Tekil Mesaj gösterimi
Alt 08 Ekim 2008, 11:07   Mesaj No:2

Emekdar Üye

Medineweb Emekdarı
Emekdar Üye - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Emekdar Üye isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 16627
Üyelik T.: 11 Şubat 2012
Arkadaşları:2
Cinsiyet:
Yaş:47
Mesaj: 4.081
Konular: 315
Beğenildi:48
Beğendi:0
Takdirleri:149
Takdir Et:
Standart Cvp: Fizilalil Kuran Zümer Suresi Tefsiri

14- De ki: "Ben, dinimi Allah'a halis kılarak O'na kulluk ederim."


15- "Ey müşrikler, siz de Allah'dan başka dilediğinize kulluk edin. " De ki: "Ziyana uğrayanlar, kıyamet günü hem kendilerini, hem de ailelerini ziyana sokanlardır. Dikkat edin, işte bu, apaçık bir ziyandır. "

Bir kere daha ilan ediyor. Ben yoluma devam ediyorum. Yalnız Allah'a kulluk ediyorum. Yalnız O'na boyun eğiyorum. Siz ise dilediğiniz yolda yürümeye devam edin. Allah'ın dışında dilediğinize kulluk edin. Fakat bu gidişinizin sonu öyle bir hüsranla neticelenecektir ki, ondan daha büyük bir hüsran düşünülmez. Cehenneme varıp dayanacak olan canlarının hüsranı. Mü'min de olsalar, kâfir de olsalar ailelerini yitirme hüsranı. Müşrikler iman eden ailelerinden mahrum kalırlar. Zira onlar bir yola, kendileri başka bir yola gideceklerdir. Kendileri gibi müşrik olan ailelerini de hepsi birlikte cehenneme yuvarlanarak yitirirler:
"İşte bu, apaçık bir ziyandır."
Şimdi de bu apaçık hüsranın manzarası sergileniyor:

16- Onların üstlerinde ateşten gölgeler, altlarında da ateşten gölgeler vardır. İşte Allah, kullarını bu azabıyla korkutuyor. Ey kullarım! Benden korkun.

Bu, gerçekten dehşet verici bir manzaradır. Kendileri de bu karanlık ateş tabakaları arasında. Ateş kendilerini sarıyor ve üzerlerine çöküyor. Her yerlerini ateş sarıyor.
Bu, gerçekten korkunç bir manzaradır. Yüce Allah bu tabloyu, daha kulları bu yeryüzündeyken sunuyor kendilerine. Belki kendilerini bu ateşin yolunda alıkoyacak işler yaparlar diye. O günün azabıyla korkutuyor onları; umulur ki, bu yolla sakınırlar:
"İşte Allah kullarını bu azabıyla korkutuyor."
Ayrıca sakınmaları, korunmaları ve teslim olmaları için onlara çağrıda bulunuyor:
"Ey kullarım! Benden korkun."
Tablonun öbür yanında kurtulanlar duruyor. Bu kötü akıbetten korkup sakınanlar yer alıyor:



17- Tağuta kulluk etmekten kaçınan ve Allah'a yönelenlere müjde var. Müjdele kullarımı.


18- Onlar ki, sözü dinler ve onun en güzeline uyarlar. İşte onlar, Allah'ın kendilerini doğru yola ilettiği kimselerdir. İşte onlar akıl sahipleridir.

Ayet-i kerimede geçen "Tağut" kavramı tıpkı melekût, azamût ve rahamût gibidir. Tuğyan masdarının, çokluğu ve büyüklüğü ifade eden bir kipidir bu. Tağut, taşkınlık yapan ve sınırını aşan her şeydir. Tağuta ibadet yapmak-tan sakınanlar, herhangi bir şekilde Allah'ın dışındaki nesnelere kulluk yapmaktan sakınanların kendileridir. Yalnız Rabb'lerine yönelenler, yalnız O'na dönüş yapanlar, yalnız O'na karşı kulluk makamında duranlar da onlardır.
İşte, "Bunlara müjde vardır." Bu müjde onlara yüceler aleminden gelmektedir. Peygamber Allah'ın emri ile onu kendilerine açıklamaktadır: "Müjdele kullarımı" Bu, gerçekten yüce bir müjdedir. Bu müjdeyi kendilerine getiren de onurlandırılmış peygamberdir. Bu dahi tek başına büyük bir nimettir!
Bu müjdelenen insanların en belirgin vasıfları kulak verdikleri sözleri güzel dinleyip; kalplerinin bu sözlerin iyisini, güzel olanlarını alıp geriye kalanlarını terk etmeleridir. Kalpleri ve ruhları arındıran güzel sözlerden başkası onların içlerini açmaz ve ilgilerini çekmez. Temiz olan gönül, temiz ve güzel söze açılır. Onu alır ve ona karşılık verir. Kötü olan gönül ise ancak kötü sözden başkasına açılmaz ve yalnız ona karşılık verir.
"İşte onlar, Allah'ın kendilerini doğru yola ilettiği kimselerdir."
Yüce Allah onların kalplerinde iyilik olduğunu bildiğinden onları, sözün güzeline kulak açmaya ve onu alıp kabul etmeye yöneltmiştir. Zaten doğru yola iletmek yalnız Allah'a mahsustur.
"İşte onlar akıl sahipleridir."
Aklı selim, sahibini arınmaya ve kurtuluşa ileten akıldır. Arınma ve kurtuluş yolunu izlemeyenin sanki aklı elinden alınmıştır. Sanki o, Allah'ın kendisine verdiği bu nimetten mahrumdur.
Bunların ahirette nimet içerisinde oluş sahneleri sergilenmeden önce tağuta kulluk yapanların cehenneme girdikleri belirtiliyor. Ve hiç kimsenin onları bu ateşten kurtaramayacağı ifade ediliyor:



19- Hakkında azab hükmü kesinleşmiş, ateşte o!an kimseyi sen mi kurtaracaksın?

Burada hitap Peygamberimize yöneltilmektedir. Onları içinde bulundukları ateşten Peygamber dahi kurtaramayacağına göre O'nun dışında kim kurtarabilir?
Ateşe girecek olanlar, oranın azabını hak ettikleri için sanki şimdi ateş içindedirler. Oraya girecek olanların bu sahnesinin önüne Rabb'lerinden sakınan ve Allah'ın kendilerini korkuttuğu şeylerden korkanların sahnesi yerleştiriliyor:

20- Fakat Rabb'lerinden korkanlar için üst üste yapılmış, altlarından ırmaklar akan köşkler vardır. Bu, Allah'ın verdiği sözdür. Allah verdiği sözden caymaz.

Üst üste bina edilen katlardan oluşan köşklerin ve onların altından akan ırmakların sergilediği manzara, cehennem ehlinin altlarını ve üstlerini kat kat saran ateş sahnesini karşılamaktadır. Kur'an-ı Kerim'in ifade üslubu, sahneleri gözler önüne sererken bu karşılıklı dengelemeye, bu simetrik ifade tarzına her zaman riayet etmektedir.
Bu, Allah'ın vaadidir. Allah'ın vaadi mutlaka yerine gelir. Yüce Allah, verdiği söze muhalefet etmez.
Kur'an-ı Kerim'le ilk olarak muhatap olan müslümanlar bu sahneleri hayatlarında birer gerçek olarak yaşamışlardır. Onların kalbleri bunları seyrediyor, hissediyor ve görüyordu. Gördükleri manzaralardan etkileniyor, ürperiyor ve onlara karşılık veriyorlardı. İşte bu nedenle iç alemleri bu kadar değişebildi; bu yeryüzünde hayatları ahiret bilinci ve gerçeği ile şekillendi. Onlar, hayatta oldukları halde bu ahireti yaşıyorlar ve onunla diriliyorlardı. İşte müslümanın, Allah'ın vaadini bu şekilde anlaması, böyle kabullenmesi gerekmektedir.
Surenin bu bölümünde, gökten yağmurun indirilmesiyle yerdeki bitkinin dirilmesine, canlanmasına ve kısa bir dönem sonra hayatının sona ermesine dikkat çekilmektedir. Dünya hayatının geçici olan gerçekliğini ortaya koyması için çoğu zaman bu örnek verilmektedir. Olayları güzel biçimde algılayabilen ve düşünüp değerlendirebilen akıl sahiplerinin bu örnek üzerinde düşünmeleri ve onu güzelce algılamaları için bir direktif de veriliyor bu bölümde. Gökten indirilen yağmurdan söz edilmesi nedeniyle kalpleri diriltmesi ve gönülleri ferahlatması için gökten indirilen Kitab'a işaret edilmektedir. Hem de bu kitaba açık olan kalplerin korku ve ürperişle, yumuşayarak ve huzura kavuşarak onu benimsediklerini tasvir ederek. Allah'ın zikrine kulak verip kabul edenlerin akıbetleri ile Allah'ın zikrine karşı kalpleri katılaşanların sonlarını tasvir ederek. Bu bölümün sonunda sure, Tevhid gerçeğine yöneliyor. Tek ilaha kulluk eden adamla değişik ilahlara kulluk yapan adamın halini bir örnekle ortaya koyuyor. Bu iki adamın durumu bir olmadığı gibi örnekleri de bir değildir. Tıpkı geçimsiz efendilerin emrinde çalışan adamın halı ile hiç kimseyle çekişmeyen tek efendiye bağlı adamın durumunun aynı olmadığı gibi...



21- Allah'ın, gökten su indirip, onu yerdeki kaynaklara yerleştiren, sonra onunla çeşitli renklerde ekinler yetiştiren olduğunu görmüyor musun? Sonra ekin kurur; onu sararmış görürsün. Sonra Allah onu bir çöpe dönüştürür. Şüphesiz bunlarda akıl sahipleri için öğüt vardır.

Kur'an-ı Kerim'in, üzerinde düşünülmesi ve değerlendirme yapılması için dikkatleri çektiği bu olay, dünyanın her tarafında gözler önünde bulunan bir realitedir. Bunlar öyle çok rastlanan gerçeklerdir ki, bu çoklukları onları ciddiyetle ele almayı, her aşamasındaki hayret verici olgulara dikkat etmeyi engelleyecek bir alışkanlık meydana getirmektedirler. Kur'an-ı Kerim, hayatın her adımında, her aşamasında işleyen Allah'ın elini görmek ve O'nun etkilerini izlemek için sürekli olarak dikkatleri yönlendirmektedir.
İşte gökten inmekte olan su... Peki nedir o? Nasıl iner? Biz bu harika olay karşısında irkilmeden geçer gideriz. Zaman içinde ona alıştığımızdan ve sık sık tekrarlandığından... Suyun yaratılışı dahi başlı başına bir harikadır. Suyun, iki hidrojen ve oksijen atomunun belli şartlarda birleşmesinden oluştuğunu öğrenmemiz de bu harikanın değerini düşürmez. Aksine bu bilginin, kalplerimizi uyarıp bu evrenin içinde hidrojen ve oksijenin bulunmasına ve bunların birleşmesine müsait şartların oluşmasına elverişli biçimde yaratan Allah'ın yüce elini görmemizi sağlaması gerekir. Bu iki elementin birleşmesinden suyun oluşmasına ve bu suyun bulunması nedeniyle yeryüzünde hayatın oluşum şartlarını meydana getiren ilahi eli görmemize yol açması icab eder. Eğer su olmasaydı hayat da olmazdı. Suya ve hayata ulaşana kadar bir dizi planlı-programlı oluşumla karşılaşıyoruz. Bütün bu planların ardında yüce Allah vardır. Bunların hepsi O'nun ellerinin ürünüdür. Ayrıca bu suyun varolduktan sonra yere inişi bambaşka ve yepyeni bir harikadır. Bu harika, yerin ve evrenin, Allah'ın planlamasına uygun biçimde suyun oluşmasına ve yere inmesine elverişli bir düzene dayanmasından kaynaklanmaktadır.
Şimdi suyun indirilmesinin ikinci aşamasına geçiliyor:
"Onu yerdeki kaynaklara akıttı."
Bu konuda yeryüzünde akan ırmaklar ile üstteki suların sızması sonucu yerin tabakaları arasında meydana gelen yeraltı ırmakları arasında fark yoktur. Yerin altına sızan bu sular daha sonra kaynaklar ve pınarlar halinde kaynamaya başlar veya kuyular halinde ortaya çıkar. Yüce Allah'ın elidir bu suyun bir daha geri dönmemek üzere yerin dibine geçmemesine engel!
"Sonra onunla çeşitli renklerde ekinler yetiştiren olduğunu görmüyor musun?"
Yağmurun yağmasından sonra ortaya çıkan bitkisel hayat ve bu hayatın canlanması ise insanın tüm gücünü aciz bırakacak nitelikte bir harikadır. Küçücük bir bitkinin, üzerindeki toprak tabakalarını yara yara, üzerindeki tortuların ağırlıklarını ata ata havaya, aydınlığa ve özgürlüğe doğru uzanması, yavaş yavaş havaya yükselmesi... Evet, işte bu manzara, mesajlara açık olan kalpleri ibretle doldurmaya yeterlidir. Bu kalpte, her şeyi yaratan ve sonra da yolunu gösteren yaratıcı ve yoktan var edici Allah'ın kudretini hissetme duygusunu harekete geçirmeye kâfidir. Bir tarlada yetişen rengarenk bir ekin, hatta bir tek bitki çeşidi ve daha ötesi tek bir çiçek dahi eşsiz ilahi kudretin bir sergisinden başka bir şey değildir. Bunların bir tanesi dahi insanın bu türden bir şeyi asla yapamayacağını göstererek sınırsız acizliğini kavratmaya yeterlidir!
Ama bir gün, şu gelişen, taze, sere serpe yayılmış, hayat dolu iken olgunlaşıyor, kıvamına geliyor ve günlerini dolduruyor:
"Sonra ekin kurur; onu sararmış görürsün."
Varlığın yaşamasında, evrenin düzeninde ve hayatın aşamalarında kendisi için belirlenen en son aşamasına ulaşıyor; olgunlaşarak biçime hazır hale geliyor.
"Sonra Allah onu bir çöpe dönüştürür."
Artık o, günlerini doldurmuş, fonksiyonunu icra etmiş ve hayatı kendisine bağışlayan Allah'ın belirlediği biçimde görevini tamamlamış oluyor.
"Şüphesiz bunlarda akıl sahipleri için öğüt vardır."
Olaylar üzerinde düşünüp onlardan dersler, ibretler alanlar, yüce Allah'ın kendilerine verdiği akıl ve anlayıştan yararlanmasını bilenler için dersler vardır.



22- Allah kimin gönlünü İslam'a açmışsa o, Rabb'inden gelen bir nur üzere olmaz mı? Kalpleri Allah'ı anmak hususunda katılaşmış olanlara yazıklar olsun! İşte bunlar apaçık sapıklık içindedirler.


23- Allah, ayetleri birbirine benzeyen ve yer yer tekrar eden Kitab'ı, sözlerin en güzeli olarak indirmiştir. Rabb'lerinden korkanların bu Kitap'dan derileri ürperir; sonra hem derileri hem de kalpleri Allah'ın zikriyle yumuşar. İşte bu Kitap, Allah'ın doğruluk rehberidir; O'nunla dilediğini doğru yola iletir. Allah kimi de saptırırsa, onu doğru yola eriştirecek kimse bulunmaz.

Nasıl ki, gökten yağmur yağar ve onunla değişik renklerdeki ekinler yeşerirse, aynı şekilde "zikir" de gökten iner. Diri olan kalpler onu güzelce karşılar. Açılır, huzura kavuşur ve hayat dolu olarak harekete geçerler. Katılaşmış kalpler ise onu, içinde hayattan ve hareketten eser kalmayan yalçın kayalar gibi karşılarlar!
Yüce Allah, içinde hayır, iyilik bulunduğunu bildiği kalpleri İslam'a açar. ,
Onları O'na, nuruyla ulaştırır, okşar. O kalp de bununla parlar, aydınlanır. Bu niteliklere sahip olan kalpler ile diğer katı kalpler arasındaki fark, köklü bir farktır: "Kalpleri Allah'ı anmak hususunda katılaşmış olanlara yazıklar olsun! İşte bunlar apaçık sapıklık içindedirler."
Bu ayet-i kerimeler, İslam'ı kabul edip onunla huzura kavuşan ve yeniden hayata dönen kalplerin gerçek durumlarını tasvir ediyor. Onların Allah ile ilgili bağlarını, hallerini sergiliyor. Açılmış, huzura kavuşmuş, dipdiri hale gelmiş, sevinçle dolmuş, parlamış ve aydınlanmış kalplerin durumunu ortaya koyuyor. Bunun yanında bütün katılığı, merhametsizliği, cansızlığı, kofluğu, kararmışlığı ve karanlığa boğulmuşluğu ile diğer kalplerin gerçek hallerini de tasvir ediyor. Yüce Allah'ın, kalbini İslam'a açıp, onu nuru ile desteklediği kimseler asla kalpleri Allah'ın zikrinden habersizleşmiş, katılaşmış insanlar gibi değildir. Bunlar ile onlar arasında büyük, çok büyük fark vardır.
İkinci ayet de, mü'minlerin Kur'an-ı Kerim'i nasıl karşıladıklarını sergilemektedir. Onların, ne yapısında, ne yönlendirmelerinde, ne özünde ve ne de özelliklerinde herhangi bir çelişki bulunmayan, mükemmel bir uyuma sahip olan bu Kitab ı nasıl karşıladıklarını sergilemektedir. Bu Kitab, "mütaşabih" dir, "mesani"dir. Yani bölümleri, kıssaları, yönlendirmeleri ve sahneleri yer yer tekrar edilmektedir. Yalnız bunlar hiçbir zaman aykırı düşmemekte ve çelişmemektedir. Yeniden verilmesini, tekrarlanmasını gerektiren bir hikmet gereği olarak değişik yerlerde yeniden verilmektedir. Tam bir uyum ve yerli yerince oturtma içinde değişmeyen-benzer bir usule uygun olarak, hem de hiçbir çelişkiye ve çatışmaya meydan vermeden.
Rabb'lerinden korkup sakınanlar, böyle korku ve endişe, arzu ve umut içinde yaşayanlar, bu zikri saygı ve ürperti içinde ele alırlar. Tüyleri diken diken olacak şekilde ondan derin biçimde etkilenirler. Sonra korkuları yatışır, kalpleri bu zikir ile bir yakınlık kurar. Böylece hem içleri hem de dışları ile onun karşısında erirler. .Ve Allah'ın zikri ile huzura kavuşurlar.
Bu, hareketlerin hemen hemen somut hale geldikleri, kelimelerle çizilmiş hassas niteliklerine varıncaya kadar her şeyi canlandırılmış hayat dolu bir tablodur.
"İşte bu Kitab, Allah'ın doğruluk rehberidir; O'nunla dilediğini doğru yola iletir."
Rahman'ın parmakları ile hidayete, kabul etmeye ve aydınlanmaya doğru harekete geçirilme dışında kalpleri bu kadar ürpertmek, titretmek mümkün değildir. Yüce Allah, kalplerin içyüzünü en iyi bilendir. Artık onların hakettiklerine uygun olarak ya hidayeti veya sapıklığı verir onlara.
"Allah kimi de saptırırsa, onu doğru yola eriştirecek kimse bulunmaz: ' Yüce Allah onu sapıklığa düşürür; çünkü sapıklık üzere karar kılan, doğru yolu (hidayeti) kabul etmeyen ve hiçbir halde ona eğilim duymayan gerçek karakterini en iyi bilen O'dur.
Şimdi de sapıklıkta yürüyenleri kıyamet gününde amellerini harman zamanında bekleyen akıbet çetin bir sahnede sergileniyor:



24- Kıyamet günü kötü azaptan yüzüyle korunmaya çalışan kimse, güven içinde olan kimse gibi midir? Ve zalimlere, ' `Kazandıklarınızın karşılığını tadın "denir.

İnsan, normalde yüzünü ve vücudunu elleri ile korumaya çalışır. Fakat orada ne elleriyle, ne de ayakları ile ateşi başından savmaya güç yetiremeyeceği için yüzü ile onu savmaya çalışacak, onunla çetin azaptan korunmaya kalkışacaktır. Bu da oradaki korkunun, sıkıntının, ızdırabın şiddetini göstermektedir. Bu azabın sıkıntısı altındayken bir de azarla karşılaşıyorlar. Tam bu sırada hayatlarının ürünü kendilerine veriliyor. Hem de nasıl bir ürün:
"Kazandıklarınızın karşılığını tadın" denir.
Bu sahneden sonra Hz. Muhammed'e karşı koyan yalanlayıcılardan söz edilmeye geçiliyor. Önceleri ilahi mesajı yalanlamış olanların başlarına gelenler onlara anlatılıyor ki, akıllarını başlarına alsınlar:

25- Onlardan öncekiler de peygamberi yalanlamışlardı da farkına varmadıkları yerden onlara bir azab çattı.


26- Allah, dünya hayatında da onlara rezillik taddırdı. Ahiret azabı, elbette daha büyüktür. Keşke bilselerdi.

İşte ilahi mesajı yalan sayanların hem bu dünyadaki hem de ahiretteki durumları budur. Dünyada yüce Allah onlara zilleti taddırmıştır. Ahirette ise azabın en büyüğü onları beklemektedir. Allah'ın yasası şimdi de geçerlidir; değişmez. Kendilerinden önceki milletlerin akıbetleri en güzel tanıktır. Yüce Allah'ın ahiret azabına ilişkin sözü hâlâ geçerlidir. Şimdi onların ellerinde bir fırsat bulunmaktadır. Bu zikir, öğüt alan ve ders alanlar içindir. "Keşke bilselerdi."



27- Andolsun biz, bu Kur'an'da insanlara, öğüt alsınlar diye her türlü misali verdik.


28- O, pürüzsüz Arapça Kur'an'dır. Belki sakınırlar.


29- Allah şöyle bir misal verdi: Birbiriyle çekişen bir çok ortakların sahip olduğu bir adam (yani köle) ile yalnız bir kişiye bağlı olan bir adam. Şimdi bu ikisinin durumu bir oluyor mu? Hamd yalnız Allah'a mahsustur; fakat çokları bilmiyor.

Yüce Allah, mü'min bir kul ile müşrik bir kulun durumlarını bir örnekle açıklıyor: Müşrik olan kulun durumu, birbiriyle uyuşmayan, geçimsiz ortakların emrinde çalışan bir adamın durumu gibidir: Ortakların her biri onu bir tarafa çekmekte, her biri ayrı görevler vermekte, adam ise bu aykırı arzular, emirler arasında şaşırıp kalmakta, gücü ve enerjisi dağılmakta, bir proğram üzerinde karar kılamamakta, doğru-dürüst bir yola girememektedir. Efendilerinin birbirleriyle çelişen, çatışan, boğuşan arzularını tatmin edememekte, onların hepsini razı edememekte, güçleri ve enerjileri darmadağın olup gitmektedir. Mü'min olan kulun durumu ise şöyledir: O, bir tek efendinin emrine bağlıdır. Efendisinin kendisinden ne istediğini, ne ile yükümlü bulunduğunu bilmektedir. Onun için o, huzur içinde, emin bir halde apaçık olan yolunda sağlıklı biçimde ilerlemeye devam eder.
Bu iki adamın durumu bir değildir. Bir efendiye bağlı olan adamın belli bir istikameti, bilgisi ve inancı vardır. Gücü bir noktaya toplanır, yönü birdir. Yolu apaydınlıktır. Geçimsiz efendilere bağlı adam ise, hep sıkıntı ve tereddüt içindedir. Bir işte karar kılamaz. Bırak hepsini razı etmeyi, efendilerinin birini dahi razı edemez.
Bu örnek, tevhid gerçeği ile şirk gerçeğini bütün yönleri ile tasvir etmektedir. Tevhid gerçeğine iman eden kalb, bu yeryüzündeki yolculuğunu doğru yolda giderek tamamlar. Zira onun gözü ufuktaki bir tek yıldıza bakar. Bu nedenle yolunu şaşırmaz. Hayatın, kuvvetin ve rızkın bir tek kaynağını tanır. Zarar veya fayda vermenin kaynağını bir bilir. Vermenin ve almanın tek kaynağına dayanır. Bu bir kaynağın doğrultusunda adımlarını doğru-düzgün atar. Yalnız ondan destek alır. Elini bir tek ipe atar. Onun halkasına sımsıkı yapışır. Yönünü bir tek hedefe doğru ayarlar. Gözünü ondan ayırmaz. Bir tek efendiye hizmet eder. Onun neye razı olduğunu bilir; bu işleri yapar. Neden hoşlanmadığını bilir; ondan da sakınır... Böylece güçleri bir noktada toplanır ve aynı zamanda birleşir. Bütün güçlerini ve çabalarını değerlendirir, verimli hale getirir, yeryüzünde iki ayağı da sağlam şekilde yere bastığı halde gökte tek olan ilah ile bağını sağlamlaştırır.
Dolu dolu mesajları ile konuşan bu örnekten sonra kulları için rahat, güven, huzur, istikamet ve istikrarı seçen Allah'a hamd etme yer almâktadır. Onlar bununla beraber hâlâ sapıklıkta direniyorlar. Halbuki onların çoğu gerçeği bilmiyorlar.
Bu, Kur'an-ı Kerim'in ders almaları için insanlara takdim ettiği örneklerden biridir. Kur'an, Arapça bir kitaptır. Dosdoğrudur, apaçıktır. Orada ne karışıklık, ne eğrilik, ne de sapma türünden bir durum söz konusudur. İnsanın fıtratına, en kolay, en anlaşılır bir dille hitab eder.

24. CÜZÜN BAŞLANGICI

Şimdi ele alacağımız bölüm, önceki bölümün bir değerlendirilmesi niteliğindedir. Gökten inen su mucizesi, bu su ile yeşeren ekin mucizesi ve Allah katından inen Kitab mucizesi sergilendikten sonra Kur'an'da verilen örneklere değinilmiştir. "Fakat çokları bilmiyor" Bunun ardından Hz. Peygamberin işi ile kendilerinin işinin Allah'a havale edildiği, öldükten sonrâ aralarında hüküm verecek olanın Allah olduğu, yalancı ve yalanlayıcı olan kâfirleri hak ettikleri şekilde cezalandıracağı; doğru sözlü olan ve ilahi mesajı doğrulayanları ise iyiliklerinin karşılığı olarak ödüllendireceği dile getiriliyor.



30- Sen de öleceksin onlar da ölecekler.


31- Sonra siz, kıyamet günü, Rabb'inizin huzurunda muhakeme olacaksınız. ,

Hiç şüphesiz her canlının sonu ölümdür. Sonsuz olan yalnız Allah dır. Ölüm konusunda bütün insanlar aynıdır. Allah'ın elçisi Hz. Muhammed (s.a.s.) de aynıdır. Bu gerçeğin burada söz konusu edilmesi bütün surenin açıklayıp pekiştirdiği tevhid gerçeğinin halkalarından biri olmasındandır. Bundan sonra ölümün ötesi ele alınıyor. Ölüm, bütün yolculukların sonu değildir. Bu, sadece bir aşamadır. Onun ötesinde, belirlenmiş ve planlanmış yaradılışın daha nice aşamaları vardır. Takdirin ve ilahi planın hiçbir şeyi gelişigüzel ve boşuna değildir. Kıyamet gününde kullar, dünya hayatında aralarında çıkan anlaşmazlıklar için birbirinden davacı olacaklardır. Sonra Hz. Muhammed (s.a.s.) Rabb inin huzuruna gelir. İnsanlara, söyledikleri, yaptıkları ve yüce Allah'ın kendilerine gönderdiği hidayet kılavuzunu nasıl karşıladıklarından sorguya çekilsin diye durdurulurlar. ,

32- Allah hakkında yalan uyduran ve kendisine gelen doğruya yalanlayandan daha zalim kim vardır? Cehennemde kâfirlere yetecek kadar yer yok mudur?

Gerçeği açıklamak için sorulmuş bir sorudur bu. Allah adına yalan uydurup; O'nun kızları olduğunu, ortakları bulunduğunu ileri süren; O'nun elçisinin getirdiği doğruyu yalanlayan, Tevhid kelimesini doğrulamayan adamdan daha zalim kimse yoktur. Bu, küfrün kendisidir; cehennemde kâfirler için hazırlanmış bir karargah vardır. Bu sorulu anlatım üslubu, olayı daha açık ortaya koymak ve pekiştirmek için seçilmiştir.
Bu, sorgunun bir yönüdür. Diğer yönünü ise, Allah katından gerçeği getiren, onu doğrulayan, inanarak ve tam kanaat getirerek onu insanlara bildiren adam oluşturmaktadır. Önceki bütün peygamberler bu eylemde Hz. Peygamber ile birliktedirler. Bu gerçeğe, onun hak olduğuna inanan ve buna kesin kanaat getiren dilinin yaptığı bu çağrıya kalbiyle katılarak çağrıda bulunan herkes Hz. Peygamberin bu eylemine katılmış olur.

33- Gerçeği getirene ve onu doğrulayanlara gelince; "İşte takva sahipleri onlardır. "

Bu takva sahiplerinin ve onlara hazırlanan mükâfatın sahası biraz daha genişletiliyor:

34- Onlara, Rabb'lerinin katında diledikleri şeyler vardır; bu, iyilerin mükâfatıdır.

Bu, geniş kapsamlı bir ifadedir. İmanlı olan bir kalbin tüm isteklerini içine almaktadır. Ve tüm bu isteklerin Allah katında "onlara" verileceğini bildirmektedir. Artık bu, onların eksilmeyecek ve kaybolmayacak hakkıdır. "Bu, iyilerin mükâfatıdır"
Bu, yüce Allah'ın onlar için dilediği iyiliğin ve ikramın gerçekleşmesi içindir. Hakettiklerini adalet gereği aldıktan sonra Allah'ın bunun ötesinde onlara ihsanıyla muamele etmesi, lütfundan onlara iyilik bağışlaması içindir.



35- Zira Allah, onların yaptıkları kötülükleri örter; onlara, yaptıkları iyiliğin en güzel karşılığı verilir.

Adalet, iyiliklerin toplanması, kötülüklerin de toplanması; sonra bunlara göre kararın verilmesidir.
Lütuf ise, yüce Allah'ın bu takva sahibi kullarına fazladan bağışladığı şeylerdir. Onların en kötü işlerini dahi bağışlayıp kantarda bu kötülüklerini hiç hesaba katmaması; onlara, her şeyi, her işi güzellik olan insanlar gibi muamele etmesi; böylece iyiliklerinin artmasına, çoğalmasına ve terazide ağır basmasına garanti vermesidir.
Bu, hiç kuşkusuz Allah'ın lütfudur. Onu dilediği kimseye verir. Yüce Allah bu lütufkârlığı kendiliğinden söz vermiş ve bunu va'detmiştir. Bu söz mutlaka gerçekleşecektir. Takva sahiplerinin ve iyilikte bulunan insanların bu konuda güvenleri tamdır.
Şimdi ele alacağımız bölüm, bu surenin en uzun bölümüdür. Burada tevhid gerçeği değişik dokunuşlar içinde, değişik açılardan ele alınmaktadır. Bölüm, mü'min kalbin gerçek durumunu, yeryüzü güçlerine karşı tutumunu, kendisine dayandığı yegane gücü, yalnız bu güce dayanıp O'nun dışında kalan basit-değersiz güçlere aldırmadığını tasvir etmektedir. Bu kalbin, kuruntudan ibaret güçlerden elini eteğini çektiğini, kendi durumunu ve kendisine karşı mücadele edenlerin yaptıklarını kıyamet gününe, Allah'a havale ettiğini, geleceğinden emin olarak tam bir güven içinde ve sarsılmadan yoluna devam ettiğini anlatmaktadır.
Bunun hemen ardından Hz. Peygamberin görevi açıklanıyor. İnsanları doğru yola iletmede veya onları saptırmada peygamberin, kulların başına buyruk olmadığı; insanlara egemen olanın sadece Allah olduğu ve her an onların enselerinden tutabileceği belirtiliyor. Allah'ın dışında kimsenin şefaatçısının olmadığı; zira şefaatin tamamının Allah'ın elinde olduğu, göklerin ve yerin dizgininin O'nun elinde bulunduğu, her şeyin eninde-sonunda gelip O'na dayanacağı, O'na döneceği anlatılıyor.
Sonra müşriklerin tasvirine geçiliyor. Kelime-i Tevhid'in sözü olduğunda kalplerinin daraldığı, şirk kelimesinden söz açıldığında ise kalplerinin ferahladığı anlatılıyor. Hemen bunun ardından Hz. Peygambere net bir biçimde Kelime-i Tevhid'i ilan etmesi ve müşriklerin işini Allah'a havale etmesi çağrısı yapılıyor. Onların kıyamet gününde dünya dolusu ve bir o kadar daha malları olsa dahi ateşten kurtulmak için onları fidye vermek isteyecekleri tasvir ediliyor. Çünkü artık Allah katından, dehşet ve korku veren şeyler görünmeye başlamıştır.
İşte böyle. Halbuki onlar dara düştüklerinde yalnız Allah'a dua edip yalvarırlar. Yüce Allah, katından onlara bir nimet bağışladığında ise büyük iddialara girişirler. Kimileri şöyle demeye kalkışır:
"Bu bana bilgimden dolayı verilmiştir."
Bu sözü kendilerinden önce de birileri söylemiş, şimdiki müşrikleri de cezalandırmaya kâdir olan yüce Allah onları cezalandırmıştı. Onlar hiçbir zaman
Allah'ı acze düşüremeyeceklerdir. Rızkın bolluğu ve darlığı ise O'nun yasalarından birinin gereğidir. Bu yasa, yüce Allah'ın hikmetine ve takdirine uygun biçimde işler. Rızkı bollaştıran da, daraltan da yalnızca O'dur. "Doğrusu bunda, inanan bir toplum için ibretler vardır." '(Zümer suresi, 52)



36- Allah, kuluna yetmez mi? Seni O'ndan başkalarıyla korkutuyorlar. ,4llah kimi saptırırsa onu artık doğru yo!a ileten olmaz.


37- Allah kime de doğru yolu gösterirse; artık onu şaşırtan olmaz. Allah, galip ve öç alan değil mi?


38- Ey Muhammed! Andolsun ki, onlara, "Gökleri ve yeri yaratan kimdir?" diye sorsan; "Allah'dır" derler. De ki: "Öyleyse bana bildirin; Allah bana zarar vermek isterse, Allah'ı bırakıp da taptıklarınız, O'nun verdiği zararı giderebilir mi? Yahut bana bir rahmet di!erse, O'nun rahmetini önleyebilir mi? "Deki: Allah bana yeter. Dayananlar O'na dayanır. "


39- De ki: "Ey kavmim! Durumunuza göre bildiğinizi yapın: ben de bildiğimi yapıyorum. Yakında bileceksiniz. "


40- "Kendisini rezil edecek azap kime geliyor: Kime sürekli azab inecek?"
Alıntı ile Cevapla