Tekil Mesaj gösterimi
Alt 28 Şubat 2015, 15:20   Mesaj No:14

Medineweb

Medineweb Emekdarı
Medineweb - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Medineweb isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 13301
Üyelik T.: 04 Şubat 2011
Arkadaşları:6
Cinsiyet:erkek
Yaş:37
Mesaj: 4.833
Konular: 926
Beğenildi:339
Beğendi:0
Takdirleri:62
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: İNUZEM felsefe tarihi özetleri (tüm haftalar)

KARŞILAŞTIRMA
Aristo'nun da realiteyi basamaklandırdığını biliyoruz. Aristo da ilk maddeden Allah'a kadar yükselen bir basamaklar dizisi kurmuştu. Aristo'nun basamaklar dizisi Plotinos'tan bir noktada ayrılır. Aristo'ya göre evren, sürekli bir gelişim içindedir. Bu gelişimin son amacı Allah'a ulaşmaktır. Bunun içindir ki Aristo'ya göre realite, “Allah'a doğru giden sürekli bir gelişimin ifadesidir”. Her varlık basamağı, bu gelişim olayında, Allah'a yaklaştıran bir basamaktır. Plotinos'a göre evren, “Allah'tan yayılıp gelişir”. Oysa Aristo gelişimin aşağıdan yukarıya doğru olduğunu var sayar.

Farklılık:
1. Plotinos, evrenin gelişimi konusundaki bu görüşüyle, tikel varlıklardan (cisimler evreninden) etkilenme olanağını kaldırmış, tüm realiteyi Allah'a dönüştürmüştür.
2. Plotinos sisteminde dinsel bir yapı söz konusudur. Oysa Aristo felsefesinde tikel nedenler benimsenmiştir. Acaba insan, varlığın bu çeşitli basamaklarını nasıl "bilir". İnsan, cisimler evrenini duyum ve algılarla; ruh alanını doğrudan doğruya ruhunu vc kendini algılamakla; ideler evrenini ise bu evrene akıl gözüyle bakarak tanır. Plotinos'a göre İnsanın Allah'ı bilmesi için mistik bilgisinden yararlanması gerekir. İnsanın yaşamında Allah'ı doğrudan doğruya duyup bildiği anlar vardır. Bu noktada Yeni Eflâtunculuk tümden mistik bir yol izlemiştir.
ORTA ÇAĞ FELSEFESİ

Ortaçağ felsefesi denilince daha çok Ortaçağ Katolik teolojisinden hareket eden felsefe akla gelmelidir. Orta Çağ medeniyeti İlkçağdan intikal ettirilmiş bir medeniyettir. Bu nedenle onu ilkçağ felsefesinden ayıramayız. Orta Çağ felsefesi ise felsefeyi hemen işin başında dinin hizmetine koymuştur. Merkezde kilisenin düşüncesi vardır.
Ortaçağ felsefesinin temel kavramı Tanrı’dır. Üretilen bütün düşünceler ise bu kavramla ilişkilidir. Ortaçağ felsefesinin buna bağlı olarak önemli bir özelliği de dini otoritelerin ortaya koyduğu düşünceler aşılamayacağına veya değiştirilemeyeceği, felsefenin görevinin bu düşünceleri aktarması anlayışıdır ki buna Skolâstik felsefe denmektedir. Bu felsefeyi oluşturanlar, din adamları olduğu için de aynı zamanda Patristik felsefe olarak da isimlendirilmiştir. 11. yüzyıldan itibaren Skolastik felsefe üzerinde İslam filozoflarının etkili olduklarını da belirtmek gerekmektedir.
Ortaçağ felsefesinin beslendiği kaynak, büyük ölçüde İlkçağ düşüncesi, özellikle de Aristoteles ve Platon‟dur. Hıristiyanlıkta asli günah anlayışı bulunmaktadır. Bu günahtan arınmak için vaftiz yoluyla başlayan ve ahiretteki mutluluğu hedefleyen bir din anlayışı geliştirilmiştir. Ortaçağ felsefesinde varlık, evren, Tanrı ve insan üzerine yapılan bütün felsefeler, bu inanç yapısından etkilenmiştir.

ORTAÇAĞ DÜŞÜNÜRLERİ

Augustinus (354-430):
Augustinus Hıristiyanlık inanç esaslarının belirlenmesi ve kurumsallaşmasında önemli bir rol oynamıştır. İnsanın Tanrı’nın içinde, hakikat olan Tanrı’nın da insanın ruhunda olduğunu savunan Augustinus’a göre felsefe ise insanın bunu anlayabilmesi için kendini tanıma çabasıdır. Bunun için de “anlamak için inanıyorum” düşüncesini hareket noktası olarak kabul etmiştir. Augustinus Platon ve Plotinus’un felsefi sistem ve kavramlarını kullanarak dini temellendirmeye çalışmıştır. Burada aklın ve felsefenin görevi, Tanrısal olanın, vahyin temellendirilmesi ve açıklanmasıdır.
İnsan kötülük yapabilen bir varlıktır. İnsanı kurtaracak olan, yalnızca Tanrı‟nın lütfudur. Ancak Tanrı, yalnızca seçtiklerini kurtuluşa erdirir. Augustinus’a kötülük probleminin çözümünde “Yeni-Platonculuk felsefesinden yararlanmıştır.
Augustinus‟un Hıristiyanlıkla ilgili önemli düşüncelerinden biri ise üçleme (teslis inancı) ile ilgilidir. O, üçlemeyi savunmuştur. Üçlemeye, “politeizm diyerek, Hıristiyanlığın çok tanrıcı bir din olduğu” görüşünde olanlara karşı çıkmış ve bir olan insanda akıl, irade ve duygunun olması nasıl insanı birlikten çıkarmıyorsa, “üç Tanrı inancının da çoktanrıcılık anlamına gelmeyeceğini” ileri sürmüştür.

Aziz Anselmus (1033-1109)
Anselmus, Tanrı‟nın varlığının delillendirilmesinde ontolojik delili geliştirmiştir. Anacak bu bilgisine rağmen üçlemede ısrarcı olmuş ve bu anlamda büyük bir sorumluluğa imza atmıştır. Tanrı kavramından hareket ederek, Tanrının varlığının delillendirildiği kanıttır. Bu delile göre, Tanrı, kendisinden daha mükemmel bir varlık olmayan, böyle bir varlığın düşünülmesi bile söz konusu olamayacak bir yetkin varlıktır. Her insanda böyle yetkin bir varlık düşüncesi bulunmaktadır.
Anselmus, ilk günah konusunda Augustinus’la aynı kanaati paylaşarak, ilk günahın ilk insandan bu yana sürüp geldiğini kabul etmektedir. Tanrı, insanı ilk günahtan kurtarmak istemiş bunun için ise, insan şeklindeki Tanrı olan İsa çarmıha gerilmiştir.

Thomas Aquinas / Aquinalı Thomas (1225-1274)
Skolâstik Çağ’ın en büyük düşünürüdür. Thomas Aristotelesçiliği ve Hıristiyanlığı sentezlemiştir.
Aziz Thomas’a göre ise vahiy ile akıl ve dolayısıyla da deney birbirlerinden ayrı bilgi kaynaklarıdır. Her ikisi de bize farklı şeyler öğretirler. Onun için “inanma” ve “bilme” alanları birbirleriyle tam anlamıyla örtüşemezler. Bilgi, inanç tapınağının sadece giriş kısmını aydınlatır. Tapınağın asıl iç kısmını aydınlatan, vahiydir.
Sonuç: Augustinizme, dolayısıyla da Plâtonizm’e dayanan skolâstiğin ilk döneminin biricik konusu; Tanrı ve Tanrı’nın ruh ile dünyaya olan ilişkisi idi.
Bu iş için “teslis” ve “cisimleşme” gibi konular üzerinde duruluyordu. Bu nedenle Platon’un kavram realizmine dayanmak gerekmekteydi. Thomas’la birlikte Aristotalizme dayanan skolastiğin yükselme döneminde ise Hıristiyan anlayışına uygun bir dünya ve doğa tablosu kurmak amaçlanıyordu. Tanrı’ya hizmet esastı, ancak Tanrı’nın özünü sadece vahiy açıklayabilirdi. Skolastiğin son döneminde ise, akıl / felsefe ile vahyin birbirinden tamamen ayrılmalarına kadar varılmıştır.

Ockham’lı William (1300-1349):
Skolastik felsefenin son döneminin en büyük ve en tipik düşünürü Ockham’lı William’ dır. William tam anlamıyla bir nominalisttir.
Nominalizm, “tümellerin gerçekliklerini reddeden ve onların sadece birer addan ibaret olduğunu kabul ederek tek tek nesnelerin gerçekliğini kabul eden anlayışa” William tarafından verilen isimdir. Ona göre tümel, birbirine benzeyen şeylere verdiğimiz “genel adlar” olduğu için tümellerin gerçekliği olamaz. O. William, tüm varlıklardaki bireylerin, tek nesnelerin gerçekliğini kabul ederek bilgi anlayışını da bu temel üzerine kurmuş ve bilginin kaynağının deney olduğunu kabul etmiştir.
Ockhamlı William da Aziz Thomas gibi inanç ile bilgi arasındaki ayrılığı kabul etmekte, hatta William bu konuda daha katı bir tutum göstermektedir. Çünkü O. William‟a göre hakikat, çift yönlüdür. Bilgi hakikatlerine deneyle, ilahi hakikatlere ise imanla ulaşabiliriz.
Bu anlayışla bilgi, bilim ve felsefe artık kilisenin hizmetinden çıkarılmış durumdadır
Alıntı ile Cevapla