Tekil Mesaj gösterimi
Alt 21 Eylül 2008, 23:30   Mesaj No:17

Verda_Naz

Medineweb Sadık Üyesi
Verda_Naz - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Verda_Naz isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 176
Üyelik T.: 15 Eylül 2007
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Yaş:30
Mesaj: 612
Konular: 248
Beğenildi:11
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Standart Cvp: Fizilalil Kur'an Enfal Suresi Tefsiri

ŞEYTAN VE MÜŞRİKLER

Ayetlerin akışı sürerken şeytanın müşrikleri aldatmasını ve rezil olmalarını, hüsrana uğramalarını, yenilip dağılmalarıyla sonuçlanan savaşa çıkmaları için onları kışkırtmasını tasvir ediyor:
"Hani şeytan onlara yaptıkları işleri güzel göstererek kendilerine `Bugün sizi hiçbir insan grubu yenemez, ben sizin yanınızdayım" dedi. Fakat iki ordu birbirini görünce, birdenbire geri dönerek, "Benim sizinle hiçbir ilgim yok, ben sizin görmediğinizi görüyorum, ben Allah'dan korkarım, çünkü Allah'ın azabı ağırdır; dedi."
Bu ayet ve ayetin işaret ettiği olaya ilişkin olarak birçok rivayet vardır. Ne var ki, Malik'in "Muvatta" adlı eserinde rivayet ettiği hadisin dışında bunlar arasında Peygamberimizin bir sözüne rastlanmamaktadır. Malik diyor ki: Bize Ahmed b. Ferec anlattı; bize Abdulmelik b. Abdulaziz b. Macişûn anlattı, bize Malik, İbrahim b. Ebu Uble'den, o da Talha b. Ubeydullah b. Kureyz'den aktardı: Peygamberimiz -salât ve selâm üzerine olsun- şöyle buyurdu: Bedir gününün dışında, şeytanın, Arefe gününden daha küçük, daha hakir, daha perişan ve daha öfkeli olduğu hiçbir gün görülmemiştir. O gün, inen rahmeti ve günahların affolunduğuna ilişkin mesajı gördüğündendir bu. "Ya Resulallah, peki Bedir gününde ne gördü?" diye sordular. Peygamberimiz:
"Cebrail'in melekleri savaşa sevkettiğini gördü" buyurdular...
Bu hadisi rivayet edenler arasında yeralan Abdulmelik b. Abdulaziz b. Macişûn hadis rivayeti açısından zayıf birisidir. Dolayısıyla hadis mürseldir. (Yani Peygamberimizden sadece işitildiği bildirilmiştir.)
Diğer rivayetler ise; Ali b. Ebu Talha ve İbn-i Cüreyc yoluyla İbn-i Abbas'a -Allah ondan razı olsun- İbn-i İshak yoluyla Urve b. Zübeyr'e, Sa'd b. Cübeyr kanalıyla Katade'ye, Hasan'a ve Muhammed b. Ka'ba dayanır.
İbn-i Cerir et-Taberi'nin kaydettiği bu rivayetler bunlara örnektir: "Bana Müsenna anlattı. Ona Abdullah b. Salih, ona muaviye Ali b. Ebu Talha'dan İbn-i Abbas'ın şöyle dediğini anlattı: İblis, Bedir günü şeytanlardan oluşan bir ordunun başında sancağı ile birlikte Müdlecoğulları'ndan birinin varlığında geldi. Şeytan, Süraka b. Malik b. Cu'şam'in kılığındâydı. Şeytan müşriklere şöyle dedi: "Bugün sizi hiçbir insan grubu yenemez. Ben sizin yanınızdayım." İnsanlar savaş düzeni aldıklarında Peygamberimiz -salât ve selâm üzerine olsun- yerden bir avuç toprak aldı müşriklerin yüzüne serpti. Bunun üzerine müşrikler bozguna uğrayıp geri döndüler. Cübeyr İblis'e doğru saldırıya geçti.' O sırada İblis bir müşrikin elini tutuyordu. Cübeyr'i görünce adamın elini bıraktı ve adamlarıylâ birlikte geri dönüp kaçtı. Adam arkasından "Ya Süraka, hani bizimle beraber olduğunu iddia ediyordun?" diye bağırınca İblis "Ben sizin görmediğiniz şeyleri görüyorum. Ben Allah'dan korkarım, çünkü Allah'ın azabı ağırdır" dedi. O sırada şeytan melekleri görmüştü.
Bize İbn-i Humeyd, Seleme, İbn-i İshak'ın şöyle dediğini anlattı. Ona da Yezid b. Ruman, Urve b. Zubeyr'in şöyle dediğini anlattı: "Kureyş kabilesi durum değerlendirmesi yapmak üzere topladığı zaman Bekiroğulları ile aralarında geçeni -yani savaş halini- hatırladılar. Neredeyse geri döneceklerdi. Fakât o sırada Kenane kabilesinin ileri gelenlerinden olan Süraka b. Malik b. Cu'şam el-Müdleci'nin kılığında İblis çıkâ geldi ve şöyle dedi: "Kenaneoğulları'nın arkanızdan hoşlanmayacağınız bir .şey yapmayacaklarının garantisini veriyorum size, bunun üzerine 'büyük bir hızla savaşmak üzere ileri atıldılar."
Bize Bişr b. Muaz: Yezid'den, o da Said'e dayanarak "Hani şeytan onlara yaptıkları işleri güzel göstererek..."le başlayan "Allah'ın azabı ağırdır" cümle-siyle biten ayete ilişkin olarak Katade'nin şöyle dediğini anlattı: Bize İblis'in Cebrail'in meleklerle birlikte indiğini gördüğü ve Allah'ın düşmanı meleklere bir şey yapamayacağını anladığı ve bu yüzden "Ben sizin görmediğinizi görüyorum. Ben Allah'dan korkarım" dediği anlatıldı. Allah'a andolsun ki, Allah'ın düşmanı yalan söylemiştir. Çünkü o, Allàh'dan korkmaz. Fakat O, hiçbir gücü-nün, hiçbir etkinliğinin olmadığını gördü. Bu Allah'ın düşmanı, kendisine itaat edenlere, buyruklarını dinleyenlere her zaman böyle yapar.
Hakla batıl karşı karşıya geldiğinde, onları kaçınılmaz bir kötülüğün girdabına sokar, o zaman da onlardan uzaklaşıp gider.
Bu tefsirde takip ettiğimiz yöntem uyarınca, hakkında bir Kur'an ayeti ya da sahih olduğu tartışmasız, mütevatir bir hadis olmadığı sürece gaybın kapsamına giren bu tür konuları ayrıntılı biçimde açıklamaya kalkışmıyoruz. Çünkü gaybın kapsamına giren bu tür konular, böyle bir ayet ya da mütevatir bir hadis olmadığı sürece kabul edilmesi zorunlu olmayan itikadi konulardır. Fakat biz, -inkârcı ve itirazcı bir tavır da takınmıyoruz.
Bu olayda da Kur'an ayeti şeytanın müşriklerin yaptıklarını güzel gösterdiğini, onlarla beraber olduğunu, onlara yardımcı olduğunu ilan etmekle, onları savaşa teşvik ettiğini, iki grup karşı karşıya geldiklerinde, "Birden bire geri dönerek, `Benim sizinle hiçbir ilgim yok, ben sizin görmediğinizi görüyorum, ben Allah'dan korkarım, çünkü Allah'ın azabı ağırdır" diyerek onları yüzüstü koyup akıbetleriyle başbaşa bıraktığını, onlara verdiği sözü tutmadığını kesin bir şekilde ifade etmektedir.
Fakat biz şeytanın onların yaptıklarını güzel göstermesinin mahiyetini bilmiyoruz. Onlara nasıl "bugün sizi hiçbir insan grubu yenemez, ben sizin yanınızdayım" dediğini, bundan sonra ne şekilde geri döndüğünü, dönerken o sözleri nasıl söylediğini bilmiyoruz.
Kesin olarak bildiğimiz tek şey, şeytanla ilgili her şeyin gaybın kapsamına girdiğidir. Bu konuda açık bir ayet veya mütevatir bir hadis olmadığı sürece herhangi bir şey söyleme imkânına sahip değiliz. Buradaki ayet ise, olayı anlatmaktadır, ne şekilde meydana geldiğini değil.
Bundan başka bizim söyleyebileceğimiz bir şey yok, bizim ictihad yapma alanımız bu kadarla sınırlıdır. Bu yüzden biz Kur'an'ı tefsir ederken, buna benzer gayba ilişkin tüm olayları belirgin bir şekilde yorumlamak ve bu gayb alemlerinden maddi hareketi inkâr etmek yöntemine başvuran Şeyh Muhammed Abduh ekolünün bu yaklaşımını uygun görmüyoruz. Nitekim bu ekolden olan Reşit Rıza da bu yönteme başvurmaktadır.
"Hani şeytan onlara yaptıkları işleri güzel göstererek; "Bugün sizi hiçbir insan grubu yenemez, ben sizin yanınızdayım" dedi." Yani ey peygamber, mü'minlere şeytanın vesvese vermek suretiyle müşriklerin yaptıklarını güzel gösterdiğini anlat. İçlerine düşürdüğü vesveseyle onlara şunu telkin etmişti: "Bugün sizi hiçbir insan grubu yenemez. Ne Muhammed'in güçsüz taraftarları, ne de herhangi bir Arap kabilesi. En güçlü savaşçılar sizdedir. En kalabalık ordu sizindir. Siz herkesten daha cesursunuz. Bununla beraber ben -üstelik ben- sizin yanınızdayım. Beydavi tefsirinde şöyle der: Allah'a yakınlaşmak için bir aracı olarak algıladıkları için, şeytana uymaları onlara bir koruyucu unsur olarak vehmettirdi. Nitekim: `Allah'ım iki gruptan hangisi doğru yolda ise, hangisinin dini daha üstünse onlara yardım et" demişlerdi.
"Fakat iki ordu birbirini görünce birden bire geri döndü." Yani savaşan taraflar birbirlerine yaklaşınca, herbiri diğerini görüp durumunu anlayınca, onları savaşa teşvik edip, savaş ateşini kızıştırdıktan sonra geri döndü, yani arkasına dönüp kaçtı. Bu da ökçelerin gösterdiği yöndür. (Ayakların arka kısmı) Şeytan o tarafa doğru kaçmıştır. "İki ordunun birbirini görmesinden" maksat, karşı karşıya gelmeleridir diyen tefsirciler, yanılmışlardır. Maksat şudur: Şeytan onlara yaptıklarını güzel göstermekten ve onları savaşa teşvik etmekten vazgeçti. Bu söz, şeytanın vesvesesini benzetmek suretiyle somutlaştırmak için söylenmiştir. Bir şeyle karşılaşan ve onu olduğu gibi bırakıp geriye dönenin davranışına benzetilmiştir. Nitekim onlardan uzak olduğunu belirterek, onları kendi hallerine bırakması dà bunu kanıtlamaktadır: "Benim sizinle hiçbir ilgim yok, ben sizin göremediğinizi görüyorum, ben Allah'dan korkarım" dedi. Yani onlardan uzaklaştı ve onların başına geleceklerden korktu. Yüce Allah'ın müslümanlara melekleri yardımcı olarak gönderdiğini görünce müşriklerin durumuna üzüldü. "Allah'ın azabı ağırdır." Bu, şeytanın sözü de olabilir, ayrı bir cümle de olabilir... "Ben diyorum ki, bunun anlamı şudur: Şeytanın pis askerleri müşriklerin arasına girmiş, pis ruhlarına karışıp vesvese veriyorlardı. Onları kandırıyor, üstünlük kompleksine sokuyorlardı. Nitekim melekler de mü'minler arasına dağılmış, tertemiz ruhlarına karışıp kalplerini sağlamlaştırarak, Allah'ın va'dine ve yardımına güvenmelerini sağlayacak şeyler ilham ediyorlardı."
Meleklerin yaptıklarını sadece mü'minlerin ruhlarına karışmak şeklinde tefsir etmeye olan bu. açık eğilim, bir diğer yerde de aynı yazarı meleklerin Bedir gününde hiçbir şekilde savaşmadıkları sonucuna götürmüştür. Oysa yüce Allah Bedir savaşına katılan meleklere hitaben şöyle buyurmaktadır: "Vurun boyunlarını, indirin darbelerinizi parmaklarına...." Aynı şekilde şeytanın yaptığını sırf müşriklerin ruhlarına karışmak şeklinde tefsir etmek de bu ekolün başvurduğu bir yöntemdir. Şeyh Muhammed Abduh'un Amme cüz'ü tefsirinde "Ebabil kuşlarını" çiçek mikrobu olarak tefsir etmesi de buna örnektir. Bütün bu çabalar, gayba ilişkin nassları yorumlamada aşırıya kaçmanın belirtisidir. Oysa bu tür- bir yoruma gerek de yoktur. Çünkü sözlerin açık anlamını engelleyen herhangi bir şey sözkonusu değildir. Yapılacak tek şey açık bir işaret olmadığı sürece ayrıntıya girmeden nassların ifade ettikleriyle yetinmektir... İşte bizim bu tür konularda başvurduğumuz yöntem budur.
Şeytan, yurtlarından çalım satarak, insanlara gösteriş yaparak ve insanları Allah yolundan alıkoyarak çıkan müşrikleri kandırırken, onları savaşa çıkmaya teşvik ederken, sonra da onları akıbetleriyle başbaşa bırakırken, münafıklar ve kalplerinde hastalık bulunanlar da mü'min kitle hakkında çeşitli söylentiler çıkarıyorlardı. Müslümanların kalabalık müşrik ordusu ile karşılaşmaya çıktıklarını görüyorlardı. Sayılarının az, hazırlıklarının da yetersiz olduğunu görüyorlardı. Bu yüzden onlara göre (kalpleri sarsıldığı ve yanıltıcı dış görünüşe baktıkları için) mü'minler, dinlerinin kendilerine yardımcı olacağına ve kendilerine güç vereceğine kanarak kendilerini büyük bir tehlikeye atıyorlardı:
"Hani münafıklar ile kalplerinde hastalık bulunanlar "Bu müslümanları dinleri şımartıp yanılgıya düşürdü" dediler."
Münafıklar ve kalplerinde hastalık bulunanların Mekke'deyken islâma eğilim gösterdikleri; buna rağmen inançları düzelmemiş, kalpleri mutmain olmamış kimseler oldukları söylenmiştir. Müşrik savaşçılarla birlikte çekimser bir tutumla savaşa çıkmışlardı. İşte bunlar, müşrik çoğunluk karşısında müslüman azınlığı görünce bu sözleri söylemişlerdi.
Münafıklar ve kalplerinde hastalık bulunanlar zafer ve yenilginin gerçek sebeplerini kavrayâmıyorlar. Bakışları onları olayların derinliklerine yöneltmeksizin sadece dış görünüşü görebiliyorlar. İnancın, Allah'a güvenmenin ve O'na dayanmanın derinliklerinde gizli bulunan gücün farkında değildirler. Mü'minlerin, Allah'a inanmayan tüm güçleri, tüm toplulukları küçümsemeleri kendilerine büyük bir güç bahşediyor. İşte münafıklar bunu anlamıyorlar. Bu yüzden o gün müslümanların kendi konumlarına kandıklarını, dinlerinin onları şımarttığını, bu yüzden kalabalık müşrik ordusuna karşı çıkmakla kendilerini büyük bir tehlikeye sürüklediklerini sanıyorlardı.
Maddi olgunun görünüşü, mü'min gönüller ve imandan yoksun gönüller açısından bir farklılık göstermez. Farklılık, gözle görülen maddi olguyu algılama ve değerlendirmede ortaya çıkar. İmandan yoksun gönüller, bu olguyu görür, ama bunun ötesinde herhangi bir şey görmez. Mü'min gönüller ise, gözle görülen olayın arkasındaki gerçek "olgu"yu da görürler. İşte bu realite tüm güçleri kapsamaktadır. Mü'min, bu bakışı sayesinde güçleri gerçek anlamda değerlendirebilmektedir.
"Kim Allah'a dayanırsa bilsin ki, Allah üstün iradeli ve hikmet sahibidir."
Mü'min gönüllerin kavradığı ve bu sayede huzura kavuştukları, kendilerine güven duydukları, boş gönüllerin ise farkında olmadıkları ve hesaba katmadıkları gerçek budur işte. Terazinin kefesinde ağır basan, sonucu belirleyen, her zaman ve her yerde son aşamada sorunu çözümleyen bu gerçektir.
Bedir günü müslüman kitle için münafıkların ve kalplerinde hastalık bulunanların, "Bu müslümanları dinleri şımartıp yanılgıya düşürdü" şeklinde dile getirdikleri bu söz, tağutun azgın ordularına karşı koyarken, belli başlı hazırlığı bu dinden ibaret olan müslüman kitleyi gördüklerinde her zaman ve her yerdeki münafıkların kullandığı bir sözdür. Evet müslümanların sahip oldukları en büyük güç, bu aksiyoner ve itici inançtır. Allah'ın ilahlığına ve O'nun yasaklarına gösterdikleri büyük özendir. Allah'a güvenmeleri ve O'nun dostlarına yardım edeceğinden emin olmalarıdır.
Münafıklar ve kalplerinde hastalık bulunanlar canlarını kurtarmak için kenara çekilirken, müslüman kitle tağutun azgın ordusuna saldırıyor. Münafıklar ve kalplerinde hastalık bulunanlar, göz göre göre gelen tehlikeye karşı koyan ve tehlikeyi küçümseyen müslüman kitleye içten içe alay ediyorlar. Sonra müslüman kitlenin görülen tehlikeyi bertaraf edişini, göz göre göre gelen tehlikeyi savuşturmasını görünce de dehşete kapılıyorlar. Onlar -kendi deyimleriyle- göz göre göre ölüme gidişin, kendini bilerek tehlikeye atışın gerekçesini bilmiyorlar. Onlar -aralarında din ve inanç da olmak üzere- hayatın tümünü alışveriş pazarındaki bir meta olarak biliyorlar. Kârlı görünüyorsa hemen koşarlar buna. İşin ucunda tehlike varsa, o zaman kenara çekilmek, kendini garantiye almak,daha iyidir. Onlar bir mü'minin önsezisiyle bakmıyor olaylara. Sonuçları da iman terazisiyle tartmıyorlar. Kuşkusuz bu atılganlık, bu fedakârlık mü'mine göre her zaman kârlı bir alışveriştir. Çünkü sonuçta bu iki güzellikten birini elde edecektir; ya zafer ve üstünlük ya da şehitlik ve cennet... Sonra mü'mine göre güçlerin gerçek mahiyeti farklıdır. Onun yanında Allah vardır... İşte münafıklar ve kalplerinde hastalık bulunanlar bunu hesaba katmıyorlar.
Her zaman ve her yerdeki müslüman kitle, olayları iman ve inanç terazisiyle tartmaya, mü'min önsezisi ve kalbiyle algılamaya, Allah'ın nuru ve yol göstericiliğiyle bakmaya, tağutun maddi gücünü büyütmemeye, yüce Allah kendisiyle beraber olduğuna göre kendi gücünü küçümsememeye ve yüce Allah'ın mü'minlere yönelik şu direktifini her zaman aklında bulundurmaya çağrılmaktadır:
"Kim Allah'a dayanırsa bilsin ki, Allah üstün iradeli ve hikmet sahibidir."
Hiç kuşku yok ki, ulu Allah doğru söylüyor.
Alıntı ile Cevapla