Tekil Mesaj gösterimi
Alt 12 Ekim 2014, 15:17   Mesaj No:52

GÖKCEN_AZRA

Medineweb Emekdarı
GÖKCEN_AZRA - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:GÖKCEN_AZRA isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 27691
Üyelik T.: 25 Nisan 2013
Arkadaşları:15
Cinsiyet:ANNE
Memleket:ARZ
Yaş:41
Mesaj: 2.427
Konular: 105
Beğenildi:95
Beğendi:4
Takdirleri:60
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: ŞÛRA suresini sorularla tanıyalım

Genel Tespitler
Bütün mülkün sahibi ve âlemleri Rabbi Allah'tır, O'ndan başka ilâh yoktur. Evrendeki düzenli oluşlar, Allah'ın birliğine ve ahiretin varlığına işaret etmektedir. İnsanı yaratıp yaşatan, yedirip içiren, hastaya şifa veren, ölümü ve hayatı takdir eden, insanlara doğru yolu gösteren, hesap gününde günahları bağışlayacak olan sadece O'dur. bu yüzden O'ndan başka varlıklara tapmak sapıklıktır.


Çok güçlü ve merhametli olan Allah, sapıklığa düşmemeleri ve doğru yolda yürümeleri için insanlara peygamberler aracılığı ile vahiyler göndermiştir. Peygamberler yalan söylemeyen, kimseyi aldatmayan, davetleri karşılığında insanlardan ücret istemeyen ve bir çıkar beklemeyen, Allah'tan aldıkları vahiyleri aynen insanlara ileten ve sadece Allah rızası için çalışan güvenilir kişilerdir.


Peygamberlerin yenilik içeren davetine ilk karşı çıkanlar, kurulu düzenin imtiyazlı konuma getirdiği varlıklı insanlar olmuştur. Hz. Muhammed'in kavminin zenginleri de böyle yapmışlardır. Bu yüzden İslam daveti, başlangıçta putperest müşriklerin sert direnişiyle karşılaşmıştır. Bu durum, insanların hidayete ermesi için bütün gücüyle çalışan Hz. Peygamber'i çok üzmüş; fakat yüce Allah iman konusunda insanı zorlamadığını, aksine onu kendi kendine karar verecek şekilde yarattığını peygamberlerine anlatarak elçisini teselli etmiştir. Peygamber'in görevi insanlara Allah'ın dinini tebliğ etmektir, onları zorla inandırmak değildir.


Kur’an'ın ilk muhatapları olan Mekkeli müşrikler, vahyi tanımadıkları ve ahirete inanmadıklarından, ilâhî uyarıları ciddi bulmamışlar; inanmak için de kendilerini hayretler içinde bırakacak bir maddî mucize beklemişlerdir. Oysa onlar akıllarını çalıştırıp açık bir basirete sahip olsalardı, hem içinde bulundukları mekanda hem de muhatap oldukları Kur’an'da bir çok aklî mucizenin olduğunu görürler; Allah'ın inanmayı korkuya değil, özgür düşünce ve iradeye dayandırdığını anlamış olurlardı.

İslam davetinden yüz çevirenler, sadece Hz. Muhammed'in kavmi değildir. Önceki peygamberler de benzer durumlarla karşılaşmışlardır. Surede yer alan yedi peygamber kıssası, değinilen bu gerçeği açıkça gözler önüne sermektedir. Zira bu kıssaların hepsinde, tevhit dinine çağrılan muhataplardan çoğunun inat ve ihanet içinde ilâhî çağrıyı reddettikleri, bu yüzden de helâkı ve hüsranı hak ettikleri haber verilmektedir. Ayrıca bu kıssaların her birinde, Hz. Muhammed'in karşılaştığı olaylarla bir benzerlik bulunduğu da görülmektedir. Sözgelimi, İsrailoğullarını zulümden kurtarmak üzere Firavun'a gönderilen Hz. Musa, şiddetli bir muhalefetle karşılaşıp İsrailoğulları da çeşitli baskı ve işkencelere maruz kaldıkları gibi, Hz. Muhammed'de Müşrik kavminin liderlerinden benzer muhalefeti görmüş, kendisine inananlar ise hakarete ve işkenceye maruz kalmışlardır. Yine tıpkı Hz. İbrahim'in kavmi gibi Müşrik Araplar da, meleklerin ve cinlerin sembolleri olarak gördükleri putlara tapıyor, onlardan medet umuyor, bunun doğru olmadığını söyleyen Hz. Muhammed'i yurdundan sürmeye çalışıyorlardı. Aynı şekilde Müşrik liderler, Nûh kavminin zenginlerinin yaptığı gibi inanan yoksul kişileri küçük görüyor, onlarla bir arada bulunmaya tenezzül etmiyorlardı. Müşrik Arapların zengin tabakası ise, Âd ve Semûd kavimleri gibi rahat ve lüks içinde yaşıyor; servet ve şöhretlerine güvenip yoksulları eziyor, köleleri bir eşya gibi kullanıyorlardı. Araplar arasında Lût kavminde olduğu gibi eşcinsellik ve şehevî sapıklık yaygındı. Onların tüccarları da Şuayb kavmi gibi hak ve haram yiyorlar; hukuku çiğneyip her türlü haksızlığı ve ahlâksızlığı açıktan işliyorlardı. İşte Kur’an bu kıssalarla, kişi ve toplumların felâkete uğramasına sebep olan kötülüklere dikkat çekerek muhataplarını bunlardan uzaklaştırmayı hedeflemiştir. Gerçekten de bütün peygamberlerin ortak şiarı, insanları tevhid dinine çağırmak; şirke, imansızlığa, haksızlığa ve ahlâksızlığa karşı durmak olmuştur. Allah'ın gazabı ise, Rabbini tanıma rüşdüne eremeyen, O'na kavuşup hesap vereceğini inkâr edip nankörce davranan kişi ve toplumlara inmiştir. Sonunda Allah, peygamberleri ve horlanan müminleri galip getirmiş, kendini beğenip büyüklük taslayanları ise, helâk etmiştir. Allah isterse zorbaları, kendi yetiştirdikleri insanlar vasıtasıyla da cezalandırıp devirir. Hz. Musa'nın, evinde yetiştiği Firavun'u devirmesi de, bunun en çarpıcı örneğidir. Tabii ki bu durum, sadece Firavun zamanına mahsus değildir. Halk üzerine baskı kurup kendilerini tanrı yerine koyan nice zorba yöneticiler, kendi zamanlarında yetişenler tarafından devrilmişlerdir. Bu yüzden insanı ve düşmanı küçük görmek doğru değildir. Üstünlük kaba kuvvetle ve kuru kalabalıkla değil, inançlı ve bilinçli kadroların basiretli gayretiyle kazanılır.

Din geleneğe değil, vahye dayanır. Atalardan da kalmış olsa, gelenek vahye ve akla aykırı ise ona uyulmaz. Şu halde şirke bulaşmış gelenek derhal terk edilmeli ve tevhid dinine dönülmelidir. Bir kısım insanlar, yenilik içeren mesaja ve düşünceye karşı koyma eğiliminde olsalar da, mesaj bir süre sonra insanlar tarafından benimsenince ona karşı çıkarlar silinip giderler.

Kur’an, âlemlerin Rabbi Allah katından indirilmiş ve ona şeytan sözü karışmamıştır. Yüce Allah onu, Melek Cebrâil aracılığı ile Hz. Muhammed'in kalbine Arap diliyle vahyetmiştir. Kur’an'ın böyle vahyedilmiş olmasının sebebi, onun kolay anlaşılmasını sağlamak içindir. O, müşriklerin iddia ettiği gibi şiir değildir, aksine Allah'ın elçisine vahyettiği sözüdür.

İnsanlara en çok tesir eden sözlerden biride şiirdir. O, özlü ve çarpıcı ifadelerden oluşup sık sık tekrar edildiği için çok tesirlidir. Bu yüzden şiirin gücünü kötü yönde kullanan şairlerin yalanlarından korunmak gerekir. Zira şiirin gücünü ve şairlik yeteneğini kötü yönde kullanan şairlere, ancak kendileri de haksızlık peşinde koşan ahlâksız kişiler uyarlar. Fakat şairlerin hepsi böyle değildir. Şiiri ve şairlik yeteneğini hakkı savunup haklının yanında yer almak için kullanan inançlı ve erdemli şairler, yergiye değil, övgüye layıktırlar. Çünkü toplumun, şiirleriyle gerçeği yansıtan ve hakkı savunan şairlere her zaman ihtiyacı vardır.

Umut628 isimli üyeden alıntıdır
Alıntı ile Cevapla