Tekil Mesaj gösterimi
Alt 08 Ekim 2008, 11:04   Mesaj No:1

MERVE DEMİR

Medineweb Emekdarı
Avatar Otomotik
Durumu:MERVE DEMİR isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 5587
Üyelik T.: 05 Aralık 2008
Arkadaşları:14
Cinsiyet:
Memleket:İstanbul
Yaş:35
Mesaj: 2.537
Konular: 2038
Beğenildi:114
Beğendi:0
Takdirleri:270
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Fizilalil Kuran Mümin Suresi Tefsiri

Fizilalil Kuran Mümin Suresi Tefsiri

40-Mümin


1- Hâ Mim.


2- Bu kitabın indirilmesi, güçlü ve her şeyi en iyi bilen Allah katındandır.


3- O günahı bağışlayan, tevbeyi kabul eden, cezası şiddetli, lütfu bol olandır. O'ndan başka ilah yoktur. Dönüş O'nadır.

Bu sure, "Ha-Mim" harfleriyle başlayan yedi surenin ilkidir. Bu yedi surenin birinde "Ha-Mim"den sonra üç harf daha yer almaktadır: "Ayn-Sin-Kaf". Surelerin başlarında yer alan bu tek tek harfler hakkında daha önce açıklamalar yapmış ve bunların Kur'an'ın kendisinden oluştuğu ana malzemeye işaret niteliğinde olduğunu belirtmiştik. Yani bu harfler o günkü arapların bilinen ve elleri altında bulunan malzemeler olmalarına ve dillerinin konuşma yazma harflerini oluşturmalarına rağmen bunlardan oluşan Kur'an'ın bir mucize olduğuna dikkat çekmektedirler.
Bu harflerin ardından Kitab'ın indirilmesine işaret edilmektedir. Kitabın indirilmesi, Mekke'de inen surelerde özellikle ele alınan ve inanç sisteminin kurulmasında yer yer tekrar edilen temel gerçeklerden biridir.
"Bu kitabın indirilmesi, güçlü ve her şeyi en iyi bilen Allah katındandır."
Bu kısa bir işaretten ibarettir. Sure bundan hemen sonra Kur'an-ı Kerim'i indiren yüce Allah'ın bazı sıfatlarını bildirmeye geçiyor. Bunlar surenin içeriği ve konuları ile çok yakından ilgileri olan bir demet ilahi sıfatlardır.
"Bu kitabın indirilmesi, güçlü ve her şeyi en iyi bilen Allah katındandır." "O günahı bağışlayan, tevbeyi kabul eden, cezası şiddetli, lütfu bol olandır. O'ndan başka ilah yoktur. Dönüş O'nadır."
Üstünlük, ilim, günahı bağışlama, tevbeyi kabul etme, azabın şiddeti, lütuf, ikram, ilahlığın birliği, dönülecek ve varılacak yerin birliği.....
Surenin bütün konuları girişte yer alan bu olgularla yakından ilgilidir. Bu olgular, düzenli nağmeler ve güçlü ritimler halinde sergilenen dokunuşlarla ortaya konmuştur. Bu da istikrarı, sağlamlığı ve köklülüğü çağrıştırmaktadır.
Yüce Allah kendisini kullarına tanıtırken onların hayatlarında ve varlıklarında etkili olan sıfatlarla tanıtıyor. Bu sıfatlarla onların duygularına ve kalplerine dokunuyor. Umutlarını ve arzularını kamçılıyor. Korkularını ve ürperişlerini harekete geçiriyor. Onların kendi avucu içinde olduklarını, takdirinden kaçamayacaklarını kavratıyor. İşte yüce Allah'ın bu sıfatlarından bazıları:
"Aziz": Güç ve kudret sahibi olan, galip gelen, mağlup edilmeyen. Her şeyi evirip-çeviren. Kimsenin karşı çıkamayacağı ve kimsenin hükmünü bozamayacağı zat.
"Alîm": Varlığı bilgisi ve maharetiyle yöneten. Hiçbir şeyin kendisinden gizli olmadığı ve hiçbir şeyin ilmi dışında kalmadığı zat.
"Günahı bağışlayan": Kullarının bağışlanmayı hak ettiklerini bildiği için onların günahlarını bağışlayan zat.
"Tevbeyi kabul eden": Emrine karşı gelenlerin tevbelerini kabul eden, onları himayesi altına alan , aracısız olarak onlara kapısını açan zat.
"Cezası çetin olan": Büyüklük taslayanların yıkılışını hazırlayan, tevbe etmeyen ve bağışlanma dilemeyen inatçıları cezalandıran zat.
"Lütuf sahibi": Nimetlerini ikram eden, iyilikleri kat kat artıran ve hesapsız olarak bağışta bulunan zat.
"Ondan başka ilah yoktur": İlahlık yalnız O'nun özelliğidir. Bu konuda hiçbir ortağı olmadığı gibi hiçbir benzeri de yoktur.
"Dönüş O'nadır": O'na hesap vermekten kaçış, O'nunla karşılaşmaktan kurtuluş yoktur. Sığınak ve dayanak ancak O'dur.
İşte bu şekilde yüce Allah'ın kulları ile olan ilgisi ve kullarının da onunla ilişkisi netlik kazanmaktadır. Bu olgu insanların duygularında, düşüncelerinde ve kavrayışlarında açıklık kazanmaktadır. Böylece insanlar uyanıklık ve duyarlılık içinde, O'nu hoşnud eden ve öfkelendiren şeylerin bilincinde olarak O'na karşı nasıl hareket edeceklerini öğrenmektedirler.
Efsanevi inanç sistemlerine bağlı olan insanlar ilahlarına karşı bir şaşkınlık içindeydiler. Onlar hakkında sağlıklı-kesin bir şey bilmiyorlardı. Nelerin onları öfkelendirdiğini ve nelerin de onları hoşnud ettiğini net olarak ortaya koyamıyorlardı. İlahlarını arzu ve istekleri değişen, yönelişleri gizemli olan, aşırı tepkisél duygusal hareket eden varlıklar olarak düşünüyorlardı. Bu nedenle onlara karşı sürekli bir tedirginlik ve endişe içinde yaşıyorlardı. Efsunlarla, muskalarla, adaklarla ve kurbanlarla onların gönüllerini almaya, hoşnudluklarını elde etmeye çalışıyorlardı. Yine de onların öfkelendiklerini ve hoşnud olduklarını bilemedikleri için kaygıya düşüyorlar ve tahminleriyle bu konuda kendilerini tatmin etmeye çalışıyorlardı.
Derken islam çıkageldi. Bütün açıklığı ve yalınlığı ile birlikte. İnsanları gerçek ilahlarına ulaştırdı. O'nun sıfatlarını, özelliklerini kendilerine öğretti. O'nun iradesini ve dilemesini kavrattı onlara. Ona nasıl yaklaşacaklarını, rahmetini nasıl ümit edebileceklerini, azabından nasıl korkacaklarını bildirdi. Dosdoğru, tertemiz ve apaçık bir yolla bu gerçekleri onlara öğretti.



4- İnkar edenlerden başkası Allah'ın ayetleri hakkında mücadeleye girişmez. Ey Muhammed! İnkarcıların memlekette gezip dolaşması seni aldatmasın.

Bu yüce sıfatların ve Allah'ın birliğinin açıkça ortaya konmasından sonra, bu gerçeklerin varlık alemindeki herkes ve her şey tarafından kesin biçimde kabul edildiği belirtiliyor. Yani bütün bir varlığın yapısı ve fıtratı bu gerçeklerle ilgilidir. Onlara doğrudan bağlıdır. Hem de tartışmasız ve itirazsız olarak. Bütün bir evren Allah'ın gerçekliğine ve bir]iğine tanıklık eden ayetlerine, delillerine kesin inanmış bulunmaktadır. Bu konuda tartışmaya giren kimse de yoktur. Yalnız inkar edenler hariç. Bunlar evrendeki her şeye ve herkese aykırı olarak tutarsız tartışmalara girmektedirler.
"İnkar edenlerden başkası Allah'ın ayetleri hakkında mücadeleye girişmez."
Bu dehşet verici koca evren içinde yalnız onlar kural dışına çıkıyorlar. Bu muhteşem yaratıklar içinde yalnız onlar gerçekten sapıyorlar. Halbuki onlar bu koca varlıkla karşılaştırıldıklarında, yeryüzü ile kıyaslandıklarında karıncadan daha güçsüz ve daha küçüktürler. Bunlar bir cephede durup Allah'ın ayetleri konusunda tartışmaya girerken karşı cephede bütün ihtişamı ile koca evren varlığın yaratıcısını kabul etmekte bütün gücü ile ve üstünlüğü elinde bulunduran Allah'a dayanmaktadır. İşte bu tutumları ile onlar ne kadar mal, makam, güç ve iktidar türünden imkanları hazırlasalar ve ne kadar kuvvetli de olsalar kendi acı akıbetlerini hazırlamış ve kendi elleriyle fermanlarını çıkarmış olurlar.
"Ey Muhammed! İnkarcıların memlekette gezip dolaşması seni aldatmasın." Onlar ne kadar evirip çevirseler, gezip-dolaşsalar sahiplenip güzel imkanlardan yararlansalar da sonuçta intihara, yıkılışa ve yok oluşa mahkumdurlar. Savaşın sonu bellidir. Şayet bütün evrenin ve yaratıcısının gücü ile bu güçsüz ve miskin olan inkarcılar arasında bir savaştan söz edilebilirse tabi!
Onlardan önce nice milletler ve topluluklar bu tutum içine girmişlerdi. Fakat akıbetleri çok fena olmuştu. Kendisini Allah'ın azabı ile karşı karşıya getiren herkesi ezip geçen un-ufak eden koca kuvvete karşı gelerek sonlarını getirmiş oldular.

5- "Onlardan önce Nuh kavmi ve onlardan sonra gelen kollar da ya1anladı. Her millet, Peygamberlerini yakalamağa yeltendi; Batılı hakkın yerine koymak için mücadele etmişlerdi. Bu yüzden onları yakaladım. (Bak işte) azabım nasıl oldu?!"

Bu ta Hz. Nuh devrinden beri sürüp gelen eski bir hikayedir. Her zaman birbirine benzer meydanlarda gerçekleşen bir çatışmadır. İşte bu ayet söz konusu hikayeyi dile getiriyor. Asırlar ve nesiller boyu süregelen Peygamberlik ile ilahi mesajı yalan sayma ve azgınlık arasındaki çatışmanın hikayesini anlatıyor. Bunun yanında her durumda akıbeti de gözler önüne seriyor.
Bir Peygamber geliyor. Toplumun azgınları onun getirdiği mesajı yalan sayıyorlar. Peygamberin getirdiği delile delille karşılık vererek önünde durmuyorlar. Zalimlerin ve zorbaların mantığına sığınıyorlar. Peygamberi zorla susturmak istiyorlar. Kitleleri tutarsız, temelsiz şeylerle oyalamak suretiyle hakka, gerçeğe, galip gelmeye çağırıyorlar... Tam bu sırada kıskıvrak yakalayan kudret eli olaya el koyuyor. Ve onları hayret edilecek, dehşet verecek bir biçimde yakalayıveriyor. Gerçekten hayret edilmeye ve görülmeye değer bir yakalayıştır bu: "...(Bak işte) azabım nasıl oldu?"
Bu azap, yıkıcı, yok edici, çetin ve şiddetli bir azaptı. Hâlâ kalıntıları silinmeyen toplumların akıbetleri buna tanıklık etmekte, pek çok olaylar ve rivayetler onu dile getirmektedir.
Çatışma sona ermiş değildir. Etkileri ahirette de görülecektir.



6- İnkar edenlerin cehennemlik olduklarına dair Rabb'inin sözü böylece gerçekleşti.

Yüce Allah'ın hükmü bir kişiye hak olduğunda artık o iş bitmiştir. Hüküm kesin yerini bulur. Bütün tartışmalar biter.
Kur'an-ı Kerim gözler önündeki bir olgu olan gerçeği böyle ortaya koyuyor. İman ile küfür arasında, hak ile batıl arasında tek olan Allah'a çağıranlar ile yeryüzünde haksız yere büyüklük taslayan zorbalar, zalimler arasındaki savaş gerçeğini. Böylece öğreniyoruz ki, bu insanlık tarihinin şafağında başlayan çok eski bir çatışmadır. Bu savaşın meydanı ise yeryüzünden daha geniştir. Çünkü bütün bir varlık Rabbine inanan, müslüman olan ve teslim olan bir varlıktır. Bu kuralın dışına yalnız inkar edenler çıkmaktadır. Bunlar koca evrene rağmen Allah'ın ayetleri konusunda tartışan tek yaratıklardır. İki tarafın birbirine denk olmadığını gördüğümüz bu çatışmanın sonucunu da öğreniyoruz. Bir tarafta korkunç kalabalık ve genişlikte olan hakkın taraftarları, diğer tarafta ise, cılız, sönük, zayıf ve bir avuç kadar olmayan batılın taraftarları. Onlar istedikleri kadar ülkeleri ellerine geçirmiş olsunlar. Dış görünüş bakımından ne kadar iktidar sahibi, güçlü ve geniş imkan sahibi görünürlerse görünsünler fark etmez.
Kur'an-ı Kerim bu gerçeği -bu savaş gerçeğini, bu savaştaki belli başlı güç odaklarını, yer ve zaman içindeki sahasını- gönüllere iyice yerleşsin ve özellikle her yerde ve her zaman hak ve iman davasını yüklenecek olan müslümanların bu gerçeği kavramaları, batılın sınırlı bir zaman dilimindeki ve sınırlı olan herhangi bir bölgedeki üstün gibi görünen gücünü gözlerinde büyütmemeleri için gözler önüne sermektedir. Zira gerçek bu geçici durumdan ibaret değildir. Gerçek, sadece Allah'ın kitabının sergilediği ve Allah sözünün dile getirdiği olgular-dan ibarettir. Çünkü o, söz sahiplerinin en doğru sözlü olanıdır. Her şeyi en iyi bilen ve her şeye egemen olan da O'dur.
Bu temel gerçekle ilgili olarak arşı yüklenen ve onun etrafında görevli bulunan ve bu varlık aleminde Allah'a iman eden güçler arasında yer alan meleklerin Rableri katında inanmış insanlardan söz ettikleri, onların bağışlanmalarını diledikleri ve Allah'ın onlara ilişkin vaadinin çabucak gerçekleşmesini arzu ettikleri dile getiriliyor. Zira bu melekler ile mü'minler arasında iman bağı bulunmaktadır.

7- Arş'ı taşıyanlar ve onun çevresinde bulunanlar. Rabb'lerini överek tesbih ederler, O'na inanırlar. Mü'minler için: "Rabbimiz! İlmin ve rahmetin her şeyi kapladı. Tevbe edip senin yoluna uyanları bağışla; onları cehennem azabından koru " diye bağışlama dilerler.

Biz insanlar arşın nasıl bir şey olduğunu bilmiyoruz. Onu herhangi bir şeye benzeterekte tasvir edemeyiz. Taşıyıcı meleklerin O'nu nasıl taşıdıklarını da, O'nun çevresinde görevli olanların orada nasıl bir işlev gördüklerini de bilmiyoruz. Aslında insanın kavrayış kapasitesi dışında kalan bir takını zihinsel tabloların peşine düşmenin de bir yararı yoktur. Gaybe ilişkin konularda tartışmaya girmeye gerek yoktur. Zira yüce Allah bu konuda hiç kimseye bir şey bildirmemiştir. Surenin akışı içinde dile getirilen gerçekle ilgili olarak verilen bilginin tamamı şundan ibarettir: Allah katında yüksek bir dereceye sahip olan "O'na iman eden" ve "Rablerini övgü ile noksan sıfatlardan tenzih eden" birtakım kullar, evet işte bu kullar yüce Allah'ı noksan sıfatlardan tenzih ettikten sonra yeryüzünde inanmış insanlara inanmış birinin inanmış biri hakkında yapacağı en güzel dua türünden bir dua ediyorlar. Kur'an-ı Kerim bu meleklerin özellikle imanlarına dikkat çekiyor -ki zaten meleklerin iman ettikleri açıkça ifade ediliyor- bu iman bağı ile onları inanmış insanlara bağlasın.
Melekler dualarına edeplerini takınarak başlıyorlar. Bununla bize de dua ve dileğin edebini öğretmiş oluyorlar. Diyorlar ki:
"Rabbimiz! İlmin ve rahmetin her şeyi kapladı."
Duadan önce -insanlar için rahmet dilerken- yüce Allah'ın her şeyi kuşatan rahmetine sığındıklarını ve Allah'ın her şeyi kuşatan ilmine havale ettiklerini dile getiriyorlar. Allah'ın huzurunda hiçbir öneride bulunamayacaklarını bütün yaptıklarının Allah'ın rahmetine ve ilmine sığınarak ve onlara dayanarak bir dilekte bulunmaktan ibaret olduğunu ifade ediyorlar.
"Tevbe edenleri ve senin yolunu izleyenleri bağışla. Onları cehennem azabından koru."
Bağışlama ve tevbeye ilişkin bu işaret surenin girişi ve orada Allah'ın "Günahları bağışlayan, tevbeyi kabul eden" şeklindeki nitelemeleriyle bütünleşmektedir. Cehennem azabına ilişkin işaret de oradaki Allah'ın "Azabı şiddetli olan" sıfatını karşılamaktadır.
Şimdi melekler müminlerin bağışlanmaları ve azaptan korunmalarına ilişkin dualarını ileriye götürerek cennet dileğinde bulunmakta ve Allah'ın iyi kullarına vaadinin çabuk gerçekleşmesini istemektedirler:



8- Rabbimiz! Mü'minleri ve babalarından, eşlerinden, soylarından iyi olanları, kendilerine söz verdiğin Adn cennetlerine koy; şüphesiz güçlü olan, hakim olan ancak sensin.

Cennete girmek hem bir nimet hem bir kurtuluştur. Buna bir de ataların, eşlerin ve nesillerin iyi olanları ile arkadaşlık ilave edilmektedir. Bu ise başlı başına bir nimettir. Ayrıca bu bütün inananlar arasındaki birliğin bir görüntüsüdür. Demek ki, iman bağı olduğunda atalar, nesiller ve eşler birbiriyle buluşmakta, bu bağ olmadığında ise aralarındaki ilişki kopmaktadır.
Duanın bu bölümünden sonraki cümle hikmete işaret ettiği gibi kuvvete de işaret etmektedir. Zira ancak bunlarla kullar hakkında hüküm verilebilir:
"Şüphesiz güçlü olan, hakim olan ancak sensin."

9- Onları kötülüklerden koru! O gün kötülüklerden kimi korursan, ona şüphesiz rahmet etmiş olursun. Bu büyük kurtuluştur.

Müminleri Adn cennetlerine koyması için yaptıkları duadan sonra meleklerin böyle bir niyazda bulunmaları o günkü zor şartların en önemlisine dikkat çekmek içindir. Zira ahiret gününde insanları uçuruma yuvarlatan ve onları korkunç badirelerle karşı karşıya getiren günahlardır. Cenabı Allah kullarını bu günahlardan koruduğunda, onların sonuçlarından ve cezalarından da muhafaza etmiş olur. Bu ise o durumda rahmetin ta kendisidir. Ve aynı zamanda mutluluğa doğru atılan ilk adımdır: "Bu büyük kurtuluşdur." Yani sırf günahlardan korunmuş olmak bile gerçekten büyük bir saadettir!
Arşı taşıyanlar ve etrafında görevli olan melekler mümin kardeşleri için Rablerine yönelip bu şekilde dua ederken inkar eden kafirleri görüyoruz. Herkesin bir yardımcı aradığı fakat yardımcı bulmanın çok zor olduğu bu durumda inkar eden bu insanların evrende bulunan herkes ve her şeyle tüm bağlarının, ilişkilerinin kesildiğini görüyoruz. Her taraftan onlara azarlamaların aşağılamaların ve hakaretlerin yağdığını seyrediyoruz. Onların büyüklük tasladıktan sonra şimdi zillete düştüklerini, umudun hiçbir yarar sağlayamayacağı bir günde kurtuluş ümidi peşine düştüklerini görüyoruz:

10- İnkar edenlere de bağrılır: "Allah'ın gazabı sizin birbirinize olan öfkenizden daha büyüktür. Zira siz imana çağrıldığınızda inkar ederdiniz."

Ayeti kerimede geçen "makt" kavramı tiksinmenin, nefretin en son haddi anlamına gelmektedir. Onlara her taraftan şöyle seslenilmektedir: "Siz imana çağrıldığınız halde inkar ettiğiniz gün yüce Allah o kadar sizden nefret etmiştir ki, bu nefret sizin bu inkarınızın sizi sürüklediği kötülüğü ve çirkinliği gördüğünüz bugün kendi kendinize duyduğunuz nefretten daha fazladır. Siz iş işten geçmeden önce iman çağrısına kulak asmadığınız ve onu inkar ettiğiniz için bugün kendinizden nefret ediyorsunuz." Böyle korkunç ve çetin bir günde bu hatırlatma ve bu sitem o kadar acı olmaktadır ki!
Şu anda aldanma ve sapıklık maskeleri indirildiği için onlar yalnız Allah'a yönelineceğini öğreniyorlar ve O'na yöneliyorlar:

11- Dediler ki: "Rabbimiz, bizi iki kez öldürdün ve iki kez dirilttin. Günahlarımızı itiraf ettik. Şimdi şu ateşten çıkmak için bize bir yol var mı?"

Bu aşağılanmış, umudunu yitirmiş, dünyası kararmış bir insanın son çırpınışıdır... "Ey Rabbimiz!" Halbuki daha önce onlar inkara kalkışıyor ve küfrü seçiyorlardı. Bizi önce yarattın. Sonra ölülere ruh üfledin. Birden diriliverdiler. Birden kendimizi dirilmiş gördük. Sonra bizi öldükten sonra tekrar dirilttin. Ve huzuruna geldik. Sen bizi şu anda içinde bulunduğumuz durumdan kurtarabilirsin. Günahlarımızı itiraf etmiş bulunuyoruz zaten: "Kurtuluşun bir yolu var mı acaba?" Yanmayı, hayıflanmayı ve acı ümitsizliği çağrıştıran böyle bir ifadeyle: Herhangi bir yol.
Böyle ümitsizlik dolu bir ortamda bu akıbetlerinin sebebi yüzlerine vuruluyor:

12- Onlara "Bu duruma düşmenizin sebebi şudur: Tek Allah'a çağrıldığınız zaman inkar ederdiniz. O'na ortak koşulunca inanırdınız. Artık hüküm yüce ve büyük Allah'ındır."

İşte sizi bu zillet ortamına sürükleyen sebep budur. Allah'a ortak koşulan düzmece ilahlara inanmanız ve Allah'ın birliğini kabul etmemeniz. Hüküm yüce ve büyük olan Allah'ındır. Yücelik ve büyüklük hüküm konumu ile tam uyum sağlayan iki sıfattır. Her şeyden üstün olmak ve her şeyden büyük olmak. Hem de herkesin son durumunun belirlendiği sırada.
Bu sahnenin etkileri devam ederken bu üstünlük konumuna uygun düşen Allah'ın bazı sıfatlarına geçilmekte ve bu esnada müminler Allah'a niyazda bulunmaya yöneltilmektedir. Sırf Allah'a yönelerek, samimi bir biçimde O'na teslim olarak dua etmeleri istenmektedir. Karşılaşma, hüküm ve ceza-mükafat gününün yüce Allah'ın hakimiyet, egemenlik ve üstünlük konusunda yegane güç odağı olarak ön plana çıktığı günün önemine dikkat çekmek için vahiy gerçeğine işaret ediliyor:



13- Size mucizelerini gösteren, size gökten rızık indiren O'dur. Allah`a yönelenden başkası ibret almaz.

"Ayetlerini size gösteren O'dur:' Allah'ın ayetleri bu varlık alemindeki her şeyde görülmektedir. Güneşten yıldızlara, geceden gündüze, yağmura, şimşeğe gök gürültüsüne varıncaya kadar büyük ve geniş bir sahada... Çiçek, yaprak, hücre ve atom gibi en küçük varlıklara varıncaya kadar her şeyde harika bir ayet bir mucize göze çarpmaktadır. Bu harika varlıkların dehşet verici büyüklüğü insan onları - yoktan var etmek şöyle dursun- taklid etmeye kalktığı zaman dahi kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Bu evrende yüce Allah'ın eli tarafından yaratılan en basit ve en küçük yaratığı bütün inceliğiyle eksiksiz olarak taklid etmek o kadar olmayacak bir iştir ki!
"Gökten size rızık indiren O'dur". İnsanlar gökten inen bu rızkın bir kısmı olan yağmuru biliyorlar. Yağmur bu yeryüzünde hayatın kaynağı yiyecek ve içeceklerin temel sebebidir. Yine bu gökten inen rızkın kapsamında değerlendirilmesi gereken şeylerin bazılarını insanlar gün geçtikçe bir bir keşfetmektedirler. Bu dünya gezegenine hayat veren ve olmadıkları takdirde burada hayatın sona ermesine neden olacak kadar önemli olan diriltici ışınlar da bu rızkın kapsamında değerlendirilir. Daha çocukluk döneminden itibaren insanlığa yol gösteren, adımlarını doğru yola Allah'a ve O'nun sağlam olan yasasına ileten yaşam biçimlerine doğru yol gösteren ilahi mesajlar, Peygamberlikler de herhalde bu gökten inen rızkın kapsamında değerlendirilmelidir.
"Allah'a yönelenlerden başkası ibret almaz". Rabbine yönelen O'nun nimetlerini hatırlar, lütuflarını aklına getirir, katı kalbli insanların unuttuklarını ilahi ayetleri hatırına getirir.
Allah'a yönelmeden söz edilmesi ve bu yönelmenin kalbte meydana getirdiği hatırlatma ve düşündürmenin harekete geçirilmesi üzerine yüce Allah müminleri yalnız Allah'a dua etmeleri ve yalnız O'na boyun eğmeleri, kâfirlerin antipatilerine değer vermemeleri için yönlendiriyor:

14- Ey inananlar! Kafirlerin hoşuna gitmese de siz, dini yalnız Allah'a halis kılarak O'na çağırın. ,

Kafirler müminlerin yalnız Allah'a boyun eğmelerinden, sırf O'na çağırıp başkalarına önem vermemelerinden hoşlanmazlar. Müminler onlarla ne kadar iyi geçinseler ne kadar barış içine girseler ve çeşitli yollarla onların gönüllerini almaya çalışsalar da asla onları memnun edemezler. Öyleyse müminler kendi yollarına devam etmeliler. Yalnız Rablerine çağrıda bulunmalılar. İnanç sistemlerini sırf O'nun ilkeleriyle oluşturmalılar. Gönüllerini O'na bağlamalılar. Kafirler memnun olmamış, küplere binmiş onları ilgilendirmemelidir. Zaten onlar hiçbir zaman memnun olmayacaklardır!
Müminlerin, kafirler hoşlanmasalar da sadece Allah'a kulluk yapmaya yöneltildikleri bu ortamda yüce Allah'ın bazı sıfatlarından söz ediliyor. Bu sıfatlar arasında yüce Allah'ın şu niteliklerine yer veriliyor:

15- Arş sahibi, varlıkların en yücesi olan A!!ah , kavuşma gününü ihtar etmek için kullarından dilediğine emriyle vahyi indirir.

Yalnız O noksan sıfatlardan münezzeh zattır, yücelik sahibi. üstün makam sahibi. Yükseltilmiş ve egemen kılınmış arşın (tahtın) sahibi. Dilediği kullarının ruhlarına ve kalblerine diriltici direktifini gönderen de O'dur. Bu diriltici direktif Peygamberlik yolu ile vahiy göndermenin kinaye seklinde ifade edilmesidir. Yalnız vahyin bu biçimde ifade edilmesi bir taraftan bu vahyin gerçek mahiyetini açıklamakta ve O'nun insanlık için bir ruh ve hayat olduğu belirtilmektedir. Diğer taraftan O'nun yücelerin yücesinden seçkin kullara inmekte olduğu ifade edilmektedir. Bunların hepsi de Allah'ın "Yücelik ve büyüklük" sıfatları ile uyum içine giren olgulardır.
Yüce Allah'ın kendi kulları arasından seçip katından kendisine vahiy gönderdiği insanların başlıca görevleri ise uyarmaktır.
"Kavuşma gününü ihtar etmek için.
Bugünde bütün insanlar karşılaşırlar. İnsanlar ve onların dünya hayatında işleyip kendilerinden önce gönderdikleri amelleri de karşılaşırlar. Ayrıca bütün insanlar, cinler, melekler ve herkesin hazır olacağı günde bulunması gereken bütün yaratıklar orada karşılaşırlar. Hesap verme alanında bütün yaratıklar Rabbleriyle de karşılaşırlar. Yani bugün karşılaşmanın bütün anlamları ile bir karşılaşma günüdür.
Öte yandan bugün onların örtü, koruma, göz boyama ve aldatmadan soyutlanmış olarak ortaya çıkacakları gündür.

16- O gün onlar meydana çıkarlar; onların hiçbir şeyi Allah'a gizli kalmaz. "Bugün hükümranlık kimindir?" denir. Hepsi "Gücü her şeye yeten tek Allah'ındır" derler.

Her yerde ve her zaman onların Allah'tan gizli bir şeyi olamaz. Yalnız onlar bugünün dışındaki günlerde kendilerinin örtülü olduklarını, hareketlerinin ve işlerinin gizli kaldıklarını sanabilirler. Bugün ise onlar bütün çıplaklıkları ile ortada olduklarını görüyorlar. Bütün ayıplarının, suçlarının ortaya çıkarıldığını biliyorlar. Bütün örtülerden, kuruntudan ibaret olan örtülerden dahi soyutlanmış halde meydanda duruyorlar.
İşte o gün büyüklük taslayanlar küçülürler. Zorbalar ve zalimler büzülürler. Bütün bir varlık ürkeklikle ve bütün kullar tam bir gönülden teslimiyetle huzuri ilahide dururlar. Mülkün, egemenliğin tek sahibi ise bütün gücü ve otoritesi ile öne çıkar. Zaten o bu konularda her zaman ortaksızdır. Bu günde ise söz konusu gerçeklik gözle görülebilecek derecede açıklık kazanır. Karanlıklara, gizliliklere göründükten sonra... Bu gerçekliği her inkar eden öğrenir, her büyüklük taslayan kavrayıp anlar. Bütün sesler kesilir. Bütün hareketler durur. Her yüreği titreten yüce bir ses ortalığa yayılır. Kendisi sorar, yine kendisi cevap verir. O gün bütün bir varlık içinde ondan başka soru sorabilecek ve cevap verebilecek kimse yoktur:
"Bugün hükümranlık kimindir?" "Gücü her şeye yeten tek Allah'ındır."

17- Bugün herkese, kazandığının karşılığı verilir. Bugün haksızlık yoktur. Doğrusu Allah, hesabı çabuk görendir.

Bugün ortaya konan eylemin gerçek karşılığının verileceği gündür. Bugün adalet günüdür. Bugün kesin hüküm günüdür. Fırsat verme ve geciktirme yoktur bugün.
Her tarafa gerçek bir saygı ve sessizlik egemendir. Her tarafta korku ve içten boyun eğiş hakimdir. Bütün yaratıklar dinliyorlar ve teslim oluyorlar. Böylece mesele biter ve hesap defterleri dürülür.
Bu manzara surenin baş tarafında Allah'ın ayetleri hakkında tartışmalara giren insanlar hakkında söylenen "İnkarcıların memlekette gezip-dolaşmaları seni aldatmasın" cümlesi ile tam bir ahenk içine girmektedir. İşte yeryüzünde gezip dolaşmanın ve haksız yere üstünlük taslamanın, azgınlaşmanın, büyüklenmenin, servetin ve imkanların içinde boğulmanın sonu budur.
Surenin akışı devam ediyor. Yüce Allah'ın hüküm ve yargıda ortaksız olarak gösterildiği kıyamet sahnelerinden birinde Peygamberimiz onları bugünün azabından sakındırma konusunda yönlendiriliyor. Daha önce bugün, hikaye biçiminde sergilenmiş ve hitap doğrudan onlara yöneltilmemişti:



18- Ey Muhammed! Onları yüreklerin ağıza geleceği, tasadan yutkunacakları yaklaşan Kıyamet günü ile uyar. Zalimlerin ne dostu ne de sözü dinlenecek şefaatçisi olur.

Ayet-i kerimede geçen "Azife" kavramı yakınlaşan, gelmekte olan demektir. Bu da kıyamet günüdür. Kavramın sözlü ifadesi dahi onun gelmekte olduğunu ve yaklaştığını tasvir etmektedir. Bu nedenle nefesler yorgunlukla ve hızlı hızlı alınmaktadır. Sanki sıkışan kalpler ağızlara gelmektedir. Onlar buna rağmen nefeslerini, acılarını ve korkularını gizlemektedirler. Bu hallerini gizlemek ise onları yoruyor. Göğüslerini daraltıyor. Ama yine de kendilerine acıyacak bir dost bulamıyorlar. Bu korkunç ve zorlu günde sözü dinlenen bir şefaatçi, aracı da bulamıyorlar.
Onlar bugünde apaçık ortadalar. Hiçbir şeyleri Allah'tan gizli değil. Hatta bir çırpıda gözlerinin kaymasından, gizli olan kalplerinin sırlarından dahi habersiz değil:

19- Allah gözlerin hainliğini ve gönüllerin gizlediğini bilir.

Hain olan göz, bu hainliğini gizlemeye çalışır. Fakat bu onu Allah tan gizlemez. Kapalı olan sırrı göğüsler gizler. Yalnız bu Allah'ın bilgisinde gizli değil apaçıktır.
Bu günde gerçek hükmü verecek olan yalnız Allah'tır. Onların sözde sahte ilahlarının hiçbir işleri, hiçbir otoriteleri ve hiçbir yargılama güçleri yoktu

20- Allah adaletle hükmeder. O'ndan başka çağırdıkları tanrılar ise, hiçbir şeye hükmedemezler. Çünkü işiten, gören yalnız Allah'tır.

Yüce Allah bilerek ve ustalıkla, işiterek ve görerek hak ile hükmeder. Bu nedenle hiç kimseye zulmetmez ve hiçbir şeyi unutmaz:
"Şüphesiz Allah işitendir, görendir."
Surenin bu bölümünün konusunu daha önce özetlemiştik. Geniş açıklamasına geçmeden önce kıssanın bu bölümünün surenin konusuyla paralellik arz ettiğini, surenin ifade üslubuyla da uyum sağlayacak bir üslubun hatta yer yer aynı ifadelerin kullanıldığını, bazı cümlelerin aynen tekrar edildiğini belirtmekte yarar görüyoruz. Firavun ailesinden iman etmiş olan adamın diliyle daha önce surede geçen bazı olgular ve ifadeler yeniden verilmiştir. Bu adam, Firavun'a Haman'a ve Karun'a kısa bir süre ülkelerde gezip-dolaşacaklarını hatırlatıyor ve kendilerini birleşik orduların yenilgiye uğratıldıkları gün gibi bir günden sakındırıyor. Aynı zamanda surenin girişinde birtakım sahneleri sergileyen kıyamet gününden de onları sakındırıyor. Allah'ın ayetleri konusunda tartışmalardan yüce Allah'ın ve müminlerin onlardan nefret edişinden söz ediyor. Tıpkı surenin birinci bölümünde geçtiği gibi.
Daha sonra surenin akışı içinde bu inkarcıların ateş içindeki aşağılanmış durumları sergileniyor. Orada içtenlikle yakardıkları halde duaları kabul edilmiyor. Nitekim daha önce surede onların benzerlerinin durumları sergilenmişti.
Bu olaylar ve gelişmeler gösteriyor ki; imanın mantığı ve inananların mantığı birdir. Çünkü her ikisi de bir olan hakka dayanır. Bu da surenin havasına bir uyum katmakta ve tevhidi özellikleri bulunan bir "kimlik" kazandırmaktadır. Zaten Kur'an-ı Kerim'in tüm surelerinde bu özellik söz konusudur.

21- Onlar, yeryüzünde gezip dolaşmadılar mı ki, kendilerinden önce gelenlerin sonunun nasıl olduğunu görsünler. Onlar kuvvet ve yeryüzündeki eserleri bakımından kendilerinden daha üstün idiler. Fakat Allah, onları günahları yüzünden yakaladı. Onları Allah'ın azabından koruyan da olmadı.

Hz. Musa'nın kıssası ile surenin ondan önceki konusu arasında er alan bu geçiş Allah'ın ayetlerini kabul etmeye yanaşmayan arap müşriklerine önceki tarihten ders almalarını hatırlatıyor. Yeryüzünde gezip dolaşmalarını, Allah'ın ayetlerine karşı kendileri gibi tavır koyan, güç ve uygarlık alanında kendilerinden çok ilerde olan önceki inkarcıların akıbetlerini görmelerini tavsiye ediyor. Onlar bu güçleri ve uygarlıklarına rağmen Allah'ın başkalarına ibret olacak biçimde cezalandırması karşısında güçsüz düştüler. Günahları gücün gerçek kaynağından onları uzaklaştırmış, güç ve egemenlik sahibi olan Allah'ın gücünü de yanına alan iman güçlerinin şimşeklerini üzerlerine çekmişlerdi:
"Allah onları günahları yüzünden yakaladı. Onları Allah'ın azabından koruyan da olmadı.
Zaten imandan, güzel iş yapmaktan, hak, iman ve iyilik cephesinde yer almaktan başka koruyucu ve kurtarıcı da olamaz. Peygamberlerin mesajlarını ve onların apaçık delillerini yalanlamanın ise sonu yıkımdır, başkasına ibret olacak biçimde cezaya çarptırılmaktır:

22- Çünkü onlar öyle kimselerdir ki, elçileri onlara açık belgeler getirdiği halde kabul etmemişlerdi. Bu yüzden Allah onları yakaladı. Zira O üstündür, cezası çetin olandır."
Ana hatları özet halinde veren bu işaretten sonra arap müşriklerinden daha önce yaşayan güç ve uygarlık alanında kendilerinden çok ilerde oldukları halde yüce Allah'ın günahları yüzünden kıskıvrak yakaladığı toplumlardan bir örnek veriliyor. Bu toplum Firavun, Karun, Haman ve onlarla birlikte olan zorbaların, azgınların oluşturduğu toplumdur.
Hz. Musa kıssasının burada sergilenen bölümü değişik durumları ve manzaraları sunmaktadır. Kıssa Hz. Musa'nın Firavun ve kabinesine Peygamberlik mesajını sunmasıyla başlayan ahirette, onların ateşte birbirleriyle çekişmeleriyle sona eriyor. Bu uzun bir yolculuktur. Yalnız surenin akışı bu yolculuğun sadece belli "aşamalarını" seçerek veriyor. Bunlar da kıssanın bu bölümünün bu surede anlatılmasındaki amacı ortaya koymaya yetiyor:
23- Andolsun biz Musa'yı ayetlerimizle ve apaçık yetki ile gönderdik.
24- Firavun'a, Haman'a ve Karun'a gönderdik. "Bu yalancı bir büyücüdür" dediler.
İşte bu ilk karşılaşmadır: Bir tarafta Hz. Musa, yanında Allah'ın ayetleri ve haktan destek alan elindeki manevi güç, öbür tarafta Firavun, Haman ve Karun. Yanında tutarsız ve güçsüz olan batılları, somut-maddi güçleri ve büyük etki sahibi gerçekle karşılaşmasından korktukları makamları... İşte bu ilk karşılaşmada onlar gerçeği etkisiz hale getirmek için gerçeğe dayanmayan sahte bir yönteme başvuruyorlar: "Bu yalancı bir büyücüdür" dediler.
Surenin akışı bu tartışmadan sonra meydana gelen olayları özet halinde veriyor. Hz. Musa'nın büyücülerle mücadelesi/müsabakası ve onların saçma temellere dayalı oyunlarını bozan, uydurdukları şeyleri yutuveren gerçeğe iman etmeleri anlatılmıyor. Bu olaylardan sonraki aşamaya geçiliyor:
25- "Musa, onlara katımızdan hakkı getirince: "Onunla beraber inananların oğullarını öldürün, kadınlarını sağ bırakın!" dediler. Fakat kafirlerin tuzağı hep boşa çıkar."
Daha ayet tamamlanmadan onların bu sözlerine şöyle cevap veriliyor: "Kafirlerin tuzağı hep boşa çıkar."
Bu, katı yürekli kaba kuvvetin delil karşısında aciz düştüğünde, kesin kanıtlar onu aşağıladığında, yapısındaki gücü, netliği ve açıklığı ayrıca fıtrata hitap edişi, fıtratın ona kulak verip mesajlarını kabul etmesi ile hakkın üstün gelmesinden korktuğu her yerde başvurduğu değişmez mantığıdır. Nitekim Hz. Musa'yı ve yanında bulunan gerçeği alt etmek için derlenip getirilen büyücüler bu gerçeğe kulak vermiş onu kabul etmiş ve zorbanın biri olan Firavun'a karşı bu gerçeğe iman edenlerin ilklerine dönüşmüşlerdi.
Firavun'a, Haman'a ve Karun'a gelince onlar şöyle demişlerdi:
"Onunla beraber iman edenlerin oğullarını öldürün, kadınlarını sağ bırakın."
Firavun daha önce de -Hz. Musa'nın doğduğu sıralarda- buna benzer bir yasa çıkartmıştı. Bu ilk yasadan sonra meydana gelen olaylar konusunda iki ihtimal bulunmaktadır:
Birinci ihtimal: Bu yasayı çıkaran Firavun ölmüştü. Onun yerine oğlu veya veliahdı geçmişti. Söz konusu yasa bu yeni dönemde uygulanmıyordu. Hz. Musa Peygamber olarak geldiğinde, daha veliahd iken kendisini tanıyan, sarayda yetiştiğini ve İsrailoğullarının erkeklerinin öldürülmesi, kızlarının ise sağ bırakılmasına ilişkin önceki yasayı bilen yeni Firavun ile karşılaşmıştır. İşte bu esnada Firavun'un danışmanları O'na bu önceki yasayı sadece Hz. Musa'ya iman edenlere uygulamasını teklif etmişler ve bu inananlar ister büyücüler olsun isterse Firavun ve kabinesinin dehşet saçan tepkilerine rağmen iman eden bir avuç İsrailoğulları olsun fark etmez demişlerdir.
İkinci ihtimal: Bu yasayı çıkaran Hz. Musa'yı evlat edinen önceki Firavun'du. Halâ tahtında bulunuyordu. Daha önceki yasanın uygulanmasında bir süre sonra gevşeklik gösterilmiş veya zamanı geçtiği için uygulanması durdurulmuştu. Şimdi Firavun'un danışmanları bu yasayı tekrar uygulamasını öneriyorlar. Korkutma ve sindirme amacıyla bu yasayı sadece Hz. Musa ile birlikte iman edenlere uygulamasını söylüyorlar.
Firavun'a gelince öyle anlaşılıyor ki, onun başka bir görüşü vardı. Veya komplo esnasında geçici bir önerisi vardı. Yani o bizzat Hz. Musa'nın kendisinden kurtulma ve böylece rahat etmenin yolunu arıyordu.



26- Firavun: "Ben bırakın da Musa'yı öldüreyim. O Rabb'ine yalvara dursun. Onun sizin dininizi değiştireceğinden veya yeryüzünde bozgunculuk çıkaracağından korkuyorum" dedi.

Firavun'un "Bırakın beni Musa'yı öldüreyim" demesinden anlaşılıyor ki, onun bu görüşüne aykırı ve O'na engel olan görüşler vardı. Mesela şöyle deniyordu: Musa'yı öldürmek problemi çözmez. Zira böyle bir uygulama halk kitlelerinin onu kutsamasına ve şehid saymasına neden olabilir. Ona ve getirdiği dine karşı onların duygusal bilinçlenmelerine yol açabilir. Özellikle Hz. Musa'nın mesajını kırmak ve milleti ondan soğutmak için getirilen büyücülerin kalabalık bir halk kitlesinin huzurunda iman etmelerinden ve iman etmelerinin sebeplerini açıklamalarından sonra böyle bir işe kalkışmak fayda yerine zarar getirebilir... Kralın bazı danışmanlarının içinde şöyle bir korku da kendisini hissettirebilir: Eğer Firavun böyle bir işe kalkışırsa Hz. Musa'nın ilahı ondan intikamını alır. Kendilerini de cezalandırır. Bu da, uzak bir ihtimal sayılmaz. Zira onlar putperest insanlardı. İlahların çokluğuna inanıyorlardı. Bu insanlar Hz. Musa'nın bir ilahı olduğunu ve O'na saldıranları cezalandıracağını, rahat düşünebilirlerdi. Bu durumda Firavun'un: "Varsın Rabbine çağırsın" sözü bu yaklaşıma bir cevap niteliğini kazanır. Firavun'un bu çirkin sözü zorbalığından ve azgınlığından söylemiş olması da uzak bir ihtimal değildir. Az sonra geleceği gibi o işin sonunda bu tutumunun cezasını çekmiştir.
Firavun'un Hz. Musa'yı öldürmek için ileri sürdüğü delil ilginç olması nedeniyle üzerinde durmaya değer:
"Çünkü ben O'nun, dininizi değiştireceğinden, veya yeryüzünde bozgunculuk çıkaracağından korkuyorum."
Putperest bir sapık olan Firavun'un yüce Allah'ın elçisi Hz. Musa hakkında "Çünkü ben onun dininizi değiştireceğinden, yahut yeryüzünde bozgunculuk çıkaracağından korkuyorum" demesinden daha ilginç ne olabilir
Bu söz, her bozguncu azgının her ıslahat (iyilik) önderi için söylediği sözün aynısı değil midir? Bu, çirkin batılın güzel olan hakkın karşısında söylediği sözün kendisi değil midir? Bu söz, imanın sakin ve masum olan yüzüne karşı kuşkular uyandırmak isteyen çirkin ve aldatıcı sözün kendisi değil midir?
Bu her zaman aynı olan bir mantıktır. Hak ile batıl, iman ile küfür, iyilik ile azgın nerede ve ne zaman karşı karşıya gelmişse, onca yer ve zaman farklılığına rağmen değişmeyen bir anlayıştır. Bu uzun bir hikayedir. Zaman zaman gün yüzüne çıkmakta ve yeniden yaşanmaktadır.
Hz. Musa'ya gelince, o sağlam sütuna, muhkem kaleye sığınmıştır. Kendisine sığınanları koruyan ve himayesine girenlere güven veren yüce zata sığınmıştır.



27- "Musa dedi: Ben hesap gününe inanmayan her kibirliden, benim de Rabbim sizin de Rabbiniz olan Allah'a sığınırım."

Böyle dedi. Gönül huzuru içinde. İşini-durumunu büyüklük taslayan herkesin üstünde bir yüceliğe sahip olan, zorbalık yapan, herkese egemen olan, büyüklük taslayanlardan kaçarak kendisine sığınanları korumaya gücü yeten Allah'a havale etmiştir. Hem kendisinin hem de onların Rabbi olan Allah'ın birliğine dikkat çekmiş, onca tehdide ve tepkiye rağmen bu gerçeği unutmamış ve onu elinden bırakmamıştır. Ayrıca hesap gününe inanmadıklarına da değinmiştir. Zira hesap gününe inandığı halde bir insanın büyüklük taslaması mümkün değildir. Kıyamet günündeki hazin, ürkek, boyun eğmiş, zilleti kabul etmiş, her çeşit güç ve kuvvetten soyutlanmış halini, samimi bir dostunun, sözü dinlenen bir şefaatçısının olmadığı durumunu düşünen biri büyüklük taslayamaz.
Bu sırada Firavun ailesinden kalbine hak, gerçek yerleşen yalnız bu imanını gizleyen bu adanı meydana atılıyor. Meydana atılıp Hz. Musa'yı savunuyor. Topluluğun onunla uğraşmaması için yollar arıyor. Firavun'a ve kabinesine çeşitli yöntemlerle hitab ediyor. Öğütte bulunarak onların gönüllerine ulaşmak, korkutma ve ikna etme yoluyla onların duyarlılıklarını harekete geçirmek istiyor:

28- Firavun ailesinden olup da, inandığını gizleyen bir adam dedi ki: "Rabb'im Allah'tır diyen bir adamı mı öldüreceksiniz? Oysa size Rabb'inizden belgeler gelmiştir. Eğer yalancı ise yalanı kendinedir; eğer doğru sözlü ise, sizi tehdit ettiklerinin bir kısmı başınıza gelebilir. Şüphesiz Allah aşırı giden, yalancı kimseyi doğru yola iletmez.

Bu inanmış adamın Firavun ve kabinesinden oluşan komploculara karşı giriştiği bu eylem gerçekten geniş çaplı bir eylemdir. Aynı zamanda inanmış fıtratın temkinli, usta ve güçlü mantığının gereğidir.
Bu imanlı insan, onların girişmek istedikleri eylemin korkunçluğunu ortaya koyarak başlıyor: "Rabbim Allah dediği için bir adamı öldürüyorsunuz ha?" Kalbin inancına, vicdanın kanaatına bağlı olan bu tertemiz söz bir kişinin ölümü için yeterli olur mu? Yaşam hakkını yitirmesi için yeter sebep kabul edilebilir mi? Bu eylem bu şekliyle nefret uyandırıcı ve alçakça bir iştir. Çirkinliği ve alçaklığı apaçık ortadadır.
Bu inanmış adam şimdi onları bir adım daha ileri götürüyor. "Rabbim Allah'tır" tertemiz sözünü söyleyen adamın elinde delili var. Kesin kanıtı var. "Oysa o size Rabbinizden mucizeler getirmiştir." Burada Hz. Musa'nın onlara gösterip kendilerinin gözleriyle gördükleri mucizelere işaret edilmektedir. Onların -kendi aralarında ve halk kitlelerinden uzak oldukları halde- bu mucizelerden kuşkulanmaları çok zordur!
Sonra onlarla birlikte en kötü ihtimali göz önüne getiriyor. Mesele karşısında onlarla beraber insaflı olarak bir tavır takınıyor. En kötü ihtimalde dahi onların yapmaları gereken şeyin ne olduğunu belirliyor: "Eğer yalancı olursa yalanı kendi zararınadır." Bu durumda o yaptığı işin kötü sonucuna katlanacak ve cezasını çekecektir. Günahının yükünü kendisi taşıyacaktır. Yani nerden bakılırsa bakılsın onların Hz. Musa'yı öldürmeye kalkmalarını tutarlı gösterecek bir sebep yok.
Kaldı ki bir ihtimal daha var. Bu ihtimal de Hz. Musa'nın doğru söylemiş olmasıdır. Bu ihtimale karşı temkinli hareket etmek ve onun sonuçlarına maruz kalmamak için ihtiyatlı hareket etmek güzel bir şey olur. "Eğer doğru söylüyorsa size söylediklerinin hiç değilse bir kısmı başınıza gelir." Hz. Musa'nın söylediklerinin bir kısmının onların başına gelmesi de bu konuda en küçük ihtimaldir. Yani o bundan fazlasını onlardan istememektedir. Bu yöntem, tartışmada ve karşı tarafın delillerini çürütmede insafın son haddidir.
Sonra onları kapalı bir şekilde tehdit ediyor. Hz. Musa'ya ve hem de onlara uygulanabilecek sözünü söylerken bunu ifade ediyor: "Şüphesiz Allah, aşırı giden, yalancı olan kimseyi doğru yola iletmez." Eğer bu Hz. Musa ise Allah O'na doğru yolu göstermez ve onu başarıya ulaştırmaz. Onu Allah'a bırakın. Cezasını versin. Bu arada siz de Hz. Musa ve Rabbine karşı yalan söylemekten aşırı gitmekten sakının. Yoksa siz de bu cezaya çarptırılırsınız.
Bu inanmış kişi yüce Allah'ın haddini aşan bu yalancılara uygulayacağı cezayı anlatırken atağa geçiyor. Onları Allah'ın azabı ile korkutuyor. Servetlerinin ve iktidarlarının Allah'ın kendilerini ibret olacak şekilde cezalandırmasına engel olamayacağı uyarısında bulunuyor. Nankörlüğü değil şükretmeyi gerektiren onca nimetleri kendilerine hatırlatıyor:



29- Ey kavmim! Bugün memlekette hükümranlık sizindir. Buraya siz. Ancak Allah'ın baskını bize çatınca, O'na karşı bize kim hakimsiniz yardım eder? Firavun: "Ben size kendi görüşümden başkasını söylemiyorum. Ben size ancak doğru yolu gösteriyorum" dedi.

Bu adam inanmış bir kalbin hissettiklerini hissediyor. Buna göre yüce Allah'ın ibret olacak biçimde cezalandırması yeryüzünde servet ve iktidar sahiplerine daha yakın bir ihtimaldir. Bu nedenle Allah'ın bu cezasından en çok onların çekinmeleri, onu somut halde hissetmeleri ve ondan sakınmaları gerekirdi. Her an onun korkusuyla yatıp-kalkmaları lazımdı. Çünkü Allah'ın bu cezası gecenin ve gündüzün her anında onları dört gözle beklemektedir. İnanmış olan adam bunun için onların içinde bulundukları servete ve iktidara dikkatlerini çekiyor. Uzbakış sahibi vicdanına yerleşmiş olan bu gerçeğe parmak basıyor. Sonra onları Allah'ın kıskıvrak yakalayacak olan cezasından sakındırırken kendisini de onların arasına katma nezaketini gösteriyor. "Allah'ın cezası geldiğinde kim bize yardım edebilir?" Böylece onların durumlarının kendisini de ilgilendirdiğini, zira onlardan biri olduğunu ve onlarla birlikte akıbetini beklediğini hissettiriyor. Öyleyse o, kendilerine öğütte bulunuyor. Şefkatle üzerlerine titriyor. Belki bu üslup onların bu uyarıya kulak vermelerini sağlayabilir. Onun masumluğunu ve samimiyetini ortaya koyabilir. Bu adam Allah'ın cezası geldiği zaman ona karşı hiçbir yardımcı ve kurtarıcının olamayacağını ve kendilerinin ona karşı zayıf, çok çok zayıf kalacaklarını onlara kavratmaya çalışıyor.
Bu sırada kendisine öğüt verilen her azgın iktidar sahibini yakalayan duygu Firavun'u da yakalıyor. Suçlu-haksız olduğu halde üstünlük havasına kapılıyor. Samimi öğütü iktidarına karşı bir tehlike, nüfuzuna gölge düşürücü bir müdahale, nüfuz ve iktidarına karışma onlara ortak olmaya çalışma şeklinde yorumluyor:
"Firavun: "Ben size kendi görüşümden başkasını söylemiyorum. Ben size ancak doğru yolu gösteriyorum" dedi."
Ben size doğru gördüğümden, faydalı olduğuna inandığımdan başkasını söylemem. Bu söylediklerimin doğru ve gerçek olduğunda kuşku yoktur. Tartışma götürmez söylediklerim! Azgın iktidar sahiplerinin söyledikleri herhalde doğru, iyi ve gerçekten başka ne olabilir ki? Birilerinin onların bazan hata edebileceklerini söylemesine izin verirler mi acaba? Başkalarının kendilerinin görüşleri yanında başka görüşler ileri sürmelerine izin verirler mi? Eğer tüm bunlar olmasaydı onlar neden azgın kimseler oluyorlardı?
Fakat inanmış olan adam, imanından kaynaklanan başka bir duyguya sahip. Onları sakındırmayı, onlara öğüt vermeyi ve görüşünü açıkça ortaya koymayı üstüne görev biliyor. Azgın iktidar sahiplerinin görüşleri ne olursa olsun inandığı gerçekten yana tavır almasını kendisine görev biliyor. Sonra belki duygulanırlar, ürperirler, uyanırlar ve yumuşarlar diye onların kalpleriyle başka bir dokunuşla temas kurmaya çalışıyor.

30- İnanan adam dedi ki: "Ey kavmim, ben üzerinize önceki toplulukların uğradıkları bir günün benzerinden korkuyorum.


31- Nuh kavminin, Ad ve Semud'un ve onlardan sonrakilerin durumu gibi bir durumla karşılaşmanızdan korkuyorum. Allah kullara zulmetmek istemez.

Her topluluğun ayrı bir günü vardı. Yalnız burada inanmış adam onların hepsini bir günde buluşturuyor: "Önceki toplulukların günü gibi bir gün". Bugün yüce Allah'ın başkasına ibret olacak biçimde gerçekleşen cezasının geldiği gündür. Bugün toplulukların değişmelerine rağmen özelliği değişmeyen bir gündür. "Allah kullara zulmetmek istemez. (Günahsız kimselere ceza vermez)." Onları günahları yüzünden cezalandırır. Allah bu ceza günleriyle onların çevresindeki insanları ve sonraki nesilleri ıslah eder.
Sonra onların kalplerine bir daha dokunur. Onlara Allah'ın günlerinden birini daha hatırlatır; kıyamet gününü, çağrışma gününü:



32- Ey kavmim, sizin için insanların korku ve dehşetten bağırıp bir birlerinden yardım isteyecekleri o çağırma gününden korkuyorum.


33- Arkanıza dönüp kaçacağın gün Allah'a karşı sizi koruyan bulunmaz. Allah kimi şaşırtırsa artık ona yol gösteren olmaz.

Bu günde insanları mahşer alanına toplayan melekler çağırırlar. A'raftakiler cennetliklere ve cehennemliklere seslenirlér. Cennetlikler cehennemliklere çağırırlar. Cehennemlikler de cennetliklere çağırırlar. Yani bu günde çağrışma değişik biçimlerde gerçekleşir. Bu güne "Çağrışma günü" adının verilmesi bağrışmaları, şuradan-buradan seslerin yükselişini çağrıştırmaktadır. Mahşeri kalabalık ve birbirinden davacı olma gününü tasvir etmektedir. İnanmış olan adamın şu ifadesiyle de uyum sağlamaktadır: "Arkanıza dönüp kaçacağın gün Allah'a karşı sizi koruyan bulunmaz."
Bu, onların cehennemin korkunç çehresiyle karşılaştıklarında kaçmaları veya kaçmaya çalışmaları da olabilir. Ne yazık ki o gün koruyucu kimse yoktur. Ve kaçıp kurtulmanın zamanı da çoktan geçmiştir. O gün dehşete kapılma ve kaçmaya çalışma yeryüzünde büyüklük taslayan, zorbalık eden makam ve iktidar sahiplerinin ilk göze çarpan manzarasıdır!
"Allah kimi şaşırtırsa artık ona yol gösteren olmaz." Herhalde bununla Firavun'un: "Ben sizi ancak doğru yola götürüyorum" şeklinde iddiasına gizlice işaret ediliyor. Buna ilave olarak hidayetin Allah'ın verdiği hidayet olduğuna Allah'ın saptırdığı kimseye artık yol gösteren olmadığına dikkat çekiliyor. Yüce Allah'ın insanların gerçek hallerini ve durumlarını bildiğine ve hangilerinin doğru yolu, hangilerinin ise sapıklığı hak ettiklerine işaret ediliyor.
Mümin olan bu kişi son olarak onların Hz. Yusuf'a karşı tutumlarını hatırlatıyor. Hz. Musa, Hz. Yusuf'un neslindendi. Daha önce Hz. Yusuf'un da Peygamberliğini ve onlara gösterdiği mucizeleri kuşkuyla karşıladıklarını hiç olmazsa şimdi Hz. Musa'ya aynı tavrı takınmamalarını öğütlüyor. Nitekim Hz. Musa da Hz. Yusuf'un getirdiği mesajı onaylıyor ve doğruluyor. Onlar ise kendisini kuşku ve tereddüt ile karşılıyorlar. Yüce Allah'ın Hz. Yusuf'tan sonra hiçbir Peygamber göndermeyeceğine ilişkin iddialarını yalanlıyor. İşte şimdi Hz. Musa'nın Hz. Yusuf'tan bir süre sonra bir Peygamber olarak geldiğini ve bu iddialarını kökten yalanladığını dile getiriyor.



34- Daha önce Yusuf da size açık kanıtlar getirmişti. Onun getirdiklerinden de kuşkulanıp duruyordunuz. Nihayet o ölünce: "Allah ondan sonra peygamber göndermez" dediniz. İşte Allah, aşırı giden, şüpheci kimseleri böyle saptırır."

İşte bu, Hz. Yusuf'un Mısır toplumuna Peygamber olarak gönderildiğini belirten biricik Kur'an ayetidir. Yusuf suresinde Hz. Yusuf'un yeraltı ve yerüstü zenginlik kaynaklarının başına geçecek ve bu alanda dilediğince hareket edecek tam yetki sahibi bir makama kadar yükseldiğini ve "Mısır'ın azizi" olduğunu öğrenmiştik. Bu ünvan Mısır başbakanının ünvanı olabilir. Hz. Yusuf'un neticede Mısır'ın tahtına oturduğu da o sureden anlaşılabilir. Fakat bu konuda kesin bir açıklık yoktur. Onun Mısır'ın tahtına oturduğuna işaret eden ayet şudur: "Ana babasını makam koltuğuna oturttu, bu arada hep birlikte önünde secdeye kapandılar. Bunun üzerine Hz. Yusuf, bahasına dedi ki: Babacığım bu olay, bir zamanlar gördüğüm rüyanın somut yorumudur, Rabbim o rüyayı gerçeğe dönüştürdü." '(Mümin Suresi, 100)
Hz. Yusuf'un ana-babasını üstüne çıkardığı taht Firavunların ülkesi olan Mısır'ın tahtından başka bir makam koltuğu da olabilir. Nerden bakarsak bakalım, Hz. Yusuf'un yönetim ve iktidar makamına ulaştığı kesindir. Dolayısıyla bu inanmış adamın değindiği durumu gözlerimizin önünde canlandırabiliyoruz. Yani daha önce Hz. Yusuf'un getirdiği mesajdan kuşkulanmaları ile beraber iktidar sahibi olan Hz. Yusuf'a yaranmaya çalışmalarına ve o böyle yüksek bir makamdayken açıkça onu yalanlamaya cesaret edemeyişlerine ilişkin hallerini zihnimizde canlandırabiliyoruz: "Nihayet o ölünce Allah ondan sonra Peygamber göndermez dediniz."
Sanki onlar Hz. Yusuf'un ölmesiyle rahatlamış oldular. Ve rahatlamalarını bu şekilde dile getirdiler. Onun getirmiş olduğu arı-duru tevhid gerçeğinden yüz çevirdiler. Hz. Yusuf'un bu mesajı hapishane arkadaşlarına söylediği şu sözlerinden anlaşılmaktadır: "Ey hapishane arkadaşlarım, çok sayıda ilaha inanmak mı, ezici, iradeli, tek Allah'a inanmak mı daha iyidir?" (Mümin Suresi, 39) Onlar sandılar ki ondan sonra hiç Peygamber gelmeyecek kendilerine. Zira onlar böyle arzu ediyorlardı. İnsanların arzu ettikleri bir şeyin gerçekleştiğini doğruladıkları çok görülmüştür. Çünkü bu şeyin gerçekleşmesi onların arzusunu tatmin eder.
İnanmış olan adam ise kuşkulanmaya ve yalanlamada aşırı gitmeye parmak basarken hiddetleniyor ve şöyle haykırıyor:
"İşte Allah, ayı giden, şüpheci kimseleri böyle saptırır."
Adam, onları sakındırıyor. Kendisine gösterilmiş olan apaçık belgelere rağmen inancında kuşkuya düşen ve aşırı giden herkesi beklemekte olan Allah'ın saptırmasından onları sakındırıyor.
Hiçbir delile ve belgeye dayanmadıkları halde Allah'ın ayetleri hakkında ileri geri konuşanların ve bunu en çirkin biçimde sergileyenlerin hem Allah'ın hem de müminlerin hışmına uğrayacaklarını apaçık olarak yüzlerine vuruyor. Büyüklük taslamayı ve zorbalık yapmayı tenkid ediyor. Büyüklük taslayanların ve zorbalık yapanların kalplerini yüce Allah'ın kör etmesinden sakındırıyor!

35- Bunlar, Allah'ın ayetleri üzerinde kendilerine gelmiş bir delil bulunmadan tartışırlar. Bu Allah katında da, inananların yanında da öfkeyi artırır. Allah büyüklük taslayan her zorbanın kalbini bundan dolayı mühürler.

Bu inanmış adamın ağzından çıkan söz surenin girişinde doğrudan ortaya konan ifadenin hemen hemen aynısıdır. Kesin delil elde edemedikleri halde Allah'ın ayetleri hakkında ileri-geri konuşanların gazaba mahkum oldukları, büyüklük taslayanların ve zorbalık yapanların kalplerinde hidayete hiç yer kalmayacak ve meseleyi kavramalarına neden olacak hiçbir kapı bırakmayacak biçimde saptırılmaları gerçeği ortaya konuyor.
İnanmış adamın onların kalblerini yumuşatmak için sergilediği bu büyük gezintiye rağmen Firavun sapıklığında diretti. Hakkı teslim etmemede diretti. Bununla beraber Hz. Musa'nın iddiasını incelemeye alacağı imajını vermeye özen gösterdi. Öyle anlaşılıyor ki, adı geçen bu inanmış adamın ileri sürdüğü deliller ve gerekçelerin büyük etkisinden Firavun ve onunla birlikte olanlar bunları bilmezlikten gelemediler. Bu nedenle Firavun kendisine başka bir kaçamak yolu bulmaya çalıştı:



36- "Firavun dedi: Ey Haman, bana yüksek bir kule yap ki o sebeplere (yollara) erişeyim."


37- "Göklerin yollarına erişeyim de Musa'nın tanrısına çıkıp bakayım. Çünkü ben onu (Musa'yı, peygamberlik davasında) yalancı sanıyorum. Böylece yaptığı kötü iş, Firavuna süslü gösterildi ve o yoldan çıkarıldı. Firavun'un tuzağı tamamen boşa çıktı."

Ey Haman, bana yüksek bir bina yap. Belki onunla göklerin yollarına ulaşırım! Orada Musa'nın ilahını arar bulurum! "Ben onu yalancı sanıyorum". İşte zalim ve zorba olan Firavun gerçekle açık bir şekilde yüzyüze gelmemek, tahtını sarsmakta ve mülkünün üzerinde kurulduğu efsanevi hikayeleri tehdit etmekte olan tevhid davasını kabul etmemek için olayı bu şekilde saptırıyor, demogoji yapıyor, manevralar sergiliyor. Firavun'un anlayışının ve kavrayışının bu olması ihtimali çok uzaktır. Hz. Musa'nın ilahını böyle basit ve somut bir şekilde gerçekten aramaya kalkmış olması da uzak bir ihtimaldir. Mısır Firavunları bilgi ve kültür seviyeleri açısından bu düşüncenin ve anlayışın çok ilerisinde bulunuyorlardı. Aslında onun bu tutumu bir taraftan olayı alaya aldığının ve ona karşı büyüklük taslayarak basit gördüğünün ifadesi, öbür taraftan göstermelik bir insaflılık, hakşinaslık ve inceleme-temkinli davranmadır.
Firavun'un bu tutumu, inanmış olan adamın konuşmasında balyoz gibi kafasına inen imanlı yaklaşım karşısında adımını geri alma planı da olabilir! Bütün bu ihtimaller Firavun'un sapıklığında direttiğini inkarında şımardığını göstermektedir. "İşte bu şekilde Firavun'a eyleminin çirkinliği güzel gösterilmiş ve yoldan saptırılmıştı." Zaten Firavun, sağlıklı istikametten yüz çeviren ve yoldan sapan bu çarpık anlayışı yüzünden yoldan saptırılmayı çoktan hak etmişti. Ayet-i kerime bu düzenbazlık ve hilekârlıktan sonra onun mutlaka hüsrana ve yıkıma uğrayacağını belirtiyor:
"Firavun'un tuzağı boşa çıkmaktan başka işe yarayamazdı."
Bu demogoji, bu büyüklük taslayıp hafife alma ve bunca ısrar üzerine inanmış olan adam son sözünü apaçık ve yankılanacak biçimde haykırıyor. Allah'a giden yolda, ki bu yol doğruluğa giden yolun kendisidir, kendisine uymaları çağrısında bulunduktan, bu geçici hayatın değerini onlara açıkladıktan, sonsuz hayatın nimetlerine onları teşvik ettikten, ahiretin azabından onları sakındırdıktan, Allah'a ortak koşma inancındaki sakatlıkları ve tutarsızlıkları açıkladıktan sonra tabi.
Alıntı ile Cevapla

Konu Sahibi MERVE DEMİR 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir
Konu Forum Son Mesaj Yazan Cevaplar Okunma Son Mesaj Tarihi
Başbakan Recep Tayyip ERDOĞAN ülke tv Canlı... Videolar/Slaytlar Medine-web 1 2764 22 Ağustos 2013 23:41
İran Emperyalizmi Makale ve Köşe Yazıları Medine-web 6 3379 26 Ocak 2013 21:53
gerekli gereksiz bir şiir.. Makale ve Köşe Yazıları MERVE DEMİR 0 3110 06 Aralık 2012 09:48
olmamış kayınbiradere mektup :) Komik Paylaşımlar Allahın kulu_ 10 7023 03 Kasım 2012 22:19
İslamın kurtuluşu bilinçlenme ile mümkündür Makale ve Köşe Yazıları Esadullah 11 6486 02 Ekim 2012 20:16