Tekil Mesaj gösterimi
Alt 02Haziran 2015, 09:02   Mesaj No:8

EyMeN&TaLhA

Medineweb Emekdarı
Avatar Otomotik
Durumu:EyMeN&TaLhA isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 21422
Üyelik T.: 08 Kasım 2012
Arkadaşları:36
Cinsiyet:
Mesaj: 3.299
Konular: 784
Beğenildi:131
Beğendi:34
Takdirleri:141
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: Atauzem islam ahlak felsefesi özetleri 1-14

7.ÜNİTE

AHLÂKÎ YAPTIRIMLAR


Ahlâkın Yaptırım Nedir? :

Ahlâkî eylemlerde yaptırıcılık, ahlâkî öznenin kendisini eylemleri yapmağa mecbur edici bir gücünün olması demektir.

Ahlâkî Yaptırım Çeşitleri :

İnsan yaşamı göz önüne alındığında, onun hayatını özellikle de eylemlerini şekillendiren birçok yaptırıcı güçten bahsedilebilir. Örneğin tabii yaptırıcılık, dini yaptırıcılık, hukuki yaptırıcılık, fikri yaptırıcılık ve ahlâkî yaptırıcılık terimleri ifade edilebilir. Bunlar içerisinde ahlâkî yaptırıcılık diğerlerinden farklı olarak daha ziyade ahlâkî öznenin eylemlerine yönelik olması bakımından dikkatimizi çekmektedir. Kişinin yapacağı eylemin övgü ve takdir ile karşılanacak olması ya da kötülenip ayıplanacak olması ahlâkî yaptırımın dışa dönük yönünü oluştururken, yapılan eylemle hissedilen manevi tatmin boyutu ya da vicdan azabı onun içsel yönünü oluşturmaktadır. Ahlâkî yaptırımlar, ahlâkî özne ve onun toplumsal, kültürel, dini hayatı ile ilişkili olarak çeşitli sınıflara ayrılmıştır. Biz bunları sosyal, dini ve vicdanî yaptırım olarak üç sınıfa ayırıp, incelemeye çalışacağız.

Sosyal Yaptırımlar :

Yukarıda ifade edilen yaptırımlar içinde yer alan ve insanlar üzerinde caydırıcı etkisi olan, onları kötü eylemlerden alıkoyan yaptırımlardan birisi de sosyal yaptırımlardır. Bir takım eylemlerin hem hukuki yani cezai hem de ahlâkî yaptırımlarının olması, sosyal hayatın korunması, düzenin sağlanması ve huzurun devamı için gerekli görülmüştür.

Vicdanî Yaptırımlar :

Vicdanî yaptırımlar ahlâkî yaptırımların içsel boyutunu oluşturur ve kişinin eylemler karşısındaki manevi tatmini ya da vicdanî rahatsızlığıyla kendini gösterir. Ancak vicdanî yaptırım sırf kişiye bağlı, içsel ve tamamen özgür bir yaptırım çeşidi olduğundan yaptırıcılığı zayıftır.

Dinî Yaptırımlar :

Dini yaptırım dindar bireyin ilahi ya da mistik mükafat veya ceza korkusudur. Bu bağlamda dindar bireyi, iyilik yapmaya sevk eden cennet ümidi veya onu kötülüklerden alıkoyan cehennem korkusu, Allah‟ın lütuf ve sevgisini kazanma ya da kaybetme endişesi dini yaptırımın temel mantığını oluşturur. İslam ahlâkçıları da ahlâkın en etkin yaptırıcı gücü olarak dini yaptırımları önemsemişlerdir. Şu halde dini yaptırımın ahlâkî yaşama en önemli katkısı, ahiret inancıyla bütünleşen mükafat ve ceza gününe olan inançta yatmaktadır. Ahlâkın en önemli teminatı ise, insanın bir başka âlemde yaptıklarının hesabını verecek olmasıdır.

Yaptırımların Değerlendirilmesi :

Vicdanî yaptırımın öznelliği dolayısıyla bağlayıcılığının az olabileceği, sosyal yaptırımın her zaman adalet ilkesine uygun olamayacağı için yaptırım zaafının bulunduğu ileri sürülmüş, dini yaptırımın ise dindar bireyleri bağlayıcılığının bir zaaf olduğu üzerinde durulmuştur. Ancak yine de her şeye gücü yeten bir Allah inancına sahip tek tanrılı dinler için geçerli olan dini yaptırımın ahlaki yaptırımlar içerisinde en etkin yaptırım olarak ifade edildiği unutulmamalıdır. Ahlâkî yaptırımın gücü ile ilgili tartışmalar da yapılmış ve ahlâkî yaptırım daha ziyade hukuki yaptırım ile mukayese edilmişidir. Bu bağlamda bazı araştırmacılar hukuki yaptırımlara göre ahlâkî yaptırımın oldukça tesirsiz olduğu görüşünün ileri sürmüşlerdir. Onlara göre, kanun cezalandırır; toplum ise sadece kınar. Vicdanın yaptırıcı gücü sadece içe ait olduğu için ahlâkın yaptırımı zayıftır. Bu nedenle hukukun yaptırıcılığı ahlâkın yaptırıcılığından üstündür.

Ahlâkta Özgürlük

–Yaptırım ilişkis
i

1- Cebriye: Bu mezhebe göre, insanın, hakikatte ne kudreti, ne de irade ve ihtiyarı vardır. Fiillerimizin hepsi görünüşte bizim, fakat hakikatte Allah‟ındır. İnsanın hareketleri tıpkı cansızların hareketleri gibidir. Cebriyenin insanın irade ve seçme hürriyetini reddeden görüşü, bizi kaçınılmaz olarak şu iki sonuca götürür:

a- Ya insanların bütün sorumlulukları ile birlikte ahlâki sorumluluklarını da kabul etmeyeceğiz ki, bu anarşizmden başka bir şey değildir.
b- Ya da –Cebriye, insanların davranışlarından sorumlu olduklarını kabul ettiğine göre- Allah‟ın adalet sıfatını kabul etmeyeceğiz. Ancak Cebriye, bu iki sonucu da reddederek, insanın irade ve seçme hürriyetinin bulunmamasına rağmen, hem sorumlu olduğunu, hem de onları sorumlu tutmanın bir adaletsizlik sayılmayacağını savunmuştur. Fakat bu iddia bir çıkmazdır.

2- Mutezile: Buna göre insanlar kendi eylemlerini meydana getirici, yapıcı ve yaratıcıdırlar. Çünkü insan irade sahibi hür bir varlıktır. Allah sadece insanın irade ettiğini emreder. Mutezile, Cebriye‟nin irade hürriyetini inkar ederek, insanı adeta robot bir varlık şeklinde gören fikrine karşı çıkarken, haklı gibi gözükmesine rağmen, başka bir aşırılığa düşmüştür.

Dolayısıyla Mutezilenin görüşü de çeşitli açılardan eleştirilebilir:

a- Eğer insan, mutlak bir irade hürriyetine sahip ise, o zaman Allah‟ın iradesinin sınırlı olduğunu kabul etmek gerekmez mi?
b- İnsanın sınırsız bir irade hürriyetine sahip olduğu görüşü, ilmi gerçeklerle de bağdaşmamaktadır.

1- Ehl-i Sünnet: Birbirine zıt gibi görünen delilleri telif ederek hem Allah‟ın kaza ve kaderi ile külli iradesini, hem de insanın cüzi iradesini ispat etmişlerdir. Böylece onlar, akli ve nakli delillere tek yanlı bakmak yerine, problemi her iki cephesi ile ele almışlar ve „insan ne serbest bırakılmış, ne de bağlanmıştır‟ prensibini kabul etmişlerdir. İnsanın hareketlerini ihtiyari olanlar ve zorunlu olanlar olmak üzere iki kısma ayırmaktadırlar. Karşı konulamayan ve aksine davranma imkanı olmayan hareketler, refleksler gibi, zorunludur. Herhangi bir zorlama olmaksızın yapılan hareketler de ihtiyaridir. Ehl-i Sünnet içerisinde iki büyük imamın görüşleri önem arz etmektedir. Eş’ari, insanda bir irade kudretinin olduğunu, bunun kesbe (kazanmaya) muktedir olduğunu belirtmektedir. Cebirden kurtulmak ve insanın sorumluluğunu temellendirmek için kesp kavramını kullanmıştır. Ona göre, kesb (kazanma), kulun kudretinin takdir olunana yanaşmasıdır. Maturidi‟ye göre ise, insan fiillerinden irade hürriyetine sahip olmakla birlikte fiillerinin yaratıcısı değildir. Fiillerin yaratıcısı Allah‟tır, insan sadece kesb eder. Maturidi‟nin kesb anlayışı Eş‟ari‟den ayrılır.

Gazali, Cebriye, Mutezile ve Ehl-i Sünnet‟ten oluşan bu üç guruptan her birini el yordamı ile fili tanımaya ve tanıtmaya çalışan üç köre benzetiyor.

Böylece Gazali, Kant‟tan çok önce, hürriyet probleminin nazari aklın bilgi alanını aştığını ortaya koymuştur. Yukarıdaki bilgiler göz önünde bulundurularak kısaca ifade edecek olursak, ahlâkî özgürlük, ahlâkî bir öznenin kendi koyduğu kurallara göre, kendi iradesiyle bu kurallara uyarak eylemlerde bulunmasıdır

alıntıdır
Alıntı ile Cevapla