Tekil Mesaj gösterimi
Alt 27 Eylül 2008, 21:16   Mesaj No:16

Verda_Naz

Medineweb Sadık Üyesi
Verda_Naz - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Verda_Naz isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 176
Üyelik T.: 15 Eylül 2007
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Yaş:30
Mesaj: 612
Konular: 248
Beğenildi:11
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Standart Cvp: Fizilalil Kur'an Yunus Suresi Tefsiri

AYETLER-MUCİZELER

Surenin akışı içinde Hz. Nuh'tan sonraki peygamberlere kısa ve özet olarak değiniliyor. Onların, insanlara getirdikleri belgeleri, mesajları ve harikaları, ilahi mesajı yalanlayıcı sapıkların nasıl karşıladıklarına işaret ediliyor:



74- Sonra Nuh'un ardından birçok peygamberi soydaşlarına gönderdik. Peygamberler soydaşlarına açık mesajlar getirdiler. Fakat soydaşları daha önce yalanladıkları gerçeklere inanmaya yanaşmadılar. Biz de, ölçüyü aşanların kalplerini böyle mühürleriz.

Bu peygamberler kendi milletlerine mucizeler getirdiler. Ayeti kerime diyor ki:
"Fakat soydaşları daha önce yalanladıkları gerçeklere inanmaya yanaşmadılar."
Burada, "onlar, kendilerine mucizeler geldikten sonra da, tıpkı bu mucizeler gelmezden önce olduğu gibi, yalanlamalarına devam ettiler, mucizeler onları bu inatlarından vazgeçirmedi" anlamı çıkarılabilir. Bunun yanında aynı ifade, "Peygamberlerin mesajlarını yalanlayanlar, kuşakları farklı da olsa, bir topluluktu. Çünkü onların karakteri birdi. Bu nedenle onların, daha öncekilerin yalanladıklarına veya kendilerinin bu önceki nesillerin şahıslarında yalanladıklarına iman etmeleri mümkün değildi. Bunlar da onlardandı. Karakterleri birdi. Mucizelere karşı tavırları ve tutumları birdi. Kalplerini bu mucizelere açmıyorlardı. Akılları ile onları düşünüp değerlendirmiyorlardı. Ayrıca onlar doğru yol üzerinde yürümek için zorunlu olan doğru istikamet ve itidalin sınırlarını aşmış azgın ve saldırgan kimselerdi. Çünkü yüce Allah'ın, kendisi ile düşünmeleri ve gerçeği araştırıp görmeleri için vermiş olduğu kavrayış yeteneklerini kullanmıyorlardır. İşte buna benzer olumsuz tavırları kalplerinin kararmasına, kapanmasına ve giriş-çıkışlarının tıkanmasına neden oluyordu" anlamına gelebilir:
"Biz ölçüyü aşanların kalplerini böyle mühürleriz."
Allah'ın ezeli olan yasasına uygun olarak sahibi tarafından kapatılan kalbe yüce Allah mühür vurur. Onu dondurur ve taşlaştırır. Artık o hiçbir mesajı algılayamaz ve kabullenemez... Doğal olarak bu işlem, yüce Allah'ın baştan bu kalplerin doğru yola ulaşmalarını engellemek istediği anlamına gelmez. Bu Allah'ın bir yasasıdır. Şartlarının gerçekleştiği her yerde yürürlüğe girer.

HZ. MUSA VE FİRAVUN HANEDANI

Bu surenin konuları bağlamında ele alınan Hz. Musa'nın kıssası ise, yalanlama ve meydan okuma aşamasından ele alınıyor. Firavun ve askerlerinin boğulması ile de sona eriyor. Kapsamı Hz. Nuh'un kıssasının çevresinden daha geniş tutuluyor. Burada Mekke'deki müşriklerin Peygamberimize -salât ve selâm üzerine olsun- karşı tutumları ile, o zamanki müşriklerin tutumu arasında ve Peygamberin etrafında bulunan mü'minler ile o zamanki mü'min azınlığın tutumu arasındaki benzerliklere dikkat çekilmiştir.
Burada anlatılan Hz. Musa'nın kıssası beş bölüm halindedir. Bundan hemen sonra gelen bir değerlendirme ise, bu surede sözkonusu kıssanın neden bu şekilde yeraldığını ortaya koymaktadır. Bu beş bölüm, surenin akışı içine şu şekilde birbirini izlemektedir



75- Bu peygamberlerin ardından Musa ile Harun'u ayetlerimiz ile Firavun'a ve seçkin yakınlarına gönderdik, ama burun kıvırdılar ve ağır suçlu bir toplum oldular.


76- Bizim tarafımızdan gönderilen gerçek onlara ulaşınca, "Bu apaçık bir büyüdür" dediler.


77- Musa, onlara; "Size gelen gerçek için böyle mi diyorsunuz? Bu bir büyü müdür? Oysa büyücüler iflah olmazlar, kurtuluşa eremezler. "


78- Musa'nın soydaşları dediler ki; "Siz ikiniz, bizi atalarımızdan miras aldığımız inanç ve geleneklerden vazgeçiresiniz ve bu yörede egemenliği ele geçiresiniz diye mi bize geldiniz? Biz size kesinlikle inanmayacağız. ". .

Hz. Musa'nın Firavun'a ve hanedanına getirmiş olduğu mucizeler A'raf suresinde açıklanan dokuz mucizedir. Ne var ki, onlar burada belirtilmiyor ve detaylarına inilmiyor. Çünkü burada konunun akışı bunlara dalmayı gerektirmiyor. Bunların özet halinde verilmesi yeterli oluyor. Burada önemli olan Firavun ve hanedanının Allah'ın ayetlerini (mucizelerini) nasıl karşıladığıdır:
"Ama burun kıvırdılar ve ağır suçlu bir toplum oldular." "Bizim tarafımızdan gönderilen gerçek onlara ulaşınca."
Evet... "Bizim tarafımızdan" sınırlandırması ile... Böylece onlar, Allah katından gelen bu gerçek hakkındaki sözleriyle nedenli iğrenç bir cinayet işlediklerini kavrayabilsinler:
"Bu apaçık bir büyüdür" dediler.
Bu derece şımarıkça ve pekiştirici ifade ile... hem de hiçbir delile dayanmadan... "Bu apaçık bir büyüdür" dediler. Sanki bu bütün asırlar boyunca yalanlayıcıların birbirinden öğrendikleri tek bir cümledir. Surenin girişinde belirtildiği gibi yer ve zaman uzaklığına ve Hz. Musa'nın getirdiği mucizeler ile Kur'an mucizesi arasındaki uzaklığa rağmen, Kureyş müşrikleri de aynen onlar gibi davranmışlardı!
"Musa onlara, `Size gelen gerçek için böyle mi diyorsunuz? Bu bir büyü müdür? Oysa büyücüler iflah olmazlar, kurtuluşa eremezler" dedi.
Hz. Musa'nın olumsuzluk ifade eden birinci sorusunda gizli kalan şey, ikinci sorusunda ortaya çıkmıştır. Sanki Hz. Musa onlara şöyle demiştir: Size geldiği zaman gerçeğe: "Bir büyüdür" mü diyorsunuz? Bu bir büyü müdür?" Birinci soruda gerçeğin büyü olarak nitelendirilmesi yadırganıyor. İkinci soruda ise, herhangi bir insanın gerçek için, `bu büyüdür' demesine hayret ediliyor. Çünkü büyü, insanlara doğru yolu göstermeyi amaçlamaz. Bir inanç sistemi öngörmez. İlahlık ve yaratılanlar ile yaratıcı arasındaki ilişkiler konusunda belli bir düşünce sistemi getirmez. Hayat için sistemli-düzenli bir programı kapsamaz. Dolayısıyla büyü ile gerçek karışmaz, karıştırılmaz. Büyücüler de bu tür amaçlara varmak, buna benzer yönelişleri gerçekleştirmek için hiçbir eylemde bulunmazlar! Onların bütün marifeti hokkabazlık ve göz boyamadır.
İşte burada Firavun'un ileri gelen adamları kendilerini Allah'ın ayetlerine teslim olmaktan alıkoyan gerçek etkenleri açıklıyorlar:
"Musa'nın soydaşları dediler ki; "Siz ikiniz, bizi atalarımızdan miras aldığımız inanç ve geleneklerden vazgeçiresiniz ve yörede egemenliği ele geçiresiniz diye mi bize geldiniz? Biz size kesinlikle inanmayacağız."
Demek ki onların korkuları, atalarından miras aldıkları geleneksel inançlarının sarsılmasıdır. Çünkü bu inançlar onların ekonomik ve siyasal düzenlerinin altyapısını oluşturuyorlardı. Yani onların korkusu yeryüzündeki iktidarlarının ellerinden alınmasıydı. Ki onların bu iktidarları da, atalarından devraldıkları mitolojik inançlarına dayanıyordu.
Peygamberlerin çağrılarına karşı çıkmanın eskiden olduğu gibi şimdi de temel nedeni budur. İşte bu nedenle mevcut statükoyu ellerinde bulunduran azgınlar, ilahi mesajlara karşı direnmişler, onları reddetmek için çeşitli mazeretler bulmuşlar, bu yola davet edenlere en iğrenç ithamlarda bulunmuşlar, bu çağrılara ve davetçilere karşı koymak için her türlü kötülük yoluna başvurmuşlardır. Onların karşı çıkış nedeni, "yeryüzü egemenliğinin" ellerinden alınmasıdır. Bu egemenliğin alt yapısını oluşturan tutarsız inançlardır. Diktatörler bu tutarsız inançları bütün çelişkilerine, bütün bozukluklarına, bütün kuruntularına ve saçmalıklarına rağmen kitlelerin kalplerinde muhafaza etmeye ve orada bu inançları dondurup-taşlaştırmaya özen gösterirler. Zira kalplerin sağlıklı-tutarlı bir inanç sistemine açılması, okulların yeni bir ışıkla aydınlanması, geleneksel değerler karşısında büyük bir tehlike oluşturur. Bu diktatörlerin (Allah'ın belirlediği yaşam tarzını tanımayan ve uygulamayanların) konumu ve kitlelerin kalplerindeki korkuları karşısında büyük bir tehlikedir. Bu korkunun zeminini hazırlayan ve ona destek sağlayan kurallara, ilkelere karşı ciddi bir tehlike meydana getirir. Yani onlar, insanların Allah'tan başka ilahlara kulluk yapmaları üzerinde kurulu egemenliklerinin, iktidarlarının yitirilmesi endişesini taşıdıklarından, bu ilahi mesajlara karşı koyuyorlar! Bütün peygamberlerin elleriyle gerçekleştirilen "İslâm çağrısı", ilahlık yetkisini yalnız alemlerin Rabbi olan Allah'a vermeyi, ilahlığın özelliklerini ve haklarını kendilerinde gören ve bu hakları insanların hayatına uygulayan sahte ilahları temizlemeyi ana hedef olarak kabul etmiştir. Halk kitlelerini kendilerine boyun eğdiren bu sahte ilahlar, elbette ki gerçek ve doğru olan sözün, bu halk kitlelerine ulaşmasına izin verecek değillerdi! İslâmın öngördüğü bir şekilde yalnız alemlerin Rabbi olan Allah'ın ilahlık yetkisine sahip olduğunun genel bir ilke olarak ilan edilmesine, kulların kullara kulluktan kurtarılmasına ve özgürlüğe kavuşturulmasına katlanamazlardı. Böyle kapsamlı ve evrensel bir mesajın halk kitlelerine ulaşmasına göz yumamazlardı. Çünkü onlar, bu mesajın kendi ilahlıklarına karşı bir devrim, iktidarlarına karşı bir inkılâb ve egemenliklerinin sonu anlamına geldiğini, bununla, insanların insana yakışır, onurlu özgürlük atmosferine gireceklerini biliyorlardı!
Nerede ve ne zaman ki, alemlerin Rabbi olan Allah'a davet eden insanlar çıkmış, eskiden olduğu gibi bugün de onlara karşı çıkanlar iktidar endişesi ile karşı çıkmışlardır!
Kureyş'in zeki adamları Hz. Muhammed'in -salât ve selâm üzerine olsun mesajındaki gerçekliği ve yüceliği kendi şirk inançlarındaki tutarsızlığı ve bozukluğu görmekte yanılacak değillerdi. Fakat onlar efsaneler ve geleneklerden oluşan bu inançlarına dayalı bulunan geleneksel statükoyu ve konumlarını yitirme endişesi taşıyorlardı. Nitekim daha önce de Firavun milletinin ileri gelenleri yeryüzü iktidarlarını yitirme endişesine kapılmışlar ve şu sözlerde küstahlıklarını göstermişlerdi:
"Biz size kesinlikle inanmayacağız."

FİRAVUN VE BÜYÜCÜLERİ

Burada Firavun ve ileri gelen adamları büyü hikâyesini tutturmaya çalışıyorlar. Büyük bir ihtimalle onlar, bu yolla kitleleri aldatmayı planlıyorlar. Bu amaçla büyücülere imkânlar tanıyarak ortaya koymuş oldukları büyülerle Hz. Musa'ya ve onun elinde bulunan dış görünüş açısından da büyüye benzeyen mucizelerine meydan okumak istiyorlar. Amaç olarak böyle bir girişimden, "Musa da mahir ve usta bir büyücüden başka bir şey değildir" sonucunu çıkarmayı düşünüyorlar. Eğer bu oyunları tutarsa, etkinliğini yitirmesinden korktukları geleneksel inançlarına ve daha önemlisi yeryüzündeki iktidarlarına yönelik korku ve endişeleri sona erecekti. Bizim tercihimize göre onların büyük bir tehlikenin varlığını hissettikten sonra böyle bir büyü şenliğine başvurmalarının gerçek etkenleri, Hz. Musa'yı bu yolla milletin gözünden düşürmeyi planlamalarıydı:



79- "Firavun, "Bana bütün bilgili büyücüleri getiriniz " dedi. "


80- Büyücüler gelince Musa onlara, `Atacağınızı atınız, hünerinizi gösteriniz' dedi.


81- Onlar atacaklarını atıp, hünerlerini gösterince Musa, "Sizin gösterdiğiniz hüner büyüdür; ama Allah onu kesinlikle boşa çıkaracaktır. Çünkü Allah bozguncuların işini amacına vardırmaz.


82- Suçluların hoşuna gitmese de, Allah sözleri ile direktifleri ile gerçeği üstün getirir.

Biz burada atışma faslının kısaca geçiştirildiğini görüyoruz. Çünkü burada amaç, işin vardığı son noktadır.
Hz. Musa'nın "Sizin gösterdiğiniz hüner büyüdür." sözünde kendisine yöneltilen büyü ithamı reddedilmiştir. Çünkü büyü, şu büyücülerin ortaya koyduğu hünerdir. Ve insanların gözlerini boyamaktan, onların gözlemlerini yanıltmaktan öte bir anlam ifade etmez. İnsanların akıllarıyla oynamaktan başka bir amacı yoktur. Büyü ile beraber bir mesaj iletilemez.. Ve hiçbir hareket ona dayandırılamaz. İşte büyü budur... Allah katından insanlara gerçeği getiren Allah'ın ayetleri ise böyle değildir. Yine Hz. Musa'nın "Ama Allah onu kesinlikle boşa çıkaracaktır" sözünde Rabbine gerçek anlamda güvenmiş bir mü'minin güveni açıkça ortaya çıkmaktadır. O Rabbine gönülden güvenmiştir. Onun Rabbi ise, faydalı bir iş olmayan büyünün başarıya ulaşmasına razı değildir.
"Çünkü Allah bozguncuların işini amacına vardırmaz."
İnsanları büyü ile saptıranların veya bozgunculuk ve sapıklıkta diretme amacıyla büyücüleri biraraya getiren iktidar sahiplerinin eylemini hedefine ulaştırmaz:
"Allah sözleri ile, direktifleri ile gerçeği üstün getirir."
"Ol der, o da olur" şeklindeki yaratıcılık eylemini gerçekleştiren sözler Allah'ın dilemesinin hangi yönden gerçekleşeceğini dile getirmektedirler. (İrade ile ilgili ayetleri de bu kurallara göre yorumlamaya çalıştık ve şu ana kadar Allah'ın yardımı ile herhangi bir çıkmaza girmedik.)
"Suçluların hoşuna gitmese de!"
Çünkü onların hoşlanmamaları Allah'ın dilemesini, iradesini değiştiremez. O'nun mucizeleri karşısında duramaz.
Zaten öyle de oldu. Büyü bozuldu ve gerçek üstün geldi... Fakat burada sahneler, kısa ve özet şeklinde veriliyor. Çünkü burada amaç, o sahneleri detaylı olarak dile getirmek değildir.
Alıntı ile Cevapla