Tekil Mesaj gösterimi
Alt 21 Eylül 2008, 23:09   Mesaj No:13

Verda_Naz

Medineweb Sadık Üyesi
Verda_Naz - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Verda_Naz isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 176
Üyelik T.: 15 Eylül 2007
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Yaş:30
Mesaj: 612
Konular: 248
Beğenildi:11
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Standart Cvp: Fizilalil Kur'an Enfal Suresi Tefsiri

10. CÜZ BAŞLANGICI

Bu cüz baş tarafı dokuzuncu cüzde geçen Enfal suresinin kalan kısmı ile Tevbe suresinin büyük bir kısmını içermektedir... Önce Enfal suresinin kalan kısmını ele alacağız. Tevbe suresine gelince; inşallah bu cüzde sırası gelince sunacağız.
Dokuzuncu cüzün sonunda surenin belli başlı karakteristik çizgilerini ortaya koymuştuk. Surenin bu kalan kısmı da aynı karakteristik çizgileri izlemektedir. Ancak surenin akışında ilk anda göze çarpan gerçek, bu surenin bu son bölümünün ayetlerin akışı, düzenlenişi ve konuları bakımından nerdeyse birinci bölümündeki benzeri olduğudur. Konuların yenilenmesi nedeniyle tekrardan kaçınılmış olmasına rağmen, akış içinde bu konuların düzenleniş biçimi, aralarında bu denli olağanüstü bir ahenk bulunan her iki bölümü neredeyse birbirinden apayrı özelliklere sahip iki ayrı devreler haline getirmiştir.
Birinci bölüm, ganimetlerden ve onlar hakkında müslümanların aralarında baş gösteren çekişmelerden başlamış ve ganimetlerin bölüştürülmesini tamamen Allah ve Peygamberine -salât ve selâm üzerine olsun- bırakmıştı. Sonra onları Allah'dan korkmaya çağırmış ve o düzeye çıkmaları için imanın gerçek mahiyetini açıklamıştı. Sonra ganimetler hakkında çekiştikleri savaş esnasında işlevini yerine getiren Allah'ın planlama ve takdirini gözler önüne sermişti. Bunu yaparken de savaşta meydana gelen kimi olayları ve sahneleri yeniden canlandırmıştı. Bir de ne görsünler, planlama tamamen Allah'a ait, destek ondan gelmiştir, savaş bütünüyle O'nun iradesini gerçekleştirmek için gelişmiştir. Onlar bu savaşta sadece perde ve aracı işlevini görmüşlerdir. Daha sonra savaşın gerçek mahiyetine ilişkin olarak ortaya konulan bu gerçeklerin ötesinde onları düşman saldırısı karşısında direnmeye, Allah'ın yardımına ve kendileriyle beraber oluşuna, düşmanlarını yardımsız bırakıp cezalandıracağına güvenmeye çağırmıştı. Daha sonra onları Allah ve peygamberine ihanet etmekten, mal ve evlât sınavını kaybetmekten sakındırmıştı. Bu arada Peygamberimize -salât ve selâm üzerine olsun- kâfirleri yaptıklarının sonucundan sakındırması, olumlu karşılık verdiklerinde bunu kabul etmesi, gizledikleri duygu ve niyetlerini ise Allah'a bırakması emredilmişti. Şayet bu uyarıyı dinlemeyip tutumlarını sürdürecek olurlarsa, fitnenin kökü kazınıp, din bütünüyle Allah'a özgü olana kadar müslümanlara kâfirlerle savaşmaları emredilmişti.
Şu ikinci bölüm de aynı şekilde gelişiyor... Ganimetlerin mülkiyetini tamamen Allah ve peygamberine özgü kıldıktan sonra, onlara ilişkin Allah'ın hükmünü açıklamakla başlıyor. Sonra onlara Allah'a ve O'nun hakla batılın ayrıldığı iki topluluğun karşılaştığı günde kuluna indirdiği ayetlere inanmaya çağırıyor. Sonra onlara bu ganimetleri sağlayan savaşta işlevini yerine getiren yüce Allah'ın planlama ve takdirini gösteriyor. Bunun için de, bu planlama ve takdiri belirginleştiren savaşta meydana gelen başka olayları ve sahneleri yeniden canlandırıyor. Sunulan bu sahnelerde kendilerinin Allah'ın kaderine aracı ve perde olmaktan başka bir şey yapmadıkları da belirginleşiyor. Savaşın gerçek mahiyetine ilişkin olarak gözler önüne serilen bu olguların ötesinde onlara düşmanla karşılaşılırken direnme, Allah'ı çokca anma, O'na ve peygamberine itaat etme çağrısı yapılıyor. Dağılıp güçlerinin kırılmasından sakındırmak için çekişmemeleri uyarısında bulunuluyor. Sabretmeye, cihada çıkarken kibirlenmemeye, gösteriş yapmamaya çağırılıyorlar. Yurtlarından çıkarken büyüklenen, insanlara gösteriş yapan ve şeytanın aldatması sonucu insanları Allah'ın yoluna girmekten alıkoyan kâfirlerin akıbetinden sakındırılıyorlar. Ayetlerin akışı, onları sadece yardım etmeye gücü yeten, takdir ve planında hikmet bulunan yüce Allah'a dayanıp güvenmeye çağırıyor. Sonra onlara, Allah'ın ayetlerini yalanlayan kâfirlerin günahlarından dolayı azaba çarptırılmasına ilişkin Allah'ın değişmez kanunu gösteriliyor. Birinci bölümde mü'minlere güven aşılayan, savaşta dirençli olmalarını telkin eden ve kâfirlerin boyunlarına ve ellerine darbeler indiren meleklerden söz edildiği gibi bu bölümde de yüzlerine ve sırtlarına vurarak kâfirlerin canlarını alan meleklerden söz ediliyor. Birinci bölümde kâfirler için, "canlıların en kötüsü" ifadesi kullanılmıştı. Burada da her söz verişlerinde bunun tersine davrandıklarından söz edilmesi nedeniyle aynı ifade tekrar kullanılıyor. Bu hatırlatma bir bakıma, savaşta ve barışta onlarla kurulacak ilişkilere ilişkin olarak emredilen hükümlere bir hazırlık niteliğindedir. Bu hükümler islâm kampı ile kendisiyle savaş halinde olan ve barış yapan diğer kamplarla girilecek ilişkilere ilişkin ayrıntılı hükümlerdir. Bu hükümlerin bir kısmı kesin, nihaî hükümlerdir. Bir kısmı ise, daha sonra Tevbe suresinde kesinleşecek olan hükümlerdir.
Buraya kadar, surenin bu ikinci devresi -konuların mahiyeti ve surenin akışı içindeki düzenlenişleri bakımından- nerdeyse surenin birinci devresiyle aynı özellikleri paylaşmaktadır. Sadece islâm kampı ile diğer kamplar arasındaki ilişkilere ilişkin hükümlerin bazı ayrıntılarında farklılık göze çarpmaktadır.
Daha sonra, surenin bitimine doğru bu hükümlere ve konulara bağlı, onları bütünleyen diğer konu ve hükümler yeralmaktadır:
Yüce Allah, peygamberine -salât ve selâm üzerine olsun- ve onunla birlikte mü'minlere kalplerini kaynaştırmak suretiyle onlara yaptığı iyiliği hatırlatıyor. Allah'ın iradesi, rahmeti ve lütfu olmasaydı bu kalpler kaynaşmaya yanaşmayacaklardı.
Aynı şekilde yüce Allah, kendisinin onlara yeterli olduğunu ve onları koruyacağını belirterek güvence veriyor. Bu yüzden Peygamberine -salât ve selâm üzerine olsun- onları savaşa teşvik etmesini emrediyor. Onlara, iman etmiş olmaları nedeniyle -sabrettikleri sürece- olayları derinlemesine kavramaya çalışmayan kâfirlerden oluşan kendilerinin on katı bir kuvvetle başedebileceklerini gösteriyor. Kâfirler iman etmedikleri için durum böyledir. Yine onlar en zayıf durumlarında bile sabrederlerse, kendilerinden kat kat fazlası kâfirle başedebileceklerdir. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.
Sonra yüce Allah, esirlerden fidye kabul ettikleri için onları azarlıyor. Çünkü henüz yeryüzünde kalıcı ve caydırıcı bir üstünlük sağlamamışlar, henüz düşmanlarının gücünü kırmamışlar, daha otoriteleri perçinlenmemiş, henüz devletleri sağlam temellere oturmamıştır. Bununla da değişik aşamalarda ve farklı durumlarda islâmın başvurduğu hareket metodu açığa kavuşmaktadır. Bu durum aynı zamanda, realite karşısında ve farklı aşamalarda islâmi hareket metodunun realistliğine ve esnekliğine işaret etmektedir. Ayrıca yüce Allah, ellerindeki esirlere karşı nasıl davranacaklarını, onlara nasıl imanı sevdireceklerini, kalplerinde imana karşı nasıl sempati uyandıracaklarını gösteriyor. Bu arada esirleri de bir daha ihanet etmeye çalışmaktan sakındırıyor. Bir sonuca ulaşamayacaklarını belirterek ümitlerini kırıyor. Çünkü kâfir olmak suretiyle ihanet ettiklerinde ilk defa onları bu şekilde alçaltan yüce Allah, şayet peygamberine ihanet edecek olurlarsa, ikinci bir defa da onları alçaltıp rezil edecektir.
Son olarak, müslüman kitlenin kendi içinde, islâmı kabul etmekle beraber islâm ülkesine katılmayan toplumlarla ve belli durumlarda kâfirlerle kuracağı ilişkilerde uygulayacağı insanlar arası ilişkilere ilişkin düzenli hükümler yeralıyor. Bu arada kâfirlerle kurulacak ilişkilerde uygulanacak genel prensip de belirleniyor. Bu hükümlerde islâm toplumunun tabiatı ve islâm hareket metodunun mahiyeti bütünüyle belirginleşiyor. Bu arada "hareket halindeki bir toplumun" varlığının islâmın varlığı için vazgeçilmez bir temel olduğu net bir şekilde ortaya çıkıyor. Çünkü islâmın iç ve dış münasebetlere ilişkin hükümleri bu hareketlilikten kaynaklanır. Aynı şekilde bu dinde inanç ve toplumsal yasaların müslüman kitlenin fiili varlığından ve hareketinden ayrı düşünülemeyeceği gerçeği de olanca netliğiyle ortaya çıkıyor.
Surenin geride kalan ayetlerini ayrıntılı biçimde ele almamız için bu kısa giriş yeterlidir.
Ele alacağımız dersin başlangıcı ile dokuzuncu cüz'ün sonunda yeralan geçen dersin sonları birbirine bağlı olarak sürüyor. Daha önce aşağıdaki ayette ilk defa ele alınan savaş hükümleri burada da ele alınıyor:
"Kâfirlere de ki; eğer saldırganlıklarından vazgeçerlerse geçmişteki suçları bağışlanır. Yok eğer eski tutumlarına dönerlerse, daha öncekiler için geçerli olan kurallar onlar için de işler."
"Fitnenin kökü kazınıp Allah'ın dini kesinlikle egemen oluncaya kadar onlarla savayız. Eğer yaptıklarından vazgeçerlerse, hiç şüphesiz Allah onların ne yaptıklarını görür."
"Eğer yüz çevirirlerse biliniz ki, Allah sizin dostunuz ve dayanağınızdır. O ne güzel bir dost ve dayanak, ne güzel bir yardım edicidir."
Daha sonra bu derste, savaşta müslümanların kazandıkları zafer sonucu elde ettikleri ganimetlere ilişkin hükümlerden söz ediliyor. Nitekim bu savaşın gayesi ve hedefi şu şekilde belirlenmişti:
"Fitnenin kökü kazınıp Allah'ın dini kesinlikle egemen oluncaya kadar."
Cihadın amacı bu açık ayette belirlenmiş, bunun Allah için, O'nun mesajına, dinine ve hayat sistemine özgü hedeflerin gerçekleşmesi uğruna yapıldığı böylece açığa kavuşmuş... Bu cihaddan elegeçen ganimetlerin mülkiyetine ilişkin olarak daha kesin söz söylenmiş, bunlar Allah ve peygamberine bırakılmış ve mü'minler niyetleri ve davranışlarıyla tamamen Allah adına hareket etmeleri için bunlardan soyutlanmış olmakla beraber... Evet bunlarla beraber Kur'an'ın ilahi hareket metodu, yaşanan realiteyi ona göre düzenlenmiş hükümlerle karşılıyordu. Ortada ganimetler vardı. Öte yandan bu ganimetleri elde eden savaşçılar... Bu savaşçılar Allah yolunda malları ve canlarıyla cihad ediyorlar. Onlar cihad çağrısına koşup özel bir harcamayla savaş gereçlerini tedarik ediyorlar. Aynı şekilde, harcayacak herhangi bir şey bulamayan mücahidlerin savaş gereçlerini de onlar temin ediyorlar. Bunları, cihadda gösterdikleri sabır, direnç ve verdikleri güzel sınavla elde ediyorlar. Aslında yüce Allah ganimetlerin mülkiyetini daha baştan kendisine ve peygamberine özgü kılmakla, onların gönüllerini ve ruhlarını bu ganimetlere ilişkin olarak herhangi bir şekilde üzülmekten kurtarmıştı. Böylece bu ganimetlerden paylarına düşen miktarı aldıklarında artık üzülmüyorlar. Çünkü onlar bunları kendilerine bahşedenin Allah ve peygamberi olduğunun bilincindedirler. Aynı zamanda ganimetlerden bahşedilen bu miktar, pratik ihtiyaçlarına ve insani duygularına cevap veriyordu. Surenin başında yeralan bu kesin açıklamadan sonra, artık ganimetlere üşüşmez, bunlar hakkında birbirleriyle çekişmezlerdi
Kuşkusuz bu, insanın tabiatını bilen yüce Allah'ın belirlediği metoddur. Yüce Allah onlara bu dengeli ve eksiksiz metodla muamele ediyordu. Bu metod, pratik ihtiyaçlara cevap verdiği gibi, insanın duygularına da cevap veriyor, bu ganimetler için vicdan ve toplumun bozulmasına da engel oluyordu.
Alıntı ile Cevapla