Tekil Mesaj gösterimi
Alt 18 Eylül 2008, 09:05   Mesaj No:3

MERVE DEMİR

Medineweb Emekdarı
Avatar Otomotik
Durumu:MERVE DEMİR isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 5587
Üyelik T.: 05 Aralık 2008
Arkadaşları:14
Cinsiyet:
Memleket:İstanbul
Yaş:35
Mesaj: 2.537
Konular: 2038
Beğenildi:114
Beğendi:0
Takdirleri:270
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cvp: Fizilalil Kuran Ali İmran Suresi Tefsiri

HAKK ve TEK DİN
Bir ayet-i kerimede iki kere vurgulanan bu hakikatin üzerine tabii sonucu ilave edilmektedir... Yalnız bir uluhiyet. Bu tek olan uluhiyetten başkasına asla kulluk yoktur:

19- Allah katında geçerli olan din İslâm'dır. Kitap verilenler, kendilerine bilgi geldikten sonra karşılıklı ihtirasları yüzünden anlaşmazlığa düştüler. Kim Allah'ın ayetlerini inkar ederse bilsin ki, Allah'ın hesaplaşması çok çabuktur.
20- Eğer seninle tartışmaya kalkışırlarsa de ki; `Ben bana uyanlar ile birlikte tüm varlığım ile Allah'a teslim oldum.' Kendilerine kitap verilenler ile kitapsız müşriklere `Siz de teslim oldunuz mü?' diye sor. Eğer teslim olurlarsa doğru yola girmiş olurlar. Eğer sırt dönerlerse sana düşen sadece duyurmaktır. Allah kullarını hakkıyle görür.
Bir tek uluhiyet.. Öyleyse kulluk da yalnız bir ilâhadır. Bu uluhiyete teslim olmak, kulların kalplerinde ve hayatlarında Allah'ın otoritesi dışında hiçbir varlığa yer bırakmaz.
Bir tek uluhiyet... Öyleyse insanların kendisine ibadet etmesinde, emrine bağlanmasında, yasasını ve hükmünü kendi aralarında uygulamasında, onların değer yargılarını ve ölçülerini belirlemesinde, bu değer yargılarına ve ölçülere uymalarım emretmesinde, baştan sona kadar bütün hayatlarını razı olduğu direktife uygun biçimde kurmalarını istemesinde gerçekten hak ve yetki sahibi yalnız bir hah vardır.
Bir tek uluhiyet... Öyleyse bir tek inanç vardır. O da Allah'ın kendi kullarından kabul ettiği inançtır. Saf ve net olan tevhid inancı. Sözünü ettiğimiz Tevhidin gerekleri ise:
"Allah katında din İslâm'dır"...
O İslâm ki, kuru bir iddiadan ibaret değildir, sadece bir sembol değildir, sadece dil ile söylenen bir sözcük değildir, hatta kalbin huzur içinde kapsamına aldığı bir düşünce de değildir... Bireylerin kendi başlarına namazda, oruçta ve Hacc'da yerine getirdiği birtakım bireysel dini görevler hiç değildir. Hayır... Allah'ın insanlar için kendisinden başka hiçbir dini kabul etmediği İslâm bu değildir... Burada sözü edilen İslâm teslim olmakla gerçekleşen İslâm'dır... İtaat ve bağlılıkla gerçekleşen İslâm'dır. Kulların aralarında Allah'ın kitabını hakem tayin etmekle gerçekleşen İslâm'dır... Nitekim, az sonra Kur'an'ın akışı içinde bunlar ele alınacaktır.
İslâm, uluhiyet ve otorite birliğinin kabul edilmesidir, birlenmesidir... Halbuki ehl-i kitap Allah'ın yüce zatı ile İsa'nın (selâm üzerine olsun) zatını karıştırdıkları gibi, Allah'ın iradesiyle İsa'nın iradesini de karıştırıyorlardı. Bu düşüncelere bağlı olarak aralarında şiddetli anlaşmazlıklara düşüyorlardı. Bu anlaşmazlıklar çoğu zaman onları birbirini öldürmeye, aralarında savaşların çıkmasına neden oluyordu... İşte burada Allah, ehl-i kitaba ve islâm topluluğuna bu anlaşmazlığın nedenlerini belirtmektedir.
"...Kitap verilenler, kendilerine bilgi geldikten sonra karşılıklı ihtirasları yüzünden anlaşmazlığa düştüler."
Bu, işin gerçek yüzünü bilmemekten kaynaklanan bir anlaşmazlık değildir. Çünkü Allah'ın birliğini, uluhiyetin tekliğini, insanın yapısını ve kulluk gerçeğini bildiren kesin ilim onlara gelmiş bulunmaktadır. Onlar ancak "aralarındaki azgınlıktan", taşkınlıktan ve zulümden dolayı ayrılığa düşmekteydiler; zira Allah'ın kitaplarının, yasalarının ve belirlediği inanç sisteminin kapsadığı doğruluk ve adaletten ayrılmış bulunmakta idiler.
Surenin girişinde çağdaş hıristiyan yazar T V. Arnold'dan yaptığımız alıntıda, siyasal akımların, bu mezhebî ayrılıkları nasıl körüklediğini görmüştük. Burada gördüklerimiz Yahudilik ve hristiyanlık tarihi boyunca zaman zaman tekrar sahnelenen olaylardan yalnız bir örnektir. Mısır, Şam ve bu iki ülkeye bağlı bulunan yörelerin Roma idaresine karşı olduklarından Roma'nın resmî mezhebini nasıl reddettiklerini ve başka bir mezhebe bağlandıklarını da görmüştük! Aynı şekilde bir Roma imparatoru olan Herakliyüs' ün kendi ülkesinin parçalarını birleştirme çabaları da orta yolu arayan bir mezhebin doğuşuna neden olmuştu. İmparator bununla bütün amaçlarına ulaşacağını sanıyordu!! Sanki inanç, siyasal ve ulusal manevralarda kullanılabilecek bir oyuncaktı!! İşte bu tutum, azgınlığın en çirkin biçimiyle taşkınlığın tâ kendisidir. Hem de kasıtlı ve bilinçli azgınlık!
Bu nedenle en uygun yerinde korkunç tehdit yer almaktadır:
"Kim Allah'ın ayetlerini inkâr ederse bilsin ki, Allah'ın hesaplaşması çok çabuktur."
Bu tehdit Tevhid gerçeği üzerindeki ayrılığı küfür saymış, kafirleri de hesaplarının çarçabuk görülmesiyle tehdit etmiştir. Böylece kendilerine tanınacak zaman küfürde, inkârda ve ayrılıkta ısrara neden olmasın...
Sonra Peygamberine (sâlat ve selâm üzerine olsun) ehl-i kitaba ve müşriklere karşı tavrını belirlemede ayrılış çizgisini telkin etmiştir. Böylece Peygamber onlara karşı mesajını net olarak ortaya koyabilecek, ondan sonra onların işini Allah'a havale edecek, apaydınlık yolunda ve yalnız başına kalsa da yürümeye devam edecektir:
"Eğer seninle tartışmaya kalkışırlarsa de ki: `Ben bana uyanlar ile birlikte tüm varlığım ile Allah'a teslim oldum: Kendilerine kitap verilenler ile kitapsız müşriklere `Siz de teslim oldunuz mu?' diye sor. Eğer teslim olurlarsa doğru yola girmiş olurlar Eğer sırt dönerlerse sana düşen sadece duyurmaktır. Allah, kullarım hakkıyla görür."
Daha öncekilere ilave olarak fazla açıklamaya gerek yok. Ya uluhiyet ve otorite birliği itiraf edilerek teslim olmak ve bağlanmak gerekecek, ya da uzun uzadıya pazarlıklara ve art niyete girişilecektir. O zaman da Tevhid ve İslâm gerçekleşmeyecektir.
Bu nedenle yüce Allah, Resulüne (salât ve selâm üzerine olsun) hem inancını hem de yaşam biçimini açıklayacak bir tek sözü telkin etmektedir:
"Eğer seninle tartışırlarsa..." Yani Tevhid'de ve dinde: "De ki: `Ben yüzümü Allah'a teslim ettim.", ben ve bana uyanlar.. burada "uyma" ifadesinin bir esprisi vardır. Bu, sırf doğrulamaktan ibaret değildir. O, bağlanmaktan ibarettir. Aynı şekilde "yüzünü teslim etmek" de önemli bir espriye sahiptir. Yani bu sırf dille söylemek ya da kalple inanmak değildir. Bu da ancak teslim olmakla gerçekleşir. İtaat ve bağlılık ile birlikte bir teslim oluş.. Yüzünü teslim etme, bu teslim oluşun dolaylı anlatımıdır. Yüz, insanın en değerli ve en üstün organıdır. Bu ifade, çağrıya kulak veren, izleyen, boyun eğen, itaat eden bağlanışın tablosunu canlandırmaktadır.
İşte bu, Muhammed'in (salât ve selâm üzerine olsun) inancı ve yaşam biçimidir. Müslümanlar da inancında ve yaşam biçiminde O'nun takipçileri ve izleyicileridir. Öyleyse ehl-i kitaba ve müşriklere, durumlarını belirleyici, tavırlarım ortaya koyucu soruyu sormalıdır. Her iki kapıyı birbirinden açık bir şekilde ayıran, karışma ve benzeşmeye yer bırakmayan ayırıcı çizgiyi belirlemelidir.
"Kendilerine kitap verilenler ile kitapsız müşriklere `Siz de teslim oldunuz mu?' diye sor."
Onlar birbirinin aynıdır. Bunlar da onlar da.. Müşrikler de ehl-i kitap da açıkladığımız anlamı ile İslâm'a çağrılmaktadır. Bunu kabul ettikten sonra onun gereklerini yerine getirmeye, hayatta Allah'ın kitabını ve yaşam biçimini hakem olarak tayin etmeye davet edilmektedirler. Onu kabul ettikten sonra gereklerini yerine getirmeye, hayatta Allah'ın kitabını ve yaşam biçimini hakem olarak tayin etmeye çağrılmaktadır.
Eğer İslâm'a girerlerse, doğru yolu bulmuş olurlar."
Hidayet tek bir biçimde ortaya çıkmaktadır. O da İslâm biçiminde gerçekleşmektedir. Bu gerçekliği ve bu yapısıyla İslâm; bunun dışında doğru yola ulaşmanın başka biçimleri, başka şekilleri, başka şartları ve başka yolları da yoktur... İslâm dışında kalanlar ise ancak sapıklık, cahiliyye, şaşkınlık, eğrilik ve kaypaklık içindedir...
"Eğer yüz çevirirlerse, sana ancak tebliğ etmek düşer"
Haberi ulaştırdıktan sonra Resulün hizmeti sona erer, görevi biter. Tabi ki bu durum, Allah'ın O'na İslâm'ı kabul etmeyenler vazgeçip şu iki şıktan birini kabul edinceye kadar onlarla savaşmayı emretmesinden önceydi: Sonradan gelen hükme göre onlar ya dini kabul edip din ile somutlaşan otoriteye boyun eğecekler, ya da cizye ödemek suretiyle düzene itaat edeceklerine dair anlaşma yapacaklardı... Çünkü inançta zorlama olmazdı...
"Allah, kullarım hakkıyle görür."
Görmesi ve bilgisine uygun biçimde onların işlerinde tasarrufta bulunur. Her bakımdan insanların işi O'nun fermanına bağlanır.
Fakat Allah, yalancı!ar ile isyankarlar hakkındaki sonsuza dek geçerli Sünnetullah'a uygun olarak onları ve benzerlerini bekleyen sonlarını kendilerine açıklamadan onları kendi halleriyle başbaşa -bırakmaz:

21- Allah'ın ayetlerini inkâr edenleri, peygamberleri sebepsiz olarak öldürenleri ve adaleti emreden insanları öldürenleri acıklı bir azapla müjdele!
22- Onların emek ve çabaları dünyada da ahirette de boşa gitmiştir. Onlara yardım eden bulunmaz
İşte asla şüphe götürmeyen son budur.. Acıklı bir azap. Onu dünya ya da ahiret ile sınırlamıyor. Burada da orada da beklenmektedir . Bu, aynı zamanda onların dünya ve ahiretteki amellerinin boşa çıkarılışını da renkli bir ifadeyle vermektedir. Ayet-i kerimede bunun için kullanılan "hubût" kavramı; zehirli bir ot yiyen hayvanın öleceğine bir alamet olarak şişmesidir.. Bu insanların eylemleri de böyledir. Gözleride büyüdükçe büyür ve şiştikçe şişer. Yalnız bu, boşa çıkma ve yok olma ile sonuçlanacak olan şişmeden öte bir şey değildir. Çünkü hiçbir yardımcı onlara yardım etmeyecek ve hiçbir avukat onları savunmayacaktır.
Burada Allah'ın ayetlerini inkar etmenin yanında peygamberleri haksız yere öldürmekten söz edilmiştir. Zaten bir peygamberi haklı olarak öldürmek diye bir olay olamaz. Bununla beraber insanlar arasında adaleti yaymaya çalışanların, yani gerçek adalet üzerinde kurulan ve adaleti gerçekleştirmenin biricik şekli olan Allah'ın yoluna uymaya çağıranların öldürülmesinden bahsedilmiştir... İşte bu niteliklerin burada söz konusu edilmesi tehdidin yahudilere yönelik olduğunu ele vermektedir. Bunlar, tarihleri boyunca her anıldığında yahudileri hatırlatan başlıca niteliklerdir! Fakat bu, aynı zamanda sözün hıristiyanlarada yönelik olmasına engel değildir. Hıristiyanlarda bu tarihe kadar hıristiyan olan Roma devletinin resmi mezhebine aykırı düşen mezheplere bağlı insanlardan binlercesine öldürmüşlerdi. Bu haksız yere öldürülenler arasında yüce Allah'ın birliğine ve İsa'nın (selâm üzerine olsun) normal bir insan olduğuna inananlar da vardı. öldürülenler aynı zamanda adaleti yaymaya çalışan insanlardandı... Bu, ayrıca buna benzer çirkin eylemlere girişen herkesi kapsayan sürekli bir tehdittir... Ve bu tipler her zaman o kadar çoktur ki...
Kur'an'daki "Allah'ın ayetlerini inkar edenler" ifadesinin ne anlama geldiğini sürekli hatırda tutmak gerekir. Bundan amaç, sadece açıkca kafir olduğunu söyleyenler değildir. Uluhiyetin tek olduğunu ve yalnız O'na ibadet edilmesi gerektiğini kabul etmeyen herkes bu ifadenin kapsamına girer. Bu ise, yasama, yönlendirme, değer yargıları ve ölçüleri belirlemekle kulların hayatlarına hükmeden otoritenin tek olması gerektiğini açıkça ortaya koyar. Kim başta bu konulardan birinde Allah'tan başkasına bir pay ayırırsa o Allah'a ortak koşmuş veya O'nun uluhiyetini inkâr etmiş olur.. )sterse dili ile bin defa müşrik olmadığını, Allah'ın uluhiyetini kabul ettiğini söylesin. Gelecek ayeti kerimelerde bu sözün doğruluğunu daha net olarak göreceğiz.

23- Allah'ın kitabından kendilerine bir pay verilmiş olanları görmedin mi? Bunlar aralarında hüküm versin diye Allah'ın kitabına çağırılıyorlar, fakat sonra aralarından bir grup bu kitaba karşı çıkarak sırt çeviriyor.
24- Bu olumsuz tutumları, onların `Cehennem ateşi bize sayılı birkaç gün dışında dokunmayacak' demelerinden kaynaklanıyor. Onların bu iftiraları dinleri konusunda kendilerini yanılgıya düşürmüştür.
25- Acaba geleceği kuşkusuz bir gün onların biraraya getirilecekleri ve hiç kimseye haksızlık edilmeksizin herkese kazandığı verileceği zaman halleri nice olur?
Bu soru onların çelişkili tuhaf tutumlarını yadırgamak ve duyurmak içindir. Kendilerine kitaptan bir pay verilenlerin tutumudur bu. Bu pay, yahudiler için Tevrat, hıristiyanlar için Tevrat ile beraber İncil'dir. Hem Tevrat hem de İncil, kitaptan "bir pay"dır. Çünkü Allah'ın kitabı, Allah'ın elçilerine gönderdiği uluhiyetinin ve otoritesinin birliğini işlediği kaynaktır. Aslında bu tek bir kitaptır. Bu kitaptan bir pay yahudilere bir pay da hıristiyanlara verilmiştir. Kur'an daha önceki dinlerin bütün esaslarını kapsadığından ve kendisinden önceki kitapları doğruladığından müslümanlara da kitabın tamamı verilmiş olmaktadır... "Kendilerine Kitab'tan bir pay verilenlere" Sonra da ayrılığa düştükleri konular ile yaşayışlarında ve günlük hayatta aralarında hükmetmesi için Allah'ın kitabına çağırıldıklarında hep birlikte bu çağrıya kulak vermeyenlerin durumu ile onlardan bir grubun Allah'ın kitabını ve yasasını hakem kabul etmekten geri kalışına ve ondan yüz çevirmesine hayret ifade eden bir sorudur bu. Allah'ın kitabından herhangi bir paya iman etme iddiası ile çelişecek ve kendilerinin kitap sahibi olduklarını söylemeleriyle bağdaşmayacak bir tavırdır bu...
"Allah'ın kitabından kendilerine bir pay verilmiş olanları görmedin mi? Bunlar aralarında hüküm versin diye Allah'ın kitabına çağırılıyorlar; fakat sonra aralarından bir grup bu Kitaba karşı çıkarak sırt çeviriyor".
Böylece yüce Allah, ehl-i kitabtan -hepsinin değil- bazılarının inanç konularında ve hayatlarında Allah'ın kitabını hakem olarak.kabul etmekten yüz çevirmelerini hayret edilecek bir tutum olarak göstermektedir. Durum böyle olunca; kendilerinin müslüman olduklarını söyleyip, sonra da Allah'ın yasasını hayatlarından tümüyle söküp atanların ve hala müslüman kaldıklarını sananların durumu ne olacaktır! Bu aynı zamanda müslümanlara gösterilmiş canlı bir örnektir. Böylece onlar, din gerçeğini ve İslâm'ın yapısını öğrenecek; Allah'ın kendilerini yadırgamasına ve hatalarını açığa çıkarmasına neden olabilecek hareketlerden sakınacaklardır. Müslüman olduklarım iddia etmeyen ehl-i kitabtan bir grubun Allah'ın kitabı ile muhakeme olmaktan yüz çevirmeleri bu şekilde reddedildiğine göre, O'ndan yüz çevirenler "müslümanlar" olduğunda bu ne şekilde reddedilir acaba?.. Bu, gerçekten sonsuz bir hayreti ifade eden korkunç bir felakettir. Sapıklığa ve Allah'ın rahmetinden kovulmaya varan Allah'ın gazabıdır! Bu belâdan Allah'a sığınırız.
Sonra bu çirkin ve çelişkili tutumun nedenine parmak basılıyor:
"Bu olumsuz tutumları onların `Cehennem ateşi bize sayılı birkaç gün dışında dokunmayacak: demelerinden kaynaklanıyor. Onların bu iftiraları dinleri konusunda kendilerini yanılgıya düşürmüştür."
İşte Allah'ın Kitabı ile muhakeme olunmayı bu nedenle reddediyorlar ve yine bu yönden iman iddiası ve kitap sahibi olma davası ile çelişkiye düşüyorlar. Başlıca neden kıyamet gününde ciddî hesap vereceklerine, şaşmayan ve taraf tutmayan ilâhî adaletin ciddiyetine inanmamış olmalarıdır. Bu, onların şu sözlerinde ortaya çıkmaktadır: "Cehennem ateşi bize saydı birkaç gün dışında dokunmayacak"... Yoksa onlar neden sayılı günler dışında ateşin kendilerine dokunmayacağını söylesinler! Neden? Gerçekte ise onlar, her şeyde Allah'ın Kitabını esas almaktan oluşan din gerçeğinden temelli sapmış bulunuyorlar. Eğer onlar gerçekten Allah'ın adaletine inanıyorlarsa, neden böyle söylesinler! Hatta, onlar gerçekten Allah'ın huzuruna varacaklarının bilincinde olsalar böyle mi yaparlar! Onlar iftiradan başka birşey söylemiyorlar. Sonra bu iftiraları kendilerini de kandırıyor:
"Onların bu iftiraları dinleri konusunda kendilerini yanılgıya düşürmüştü."
Gerçekten Allah'la buluşma inancının ciddiyeti ve bu buluşmanın gerçekliğinin bilincinde olmak ile O'nun cezasını ve adaletini düşünmedeki bu gevşeklik bir kalpte birleşemez...
Gerçekten ahiret korkusu ve Allah'tan haya etme duygusu ile Allah'ın Kitabı ile muhakeme olunmaktan ve hayatın her alanında onu hakem kabul etmekten yüz çevirmek bir kalpte bulunamaz...
Bugün kendilerinin müslüman olduğunu zannedip aralarında hüküm vermesi için Allah'ın kitabına çağırıldıklarında arkalarını dönenler ve bundan yüz çevirenler de bu ehl-i kitap gibidir. Bu müslümanlık iddiasında bulunanların bazıları, sıkılmadan insan hayatının dünyayı ilgilendirdiğini, dinle ilgisi bulunmadığını ileri sürmektedirler. Bunlara göre dinin insanların ekonomik, sosyal hatta ailevi ilişkilerine varıncaya kadar bütün pratik hayatına müdahale etmesi gerekmez. Bu inançlarına rağmen hâlâ müslüman olduklarını sanırlar. Onların bazıları bu inançlarına rağmen, Allah'ın kendilerine günahlardan temizleme dışında asla azab etmeyeceğine, bu cezalarını çektikten sonra Cennet'e gönderileceklerine ahmakça inanırlar. Nitekim müslüman değiller mi! Bu, ehl-i kitabın ileri sürdüğü iddianın ta kendisidir. Dinde hiçbir temeli bulunmayan uydurma tezlerle kendilerini avutmanın aynısıdır. Hem ehl-i kitab hem de kendilerini müslüman zannedenler, dinin temelinden sapmakta, Allah'ın razı olacağı gerçekten; ...İslâm'dan... Teslim oluştan, itaat etmekten ve bağlanmaktan sıyrılma noktasında aynı konumdadırlar. Hayatın her alanında yalnız Allah'tan direktif almaktan uzaklaşma açısından da aralarında fark yoktur.
"Acaba geleceği kuşkusuz bir gün biraraya getirilecekleri ve hiçkimseye haksızlık edilmeksizin herkese kazandığı verileceği zaman halleri nice olur?"
Bu nasıl bir tehdittir? Bu günün, Allah ile karşılaşmanın ve O'nun yüce adaletinin ciddiyetini kavrayan, düşüncesi ve bilinci boş umutlar ve aldatıcı uydurmalarla sulanmamış her müminin kalbi bu tür tehditlerle karşılaşmaktan ürperir. Sonra bu, herkesi ilgilendiren genel bir tehdittir... Müşrikleri, hakk ile batılı karıştıranları, ehli kitabı ve müslümanlık iddiasında olanları bütün olarak kapsamaktadır. Onlar hayatlarında İslâm'ı gerçekleştirmeme hususunda denktirler.
"Acaba geleceği kuşkusuz bir günde... Halleri nice olur?
İlahi adalet yerini bulduğunda nasıl olacak? "Ve herkese kazandığı verildiği zaman"... Hiçbir zulme ve kayırmaya yer verilmeksizin. "Ve hiç kimseye haksızlık edilmeksizin." Ve onlara Allah'ın hesaba çekmesinde müsamaha gösterilmeyecektir. Bu, kendilerine yöneltilen, ancak cevapsız bırakılan bir sorudur. Onun cevabına hazırlanırken kalp sarsılmakta ve titremektedir!
YEGANE MÜLK SAHİBİ
Burada ayeti kerimeler Resulullah'a (salât ve selâm üzerine olsun) ve bütün müminlere Allah'a yönelmelerini, insanların hayatlarında ve evrenin idaresinde tek olan uluhiyet gerçeğini ve yine tek olan otorite gerçeğini kabul etmelerini aşılamaya çalışmaktadır. Hem beşerin hayatı hem evrenin idaresi uluhiyetin ve hakimiyetin görünümlerinden başka birşey değildir. Ve bunda Allah'ın hiçbir benzeri ve ortağı yoktur:

26- De ki; `Ey mülkün sahibi Allah'ım, sen mülkü (egemenliğin iktidarı) dilediğine verir, dilediğinden geri alırsın. Dilediğini üste çıkarır, dilediğini alçaltırsın. İyilik senin elindedir, senin gücün herşeye yeter.
27- Geceyi gündüze dönüştürür, gündüzü geceye dönüştürürsün. Diriyi ölüden çıkarır, ölüyü diriden çıkarırsın. Dilediklerine hesapsız rızık verirsin.'
Gönülden gelen bir yakarış... İfade biçiminde dua tonu var... Manevi parıltısında yalvarış özü hakim. Apaçık evren kitabına dikkat çekişinde, şefkat ve yumuşaklıkla insanın duygularını coşturma var. Allah'ın iradesi ve insanların işleri ile evrenin işlerinin yürütülmesini beraberce zikredişinde büyük bir gerçeğe işaret vardır. Hem evrene hem de insana egemen olan tek uluhiyet gerçeğine... İnsanın ihtiyacının, Allah'ın idaresinde bulunan büyük evrenin ihtiyacının bir parçasından başka birşey olmadığı gerçeğine... Yalnız Allah'a boyun eğmenin, insanın ihtiyacı olduğu gibi tüm evrenin ihtiyacı da olduğu... Bu ilkeden sapmanın insanı, kuralların dışına çıkma ile cahilliğe ve sapıklığa düşüreceği gerçeğine işaret var!
Bu, tek uluhiyet gerçeğinden kaynaklanan bir gerçektir... Tek bir İlâh. Öyleyse herşeye sahip olan da yalnız O'dur. Ortaksız olarak "Mülkün sahibi" O'dur. Sonra O, kendi mülkünden dilediğine dilediği kadarını verir. Allah'ın kendisine mülk verdiği kişi ancak emanet olarak onu sahiplenebilir. Mülkün gerçek sahibi, dilediğinde dilediği kimseden mülkünü geri alır. Hiçbir insanın gönlünce tasarruf yetkisi bulunan kalıcı bir mülkiyet olamaz. Ancak kendisine emanet edilen bir mülkiyetten söz edilebilir ki o da asıl mülk sahibinin şartlarına ve direktiflerine bağlı kalma zorunluğudur. Mülkü emanet olarak alan kişi, mülkün asıl sahibinin şartlarına aykırı bir harcamada bulunduğu zaman bu harcaması geçerli olmaz ve müminler dünyada buna engel olmak zorundadırlar. Bu kişi ahirette de, mülkü canının istediği şekilde kullandığından ve asıl sahibinin şartlarına aykırı hareket ettiğinden dolayı ayrıca hesaba çekilecektir...
Aynı şekilde dilediğini onurlandıran, dilediğini de güçsüz düşüren O'dur. Kimse O'nun hükmünü yanlış göremez, O'nu saptırmaya yeltenemez ve verdiği kararı bozamaz. O, yüce Allah'tır ve her şeyin sahibidir... Bu özel niteliği Allah dışında hiç kimsenin üstlenmesi asla doğru olmaz.
Allah'ın bu egemenliği, bütünü ile iyiliğin kendisidir. Çünkü O, bu hakimiyetini doğruluk ve adalet ile yürütür. Doğruluk ve adalet ile mülkü dilediğine verir, dilediğinden alır. Hak ve adalet ile dilediğini onurlandırır, dilediğini güçsüz kılar. Tüm durumlarda O'nun murad ettikleri gerçekten hayırdır. Her zaman bu iyiliğin gerçekleşmesi üzerindeki mutlak irade ve mutlak kudret Allah'ındır. "İyilik senin elindedir" "Senin herşeye gücün yeter"...
İnsanın tüm işleri üzerindeki bu hakimiyet, onların işlerini iyilik temeli üzerinde proğramlama, Allah'ın kâinat ve hayat üzerindeki mutlak ve büyük hakimiyetinin bir parçasından başka birşey değildir:
"Geceyi gündüze dönüştürür, gündüzü geceye dönüştürür. Diriden ölüyü çıkarır, ölüden diriyi çıkarırsın. Dilediklerine hesapsız rızık verirsin."
Bu birbiri içine giren gizli hareketi, bu büyük gerçeği ifade eden tasvir insanın kalbini, duygularını, gözlerini ve duyu organlarını doyurmaktadır... Gecenin gündüze, gündüzün geceye çevrilişi, ölüden dirinin, diriden ölünün çıkarılışı olgusu... Kalbin, dikkatlerini ona yönelttiğinde ve orada fıtratın gerçek ve engin sesine kulak verdiğinde şüphesiz ve tartışmasız olarak Allah'ın kudretine işaret ettiğini kavrayacağı hareket.
"Geceyi gündüze, gündüzü geceye dönüştürür".
İster mevsimlerin değişmesi esnasında geceden gündüze, gündüzden geceye alınıp eklenme şeklinde anlaşılsın, ister sabah akşam vakitlerinde karanlığın aydınlığın hareketiyle birinin diğerine geçmesi biçiminde anlaşılsın. İnsanın kalbi hem bu harekette hem diğerinde Allah'ın evreni harekete geçiren kudretini görür gibi olmaktadır. Kapkaranlık kürenin apaydınlık küre önünde nasıl katlandığını, karanlık yerleri nasıl aydınlık yerlere çevirdiğini gözlemektedir. Yavaş yavaş gece karanlığının gündüzün aydınlığına geçtiğini, sabahın azar azar karanlıkların derinliklerinden nefes almaya başladığını... Kışın girişiyle gecenin gündüzden kemire kemire yavaş yavaş uzadığını... Yazın başlangıcında ise, gündüzün geceden çala çala uzamaya başladığını görür gibi olmaktadır. Bu hareket ile diğer hareketin ince ve gizli iplerinin elinde bulunduğunu hiçbir insan iddia etmez. Ayrıca aklî dengesi yerinde olan bir insan bunların proğramsız ve rastgele oluştuğunuda ileri sürmez.
Hayat da ölüm de böyledir. Yavaş yavaş ve basamak basamak biri diğerine geçmektedir. Canlılar üzerinden geçen her saniyede, hayatın yanında ölüm de harekete geçmektedir. Ölüm, ondan bir tarafı yontuyor hayat ise onda yeniden bir diriliş gerçekleştiriyor! Canlıların birtakım canlı hücreleri ölüp gidiyor, onların yerini yeni hücreler alıyor ve eyleme geçiyor. Onda ölüp giden, başka bir dolaşımla tekrar hayata dönüyor. Onda diri olarak meydana gelen bir başka dolaşımda ölüme mahkûm oluyor. Bu, bir tek canlı organizmadaki harekettir... Sonra çerçeve genişlemeye başlar ve bu sefer canlı organizmanın tamamı ölüme mahkûm olur. Sonra onun hücreleri, başka bir bileşimde görev alan atomlara dönüşüp canlı bir bedene girer ve orada hayata kavuşur. Bu, gece ile gündüzün her saniyesinde hareket halinde olan bir dolaşımdır. Tüm bu hareketlerden hiçbirini, insan kendisine mal etmeye kalkamaz. Yine hiçbir akıllı, insan, bu hareketin proğramsız ve rastlantı eseri olduğunu ileri süremez!
Tüm evrenin ve her canlının yapısında varolan bir hareket. Gizli, engin, tatlı ve dehşet yerici bir hareket. Kur'an'ın bu kısa işareti, o büyük hareketi insanın kalbine ve beşerin aklına göstermektedir.' Her ye gücü yeten, onları yoktan vareden, onlara merhamet eden ve işlerini proğramlayan Allah'ın eliyle dokunan hareket. İnsanlar nasıl olur da işlerini merhametle proğramlayan Allah'tan ayrı bir proğram yapmaya kalkışabilirler? Hakîm ve Habîr olan Allah'ın düzene koyduğu bu evrenin birer parçaları oldukları halde, nasıl olur da kendilerine canlarının istediği düzenler seçebilirler?
Sonra hepsinin rızkı Allah'ın elinde olduğu ve hepsi de O'na muhtaç olduğu halde, nasıl bir kısmı bir kısmını kul yapabilir, bazıları bazılarını Rabbler edinebilirler?
"Dilediğine sınırsız rızık verirsin"
Bu, insanın kalbini büyük gerçeğe; Tek bir uluhiyet, tek bir gücün etkinliği, tek bir hakimiyet bir tek asıl sahip olduğu ve bir tek zatın hüküm verme yetkisi olduğu gerçeğine yöneltmektedir. Sonra herşeye hakim, mülkün sahibi, onurlandıran, güçsüz bırakan, hayat veren, öldüren, bağışta bulunan, mahrum bırakan, evrenin ve insanın işlerini sürekli olarak adalet ve iyilikle düzene koyan Allah'ın dışında hiçbir kimseye bağlanılmayacağı gerçeğine çekmektedir.
KÂFİRLERE DOSTLUK BESLEYENLER
Bu ifade, geçen bölümde söz konusu edilen kendilerine Kitap'tan bir pay verildiği halde Allah'ın insanlara belirlediği yolu kapsayan Allah'ın kitabıyla muhakeme olunmaya sırtını dönen ve O'ndan yüz çevirenlerin tutumlarının eleştirisini pekiştirmektedir. Halbuki bütün kâinatın ve insanların işlerini evirip-çeviren Allah'ın kitabıdır. Bu aynı zamanda gelecek bölümde söz konusu edilen müminlerin müminleri bırakıp kâfirleri dost edinmelerinden sakındırmaya da bir giriştir. Zira bu evrende kâfirler için hiçbir kudret ve tasarruf hakkı yoktur. Herşey yalnız Allah'ın elindedir. O da yalnız müminlerin dostudur, başkasının değil:
Alıntı ile Cevapla