Tekil Mesaj gösterimi
Alt 23 Eylül 2008, 00:25   Mesaj No:24

Verda_Naz

Medineweb Sadık Üyesi
Verda_Naz - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Verda_Naz isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 176
Üyelik T.: 15 Eylül 2007
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Yaş:30
Mesaj: 612
Konular: 248
Beğenildi:11
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Standart Cvp: Fizilalil Kur'an Tevbe Suresi Tefsiri

İKİ ZİHNİYETİN TASVİRİ

Surenin akışı devam ediyor. O tip insanlardan ve onların uydurma ve düzmece mazeretlerinden örnekler sunuyor. Ayrıca onların Peygamberimize -salât ve selâm üzerine olsun- ve müslümanlara karşı içlerinde gizledikleri planları açığa çıkarıyor:



49- Onlardan bazıları, "Bana savaşa katılmama izni ver de beni fitneye düşürme" derler. Haberiniz olsun ki, onlar fitnenin içine düşmüşlerdir ve cehennem kâfirleri kuşatacaktır.


50- Eğer karşına bir iyilik çıkarsa fenalarına gider. Eğer başına bir musibet gelirse, "Biz savaşa katılmayarak önceden tedbirimizi aldık " diyerek sevinç içinde dönüp giderler.


51- Onlara de ki; "Başımıza gelenler, sadece Allah'ın alnımıza yazdıklarıdır. Bizim mevlamız, sahibimiz O'dur. Mü'minler sadece Allah'a dayansınlar.


52- De ki; "Bizim için beklediğiniz sonuç iki iyiden, yani zaferden veya şehit düşmekten biri değil mi? Biz ise Allah'ın sizi ya doğrudan doğruya kendi tarafından ya da bizim elimizle azaba uğratmasını bekliyoruz. Bekleyiniz bakalım, biz de sizinle birlikte bekliyoruz. "

Muhammed İbn-i İshak, Zühri'den, Yezid İbn-i Ruman'dan, Abdullah İbn-i Ebu Bekir'den ve Asım İbn-i Katade'den rivayet ederek onların şöyle dediklerini ifade etmektedir:
Peygamberimiz -salât ve selâm üzerine olsun- Tebük savaşının hazırlığını yaptığı bir sırada, Beni Seleme'nin kardeşi Cedd İbn-i Kays'a, "Ey Cedd, sen Asfaroğulları (yani Bizanslılarla) ile savaşabilir misin"? diye sordu.
Cedd şu cevabı verdi:
"Ey Allah'ın elçisi, bana izin versen ve beni fitneye düşürmesen olmaz mı? Allah'a yemin ederim ki, bizim eller benden daha çok kadına düşkün bir adam tanımamıştır. Ben Rumlar'ın dilberlerini gördüğümde, kendimi tutamamaktan korkuyorum."
Peygamberimiz -salât ve selâm üzerine olsun- yüzünü çevirdi ve "Sana izin verdim" buyurdu. İşte bu ayet Cedd İbn-i Kays hakkında inmiştir. Münafıklar işte bu tür bahaneleri mazeret olarak ileri sürüyorlardı. Onların bu mazeretleri şu şekilde reddedildi:
"Haberiniz olsun ki, onlar fitnenin içine düşmüşlerdir ve cehennem kâfirleri kuşatacaktır."
Bu ifade bir sahneyi tasvir ediyor. Buna göre sanki fitne kızgın bir ateştir. Fitneye düşenler oraya yuvarlanmakta, ardından cehennem de onları çepeçevre kuşatmakta, bütün çıkış yerlerini ve pencerelerini kapatmakta ve hiç kimse artık oradan kurtulamamaktadır. Bu, onların bütünü ile günaha dalmalarına ve onun kaçınılmaz cezasını beklemelerine işaret eden bir kinayedir. Yalanın, savaştan geri kalışın ve bu seviyesiz mazeretlere yapışacak kadar düşüşlerinin, alçalışlarının cezasını somutlaştıran bir kinaye... Dış görünüş itibariyle, ne kadar islâm oldukları imajını vermeye çalışsalar da, münafıklık (ikiyüzlülük) yaptıkları için onların kâfir oldukları bu ayette belirtilmektedir.
"Eğer karşına bir iyilik çıkarsa fenalarına gider."
Onlar müslümanların başına gelen bir felâkete, bir sıkıntıya seviniyorlar:
"Eğer başına bir musibet gelirse, `Biz savaşa katılmayarak önceden tedbirimizi aldık' derler."
Biz müslümanlarla birlikte kötü bir duruma düşmemek için daha önceden önlemimizi aldık. Ve savaştan, çatışmadan geri kaldık!
"Sevinç içinde dönüp giderler."
Kendileri kurtuldukları için... Ve müslümanların başına musibet geldiği için.
Çünkü onlar işlerin, olayların dış görünüşlerini esas alırlar. Ne olursa olsun onlar belayı, musibeti kötü olarak değerlendiriyorlar. Savaştan geri kalmak ve evlerinde oturmakla kendilerine iyilik yaptıklarını sanıyorlar. Halbuki onların kalpleri, Allah'a teslim oluştan ve O'nun belirlediği kadere razı olmaktan ve bu kaderin iyiliğe vesile olacağına inanmaktan tamamen boşalmış bulunmaktadır. Doğru dürüst bir müslüman ise, vargücü ile çalışır, ileriye atılır ve hiç de korkuya kapılmaz. Karşılaşacağı iyiliğin ve kötülüğün Allah'ın iradesine bağlı olduğuna ve yüce Allah'ın kendisinin yardımcısı ve destekçisi olduğuna inanır.
"Onlara de ki; "Başımıza gelenler, sadece Allah'ın alnımıza yazdıklarıdır. Bizim mevlamız, sahibimiz O'dur. Mü'minler sadece Allah'a dayansınlar..."
Zaten yüce Allah mü'minler için zaferi yazmış ve eninde sonunda bu zafere kavuşacaklarına söz vermiş bulunmaktadır. Ne kadar zorluklarla karşılaşsalar, ne kadar sınavlardan geçirilseler yine de bunların hepsi vadedilen zafer için bir hazırlıktan öteye geçmez. Böylece mü'minler, bir süzgeçten geçirildikten sonra ve bir belgeye dayanarak Allah'ın yasasının gerektirdiği vasıtalara başvurarak, ucuz değil, değerli-üstün bir zafere kavuşacaklardır. Her çeşit fedakârlığa göğüs geren ve bütün belalara, sınavlara hazırlıklı bulunan aziz ruhların (canların) kendilerini koruduğu bir izzete kavuşacaklardır. Asıl zaferi veren ve destekleyen yüce Allah'tır:
"Mü'minler sadece Allah'a dayansınlar."
Allah'ın takdirine inanmak ve Allah'a tam anlamı ile güvenmek, imkânların elverdiği ölçüde hazırlık yapmaya aykırı düşmez. Böyle bir hazırlık yapmak Allah'ın apaçık emridir:
"Onlara karşı gücünüzün yettiğince kuvvet hazırlayın." (Enfal Suresi, 60)
Allah'ın emrini uygulamayan, sebeplere yapışmayan, Allah'ın hiç kimseyi kayırmayan ve hiç kimsenin hatırını saymayan yürürlükteki yasasını kavramayan insan, gerçek anlamda Allah'a güvenmiş ve Allah'a dayanmış olmaz.
Ayrıca mü'minin bütün yaptıkları hayırdır, iyiliktir. İster zafere kavuşsun, ister şehitliğe, farketmez. Kâfire gelince, onun her işi kötüdür. İster doğrudan Allah'ın azabına çarpılsın, isterse mü'minlerin elleriyle cezalandırılsın, farketmez:
"De ki; "Bizim için beklediğiniz sonuç iki iyiden, yani zaferden veya şehit düşmekten biri değil mi? Biz ise Allah'ın sizi ya doğrudan doğruya kendi tarafından ya da bizim elimizle azaba uğratmasını bekliyoruz. Bekleyiniz bakalım, biz de sizinle birlikte bekliyoruz."
Münafıklar, mü'minlerin başına nasıl bir musibet gelmesini bekliyorlar? Onların akıbetleri herhalde iyilik ve güzelliktir. Ya Allah'ın sözünü hükmünü yüceltip egemen kılarak zafere ulaşırlar. Bu, onların yeryüzünde elde edecekleri mükâfattır. Veya Hakk yolunda şehitliğe erişirler. Bu da, Allah katındaki derecelerin en büyüğüdür. Peki mü'minler, münafıklar için nasıl bir akıbeti bekliyorlar? Onları bekleyen ya Allah'ın kendilerinden önceki yalanlayıcıları yakaladığı gibi kendilerini de kıskıvrak yakalayacak olan azabıdır ya da daha önce müşriklerin başına geldiği gibi mü'minlerin elleriyle cezalandırılmalarıdır...
"Bekleyiniz bakalım, biz de sizinle birlikte bekliyoruz."
Sonuç bellidir... Neticede zafer müminlerindir.

ÖZDEN YOKSUN GÖRÜNTÜ

Savaşa gitmemek için mazeret ileri süren, savaştan geri kalan ve mü'minlerin bir açığını yakalamak için pusuda bekleyenlerin bazıları, cihada gitmemek için mazeret beyan ederken, malı yönden yardım yapmak istediklerini söylüyorlardı. Böylece her yerde ve her zamanda, münafıkların yöntemini kullanarak sopayı ortadan tutmak istiyorlardı. Yüce Allah onların bu sahte tekliflerini reddetti. Peygamberine, "Onların yapacakları harcamaların Allah'ın katında kabul edilmeyeceğini, çünkü bu harcamaları ile sadece gösteriş yaptıklarını ve korkudan böyle bir teklif getirdiklerini, imanlarını ve güvenlerini esas alarak infakta bulunmadıklarını açıklamayı" emretti. Gerçek durumları bu olduğuna göre, isterse onlar infaklarını müslümanları kandırmak için bir kalkan olarak gönül rızası ile vermiş olsunlar, isterse durumlarının ortaya çıkmasından korktukları için istemeyerek vermiş olsunlar, farketmez. Bu yoldaki harcamaları, her iki halde de reddedilmiş bulunmaktadır. Onların bu yardımları kendilerine bir sevap getirmeyecek ve Allah katında hesaba katılmayacaktır:



53- Onlara de ki, "İster gönüllü, ister gönülsüz olarak sadaka veriniz, verdiğiniz sadakalar kabul edilmeyecektir, sizler yoldan çıkmışlar güruhusunuz.


54- Verdikleri sadakaların kabul edilmesini engelleyen tek sebep şudur; Onlar Allah'a ve Peygamber'e inanmadılar, namaza ancak uyuşuk uyuşuk dururlar ve verdikleri sadakaları istemeyerek verirler.

Bu, münafıkların her zamanki halidir. Korku ile her iki tarafı idare etmek. Gerçekten sapmış bir kalp ve sağduyusunu yitirmiş bir vicdan. Özden yoksun bir dış görünüş. Vicdanın gizlediğinin tersine bir görünüm.
Kur'an'ın hassas ifadesi bu halı tasvir ediyor:
"Namaza ancak uyuşuk uyuşuk dururlar."
Onlar namaza ancak görünmek için gelirler. Gerçekten namaz kılmak için değil. Ayrıca gerçek anlamda ve dosdoğru bir biçimde onu kılmazlar. Ona uyuşuk uyuşuk gelirler. Çünkü onları namaza gelmeye iten sebep, vicdanlarının derinliklerinden gelmez. Onlar namazı baştan savmak için kılıyorlar. Ve onlar namazla eğlendiklerinin de bilincindedirler! Yaptıkları yardımları da, harcamaları da, bu şekilde istemeyerek ve içlerinden gelmeyerek yapıyorlar.
Pek tabii olarak, yüce Allah bir inanç temeline dayanmayan ve harekete iten bir bilinçle birlikte olmayan bu dış görünüşe dayalı hareketleri kabul edecek değildir. İnsanı harekete geçiren etken, amelin özü ve niyet olmalıdır. İşte en sağlam kriter budur.
Halbuki istemeye istemeye ekonomik destek sağlayanlar, servet sahibi ve evlad sahibi bulunuyorlardı. Kendi çevrelerinde önemli bir etkinlikleri ve saygınlıkları vardı. Fakat bunların hiçbiri Allah katında bir değer taşımıyordu. Aynı şekilde bunlar, peygamberin ve mü'minlerin yanında da fazla bir değer taşımamaları gerekiyordu. Bunlar, afiyetle yararlanmaları için Allah'ın kendilerine bağışladığı nimetler değildi. Bunlar ancak bir sınav aracıydı. Allah bunları onlara veriyor, sonra da bunların yüzünden kendilerini cezalandırıyordu.

56- Onlar sizden olduklarına dair Allah adına yemin ederler, oysa sizden değildirler, fakat ödlek bir güruhturlar.


57- Eğer bir sığınak, bir mağara ya da geçilecek bir yeraltı deliği bulsalar, dolu dizgin buralara koşarlardı.

Onlar korkaktırlar... Kur'an'ın ifadesi bu korkaklığın bir manzarasını çizmekte ve onu hareket içinde canlandırmaktadır. İçlerindeki ve kalplerindeki bu hareket; bedenin hareketini ve gözler önündeki hareketi ortaya çıkartmaktadır:
"Eğer onlar bir sığınak, bir mağara ya da geçilecek bir yeraltı deliği bulsalar, doludizgin buralara koşarlardı."
Onlar sürekli olarak içinde gizlenecekleri ve güvene kavuşacakları bir yer arıyorlar. Bir kale, bir mağara, bir kaçacak delik arıyorlardı. Çünkü onlar ürkütülmüşler, yerlerinden kovalanma korkusuna kapılmışlardır. İçten gelen ürkeklikleri ve ruhlarına işleyen ödleklikleri onları kovalıyor. Bu nedenle onlar:
"Onlar sizden olduklarına dair Allah adına yemin ederler."
Pekiştirme edatlarının hepsini kullanarak yemin ederler ki, içlerindeki planlarını gizlesinler, niyetlerinin meydana çıkmasından sakınsınlar, kendi canlarını güven altına alsınlar... Bu ise ödlekliğin, korkunun, kaypaklığın ve ikiyüzlülüğün en çirkin şeklidir. Kur'an'ın hayret verici üslubundan başka bir ifade şekli, onu anlatamaz. Kur'an'ın anlatım üslubu, derin etki sahibi, mesaj verici edebi tasvir metodunu kullanarak insanın iç alemini duyu organlarıyla algılanabilecek biçimde somutlaştırarak anlatır.
Alıntı ile Cevapla