|  Durumu:    Medine No :  14578  Üyelik T.:
15 Kasım 2011  Arkadaşları:5 Cinsiyet: Mesaj :
628Konular:
389  Beğenildi:411 Beğendi:41
 Takdirleri:2806 Takdir Et: 
	  Konu Bu  
				Üyemize Aittir! |   Mesneviden hikayeler-GÖREBİLEN GÖZ 
   Mesneviden hikayeler-GÖREBİLEN GÖZ  GÖREBİLEN GÖZKatırın  biri deveye “ Arkadaş, yokuş olsun iniş olsun en dar yolda bile, sen  güzelce gidiyor, hiç kapaklanmıyorsun. Bense durmadan tepesi üstü düşüp  duruyorum. Yol ister kuru olsun, ister balçık daima yüzüstü  kapaklanıyorum. Bunun sebebi ne? Bana bir söyle de ne yapmalı, nasıl  etmeli anlayayım” dedi. Deve dedi ki: “ Benim gözüm senin gözünden daha  kuvvetlidir, daha iyi görür. Sonra  ben, yukardan bakmaktayım, bu sebeple hiç yüzüstü düşmem. Yüce bir  dağın başına çıktım mı en son çukuru bile görürüm. Allah bütün inişleri  çıkışları özüme gösterir. Her adımımı nereye atacaksam görür de öyle  atarım. Bu yüzden de sürçmekten, düşmekten kurtulurum.
 Sense  iki üç adım ötesini görmezsin. Taneyi görürsün de tuzağı görmezsin.  Konak, iniş ve yürüyüş yerlerinde hiç körle gözlü bir olur mu? Allah ana  karnında ki çocuğa can verdi mi mizacına vücudunu kuvvetlendirecek  cüzüleri çekmek kabiliyetini verir. Yediği şeylerle bu cüzüleri çeker,  bu suretle de cisminin nescini dokur durur.
 Allah,  insana kırk yaşına kadar bu cüzüleri çekme kabiliyetini, bu hırsı  verir. O da kendisini yetiştirir büyür, gelişir, kuvvetlenir. Ruha,  cüzüleri çekmeyi öğreten o tek padişah nasıl olur da cesedin cüzüleri  bir araya getirmeyi bilmez? Bu ruh zerrelerini bir araya toplayan ;
 Sana  hayat kabiliyetinin veren güneş, gıda vasıtasıyla olmaksızın da  varlığının zerrelerini toplayıp bir araya getirmeyi bilir. Uykudan  uyanınca senden gitmiş olan akıl ve duyguyu yine sana iade eder. Buna  bak da ölünce de bil ki onlar kaybolmaz, Allah geri gel diye ferman etti  mi gelirler.
 Allah  dedi ki. “ Uzeyr, eşeğine bir iyice bak. Çürümüş etleri dökülmüş. Onun  cüz’ülerini gözünün önünde bir araya getirecek, başını, kuyruğunu,  kulaklarını, ayaklarını düzüp koşacağım. Görünürde bir el olmadığı halde  bütün cüzüleri bir araya getiren, cesedin parçalarını bir yere toplayan  benim. Şu yama yamama sanatına bak hele, eski palasları iğnesiz dikip  durmada
 Diktiği  sıralarda ne ip var, ne iğne, fakat öyle bir diker ki ortada terzi bile  görünmez. Gözünü aç da haşri apaşikar gör. Kıyamette hiçbir şüphen  kalmasın. Varlık zerrelerini nasıl tamamıyla topluyorum, gör de ölürken  bu hayata sarılıp titreme. Uyurken bedeninin duygularının  mahvolmayacağından eminsin ya. Uykun geldi mi duyguların dağılır, harap  bir hale gelir ama mahvolacaklar diye korkup titremezsin”
 Bundan  önce yol gösteren bir şeyh vardı. Yeryüzünde adeta göğe mensup bir  çırağdı. Ümmetler içinde peygambere benzer, halka cennet bahçelerinin  kapılarını açardı. Peygamber, “ İleri giden şeyh, kavminin arasında  peygambere benzer” dedi. Bir sabah evindekiler ona dediler ki. “ A güzel  huylu, nasıl da yüreğin katı, neden böylesin sen, biz senin oğullarının  ölümünden iki büklüm oluyor, zarı, zarı ağlıyoruz da. Sen hiç  ağlamıyor, feryat etmiyorsun bile. Bu neden ki yoksa gönlünde merhamet  mi yok.
 Yüreğinde  merhamet yoksa senden ne umabiliriz ki? Ey ulumuz, rehberimiz,  kıyamette bizi bırakmaz diyoruz, ümidiz sende. Mahşer günü tahtı  bezedikleri zaman o şiddetli günde bize sen şefaat edersin diyoruz. Öyle  bir amansız günde senin ihsanına ümit bağlamışız.
 Hiçbir  mücrime aman verilmeyen o gün el bizim erek senin! Peygamber “ Kıyamet  günü suçluları ağlar, inler bir halde nasıl terk ederiz? Ben o gün canla  başla onların suçlarını affettirir. Onlara şefaat eder, onları ağır  işkencelerden kurtarırım. Suçluları, büyük günahlarda bulunanları  çalışıp çabalar, ne yapıp, yapıp Allah azabından halas ederim.
 Ümmetimin  iyileri zaten kurtulurlar, o azap günü benim şefaatime ihtiyaçları  olmaz. Hatta onlar bile suçlulara şefaat ederler, onların bile sözleri  geçer, hükümleri yürür. Hiç kimse başkasının suçunu almaz, yükünü  yüklenmez, yüklenmez ama yüklenen ben değilim ki, onların yüklerini  alan, onları hafifleten Allahdır.” Dedi.
 Civanım,  yükü olmayan şeyhtir. Allah onu eldeki yay gibi eline almış, kabul  etmiştir. Şeyh kime derler? İhtiyara, yani saçı sakalı ağarmış adama  derler. Fakat ey ümitsiz adam, bunun manasını bil. Kara saç, kara sakal,  onun varlığıdır. Varlığından tek bir kıl bile kalmamalı.
 Birisinin  varlığı kalmadı mı pir ona derler. İster saçı sakalı siyah olsun, ister  kır. O kara saç, kara sakal, insanlık sıfatıdır. Söylediğimiz kıl,  sakal, bıyık kılları söylediğimiz saç baştaki değildir. İsa beşikte “  genç olmadan şeyhsiz, piriz” diye bağırır. Oğul insan insanlık  sıfatlarının bir kısmından kurtuldu mu şeyh olmaz, fakat olgun bir adam  olur.
 İnsanlık  sıfatlarından bir tek kara kıl bile kalmadı mı şeyh olur, Allahya  makbul bir adam haline gelir. Fakat bir adam yaşlansa da saçı sakalı  ağarsa hakikatte ne pirdir, ne Allah hası! Varlığında insanlık  sıfatlarından bir tek kıl bile kalsa mensub olamaz, alem halkından  birisidir o!
 Şeyh,  kendisine bu sözü söyleyen karısına dedi ki: “ Arkadaş, merhametim,  şefkatim yok, yüreğim katı sanma, biz kafirler, Allahya küfranı nimette  bulunmuş olmakla beraber onlara acırız. Hatta halk onları taşlıyor diye  köpeklere acırız. Ben beni ısıran köpeğe de dua eder. Yarabbi sen onu bu  huydan vazgeçir. Adamları ısırmasın da halkın taşını topacını yemesin  derim.
 Allah  velileri alemlere rahmet olmak üzere yeryüzüne getirmiştir. Onlar halkı  Allahnın haremine davet ederler. Hakk’a da yarabbi bunları sen kurtar  diye dua ederler. Bu yüzden halka usanmadan öğüt verirler. Halk  öğütlerini kabul etmedi mi, Yarabbi, sen bunlara acı sen kapını kapama  derler. Halkın mazhar olduğu rahmet, cüzi rahmettir.
 Fakat  himmet sahibi er, külli rahmete mazhardır. Allahnın cüzi rahmetine  mazhar olan külli rahmete ulaştı mı rahmet denizi kesilir, yol gösterici  olur. Ey cüzi rahmet, külle ulaş ey külli rahmet sen de yürü halka yol  göster. Cüzi rahmete mazhar olan ve o mertebede kalan, denizin yolunu  bilmez, kuyuları da denize benzer sanır!
 Denizin  yolunu bilmedikçe nasıl yol alır, halkı nasıl denize götürür. Denize  ulaştırır? Sel ve nehir gibi denize kadar akıp gitti mi o vakit denize  ulaşır, denizle birleşir. Bundan önce halkı davet etse bile bu daveti  taklittir. Yolu, varılacak makamı görerek yahut Allahdan vahiy ve  ilhamla, Allah kuvvetiyle değil!”
 Kadın  “ Peki madem ki herkese acıyorsun, bu sürünün çobanı gibi sürünün  etrafında dönüp dolaşıyorsun demektir. Ecel celladı, oğullarını vurup  öldürdüğü halde nasıl oluyor da kendi oğluna ağlamıyorsun? Gözyaşları  merhamete delildir, yürek yanmadıkça göz yaşaramaz, neden gözlerinde yaş  yok, niçin ağlamıyorsun ya?” dedi.
 Şeyh  kadına yüz çevirip dedi ki. “ Kocakarı, kış mevsimi, temmuz ayına  benzemez. İsterse hepsi ölsün, isterse diri kalsın gönül gözünden  kaybolmuyorlar ki! Onları gözümün önünde görüp dururken neden senin gibi  yüzümü yırtayım? Zamanın devranından çıktılar, çıktılar ama onlar yine  benimle beraber, etrafımda oynayıp duruyorlar!
 Ağlayış  ya elemden olur, ya ayrılıktan. Halbuki ben aziz sevgililerimle  vuslattayım, koşuşup duruyorum. Halk onları rüyada görür. Bense  uyanıkken onları apaşikar görüyorum. Bu cihandan kendimi gizledim mi,  duygu yaprağını varlık ağacından silktim mi onlarla beraberim.
 Kadınım,  duygu akla esirdir, fakat bil ki akılda ruhun esiridir. Can, aklın  bağlı olan ellerini çözdü mü haline imkan bulunmayan işleri de yapar,  düzer. Duygularla düşünceler, duru suyun yüzünü çer çöp gibi  kaplamıştır. Aklın eli, onları bir tarafa atar, su meydana çıkar. Çer  çöp habbeler gibi suyun yüzünü örter.
 Fakat  bunlar bir tarafa sürüldü mü su görünür. Allah, aklın elini açmadıkça  hava, suyumuzun yüzünün çerçöple, süprüntüyle doldurur. Suyu daima  örter; hava buna güler; akılsa ağlar durur. Allah korkusu, havanın  ellerini bağlarsa Hakk aklın ellerini çözer.
 Hizmetkarın  akil olursa sana galip olan duygularda mahkumun olur. Gayba mensup  sırlar, can aleminden zuhur etsin diye duyguları zahiri olmayan bir  uykuya daldırır da. İnsan uyanıkken rüyalarda görür. İnsana gök kapıları  da açılır.
 Yoksul  şeyhin biri, bir vakitler kör bir pirin evinde bir musaf gördü. Temmuz  ayı idi. Ona mihman olmuştu. O iki; zahit birkaç gün araya gelmişlerdi.  Kendi kendisine “ Burada mushafın ne işi var? bu adam kör” dedi. Bu  düşünceye düştü, huzuru kaçtı “ Burada bu körden başka kimsede yok, bu  ne iş?
 Burada  yalnız o var, bir de buraya mushaf koymuş ben ne bunağım, ne sersem.  Onun için hiçbir şey sormayayım, sabredeyim de sabırla muradıma  erişeyim” dedi. Sabretti, bir müddet gönlü sıkıldı, fakat nihayet  meseleyi anladı. Çünkü sabır, genişliğin anahtarıdır.
 Lokman’ın,  tertemiz Davud’un yanına gitmiş, onun demir halkalar yapmakta olduğunu  görmüştü. O yüce padişah demir halkalar yapıyor, halkaları birbirine  takıyordu. Lokman silah yapma sanatını pek görmemişti., şaşırıp kaldı,  vesveseleri arttı. Bu nedir acaba, şunu bir sorsam, bu kat, kat  halkalarla ne yapıyorsun desem, dedi.
 Sonra  yine kendi kendisine dedi ki. “ Dur hele sabır daha iyi. Sabır, adamı  maksadına çabucak ulaştırır. Sormazsam iş daha çabuk anlaşılır. Sabırlı  kuş, bütün kuşlardan daha iyi uçar. Fakat sorarsam maksadı daha geç  anlarım, kolaycıcık anlayacağım şey, bu sorgumla güçleşir.
 Lokman,  orada bir müddet sabredip durdu. Bu müddet içinde Davud da zırhı yapıp  tamamladı. Kerem ve sabır sahibi Lokman’ın önünde bedenine geçirip  giyindi. “ Civanım, bu, savaşta yaralanmamak için güzel bir elbisedir”  dedi. Lokman dedi ki. “ Sabır da güzel bir iş. Her dertte ona sığınmak  gerek, her gamı o giderir.”
 A  kişi “ Vel asri” suresinin sonunu dikkatlice oku da bak. Allah o surede  sabrı hakla beraber andı, sabrı hakka eş etti. Allah, yüz binlerce  kimya yarattı ama insan sabır gibi bir kimya görmedi.
 Konuk  da sabretti. Ansızın müşkül halloldu, anlamak istediğini anladı. Gece  yarısı Kuran sesini duydu. Uykusundan sıçradı, şu acayip şeyi gördü.  Kör, mushaftan Kuran okumaktaydı. Hem de doğru olarak okuyordu.  Sabırsızlandı, bu hali sordu, dedi ki: “ Gözün kör olduğu halde şaştım  doğrusu, bu satırları nasıl okuyabiliyorsun sen?
 Okuduğun  satıra bakmakta, elini okuduğun harflerin üstünde gezdirmektesin.  Parmağını satırlar üstünde gezdirişinden anlaşılıyor, mutlaka harfleri  görüyorsun.” Kör dedi ki. “ Ey ten bilgisizliğinden kurtulan, bunu Allah  yapamaz mı ki? Neye şaşırıyorsun?
 Ben  Allahya ey yardımcım olan Allah, ey yardım dilenen Rabbim, adam canına  nasıl düşkünse ben de Kuran okumaya öyle düşkünüm. Fakat hafız değilim  ki, Yarabbi Kuran okuyacağım vakit gözlerime illetsiz bir nur ver, benim  gözlerimi aç da Kuranı elime alıp okuyayım diye dua ettim.
 Allahdan  ey Kurana düşkün adam, ey her dertte bize yüz tutan, bizden ümidini  kesmeyen kişi. Senin bize karşı öyle bir hüsnü zan, o ümit, sana daima  yücel, yüksel demekte. nE vakit Kuran okumak istersen, ne vakit mushafı  eline alırsan, ben de o zaman sana gözlerinin nurunu bağışlayacağım ey  yaratılışı büyük kişi, diye nida geldi.
 Öyle  de yaptı Allahm, ben ne vakit okumak üzere mushafı elime alır, açarsam,  her şeyi bilen, hiçbir işten gafil olmayan o ulu padişah. O tek Allah,  gece çırağı gibi gözlerimin nurunu ihsan etmekte” Allah, ne alırsa ona  karşılık ihsanda bulunur. Veli bu sebeple Allahya itiraz etmez.
 Bağını  mı yaktı? Sana bir bağ dolusu üzüm ihsan eder. Yas içinde neşe verir. O  elsiz çolağa da el verir. Gamlara maden olan kişiye neşeli, sarhoş bir  gönül bağışlar. Kaybettiğimiz şey büyük ve değerli bir şey bile olsa  mademki bize karşılık olarak ihsanlarda bulunuyor, şu halde itiraz  etmemize imkan yok.
 Ortada  ateş olmadığı halde bana hararet verdikten, beni ısıttıktan sonra  ateşimi söndürse de razıyım. Madem ki mumsuz da aydınlık vermekte,  mumuna sönüşüne neye feryat ediyorsun?
 
 ALINTI
 
 GÖRENEDİR GÖRENE,KÖRE NEDİR,KÖRE NE.
 
 |