İsrail'in elinden kurtarabilmek için bir kurtuluş savaşı veren mazlum Lübnanlı ve Filistinli gençler ise bütün dünyaya "terörist" olarak lanse edilmişti.
Halâ sürmekte olan bu çirkin ve inanılmaz oyun, Saddam eliyle islâmi İran'a karşı oynanmak isteniyordu şimdi de...
Şeref ve gayret sahibi hiçkimsenin kabullenemeyeceği bu zilleti; yakın bir süre önce bölgenin en güçlü diletatörünü devirebilmeyi başaran İmam'la İran halkına zorla kabul ettirebilmek elbette ki mümkün olamazdı.
Kaldı ki Saddam; ateşkesi imzalasa bile işgal ettiği toprakları terketmeyeceğini, hatta şimdilik işgal edemediği bazı İran şehirlerini de gelecekte işgal edip Irak topraklarına katacağını açıkça söylüyordu! Nitekim daha sonraları Küveyt'e de saldırdığında aynı iddialarını tekrarlayacak ve bütün dünyanın gözleri önünde "Küveytin Irak'ın 19. eyaleti olduğu"nu ilan edecekti!! Saddam'ın islami İran nizamını yıkacak güce sahip olmadığı iyice anlaşıldıktan sonra İran'ı barışa zorlayan ülkelerin hiçbiri barıştan yana değildi aslında; çünkü bu şartlar altında hiçbir ülke ve hiçbir milletin böylesine bir zillete boyun eğip düşmana teslim olmayacağını herkes gibi onlar da çok iyi biliyordu; ama islâmi İran'ı "işte barışa yanaşmıyor, savaşı durdurmak istemiyor" diyerek dünya kamuoyuna savaş taraftarı gibi gösterip bu barış çağrısını İran aleyhine bir silah gibi kullanabilmek için barıştan dem vurmaktaydı onlar. Dahası, bölgedeki halkı müslüman, ama kendisi göbeğinden emperyalizme bağımlı sözde islam ülkeleri (!) Saddam'ın bu aleni saldırı ve tecavüzü karşısında islami İran'dan yana tavır koymadıkları için kendi müslüman halkları tarafından yoğun baskı ve tepkiler gördüklerindendir ki barış çağrılarda bulunmakta, böylece İran'ın kendisini kahramanca müdafaasından yana olan halklarına karşı "barışçı" bir görünüm vermekteydiler kendilerine.
Savaşı bizzat başlatan asıl müsebbibler olan Amerika'yla Avrupa ve arap ülkelerinin hiçbirinin bu barış çağrılarında samimi olmadığı hekesçe bilinen bir gerçekti artık. Bunun en bariz delili, savaşın daha ikinci yılında İran'ın zaferler kazanmaya başladığı ilk ataklardan sonra Saddam'ın savaşı sürdürmekten aciz kalması ve bölgedeki arap ülkelerinin astronomik rakamlara varan mâli yardımlarıyle, Avrupa ülkelerinin en ileri teknolojilerin ürünü olan modern silahların kendisine derhal ulaşmaması halinde İran güçleri karşısında bir ay bile dayanamayacağının herkesçe anlaşılmış ve açıkça itiraf edilmiş olmasıdır. Ancak İran karşı atağa geçtikten sonra barışçı kesilen bu ülkeler, bu iddialarında samimi olsalardı, saldırıya uğrayan islami İran'a karşı petrol, ekonomik, siyasi ve askeri ambargo uygulayacakları yerde Saddam'a yaptıkları yardım ve verdikleri desteği keserlerdi. İran'ın yegâne suçu, ansızın topraklarına saldırarak işgal eden ve daha ilk günlerde binlerce sivil insanın kanına girip yüzbinlerce mazlum insanı evinden barkından eden saldırgan düşmana karşı kendisini savunmak ve dünya emperyalizminin emirlerine boyun eğmemekti. Saddam'dan yana tavır koyan arap ülkelerinin, daha sonra Saddam'ın Küveyti işgali üzerine gerçeği itiraf edip ona verdikleri destek yüzünden islami İran'dan resmen özür dilemeleri son derece ibret vericidir elbet; ne var ki bu itiraf, Saddam'la batılı ülkelerin yanında yer alıp savaşın uzamasına neden oldukları için onların "savaşın uzun sürmesinin asıl sorumluları olduğu" gerçeğini hiçbir zaman ört bas edemeyecek ve bu hakikati gizlemeye yetmeyecektir asla.
İmam Humeyni -ks- barış görüşmeleri teklifini getiren heyetlere bu hakikatleri hatırlatıyor ve saldırganı geri püskürtüp işgal ettiği topraklardan söküp atmadıkça ve sebebiyet verdiği savaş için gerekli tazminatı ona ödetmedikçe müslüman İran halkının ve kendisinin bu kurtuluş ve savunma savaşında geri adım atmayacağını vurguluyordu. Ne var ki batı medyasının kopardığı gürültülü yaygara İmam'ın ve müslüman İran halkının mazlum sesini bastırıyor ve dünyanın gerçekleri duyup öğrenmesini engelliyordu. Nitekim batı medyası gerçekleri öylesine çarpıtarak saptırdıki, aslında saldırıya uğrayan taraf olan İran, savaş yanlısı, saldırgan Saddam ise "barış yanlısı" görünümü kazanıverdi dünya kamuoyu nazarında! Ama bu zulüm ve baskılan da İmam'ı ve İran milletini hak davasını savunmaktan alıkoyamadı. İhanetleri iyice gün ışığına çıkan Beni Sadr'ın görevinden azledilip yürütmenin tamamen İmam'a bağlı elemanların eline geçisinden sonra islam orduları Saddam'ın işgal ettiği toprakları hızla geri almaya başladılar.
İmam'ın bütün halkı gönüllü seferberliğe davet eden ve yirmi milyonluk bir ordu kurulmasını öneren çağrısı inkılâbi gençleri coşturmuş ve savaş cepheleri, gönüllü olarak eğitim görüp siperleri dolduran şehadet aşığı gençlerle dolmuş, İran baştanbaşa "şehadet gönüllülerinin diyarı" kesilivermişti. İslam savaşçılarının ard arda elde ettiği zaferler, Baasçı Saddam ordularının savaş cephelerinde korkunç bir hezimetle yenilgiye uğrayacaklarının ilk işaretleriydi (fotoğraf s:146) Amerika'yla Avrupalı müttefikleri yavaş yavaş maskelerini atıp gerçek yüzlerini göstermeye başladılar ve barış zamanında bile temin edilmesi ve satın alınması son derece zor olan ve ancak yıllarca süren üst düzey görüşmeler, taviz vermeler, çeşitli taahhütlerde bulunmalarla temini muhtemel olabilen son derece stratejik ve teknolojinin son ürünleri olan silahları derhal Saddam'ın eline tutuşturdular, Fransız, Exo-3 süper füzeleriyle süper Etandard savaş jetleri ve Rusların orta menzilli Scat füzeleriyle Miğ-29 ve diğer gelişmiş silahları da Saddam'ın emrine âmade edilmekte gecikmedi. Hatta kimseye verilmeyen "füze menzilini artırma ve füze imali teknolojisi"yle bu iş için gerekli bütün teçhizat ve hammaddelerin yanısıra kimyasal ve biyolojik silah üretimi için de gerekli bütün hammaddelerin yanısıra kimyasal ve biyolojik silah üretimi için de gerekli bütün hammadde ve teknolojik malzemeler de Amerika ve Avrupa devlet ve şirketleri tarafından İran İslam Cumhuriyeti'ni haritadan silebilmesi için Saddam'a bedava verildi.
Bu şartlar altında diğer taraftan Suudi Arabistan'la Küveyt, Birleşik Arap Emirlikleri ve Fars Körfezi ülkeleri Amerika tarafından, Saddam'ın savaş masraflarını bizzat karşılamak zorunda bırakıldılar ve böylece islami İran'a vurulacak her darbenin masrafı bu sözde islam ülkelerine ödetilmiş oldu. Nitekim Irak Küveyt'e saldırdığı zaman sözkonusu arap ülkeleri bu sırrı açığa çıkarmış ve gerçeği ifşa etmişlerdi; bugün Irak'ın bu ülkelere olan 80 milyar dolarlık borcu, onların 8 yıl süren savaş boyunca Saddam'a verdikleri meblağların toplamıdır aslında. Bu arada Mısır da Saddam'a uçak ve pilot vererek yardım etmiş, hatta bununla da yetinmeyip Irak'a binlerce asker de göndermiştir, buna benzer yardımları Ürdün'ün de yaptığı bilinmektedir.
İslâmi İran'ın sivil yerleşim merkezleri şehirler, kasabalar, köyler hastahane ve okullar, ekonakim merkezler vb. mekanlar Irak'a verilen gelişmiş füzeler yerle bir ediliyordu şimdi; insan hakları havarisi kesilen uluslararası kuruluş ve teşkilatlar Saddam'ın bu caniliklerini sessizce seyrediyor, ona verdikleri kitle imha silahlarının etkilerini bilfiil izliyorlardı. Bu vahşi bombardımanlar yüzlerce masum çocukla kadının hayatını kaybetmesine neden olmuştu.
İmam Humeyni -ks- mazlum İran milletinin mukaddes müdafaasına komuta ederken islami İran son derece çetin şartlar altındaydı; ülke böylesine ağır bir saldırıya uğramakla kalmamış, Amerika'yla Avrupa ülkeleri İran'a silah amsargosu da koymuşlardı ve o çetin günlerde İran, bir uçak yedek parçasını temin edebilmek için aylarca uğraşmak ve yüklüce paralar harcamak zorunda kalmaktaydı. Bir yandan çoğu ülkeler Irak'ın bu işgal ve saldırısı karşısında susmayı tercih edip İran'a da baskı uygulamaktan geri kalmıyor, diğer yandan bunların birçoğu da Saddam'a açıkça destek vermekten çekinmiyordu. İster doğu, ister batı blokunda olsun, dünyanın güçlü teknoloji, ve askeri sanayie sahip ülkelerinin de tamamına yakın bir kısmı Saddam'ı himaye etmekteydi. İran bu korkunç güç birikimi karşısında yapayalnız ve tek başına direnmekteydi; Allah'tan başka yâri ve yardımcısı yoktu; müslüman milleti ayakta tutan güç bu imanla birlikte kendisini tam anlamıyla Allah'a adamış yiğit bir âlim rehberin öncülüğü ve ilâhi gücün gaybî yardımlarının sık sık tezahürüydü, bu da inan bir halk için yeterliydi zaten. İşte bu mazlum cephenin savaşçıları bütün dünyanın şaşkın bakışları altında onca güç ve kuvvete sahip düşman ve müttefiklerini adım adım geri sürerek Saddam'ı kendi sınırlarına itmeyi başardı ve 20. yy'da "şu veya bu bloka veya güçlü ülkelerden birine sırtını vermeyen her 3. dünya ülkesinin mevcut dünya düzeninde birkaç günden fazla tutunamayacağı" yolundaki telkinlerin ne kadar kof olduğunu ve gerçekten Allah'a inanan bir topluluğun sayıca az da olsa; sayıca çok olan nice güçlere pekalâ gâlip gelebileceğini bütün dünyaya göstermiş oldu. İmam Humeyni'nin -ks- hayatının tam 8 yılı bu amansız savaşta islâmi İran'ı koruma ve müdafaayla geçti. Son derece önemli ve stratejik bir liman kenti olan Hurremşehr'in savaşın 3. yılında, yani hş. 3 Hordad 1361 de -1982'li yıllar- ünlü Beytulmukaddes Harekâtı'yla işgalci Saddam ordularından kurtarılması üzerine İmam Humeyni savaşın artık durdurulabileceğini söylemiş; bu durumu değerlendirmekle görevlendirilen üst düzey askerî ve siyasî yetkililer ülkenin siyasi ve askeri şartlarının yanısıra cephelerdeki durumunda son bir değerlendirmesini yaptıktan sonra İmam'a, sınırlarda ve bölgede geçici değil, kalıcı bir barış ve güvenliğin sağlanabilmesi için gerekli ortamın hazırlanması amacıyla bu müdafaa savaşına devam etmenin zaruriyetini bildirmişlerdi. Çünkü bu sırada islâmi İran'ın topraklarının bir kısmı halâ Saddam güçlerinin işgalindeydi ve Saddam, Hurremşehir'de aldığı inanılmaz yenilgiye rağmen gerçeği kabullenmeye bir türlü yanaşmıyor ve işgal niyetinden vazgeçmiyordu; dünya süper güçlerinin tam desteğine güvendiği için de bu saldırganlıklardan hiçbir zaman vazgeçmeyeceği ve şimdi geri çekilmek zorunda kalsa bile kendisini toparlar toparlamaz tekrar İran'a saldırıp aynı cânilikleri yeniden sergileyeceği apaçık ortadaydı ve mevcut söylem ve durumlar bu hakikati vurgulamakta, Saddam'ın "barış kabul etmez bir diktatör" olduğunu göstermekteydi. Bu şartlar altında bir barış çağrısına evet dese bile bu barışın kalıcı olacağına ve Saddam'ın sözünü tutacağına dair hiçbir garanti de yoktu ortada; binaenaleyh İran'ın tek taraflı olarak savaşı durdurması demek, Saddam'ın elinden kurtarılan onca geniş sınırlar ve onca sivil yerleşim bölgelerini savunmasız bırakmak ve neticede Saddam'ın yeni saldırılarına açık kapı bırakmak demekti.
Alıntı ile Cevapla