Tekil Mesaj gösterimi
Alt 27 Eylül 2008, 21:21   Mesaj No:18

Verda_Naz

Medineweb Sadık Üyesi
Verda_Naz - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Verda_Naz isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 176
Üyelik T.: 15 Eylül 2007
Arkadaşları:0
Cinsiyet:
Yaş:30
Mesaj: 612
Konular: 248
Beğenildi:11
Beğendi:0
Takdirleri:10
Takdir Et:
Standart Cvp: Fizilalil Kur'an Yunus Suresi Tefsiri

FİRAVUN İMANININ KABUL EDİLMEYİŞİ


90- İsrailoğulları'nı denizden geçirdik. Firavun ve askerleri saldırı ve düşmanlık amacı ile peşlerine düştüler. Sonunda Firavun boğulmanın eğişine geldiğinde, "İsrailoğulları'nın inandıkları ilahtan başka ilah olmadığına inandım, ben de O'na teslim olanlardan (müslümanlardan) biriyim " dedi.


91- Şimdi mi aklın başına geldi? Daha önce Allah'a hep karşı gelmiş ve bozgunculardan biri olmuştun. "


92- "Bugün senden sonra geleceklere ibret osun diye cansız vücudunu bozulmaktan kurtaracak, onu sahilde bir tümseğe atacağız. Gerçi insanların çoğu bizim ibret verici belgelerimizin farkına varmazlar. "

Bu meydan okuyuş ve yalanlama kıssasında yeralan kesin tavır ve son sahnedir. Surenin akışı içinde bunlara özet olarak değinilmektedir.
Çünkü bu surede kıssanın bu bölümünün veriliş amacı, bu sonucun açıklanmasıdır. Yüce Allah'ın kendi dostlarını koruduğu ve kolladığı düşmanlarını ise cezalandırıp yok ettiğidir. Çünkü Allah'ın düşmanları, geldikten sonra, pişmanlık ve tevbenin fayda vermediği, mucizesi gelinceye kadar Allah'ın ne evrendeki ayetlerine, ne de peygamberleri ile gönderdiği mucizelerine kulak asmamışlardır. Bu, daha önce bu surede geçen yalanlayıcılara ilişkin tehdidin doğruluğunu gösteren bir delildir.
"Her ümmete bir peygamber gönderilmiştir. Peygamberler gelip de mesajlarını duyurduktan sonra ümmetler hakkında adalet uyarınca hüküm verilir, onlara haksızlık edilmez."
"Onlar, `Eğer doğru söylüyorsanız va'dettiğiniz bu ceza ne zaman gerçekleşecek?' derler."
Onlara de ki; "Allah'ın dileği dışında benim kendime bile zarar ya da yarar dokundurmaya gücüm yetmez. Her ümmetin belirli bir yaşama süresi vardır. O süre dolunca, ne bir an geri bırakılırlar ve ne de bir an önceye alınırlar."
De ki; "Allah'ın azabı diyelim ki, gündüz ya da gece başınıza geldi. Suçlular bunun bir an önce gerçekleşmesini niye isterler ki?"
"Yoksa azap başlarına geldikten sonra kendilerine, `Şimdi ona inandınız mı? Hani onun bir an önce gerçekleşmesini istiyordunuz' densin diye mi?" (Yunus Suresi, 47-51)
İşte burada kıssalar geliyor ki; o tehdit yerini bulsun:
"İsrailoğulları'nı denizden geçirdik."
Önderliğimiz, rehberliğimiz ve korumamız altında... Burada denizden geçirme eyleminin Allah'a izafe edilmesinin gerçekten çok yüklü bir anlamı vardır:
"Firavun ve askerleri peşlerine düştüler."
Doğru yola ve imana gelmek için değil! Meşru bir savunma için de değil Sadece:
"Saldırı ve düşmanlık amacı ile."
Sadece zorbalık ve haddini aşmanın bir sonucu olarak! ..
Azgınlık ve düşmanlık sahnesinden birden ve aniden boğulma sahnesine geçiliyor:
"Sonunda Firavun boğulmanın eşiğine geldiğinde."
Ölüm, gözle görünecek kadar yaklaştığında ve artık kurtulma şansı kalmadığında:
"İsrailoğulları'nın inandıkları ilahtan başka ilah olmadığına inandım, ben de O'na teslim olanlardan (müslümanlardan) biriyim" dedi.
Diktatör, zorba, azgın ve taşkın olan Firavun'un bütün maskeleri düştü. İçinde kurulduğu kendisine ve milletine karşı onu heybetli, korkunç bir güce sahip biri gösteren bütün kılıkları indirildi. Şimdi o sönükleşmiş, bayağılaşmış ve horlanmış biriydi. İsrailoğulları'nın iman ettiği ilahtan başka ilah olmadığına inandığını açıklamakla yetinmiyor, daha da ileri giderek tam bir teslimiyeti dile getiriyor:
"Ben de O'na teslim olanlardan (müslümanlardan) biriyim" dedi.
Tamamı ile teslim olanlardanım!
"Şimdi mi aklın başına geldi? Daha önce Allah'a hep karşı gelmiş ve bozgunculardan biri olmuştun."
Hiçbir seçeneğin ve hiçbir kaçışın olmadığı şu anda mı? Bundan önce hep karşı koymuş ve reddettiğin halde şimdi mi? Şimdi mi anladın?
"Bugün cansız vücudunu bozulmaktan kurtaracak, onu sahilde bir tümseğe atacağız."
Balıklar onu yemeyecek ve insanların bilmediği, görmediği bir şekilde dalgalar onu alıp götürmeyecek... Böylece senin arkandaki halk kitlelerinin, senin sonunun ne olduğunu görmelerini sağlayacağız:
"İnsanların çoğu bizim ibret verici belgelerimizin farkına varmazlar. Akılları ve kalpleri ile onlara yönelmezler. Gerek bu dünyadaki ve gerekse iç dünyalarındaki ayetlerimizi düşünmezler.
Burada azgınlığın, bozgunculuğun, taşkınlığın ve isyankârlığın son derece trajik olan sahnesinin perdesi indiriliyor... Surenin akışı kısa işaretlerle, İsrailoğulları'nın bundan sonraki hayatlarına değiniyor. Nesiller boyu meydana gelen olaylara kısa işaretlerde bulunuyor.



93- Gerçekten biz İsrailoğulları'nı güvenli bir yurda yerleştirdik, onlara temiz rızıklar sunduk. Kendilerine bilgi gelinceye kadar anlaşmazlığa düşmemişlerdi. Şüphe yok ki, Rabbin kıyamet günü anlaşmazlığa düştükleri konularda haklarında hüküm verecektir.

Ayeti Kerime'nin metninde yeralan, "Mübevve" kavramı güven içinde ikamet edilen yer anlamına gelir. Bu kavramın "gerçek" kavramı ile beraber verilmesi ise, oranın güvenli oluşunu kalıcılığını ve kararlılığını daha da artırmaktadır. Nitekim yalan gibi kararsızlıkla sarsılmayan, iftira gibi tutarsızlıkları içinde barındırmayan gerçeğin, kararlılığı ve değişmezliği de böyledir. Uzun deneyimlerden sonra İsrailoğulları'nın elde ettikleri bu imkânlar, gerçekten bir süre güzel bir şekilde değerlendirildi. Fakat surenin akışı burada onlara değinmiyor. Çünkü amaç onlar değildir. İsrailoğulları bir süre bu temiz ve helâl rızıklardan yararlanmışlardı. Daha sonraları Allah'ın dininden saptıkları için bu nimetlerden mahrum kılınmışlardı. Surenin akışı içinde bunlara da yer verilmiyor. Sadece bir zamanlar beraber oldukları halde daha sonra ayrılığa düştükleri, hem dinleri, hem dünyaları konusunda cahilliklerinden, bilgisizliklerinden değil, kendilerine ilim geldikten sonra ve bu ilim nedeni ile bu ilmi tutarsız, yanlış yorumlar için kullanmalarından ihtilafa düştüklerine değiniliyor.
Burada ana konu imanın zaferi, zorbalığın, azgınlığın mağlubiyeti olduğundan, surenin akışı içinde bundan sonra İsrailoğulları'na ne gibi cezalar verildiği, başlarına nelerin geldiği uzun uzadıya anlatılmıyor, ilim geldikten sonraki ayrılıklarının detaylarına inilmiyor. Bu sayfayı olduğu gibi kapatıyor. Bütün içindekileri ile beraber kıyamet gününe, hesabı görülmek üzere Allah'a havale ediliyor: "Şüphe yok ki, Rabbin kıyamet günü anlaşmazlığa düştükleri konularda haklarında hüküm verecektir."
Büyük kıssanın heybeti yine olduğu gibi duruyor ve son sahnenin etkisi olduğu gibi korunmuş oluyor.
Böylece Kur'an kıssalarının neden aktarıldıklarını, her kıssanın en uygun yerinde verildiğini daha iyi anlıyoruz. Bunlar sırf anlatılıp geçilen hikâyeler değildir. Belirli bir plan doğrultusunda ulaştırılan mesajlar ve dokunuşlardır.

UYARILAR VE HZ. YUNUS

Bundan sonra Hz. Musa'nın kıssasının sonu ile daha önce anlatılan Hz. Nuh'un kıssası üzerinde bir yoruma yer veriliyor. Bu yorum Peygamberimize -salât ve selâm üzerine olsun- yöneltilen bir hitap ile başlıyor. Burada daha önceki peygamberlerin başına gelenler iyice belletiliyor. Peygamberlerin hitap ettiği toplumların onları yalanlamasının nedeni açıklanıyor. Bu toplumların yalanlama nedeni, mucizelerin ve apaçık delillerin eksikliği değildir. Yüce Allah'ın daha önceki yalancılara ilişkin bir yasasıdır bu. Yüce Allah'ın insanın yaradılışında yürürlüğe koyduğu bir yasadır. İnsan buna göre iyiliği ve kötülüğü, doğru yolu veya sapık yolu tercih etme yeteneklerine sahiptir... Bu arada bir de Hz. Yunus'un kıssasına ve tam Allah'ın cezasının gönderilmek üzere olduğu bir sırada iman eden toplumun ve Allah'ın cezasının bu nedenle üzerlerinden kalktığı kıssasına özet bir şekilde işaret ediliyor. Bu belki fırsat ellerinden alınmadıkları bir sırada, yalanlayıcılara fırsatı değerlendirme imkânı verebilirdi... Bu yorumda son olarak kıssaların hepsinden alınması gereken ders özet halinde veriliyor: Yüce Allah'ın önceki milletler için geçerli olan yasası sonraki milletler için de geçerlidir. İlahi mesajı yalanlayanlar için, Allah'ın cezası ve yok oluş vardır. Peygamberlere ve onlarla birlikte olan mü'minlere ise, kurtuluş ve mükafat vardır. Bu Allah'ın kendisi için belirlediği bir gerçektir. Değişmeyen ve sapmayan sürekli geçerli bir yasadır:



94- Eğer sana indirdiğimiz bilgilerden kuşku duyuyorsan, senden önceki kutsal kitap okurlarına sor. Sana Rabbinden kesinlikle gerçek geldi, sakın kuşkulananlardan olma.


95- Sakın Allah'ın ayetlerini yalanlayanlardan olma, yoksa hüsrana uğrayanlardan olursun.


96- Haklarında Rabbinin hükmü kesinleşenler asla iman etmezler.


97- Onlara bütün uyarıcı mesajlar gelse bile. Ancak acıklı azabı görünce iman ederler.


98- Keşke sözkonusu yıkıma uğramış şehirlerden herhangi biri iman etseydi de, imanının yararını görseydi! Yalnız Yunus'un soydaşları hariç. Onlar iman edince, dünya hayatında burun buruna geldikleri perişan edici azabı başlarından kaldırdık ve kendilerine belirli bir süre daha yaşama fırsatı tanıdık.


99- Eğer Rabbin dileseydi, yeryüzünde yaşayanların hepsi tümü ile iman ederdi. O halde insanları sen mi zorlayacaksın da iman edecekler?


100- Allah'ın izni olmadıkça hiç kimsenin inanması sözkonusu değildir. Allah, aklını kullanmayanları en yüz kızartıcı iğrençliğin kucağına atar.


101- Onlara de ki; "Göklerde ve yerde neler olduğuna bakınız. " Fakat ibret verici belgelerin ve uyarıların iman etmeyenlere hiçbir yararı olmaz.


102- Onlar kendilerinden önce gelip geçen toplumların yaşadıkları acı günlerden başka bir sonuç mu bekliyorlar? Onlara de ki; "Bekleyiniz bakalım, ben de sizinle birlikte bekleyenlerdenim. "


103- Sözkonusu toplu afetlerden sonra peygamberlerimizi ve iman edenleri kurtarırız. Mü'minleri kurtarmak böylece üzerimize borçtur.

Geçen bölümde son olarak ehli kitabın bir kesimini oluşturan ve Hz. Nuh ile toplumu arasında geçen kıssayı bildikleri gibi, Hz. Musa ile toplumu arasında geçen kıssayı da bilen ve bunları kitaplarında okuyan İsrailoğulları'ndan söz edilmişti. Burada ise hitap Peygamberimize -salât ve selâm üzerine olsun- yöneltilmektedir. Eğer bu kıssalar ve başka konularda kendisine gönderilen bilgilerden bir kuşkusu varsa, kendisinden önceki kitapları okuyanlara sorsun, onlar okudukları kitaplardan bu konularda bilgi sahibi olmuş kimselerdir:
"Eğer sana indirdiğimiz bilgilerden kuşku duyuyorsan senden önceki kutsal kitap okurlarına sor. Sana Rabbinden kesinlikle gerçek geldi, sakın kuşkulananlardan olma.
Fakat Peygamberimiz -salât ve selâm üzerine olsun- Allah'ın kendisine göndermiş olduğu vahiyden şüphe etmiyordu. Nitekim bu konuda ondan gelen rivayette deniyor ki: "Ne şüphe ederim, ne de sorarım!" Öyleyse neden, "eğer şüphe ediyorsa sorsun" diye ona böyle direktif verilmişti. Çünkü arkasında şöyle bir ifade yeralıyordu, "Sana Rabbinden kesinlikle gerçek geldi." Bu ifade onun kesin inancı için yeterli değil miydi?
Şu kadar var ki, böyle bir direktifin daha köklü anlamları vardır. Çünkü miraç olayından sonra, "Mekke'de büyük sıkıntılar, zorluklar ve krizlerle karşılaşılmıştı. Hatta bazı müslümanlar bu olayı onaylamadıkları için dinden dönüş yapmışlardı. Hz. Hatice ve Ebu Talip de vefat etmişti. Allah'ın elçisine -salât ve selâm üzerine olsun- ve onunla birlikte olanlara karşı zulüm ve işkence daha da artmıştı. Kureyş'in inatçı tutumu nedeniyle islâm çağrısı, Mekke'de yaklaşık olarak donmak üzere idi... Doğal olarak bütün bu olumsuz gelişmeler Peygamber'in -salât ve selâm üzerine olsun- kalbinde birtakım olumsuz etkiler bırakıyordu. İşte bu nedenle yüklü mesajlarla dolu sözkonusu kıssalardan sonra yüce Allah, bu kesin ve pekiştirici ifade ile onu teselli ediyordu:
Sonra bu aynı zamanda, şüpheci, kışkırtıcı ve yalanlayıcıların eleştirildiği bir kınamadır:
"Sakın Allah'ın ayetlerini yalanlayanlardan olma, yoksa hüsrana uğrayanlardan olursun."
Bu eleştiri onlardan geri dönmek isteyenlerin dönüş yapabilmeleri için bir fırsat tanımaktadır. Çünkü burada Allah'ın elçisine -salât ve selâm üzerine olsun bile, eğer şüphe ediyorsa şüphesini gidermesi için izin verilmiştir. Fakat o, ne şüphe etmiş, ne de sormuştur. Demek ki o, kendisine gelen gerçek hakkında tam bir inanç ve güvene sahiptir. Bu da diğerlerinin şüphe etmemeleri için tereddütlü davrananlardan olmamaları için bir mesaj niteliğindedir.
Ayrıca bu, yüce Allah'ın islâm ümmeti için belirlediği bir metoddur. Onlar kesin güvenmedikleri konularda zikir (bilgi) sahiplerine soracaklardır. İsterse bu konu inanç sisteminin en önemli, en özel konularından biri olsun. Çünkü müslüman inanç sistemi ve bunun uygulaması olan hukuk sistemi konusunda kesin bir inanç sahibi olmakla, araştırma ve kesin bilgiye varmadan taklitçiliğe dayanmamakla yükümlüdür.
Sonra şüphe esnasında böyle bir soru sormanın normal karşılanması ile, kuşkulananlardan olma emri arasında herhangi bir çelişki var mıdır? Burada hiçbir çelişki yoktur. Çünkü burada yasak edilen şey, kuşkulanmak ve bu kuşkulu hal üzere devam etmektir. Sürekli halde "kuşkulananlardan olma" sıfatını üzerinde taşımaktır. Kesin bilgiye ulaşmak için harekete geçmemektir. Böyle bir durumda olmak basitliktir. İnsanı kesin bilgiye ulaştırmaz. Gerçeklerden yararlanmasına yol vermez ve kişiyi kesin bilgiye ulaştırmaz.
Şu halde madem ki peygambere gönderilen vahiy hiçbir kuşkuya yer vermeyen gerçeklerin ta kendisidir, öyleyse; bu kesimin yalanlamada ısrar etmelerinin ve bu konuda halâ diretmelerinin nedeni nedir'! Bunun sebebi açıktır. Allah'ın hükmü ve yasası gereğince kim doğru yola ileten sebeplere, şartlara riayet etmezse, doğru yola ulaşamaz. Aydınlığı görmek için gözünü açmayan onu göremez. Kim alıcı yeteneklerini çalıştırmazsa onların işlevlerinden yararlanamaz. Allah'ın ayetlerine, belgelerine ve mucizelerine rağmen sonuçta sapıklığa düşecektir. Çünkü o, Allah'ın ayetlerinden ve belgelerinden yararlanmamıştır. Bu durumda Allah'ın hükmü ve yasası onların aleyhine işleyecek ve hüküm onlara uygulanacaktır:
"Haklarında Rabbinin hükmü kesinleşenler asla iman etmezler." "Onlara bütün uyarıcı mesajlar gelse bile. Ancak acıklı azabı görünce iman ederler."
Acıklı azabın geldiği sırada iman etmeleri onlara fayda vermez. Çünkü böyle bir inanç, bilinçli bir tercihten kaynaklanmış olamaz. Sonra bu imanın gereğinin hayatta gerçekleşmesi için bir fırsat da kalmamıştır. Zaten bundan az önce, bu realiteyi destekleyen bir sahne gözlerimizin önüne getirilmişti: Firavun'un suda boğulmak üzere iken, "İsrailoğulları'nın inandıkları ilahtan başka ilah olmadığına inandım. Ben de O'na teslim olanlardan (müslümanlardan) biriyim" demesi sahnesi... Orada kendisine karşılık verilmişti:
"Şimdi mi aklın başına geldi? Daha önce Allah'a hep karşı gelmiş ve bozgunculardan biri olmuştun."
İnsanın bilinçli tercihi sonucunda, Allah'ın genel yasalarının kesin biçimde hareket ettiğini, kendileri için belirlenmiş olan sonuca doğru sistemli bir şekilde işlediklerini ortaya koyan bu açıklamadan sonra, son kurtuluş umutlarını,n kendisinden süzülüp geldiği bir pencere açılıyor. Yeter ki, azabın ve cezanın gerçekleşmesinden az önce yalanlayıcılar kendi yalanlamalarından vazgeçsinler:
"Keşke sözkonusu yıkıma uğramış şehirlerden herhangi biri iman etseydi de, imanın yararını görseydi! Yalnız Yunus'un soydaşları hariç. Onlar iman edince dünya hayatında burun buruna geldikleri perişan edici azabı başlarından kaldırdık ve kendilerine belirli bir süre daha yaşama fırsatı tanıdık."
Bu maziden sürüklenip gelen bir teşvik niteliğindedir ve içeriğinin gerçekleşmediğini ifade eder:
"Keşke sözkonusu yıkıma uğramış şehirlerden herhangi biri iman etseydi."
Biraz önce sözü edilen şehirlerden biri. Fakat şehirler iman etmediler. Onlardan ancak çok küçük bir grup iman etmişti. Dolayısıyla o şehirlerin onların egemen sıfatı, imansızlık sıfatıdır. Bu kuralın dışına tek bir kasaba çıkabilmiştir. Burada kasabadan maksat, toplumdur. Toplumun burada kasaba şeklinde adlandırılması gösteriyor ki, peygamberlik misyonunu taşıyan peygamberler, göçebe hayatı yaşayan kitlelere değil, uygar kentlerde yaşayan toplumlara gönderilmişlerdir. Surenin akışı içinde Yunus ve toplumun kıssasına detaylı olarak yer verilmiyor. Sadece sonucuna bu şekilde işaret ediliyor. Çünkü burada önemli olan ve gösterilmek istenen, sadece onun sonucudur. Dolayısıyla biz de, bu olayın detayına girmeyeceğiz. Bu konuda Yunus toplumunun Allah'ın horlayıcı azabı ile tehdit edildiğini, fakat onların son anda azabın gerçekleşmesine ramak kala iman etmelerinin Allah'ın cezasını başlarından savdığını, belirlenen süreye kadar hayat nimetinden yararlandıklarını, şayet iman etmeyecek olsalardı, Allah'ın insanların eylemleri üzerinde etkileri işleyen yasalarına uygun olarak cezaya çarptırılacaklarını anlamamız yeterlidir. Allah'ın bu yasaları, insanların eylemlerine göre etkisini gösterecek biçimde belirlenmiştir. İşte bu anlayış iki önemli gerçeği anlamamıza yetecektir.
Alıntı ile Cevapla