Tekil Mesaj gösterimi
Alt 02Haziran 2015, 09:15   Mesaj No:9

EyMeN&TaLhA

Medineweb Emekdarı
Avatar Otomotik
Durumu:EyMeN&TaLhA isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 21422
Üyelik T.: 08 Kasım 2012
Arkadaşları:36
Cinsiyet:
Mesaj: 3.299
Konular: 784
Beğenildi:131
Beğendi:34
Takdirleri:141
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Cevap: Atauzem islam ahlak felsefesi özetleri 1-14

8.ÜNİTE

AHLAK FELSEFESİ EKOLLERİ


Ahlak Felsefesi Ekollerine Giriş:

Ahlak alanında elimizde hangi eylemin ahlaka ait olduğunu ölçecek bir ölçek bulunmamaktadır. Bütün ahlaki anlayışlar en yüksek idealler noktasında, kendilerinin mutlak anlayış olduğu iddiasındadırlar. Ahlaken ulaşılmak istenen en yüksek gayeye kendileriyle ulaşılabileceğini ileri sürerler. Bedia Akarsu‟nun da ifade ettiği gibi, “benim ilkelerim mutlak bir doğruluğu dile getirmiyor, ister uyun onlara, ister uymayın.” (Akarsu, Bedia, 1970. s. 10) diyen bir ahlak anlayışı yeryüzünde görülmüş değildir.

Mutlulukçu Ahlak Anlayışları

Ahlak filozofları ahlak anlayışlarını daha ziyade bu anlayışların, ahlaki eyleme biçtiği amaca göre tasnif etmişlerdir. “Mutluluk ahlakı” da bu şekilde bir sınıflamaya göre verilen bir isimdir. İnsanın eylemleriyle ulaşılabileceği son hedefi mutluluk olarak belirleyen ahlak anlayışlarının tümü, mutluluk ahlakı (Eudaimonisme) olarak kabul edilmiştir. Bu dönem içinde Demokritos‟la başlatabileceğimiz bu mutlulukçu ahlak anlayışlarını Sofistlere, onlardan Sokrates‟e ve Sokratik okullara kadar genelleştirebiliriz.

Domokritos ahlak felsefesini konu edinen ilk düşünür olarak ele alınabilir. Onunla başlayan bu anlayışta “bütün insanlar mutluluğu arzu eder”ler ilkesi öne çıkarılmıştır. Mutlulukçu ahlak anlayışının en önemli düşünürlerinden Sokrates de ise, “iyi olmak bilgili olmaktır.” Çünkü bilgili olmak ruha fazilet ve mutluluk sağlar. Bu dönemin bir diğer ünlü filozofu Platon ise, iyiyi, bilgi, haz, ölçülülük, güzellik ve doğruluğun bir bileşeni olarak ele almıştır.

Platon‟un öğrencisi ve Antik Yunan düşüncesinin büyük bilgesi Aristoteles‟e göre ise, “iyi” her şeyin yöneldiği gayedir. Kynikler Okulu’na mensup düşünürler de hayatın amacını mutluluk da görürler. Bu okulun kurucusu Antistenes için en büyük yaşama gayesi fazilettir. Mutlulukçu ahlak felsefesini tercih eden İlkçağ felsefe ekollerinden biri de Kyrene Okulu‟dur. Epicuros‟un da dahil olduğu bu düşünürlere göre, en iyi ve ahlaki olan şey “haz”dır. Okulun kurucusu

Aristippos‟a göre, “iyi” olan “haz”dır. Bu düşünceleriyle bu kişi “hedonizm”in de kurucusu olarak kabul edilmiştir. En mutlu kişi en çok haz elde eden kişidir. Zaten hayatın gayesi de en yüksek hazza ulaşabilmektir.

Stoa felsefesinde de ahlakla hedeflenen mutluluktur. Ancak Stoalılar bunu hedonist (hazcı) bir yaklaşıma bağlamazlar. Onlara göre “iyi” ve “fazilet” tabiata ve akla uygunluktur. Yahut en yüksek iyi ve en yüksek gaye olan mutluluk “tabiata uygun yaşamdır. Bu okul düşünürleri, yalnız faziletin iyi olduğunu öne sürer ve mutluluğu da fazilette görürler. Fazilet ise tabiatla uyum içinde yaşamdır.

Faydacılık Ahlakı ve Ütilitarizm

Çeşitli açılardan ahlaki eylemle gayeyi “fayda/yarar” ile ilintilendiren bu yaklaşımları faydacı ahlak anlayışları olarak değerlendireceğiz.

Faydacılara göre, “toplum yararına” olan şey ölçü olarak alınmakta, iyi ve kötünün değerlerini, içeriklerini ortaya koymaktadır. Buna göre egoizmin topluma faydalı olan şekline iyi, zararlı olan şekline de kötü denmiştir. Faydacılığın daha ileri seviyede temsil edildiği anlayış ise Ütilitarizm‟dir. Bu anlayışın temsilcileri olarak Jeramia Bentham ve John Stuart Mill‟i örnek verebiliriz. Bunlara göre bütün canlılar hazza yönelirler. Bir eylemde toplam haz toplam acı ve zarardan fazlaysa bu davranış iyi ve hayırlıdır.

“Mutlu bir ahmak olmaktansa talihsiz bir Sokrates olmak bin kere daha iyidir” diyen Mill‟e göre, fazileti fazilet olduğu için sevmeli yoksa şahsi menfaat ve fayda sağladığı için değil. Faydacılık, bütün genelleştirme ve sosyalleştirmelere rağmen, yine de ferdiyetçi unsurlardan bir türlü kurtulamamıştır. Çünkü ahlaki değerler, neticede ferdin hoşlanmasına bağlıdır. Bunun sonucu olarak da objektif bir idealizm olan “Pragmatizm” doğmuştur.

Bu faydacı anlayışın temsilcisi olan William James, pratik faydanın dışında din, inanç, Tanrı, ahlak gibi hiçbir değer kabul etmemiştir. Kısacası “faydacılık”, modern çağın en uzun soluklu geleneğini meydana getiren etik görüş olarak, İngiltere‟de

Hobbes‟un etik egoizmi ile başlayan yönelimin, 18. yüzyılın ahlak duyusu öğretisi ve aydınlanma etiğinin dolayımından geçerek 19. yüzyıldaki doruk noktasını temsil etmiş ve özellikle Anglo-Sakson dünyada fazlasıyla etkili olmuştur. Faydacı ahlaki anlayışta, ahlaki eylemin değerini belirleyen şeyin, bu eylemin ödeve, ahlaki ilke ya da yasaya uygunluğu olmadığını ifade etmeliyiz. Burada önemli olan ahlaki eylemin sonucudur. Eylemin değeri ürettiği sonuçla, meydana getirdiği yararla ölçülmelidir. Bu öğretiye göre, insan ya da ahlaki özne iyi sonuçlar ortaya çıkaracak, eylemden etkilenecek herkesin yararına olacak şekilde eylemlerde bulunmalıdırlar.

Ödev Ahlakı

Ahlak felsefesi tarihinin en önemli öğretilerinden biri kuşkusuz ünlü Alman düşünürü Immanuel Kant‟ın ödev/vazife etiğidir. Kant bütün mutlulukçu ahlak anlayışlarına karşıdır. O, yeni bir ahlak kurmak istemektedir. O bu yeni ahlakın öznesi olan insanı otonom bir varlık olarak kabul etmektedir. Bu insanın kendi yasasını kendisinin koyması ve kendi koyduğu yasalara itaat etmesi de onun tam olarak özgür olduğunu gösterir. Buradan Kant‟ın ulaştığı netice şudur: Ahlak yasasının kaynağı bizzat insanın kendisidir.

Ahlaki değerlerin kaynağı ise insan aklıdır. Bu akıl da ahlaki olarak kendisini vicdanda gerçekleştirir. Kant insanın insan yapan esas özelliğin akıl olduğuna inanır. Buna dayanarak “her düşünen insanın iradesini bir genel yasa koyan irade olarak kabul et” ilkesini koyarak ahlaki iradeyi her türlü sınırlamadan uzak tutarak özgürleştirmiştir. Kant bu bağlamda özgürlüğü de geleneksel özgürlük anlayışının tersine çevirmiş, “özgür olduğumuz için sorumlu olmamız” değil de “sorumlu olduğumuz için özgür olmamız” gerektiğini ileri sürmüştür. Görüldüğü gibi ona göre sorumluluk özgürlüğe değil, özgürlük sorumluluğa dayanmaktadır. Kant ahlaklılığı açıklarken de geleneksel anlayıştan farklı bir yaklaşım sergiler. Ona göre, ahlaklılığın özü ahlaki eylemin sonucuna değil, onun hazırlanışına yani niyetle ilgilidir. Ona göre mutlak olarak iyi denebilecek tek şey vardır. O da niyettir.

Kant ahlaki anlayışını herkesi ilgilendiren bir yasa, bir ilke ile ifade etmiştir. O da şudur: “Öyle hareket et ki, senin hareketinin kanunu, aynı zamanda, diğer insanların hareketleri için bir prensip ve kanun olsun” O bu ilkenin bütün davranışlarımız için bir ölçü olabileceğini düşünmüştür. Kısacası Kant‟a göre, ödev kavramı mutlaktır. Bu sonuca ve yarara bağlı bir ödev değildir. Çünkü Kant haz ve duyguları ahlakdışı sayar. Aşka, sevgiye, hazza, gönül hoşluğuna hiç yer vermez. Onun nazarında her şey aklın eseridir. Bir işte neşe, zevk duyulmaya başlanırsa ahlaksızlık tehlikesi kendini gösteriyor demektir. Bu nedenle Kant tabiata kapılarını kapatmıştır. Ona göre tek hayır yolu vardır o da aklın kendidir. Buradan da anlaşılacağı üzere Kant‟ın etik görüşü tümüyle rasyonalist bir etik görüştür. Yine ahlaklılığın temelindeki ahlak yasası bireylerden bağımsız nesnel bir yasa olduğu, evrensel bir geçerliliğe sahip olduğu için, onun etik anlayışı, nesnelci, mutlak ve evrenselci bir etik anlayış olarak da tanımlanabilir.

Varoluşçu Ahlak

Bu felsefi anlayışta, ben (benlik) varlık ile özdeştir. Buna göre insan, kendi özünü kendisi yaratır; kendi özünü yaratan tek varlık insandır. İnsanı insan yapan da kendisidir. Bu anlamda insanı insan yapan üç temel nitelik de belirsizlik, özgürlük ve tasadır ki, bunların toplamı da huzursuzluğu meydana getirir. Öyleyse ne kadar insansak o kadar huzursuz ve mutsuzuzdur. İnsan için kendi varlığından başka bir otorite tanımayan bu anlayışa göre, insan özgürdür, özgür olmak zorundadır; çünkü kendi kendini yaratmış ve yaratmaya da devam etmektedir. İnsana kendisinden başka yol gösterecek kimse yoktur. O tek başına ve terk edilmişlik içindedir. Bu durumda bu düşünceye göre, ahlaki eylem açısından insanın kendi değerlerini kendisinin yarattığı sonucu da ortaya çıkmaktadır. Tam bir dürüstlük onlar için söz konusu değildir. Bu nedenle genel bir ahlak mümkün değildir. Çünkü insana bu dünyada yol gösterecek bir işaret yoktur. Hiçbir genel ahlak bize yapacağımız bir şey söyleyemez; yapacağımız şeye ancak biz karar veririz.

Bu anlayışın en önemli temsilcisi J. P. Sartre‟a göre, insan, kendi başına ne iyidir; ne de kötüdür. Ona kötülüğü başkası getirmiştir. Bu anlayışın savunucularına göre tek bir suç vardır. O da pişmanlıktır. Yaptığından pişmanlık duyan kimse, kendi özüne ihanet ediyor demektir. Onun için de insanları suçtan değil, pişmanlıktan kurtarmak gerekir. Çünkü en kirli, en pis şey pişmanlıktır. Bu ahlak anlayışında aklın yeri yoktur. Çünkü varoluş daima düşünceden önce gelir. Düşünce sadece varoluşa katılır.

Ahlaksızlık Ahlakı (immoralisme)

Ahlaksızlık ahlakı, ahlakçılığın karşısında yer alan bir tavır , ahlak düşmanlığı şeklinde ifade edebileceğimiz bir anlayıştır. Ahlaki ödev, ilke ve kuralların insanın insanlığını öldürdüğünü, insanı baskı altında tutup, onu köleleştirdiğini savunan ve bundan dolayı, ahlaka bütünüyle karşı çıkan, ahlaklılığa karşı kayıtsız kalan görüşü ya da geleneksel ahlak anlayışına karşı koyma tavrını da bu isimle ele alabiliriz. Varoluşçu düşünürlerin ahlaka karşı kayıtsızlıkları “immoralizmin” doğuşuna zemin hazırlamıştır. Ahlaksızlık ahlakı, toplumca belirlenmiş ahlak değerlerini değiştirmek isteyen görüşlerin genel adıdır.

Bu kavramı ilk defa Nietzsche kullanmıştır. Ahlak, adileştiren, çökerten, çirkinleştiren, zayıflatan ve sonunda ahlaksızlaştıran bir takım değerlerdir. Diğer bir ifadeyle ahlak, şekil değiştirmiş dinden başka bir şey değildir; ahlaklılığın birinci şartı da alçaklık ve tembelliktir. Eşitlik, hak, adalet gibi değerler birer safsatadır. Bu sebeple de, ahlaklı yaşamanın tek çaresi, kendimizi ahlaktan kurtarmaktır. Bu anlayışı savunanlara göre, insan her şeyin ölçüsüdür. Her şeyin ölçüsü insan olunca, Tanrı düşüncesi de gereksizdir. Gereksiz olan da zararlıdır. Öncelikle yapılması gereken de Tanrı düşüncesinin zihinlerden sökülüp atılmasıdır. Üstün insanlara ve aristokratlara bir taltif niteliğinde geliştirilen ahlaksızlık ahlakı, dine dayalı ahlaklar ile Kant ahlakını bir köle ahlakı olarak görmüş ve çelişkilerle dolu olan görüşlerini meşrulaştırmak için de “en bilge kişi çelişkilerle en zengin olan kişidir” anlayışını ileri sürmüştür.


alıntıdır
Alıntı ile Cevapla