Tekil Mesaj gösterimi
Alt 08 Ekim 2008, 10:32   Mesaj No:3

Emekdar Üye

Medineweb Emekdarı
Emekdar Üye - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Emekdar Üye isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 16627
Üyelik T.: 11 Şubat 2012
Arkadaşları:2
Cinsiyet:
Yaş:47
Mesaj: 4.081
Konular: 315
Beğenildi:48
Beğendi:0
Takdirleri:149
Takdir Et:
Standart Cvp: Fizilalil Kuran Kamer Suresi Tefsiri

Buna karşılık geviş getiren, çayırlarda otlayarak beslenen evcil hayvanların organik sistemleri farklı donanımdadır:
"Bu hayvanların sindirim sistemleri yaşadıkları çevrenin şartlarına uyacak biçimde tasarlanmıştır. Bu hayvanların ağızları oldukça geniştir. Azı ve köpek dişleri sert yapılı ve güçlü değildir. Buna karşılık ağızları parçalayıcı, keskin dişlerle donatılmıştır. Bu sayede otları ve bitkileri çabuk yerler ve bir kerede yutarlar. Böylece yaratılış amaçları olan hisleri insana sunma imkanına kavuşurlar. Yüce Allah bu sınıfa giren hayvanların sistemlerini son derece şaşırtıcı nitelikte yaratmıştır: Bu hayvanların acele ile yuttukları otlar ve bitkiler önce "işkembe"ye iner. Burası besin deposu görevini görür. Gündelik çalışma bitip de hayvan istirahate geçince işkembede depolanan besinler midenin "börkenek" adlı gözüne iner, sonra da tekrar ağzına çıkar. Hayvan bu yutulmuş besinleri ikinci kez iyice çiğnedikten sonra midesinin üçüncü gözü olan "kırkbayır"a gönderir, besinler oradan da midenin dördüncü gözü olan "şirden"e iner.
Bu uzun sindirim işleminin amacı bu tür hayvanları korumaktır. Çünkü bunlar çayırda otladıkları sırada çoğu kere yırtıcı hayvanların saldırısına uğrama tehlikesi ile karşı karşıyadırlar. Bu yüzden bir an önce besinlerini elde edip hızla güvenli istirahat yerlerine çekilmek zorundadırlar.
Bilim diyor ki; geviş getirme işlemi bu tür hayvanlar için zaruri, hatta hayatidir. Çünkü otlar, selüloz zarı ile kaplı hücrelerden oluştuklarından dolayı sindirilmeleri zor bitkilerdir. Hayvan bu bitkileri sindirebilmek için oldukça uzun bir zamana muhtaçtır. Eğer geviş getirmese ve midesinde acele ile yuttuğu besinleri depo etmeye yarayacak "işkembe" denen göz olmasaydı, hayvan otlarken uzun zaman harcamak zorunda kalacaktı, bu zaman bir tam güne yakın olacak, fakat buna rağmen yeteri besini sağlayamayacaktı, üstelik çiğneyip yutma işlemleri sırasında kasları çok yorulacaktı. Oysa geviş getirme işlemi sayesinde acele ile ağzına aldığı besinleri "işkembe"sinde depoluyor, bu besinler orada biraz mayalanıp yumuşadıktan sonra hayvan tarafından tekrar ağza çıkarılarak çiğneniyor, öğütülüyor ve arkasından yutuluyor. Böylece hayvan kolayca otlamış, besinini almış ve aldığı besini sindirmiş oluyor. Bütün bu kolaylıkları tasarlayan Allah ne kadar yücedir."
"Baykuş ve delice kuşu gibi yırtıcı kuşların gagaları etleri parçalamaya yarasınlar diye çengel gibi kıvrık ve keskindir. Buna karşılık kazların ve ördeklerin gagaları geniş ve kepçe gibi yaygandır. Bu biçimleri ile çamurlar arasında ve sular içinde besin aramaya elverişli olmaktadırlar. Gagaların iki yanında sazları ve otları kesmeye yarayan testere gibi küçük dişler vardır.
Tavukların, güvercinlerin ve yerden tane toplayarak beslenen diğer kuşların gagaları ise tane toplamaya yarayacak biçimde kısa ve küttür. Oysa mesela martının gagası oldukça uzundur. Gaganın alt kısmında ise balıkçı ağını andıran bir torba sarkar. Çünkü martının temel besini balıktır.
Hudhud ve çavuş kuşlarının gagaları ise birazcık uzun ve küttür. Bu biçimleri ile çoğunlukla yeraltında yaşayan böcekleri ve kurtçukları aramaya elverişlidirler. Bilim adamlarının dediklerine göre eğer insan bir kuşun gagasına şöyle bir bakarsa hangi tür besin ile beslendiğini tesbit edebilir.
Kuşların sindirim sisteminin geriye kalan bölümü de son derece hayret verici bir yapıdadır. Dişleri olmadığı için besinlerini sindirsinler diye "kursak"la ve "taşlık"la donatılmışlardır. Kuşlar, "taşlık"larındaki besinleri sindirmelerine yardımcı öğeler olsunlar diye çakıl taşları ve sert maddeler yutarlar."
Eğer bütün hayvan cinslerini ve türlerini bu şekilde incelersek işimiz uzar ve bu tefsir kitabının yönteminden ayrılmış oluruz. O yüzden adımlarımızı hızlandırarak tek hücreli bir canlı olan "amip"in yanına varalım. Varalım da yüce Allah'ın bu hayvancığa yönelik elini, üzerine dönük gözetimini ve hayatını düzenleyen duyarlı plânını büyüteç altına alalım:
"Amip, minik gövdeli bir canlıdır. Göl kenarlarında ve bataklıklarda ya da akar suların taşıdığı taşlar üzerinde yaşar. Gözleri yoktur, "göz lekeleri" aracılığı ile görür. Kütlesi amarftur, yani ortamın şartlarına ve ihtiyaca göre biçim değiştirir. Hareket edince vücudundan bazı çıkıntılar uzar. Bu çıkıntıları ayak gibi kullanarak istediği yere doğru gider. Bu yüzden bu çıkıntılara "yalancı ayaklar" adı verilir. Besinini bulduğu zaman onu bu çıkıntıların biri ya da ikisi ile yakalar, üzerine sindirimi sağlayıcı bir salgı akıttıktan sonra besinin yararlı öğelerini emer, yararsız artıklarını vücudunun dışına atar. Bu minik canlı sudan aldığı oksijeni kullanır ve bütün vücudu ile solunumunu yapar.
Düşünelim ki, gözle görülmeyecek kadar küçücük olan bu minik canlı yaşıyor, hareket ediyor, besleniyor, solunum yapıyor ve besin artıklarını dışarıya atıyor. Gelişmesini tamamlayınca ikiye bölünüyor ve her iki bölümü de ayrı birer canlı oluyor.
Bitkilerin acayip yönleri insanlarda, hayvanlarda ve kuşlarda gördüğümüz acayipliklerden daha az şaşırtıcı, daha az hayranlık uyandırıcı değildir. Onlarda görülen ince ölçülü plân, diğer canlılardaki plândan daha az dikkat çekici ve daha az göze batıcı değildir. Kısacası "O herşeyi yaratmış ve bir ön tasarıya göre düzenlemiştir." (Furkan Suresi, 2)
Şunu hemen belirtelim ki, bu plânlama ve tasarlama konusu anlattıklarımızdan daha önemli ve daha geniş kapsamlıdır. Şu evrenin küçük-büyük bütün hareketleri, bütün gelişmeleri, bütün akımları belirli bir plâna ve ön-tasarıya bağlıdır. Tarihteki her olayın, insan vicdanındaki her duygusal reaksiyonun ve yine insanın verdiği her nefesin bu belirli plâna ve ön-tasarıda yeri vardır. Şu verdiğimiz soluğun zamanı, yeri, şartları tümü ile plânlanmıştır. Bu nefes tıpkı büyük ve önemli olaylar gibi vârlık düzeni ile ve evrenin genel hareketi ile ilişkilidir, evrensel uyum açısından hesaba katılmıştır.
Şu çöl ortasında yetişen ve tek başına duran ağaca bakalım. O da bu belirli plâna bağlı olarak orada duruyor ve yerden çıktığı andan beri varlık bütünü ile irtibatlı bir fonksiyonu yerine getiriyor. Şu yerde sürünen minik karınca, şu havada uçan kuş, şu suda yüzen tek hücreli canlı, plâna ve ön-tasarıya bağlılık açısından tıpkı büyük gezegen sistemleri ve iri gök cisimleri gibidirler.
Herşey zaman bakımından, yer bakımından, miktar bakımından, biçim bakımından plâna bağlıdır; bütün şartlar ve durumlar arasında uyum vardır. Mesela Hz. Yakub'un, Hz. Yusuf'un ve Bünyamin'in anası olan ikinci bir kadınla evlenmesi olayını düşünelim. Bu olay, ilk plânda sanıldığı gibi, kişisel ve bireysel bir olay değildi. Bir plâna bağlı olarak meydana gelmişti. Bu plânın aşamaları şöyle gelişecekti. Hz. Yusuf'un kardeşleri kendisini kıskanacaklar, onu götürüp kuyuya atacaklar, fakat öldürmeyecekler, yoldan geçen bir kafile onu kuyudan çıkarıp Mısır'a götürüp satacak. Böylece Hz. Yusuf başvezirin sarayında büyüyecek, başvezirin eşi onunla yatağını paylaşmak isteyecek, o bu baştan çıkarma girişimine pabuç bırakmayacak, zindana atılacak. Niçin? Orada kralın adamları ile tanışacak, onların rüyalarını yorumlayacak. Niçin? Öyle bir noktaya varılacak ki, bu soruya cevap verilemeyecek. Bazıları ısrarla soracaklar. Niçin? Ya Rabbi, niçin Hz. Yusuf ızdırap çekiyor? Niçin bu peygamber, çektiği acıların etkisi ile gözlerini kaybediyor? Niçin masum Yusuf bunca acıya katlanıyor? Niçin? Çeyrek yüzyıllık ızdırabın sonunda bu sorulara ilk cevap geliyor: Çünkü ilahi plân, Hz. Yusuf'u yedi kıtlık yılında Mısır halkının ve Mısır çevresindeki halkların beslenme sorumluluğunu üstlenmek üzere hazırlıyordu. Sonra niçin? Hz. Yusuf ana-babasını ve kardeşlerini yanına alsın diye. Çünkü bu ailenin soyundan İsrailoğulları türeyecek; Firavun, İsrailoğullarına baskı yapacak, sonra onların içinden Hz. Musa çıkacak. Onun hayatında yine ilahî plâna bağlı birçok gelişmeler olacak; arkasından günümüz dünyasının içinde yaşadığı, tüm dünya insanlarının hayat akışını etkileyen birçok olaylar, gelişmeler ve akımlar meydana gelecek.
Yine mesela Hz. Yakub'un atası, Hz. İbrahim'in Mısırlı bir kadın olan Hacer ile evlenmesini düşünelim. Bu olay da ilk plânda sanıldığı gibi kişisel ve bireysel bir olay değildi. Tersine gerek bu olay ve gerekse Hz. İbrahim'in başından geçen diğer bazı olaylar onun ana yurdu olan Irak'tan ayrılarak Mısır'a gitmesine yol açtı. Orada Hacer ile evlendi. Bu eşinden oğlu İsmail dünyaya geldi. İsmail ve anası bu gün Kâbe'nin bulunduğu yöreye yerleşti. Sonunda Hz. İbrahim'in soyundan bu yarımadada Hz. Muhammed dünyaya geldi. Bu yarımada islamın doğuşu için en elverişli ortam olarak belirdi. Tüm bunların sonunda bütün insanlık tarihinin en büyük olayı meydana geldi.
Her olayda, her başlangıçta, her sonda, her noktanın arkasında, her adımda, her değişiklikte, her yenilikte ipin uzak ucunun arkasında yüce Allah'ın plânı vardır. Yüce Allah'ın geçerli, geniş kapsamlı, ölçülü, duyarlı ve derin plânı.
İnsanlar bazan bu ipin yakın ucunu görürler, uzak ucunu göremezler. Bazan olayın başlangıç noktası ile sonucu arasındaki zaman insanların kısa ömürlerini aşar. Bu yüzden olayın plâna bağlı hikmeti göremezler. Bundan dolayı sabırsızlanırlar, "şöyle olmalı, böyle olmalı" diye öneriler ileri sürerler. Kimi zamanda öfkeye kapılırlar, ileri-geri konuşurlar.
Oysa yüce Allah bu Kur'an'da insanlara öğretiyor ki, herşey ana plâna bağlıdır, insanlar her işi, tüm işlerin sahibine bırakmalıdırlar. Arkasından huzur ve güven için yüce Allah'ın plan ile uyumlu ve ahenkli adımlarla yollarına devam etmelidirler. Bu plânın eşliğinde ve yoldaşlığında sağlam, güvenli ve sarsılmaz adımlar atmalıdırlar.



50- Bizim buyruğumuz göz kırpması kadar kısa sürede gerçekleşen bir tek sözdür.


51- Biz sizin gibi sapıkları daha önce yokettik. Öğüt alan yok mu?


52- Onların yaptıkları herşey defterlere geçmiştir.


53- Küçük-büyük bütün davranışları satırlara işlenmiştir.

Yüce Allah'ın bu duyarlı plânının ve ön-tasarlayıcılığının yanısıra, sınırsız gücü vardır ve sınırsız güç, en büyük gelişmeleri, en basit işaretlerle gerçekleştirir. "Bizim buyruğumuz göz kırpması kadar kısacık sürede gerçekleşen bir tek sözdür."
Bir tek işaretle ya da tek bir sözle her iş gerçekleşiverir. Sözkonusu iş büyük olmuş, küçük olmuş, fark etmez. Zaten aslında "büyük" ve "küçük" diye birşey yoktur. Bunlar insanoğlunun nesnelere ilişkin değer yargılarıdır. Ayrıca ortada "zaman" diye bir olgu da yoktur. "Zaman" denen şey insanların üzerinde yaşadıkları küçük gezegenin dönüşünden kaynaklanan "insanlara özgü" bir kavramdır. Yüce Allah'ın hesabında bu sınırlı kavramların yeri yoktur.
Birden bire bu görkemli varlık meydana gelir. Birdenbire değişir, başkalaşır. Yüce Allah dileyince birdenbire yokoluverir. O birdenbire bütün canlıları yaratır. Birdenbire onları oraya-buraya dağıtır. Birdenbire onları ölümün soğuk kucağına atar. Birdenbire onları şu ya da bu biçimde yeniden diriltir. Birdenbire bütün canlıları yeniden canlandırır. Birdenbire onları biraraya toplayarak hesaba çeker.
Evet birdenbire. Herhangi bir emek, bir çaba harcaması gerekmez. Zamana da ihtiyacı yok. Sınırsız güç bu tek sözde, plân bu tek sözün yanında. Bu tek sözün yanında her iş plânlı ve herşey kolaydır.
Tarih boyunca gelip geçen bütün ilâhi mesaj yalanlayıcılarının yok edilmeleri de bir tek söz sonucunda, birdenbire olmuştur. Burada Mekkeli müşriklere eski dönemlerdeki yoldaşları olan inkârcıların acı sonları hatırlatılıyor. Okuyalım:
"Biz sizin gibi sapıkları daha önce yokettik. Öğüt alan yok mu?
Onların yaptıkları herşey deftere geçmiştir.
Küçük-büyük bütün davranışları satırlara işlenmiştir: '
İşte eski inkârcıların yokediliş sahneleri. Bunlar bu surenin akışı boyunca daha önce halka halka gözler önüne serilmiştir.
"Öğüt alan yok mu?"
Yok mu gördüklerini düşünce süzgecinden geçirip ders alan?
Bu inkârcıların hesabı, acı yokedilişleri ile, kapanmış değildir. Önlerinde hiçbir ayrıntıyı ihmal etmeyen asıl hesaplaşma vardır:
"Onların yaptıkları herşey deftere geçmiştir:'
Bütün yaptıkları sayfalara kaydedilmiştir. Hesaplaşma günü karşılarına getirileceklerdir:
"Küçük-büyük bütün davranışları satırlara işlenmiştir."
Bütün davranışları defter satırlarına yazıldığı için hiç birinin unutulması sözkonusu değildir.
Bunca sunuşlardan ve değerlendirmelerden sonra dikkatlerimiz başka bir sayfaya çevriliyor. Bu sayfa yüce Allah'ın mesajını yalanlayanların sayfası değildir. Güvenli bir vedalaşma sahnesinin gölgesinde başka bir tablo ile yüzyüze geliyoruz. Kötülüklerden sakınanların tablosudur bu. Görelim:



54- Kötülüklerden sakınanlar cennetlerde ve ırmak kenarlarındadırlar.


55- Güçlü hükümdarın katında güvenli bir konutta ağırlanacaklardır.

Sakınanlar bu mutluluk içinde yüzerken günahkârlar "şaşkınlık ve ateşler içindedirler". Yüzüstü sürüklenerek, itilip kakılarak cehenneme atılırlar. Bir yandan azarlanırlarken öbür yandan "Ateşin vücudunuza değişini tadınız" diye cehennemin yakıcı kucağına bırakılırlar.
Bu iki ayetin çizdiği tablonun her iki yanı da mutluluktur; "Kötülüklerden sakınanlar cennetlerde ve ırmak boylarındadırlar." "Güçlü hükümdarın katında, güvenli bir konutta ağırlanacaklardır."
Bir yanda organizmalar aracılığı ile tadılan somut bir mutluluk geniş kapsamlı ve yaygın içerikli bir ifade içinde dile getiriliyor: "Cennetlerde ve ırmak boylarındadırlar." İfadeden buram buram nimet ve konfor tütüyor. Sözcükleri bile tatlı, gürül gürül akışlı. "Nehir (ırmak)" sözcüğün bu kalıpta kullanılmış olması, sırf kafiye ahengini sağlamak amacı ile değildir. Aynı zamanda sözcüğün titreşimi ve ifadenin ahengi ile zihinlerde konfor ve rahatlık imajı canlandırılmak istenmiştir.
Tâblonun öbür yanında kalplerin, ruhların tadacağı yüce Allah'a yakınlık ve O'nun tarafından ağırlanma mutluluğu vardır: "Güçlü hükümdarın katında, güvenli bir konutta..: '
Kötülüklerden sakınanların kalacakları barınaklar kalıcı, güvenlidir. Yüce Allah'a yakın ve onurlandırıcıdır. Bir yandan yüce Allah'ın yakınında olmalarının çekiciliğine, öbür yandan sürekli olmanın huzuruna sahiptirler. Böyledir bu. Çünkü bu barınaklarda ağırlanacak olanlar sakınanlar, korkanlar, çekinenlerdir. Yüce Allah, aynı kişiye iki korkuyu tattırmaz. Hiç kimseyi hem dünyada hem de ahirette korku ile yüzyüze getirmez. Dünyada kendisinden korkanları ahirette güven içinde yaşatır. Onları en korku dolu anların dehşetinden uzak tuttuğu gibi yakınına almanın ve onurlandırmanın deryasında yüzdürür.
Korku, acı, yakalanma ve yokedilme sahneleri ile dolup taşan bu sure işte bu huzur mesajı ile, bu güvenli gölgenin altında noktalanıyor. Meğer bu huzur mesajı, bu güvenli gölge ne kadar tatlı, ne kadar çekici, ne kadar sürekli ve ne kadar mutluluk bağışlayıcıymış! İşte eksiksiz terbiye yöntemi budur. Vicdanların gizli kanallarını ve kalplerin ince giriş yollarını iyi bilen ve her işi yerinde olan yüce Allah'ın eğitim sistemi karşısındayız. İşte her şeyi belirli bir plâna göre yaratan, hiçbir gizliliği dikkatinden kaçırmayan ve her şeyden haberdar olan yüce Allah'ın ince ve duyarlı planı.
KAMER SURESİNİN SONU
Alıntı ile Cevapla