Tekil Mesaj gösterimi
Alt 25 Mayıs 2015, 12:02   Mesaj No:4

EyMeN&TaLhA

Medineweb Emekdarı
Avatar Otomotik
Durumu:EyMeN&TaLhA isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 21422
Üyelik T.: 08 Kasım 2012
Arkadaşları:36
Cinsiyet:
Mesaj: 3.299
Konular: 784
Beğenildi:131
Beğendi:34
Takdirleri:141
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: Atauzem islam ahlak felsefesi özetleri 1-14

4.ÜNİTE

AHLÂK FELSEFESİNİN TEMEL KAVRAMLARI

Olgu - Değer Olgu:


Olgu terimi birkaç farklı anlamı içinde barındırır. Bunlar, aktüel olarak ortaya çıkan, gerçekleşen olay, nitelik, bağıntı ya da durum, tartışılmaz, yadsınmaz olarak, tartışılmazcasına, inkar edilemezcesine kabul edilen şeyle ifade edilebilirler. Yukarıdaki ifadelerden hareketle yalın olarak olguyu şu şekilde belirlememiz mümkündür: Nesnel gerçeklik dünyasında meydana gelen ve değişik ölçeklerle ölçülebilen tabiat etkinliklerinden her birine veya bir birimine olgu denir. Bu tanımımızı daha açık hale getirebilecek şu örneklere dikkat edelim. “Beklenen kar yağışı nihayet başladı”. “Büyük İslam ahlâkçılarından Gazali 1111 yılında vefat etmiştir.”, “Türkiye Cumhuriyeti demokrasiyi benimsemiş, laik, sosyal bir hukuk devletidir.” Bu üç cümlede de görüldüğü gibi dile getirilen değişik olaylar vardır. Bunlar “olgu” diye tanımladığımız nesnel olaylara karşılık gelmektedirler. Yukarıda verdiğimiz örneklerimizin birinci cümlesinde yer olan olgu, fiziki gerçekliğe işaret eden bir olgu iken, ikinci cümledeki olgu, tarihi gerçekliğe, üçüncü cümledeki olgu ise, siyasi gerçekliğe işaret etmektedir. Yani daha önce olguyu tanımlarken de belirttiğimiz gibi olgular meydana geliş aşamalarına göre değişik ölçütlerle ölçülebilmektedirler. Bu da bizi onları belli ölçütlere göre kolayca sınıflandırabilme imkanı tanımaktadır. Burada önemle belirtmeliyiz ki olgular, bizim dışımızda bize bağlı olmadan meydana gelen, doğal, toplumsal, tarihsel, dinsel vb. gerçeklerdir.

Değer:

Değer kavramını ahlâk felsefesinin bir terimi olarak şu şekilde belirleyebiliriz: Ahlâk ya da değer felsefesinde olgu bilincinden sonra ortaya çıkan ve olguya, belli duyguları, arzuları, ilgileri, amaçları, ihtiyaç ve eylemleri olan özneyle ilişkisi içinde, belli nitelikler yüklemeyle belirlenen tavır, değer olarak ifadelendirilir. Kısacası değer, ahlâkî öznenin, olana, olguya yüklediği nitelik olarak belirlenebilir. Değerle ilgili şu hususların bilinmesi konuyu kavramamıza yardımcı olacaktır. Değer, bir ölçüt olarak, olanla- olması gereken ayırımını içerir ve her zaman olumlu ya da olumsuz bir şey olarak görülür. Değerler öznenin nesneyle ilişkisini içerdiğinden, tüm değerler, değer biçme tarzı ve biçilen değerler doğru olamayabilir. Değerlerin bu yönüyle tartışmalı olabileceği gözden uzak tutulmamalıdır. Değerleri kendi aralarında sınıflandırmamız mümkündür. Örneğin. Hazcı değerler, estetik değerler, ahlâkî değerler, yararcı değerler, dini değerler ve mantıksal değerler şeklinde bir tasnif değerleri anlamamıza yardımcı olacaktır. Değerlerin olumlu ya da olumsuz olması gerektiği kabulünden hareketle bu taksimimizi şu şekilde açabiliriz. Hazcı değerlerde, haz olumlu, acı olumsuz yönü oluşturur.

Estetik değerlerde güzel olumlu, çirkin olumsuz, ahlâkî değerlerde iyi olumlu, kötü olumsuz, yararcı değerlerde yararlı olumlu, yararsız olumsuz, dini değerlerde sevap olumlu, günah olumsuz ve mantıksal değerlerde de doğru olumlu, yanlış olumsuz yönü ifade eder. Olgu - Değer ilişkisi ve Değer Yargıları Örneğin içinde yaşadığımız dünyayı ve onu oluşturan eşyayı, bizi ilgilendirdiği kadarıyla varoluşları açısından irdeleyebiliriz. Yani etrafımızda varolanları varlıklarının mahiyeti, kaynağı, nasıllıkları açısından sorgulayabiliriz. Bu eşya ile ontolojik (varoluş yönünden) bir ilişkimizi ifade eder. Yine etrafımızı kuşatan nesnelerin sayısı, rengi, şekli, görünümü ile ilgilenip, eşya ile nitelik ve niceliksel bir ilişkiye girebiliriz.

Bu da epistemolojik (bilgi içerikli) bir ilişki olur. Görüldüğü gibi değerler olgular üzerinde anlam kazanmaktadırlar. Ancak olgular, bizim dışımızda, bize bağlı olmadan var olan nesnel tarihsel, toplumsal gerçeklikler vb. iken, değer yargıları bize bağlı olarak ortaya çıkan olgular üzerine verdiğimiz hükümlerdir. Örneğin, kış mevsiminin uzun ve bol kar yağışlı olması fakir ve evsiz insanlar için “kötü” bir şey iken, kış turizmine yatırım yapanlar için “iyi” bir şeydir. Görülüyor ki bizim olay - olgular üzerine verdiğimiz “iyi” ya da “kötü” yargısı, o olay ya da olguyu değerli veya değersiz yapmaktadır. değerler evrensel ve genel olurken, değer yargıları yerel ve tikel olmaktadırlar. Örneğin bütün insanlar evrensel olarak kabul ederler ki, yaşlılara yardım etmek ve onlara bakmak iyidir. Bu herkes için bir değerdir. Buna karşılık, Batılılar için, yaşlıların kendi yaşıtlarıyla birlikte huzur evinde bakılması iyidir. İslam aleminde ise, yaşlıların kendi aileleriyle birlikte kalmaları iyidir. Bu örnekte değerli olan evrensel şey, “yaşlılara bakmak iyidir” önermesidir.

Değer yargısı ise, yaşlılara nasıl bakılacağı konusudur. Yukarıdaki bilgilere dayanılarak ifade edilebilir ki, değerlerin taşıdığı genel ve evrensel anlam ne yere, ne zamana, ne insana ne de topluma göre değişmezken, değer yargıları bireyden bireye, toplumdan topluma, ülkeden ülkeye ve zamandan zamana değişmektedir

iyi ve Kötü

Genel bir kanaate göre, “iyi”, insanın insan olma değerlerine ve yaşadığı topluma yararlı ve değerli olmasıdır. Buna göre, iyi, insanın aklına ve iradesine uygun olarak yaptığı seçiminin sonucunda oluşan yararlı ve değerli bir şeydir. İnsan olma olanaklarımızı gerçekleştiren ve toplum içinde uyumlu yaşamamızı sağlayan her şey de iyidir. Bunların tersi ise “kötü”dür. Görüldüğü gibi iyi ve kötü karşıt iki terimidir. Bu problem İslam ahlâkçıları tarafından “husun-iyi”- “kubuh-kötü” problemi bağlamında ele alınmıştır. Onlar konuya üç farklı açıdan yaklaşmışlardır.

1- Husun (iyi), kendi başına özü gereği iyi, adalet gibi olgunluk özelliğine sahip olma, kubuh (kötü) de yine özü gereği kötü, zulüm gibi bir eksikliğe işaret eder.

2- Husun amaca uygun olmak kubuh da amaca aykırı olmaktır. Burada iyi olan şey, oluşan sonuç, sağlanan fayda yönünden bir iyiliktir. Bu nedenle bu tür iyi bizzat kendisi için değil sonucu açısından istenir. Acı bir ilacın içilmesi gibi.

3- Husun, iyiye yaptığı katkı nedeniyle dünyada övülmeye, ahrette sevaba sebep olan şey, kubuh ise, kötüye verdiği katkı sebebiyle dünyada yerilmeye ahrette de azaba sebep olan şeydir. Yani bir davranış ne iyi ne de kötüdür. Ancak başka bir iyinin ya da kötünün ortaya çıkmasına sebep olduğu için övülür ya da yerilir. Örneğin mahkemede şahitlik yapmak gibi. Ayrıca İslam ahlâkçıları iyi ve kötüyü “ahlâkî hayır” ve “ahlâkî şer” olarak da ele almışlar bu bağlamda “ahlâkî hayrı”; ahlâk kanununa uygun ve failine bir değer kazandıran hayır olarak tanımlamışlardır. Buna göre insanın en ulvi gayesi ahlâkî hayır olup bu da Allah rızası ve Allah sevgisidir. Buna aynı zamanda “hayr’ı alâ” (en yüce hayır) adını vermişlerdir. Yine “ahlâkî şer”ri de aslında kötü olduğu halde, aynı zamanda, failini de lanetlendiren şey olarak tanımlamışlardır. Yalancılık, zina vs.

Özgürlük

Özgürlük terimi genel anlamda kişinin kendi kendisini belirlemesi, denetlemesi, yönlendirmesi ve düzenlemesi durumun ifade eder. Ahlâk felsefesi açısından bu terimi ele aldığımızda, özgürlüğü ahlâkî öznenin (kişinin), kendi tercihlerine, akla dayalı kararlarına, iradesinin buyruklarına göre hareket etme durumunu ifade eden bir kavram olduğunu söyleyebiliriz. Bu durumda özgürlük, kişinin var olan alternatif eylem tarzları arasında bir seçim yapabilme ve yapılan seçimin gereğini yerine getirebilme gücünü de kapsar. Yine bu kavram ahlâk felsefesi açısından ele alındığında kişinin, dış koşulları, psikolojik ve biyolojik yapısının belirlediği şartları aşmayı, aşabilmeyi başararak, kendi ideallerine, isteklerine ve hedeflerine uygun davranabilmesini de ifade eder.

Sonuç olarak kişi özgür ise, yani özgür iradeye sahip ise seçim yapabilir. Seçim yapması, seçim yapılan nesnelere bir değer yargısı yüklemesidir. Bu durumda seçilen nesne “iyi” ya da “kötü” değer yargılarını alır.

Erdem

Ahlâk felsefesinin bir terimi olarak erdem (fazilet), insanın ahlâkî bakımdan her zaman ve sürekli olarak iyi olma eğilimi, iyi ve doğru eylemlerde bulunmaya yatkın olma durumunu ifade eder. Yine bu terimi, insan varlığına en zengin, en gerekli ve dolgun anlamını veren ahlâkî niteliklerin toplamı olarak da tanımlayabiliriz. Bu bağlamda insan iradesinin gerektiği takdirde büyük özverilerde bulunmak ve ciddi engelleri aşmak pahasına, ahlâkî iyiliği amaçlama, iyilik uğruna hareket etme gücünü de erdem olarak adlandırabiliriz. Yukarıda da ifade edilmeye çalışıldığı gibi, ahlâkî bakımdan sürekli iyi ve değerli olan davranışlara erdem denilmektedir. Bu anlamda doğruluk, dürüstlük, iyilik, adalet, hoşgörü, vefakarlık, tevazu vb. değerler birer erdemdir.

Filozof Sokrates‟e göre erdem, insanın kendisine özge ve uygun olanı gerçekleştirerek, kendisini gerçekleştirme imkanına kavuşmasıdır. Sokrates‟in öğrencisi Platon‟a göre ise dört ana erdem vardır. Bunlar, bilge ve ahlâklı insanda olması gereken temel faziletler olup, ölçülülük, cesaret, bilgelik ve adalet olarak belirlenmiştir. Platon‟un öğrencisi Aristoteles ise, Platon‟un erdemlerini kabul etmekle birlikte, en çok değer verdiği erdem ölçülülük olmuştur. Ona göre her şeyin orta yolu insan için en iyi ve en erdemli olanıdır.

√ Sorumluluk Ahlâk felsefesi kavramlarından biri olarak sorumluluk, kişinin özgür iradesiyle düşünerek, karar vererek eylemde bulunması, yaptığı bu eylemlerin sonuçlarını kabul etmesidir. İslâm ahlâkçılarının ahlâki sorumlulukla ilgili görüşlerinde farklılıklar vardır. Ancak hepsinin de ortak olduğu bir nokta vardır ki, o da ahlâki sorumluluğun, bilerek ve isteyerek yapılan eylemlerin hesabını vermekten, bunların mahiyetine göre mükafat veya ceza görmekten ibaret olduğudur. Ahlâki sorumluluk insanı, kendi vicdanına, insanlığın vicdanına ve Allah‟a karşı sorumlu tutar. İnsanda bulunan bazı unsurlar bu sorumluğu sınırlar veya tamamen ortadan kaldırır. Bunlar; bilgisizlik, delilik, çocukluk, ihtiyarlık, zorlama ve çeşitli tutkulardır. Dolayısıyla insanın sorumlu tutulabilmesi için bazı şartların mevcut olması gerekmektedir. O halde sorumluluğun şartları nelerdir?

1. Akli Yeterlilik:

İnsanın fiillerinin mahiyetini, sonuçlarını, ahlâki değerini idrak edebilmesi, iyiyi kötüden ayırt edecek kadar ruhsal, zihinsel ve bedensel gelişimini sağlamış olması gerekir.

2. Mükellefiyetin Bilinmesi:

Her vazife bir emrin sonucudur. Dolayısıyla bir kimseye bir vazifenin yüklenmesi ve bundan sorumlu tutulması, ancak şunu yap, bunu yapma gibi müspet veya menfi bir hitabın o kimseye ulaşması, başka bir ifadeyle o kimsenin kanun hakkında bilgi sahibi olması ile gerçekleşir.

3. Kasıt ve Niyet:

Niyetimize uygun olarak başardığımız fiillerden dolayı sorumlu olduğumuzda şüphe yoktur. Problem niyet ile fiilin birbirine uygun olmadığı durumlardadır. Ayet ve hadisleri bir bütünlük içinde değerlendirdiğimizde İslâm ahlâkına göre sorumluluğun, fiilin sonucuna göre değil, fiilin arkasındaki niyete göre olduğu anlaşılır.

4. irade Hürriyeti:

Sınırlı da olsa bir irade hürriyetinin kabul edilmemesi durumunda sorumluluk temellendirilemez. Ahlâki hürriyet iki kademelidir:

a. İsteme veya seçme hürriyeti, b. Fiil veya yapma hürriyeti.

Akıl ve bilgi şartlarını taşıyan her insan isteme ve seçme hürriyetine sahiptir. Bir işi yapma hürriyetine sahip olmayan kimseden bu işi yapmasını istemek, yani “teklif-i ma la yutak” caiz değildir. Zira “Allah insana ancak gücünün yettiğini yükler.” (Bakara, 287)

5. Mükellefiyetin şahsi Olması:

Çağdaş hukuk sistemleri ile birlikte İslâm hukukunun da önemli ilkelerinden biri olan kişinin sadece kendi yetki alanına girenlerden sorumlu tutulması, İslâm ahlâkı için de geçerlidir. İslâm dini bu noktada, „asli günah‟ ile Hz. Adem‟in hatasından dolayı bütün insanlığın günahkar olduğunu kabul eden Hıristiyanlıktan ayrılır. İslâm düşüncesinde dini, hukuki ve ahlâki sorumluluklar şahsidir.

Vicdan

En basit tarifiyle vicdan, ahlâkî öznede var olan doğru ve yanlış duygusu olarak belirlenebilir. Bir başka ifadeyle vicdan yüreğin olaylara yönelmiş algısı olarak da ele alınmıştır. Bireylerin eylemler üzerinde yargıda bulunmasına imkan veren ve eylemlerdeki iyi ve kötü değerleri anlamasını sağlayan güç olarak vicdan, kişinin eylemleri gerçekleştirme sırasında başvurduğu bir yargılama ve karar verme yeridir. Önemli düşünürlerden J. J. Rousseau‟ya göre vicdan, ilahi bir içgüdü, iyilikle kötülüğü ayıran bir yargı gücüdür. I. Kant’ta ise vicdan, aslında salt aklın pratik olarak kendini belirttiği olaydır. Ancak vicdanın karar verebilmesi için de gereken uygun koşullar olmalıdır. Bunlar bireyin akıl sahibi olması, eylemlerini kendi iradesi doğrultusunda oluşturması ve kişinin özgür olmasıdır. Tüm bunlara ilaveten kişinin sorumluluk duygusuna sahip olması vicdanı tamamlayan önemli bir koşuldur. Vicdan ile ahlâkî davranış arasında zorunlu bir ilişki vardır. Zira vicdanlı bir birey aynı zamanda ahlâklı bir bireydir. Vicdanın sesi kişinin ahlâklı davranışta bulunmasını sağlar. Özellikle dinler ve Tanrı fikri insan vicdanın şekillenmesine önemli rol sahibidir. Kısacası akıl, irade, inançlar, gelenekler, din, kültür, yasalar, sorumluluk ve ahlâkî ilkeler vicdanımızın şekillenmesini ve karar vermesini çeşitli derecelerde etkileyerek, kişinin vicdanının oluşmasını sağlarlar.

√ Ahlâkî Karar ve Davranış

Ahlâkî kararı, kişinin kendi özgür iradesinin seçimini, kendi istek ve arzuları doğrultusunda bağlı olduğu ahlâk kuralları çerçevesinde önce bilerek ve isteyerek karar vermesi ve sonra da bu kararını eylemle göstermesi olarak ele alabiliriz. Ahlâkî davranışın oluşması için şu şartların birlikteliği gereklidir: a. Ahlâkî davranış iradeli ve arzu edilir olmalıdır. Ahlâkî özne bu davranış için hiçbir şekilde baskı altına alınmamalıdır. b. Ahlâkî davranış bilinçli olmalıdır. Ahlâkî özne yaptığı davranışın şuurunda olmalıdır. Bilinçli olmak yapılan davranışın sonuçlarını ve ne için yapıldığını da bilmeyi gerektirir. c. Ahlâkî özne bu davranışı özgür olarak gerçekleştirmelidir. İradeli ve bilinçli bir davranış ancak özgür olduğu sürece olanaklıdır. Görüldüğü gibi ahlaki davranış bireyin isteyerek, özgürce ve bilinçli bir şekilde gerçekleştirdiği eylemleri kapsamaktadır. Bireyin bu tür bir eylemi yapma yönündeki iradesini ortaya koyması ya da seçimde bulunmasını da ahlaki karar olarak belirleyebiliriz.



alıntıdır
Alıntı ile Cevapla