Tekil Mesaj gösterimi
Alt 08 Ekim 2008, 11:30   Mesaj No:2

Emekdar Üye

Medineweb Emekdarı
Emekdar Üye - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Emekdar Üye isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 16627
Üyelik T.: 11 Şubat 2012
Arkadaşları:2
Cinsiyet:
Yaş:47
Mesaj: 4.081
Konular: 315
Beğenildi:48
Beğendi:0
Takdirleri:149
Takdir Et:
Standart Cvp: Fizilalil Kuran Rum Suresi Tefsiri

Bunların tümü, suyun toprağa ulaştığında, ona sağladığı verimlilikle gelişen, canlı bitkilerin üremesi ve her yanın bu bitkiler, hayvanlar ve insanların oluşturduğu hayatla dalgalanmasını sağlamasına dayanmaktadır. Su hayat taşıyıcısıdır, onun olduğu yerde hayat oluşur.
"Şüphesiz bunda, düşünen bir toplum için ibretler vardır." Bu araştırılması ve düşünülmesi gereken bir konudur.



25- O'nun delillerinden biri de, göğün ve yerin O'nun buyruğu ile ayakta durmasıdır. Sonra sizi kabirlerinizden bir çağırmaya görsün, hemen çıkıverirsiniz.


26- Göklerde ve yerde olanlar O'nundur, hepsi O'na boyun eğmiştir.


27- Önce yaratan, ölümden sonra tekrar dirilten O'dur. Bu O'nundur. O güçlüdür hikmet sahibidir.

Göğün, yerin düzeni, kusursuz, planlı hareket eder biçimde varlıklarını sürdürmeleri, Allah'ın gücü ve düzenlemesinin dışında bir şeyle olmamaktadır. Kendisinin veya bir başkasının bunu sağladığını iddia edecek hiçbir yaratık yoktur. Yine "bunların tümü düzenleme olmaksızın oluşmaktadır" diyecek akıllı biri de yoktur. Durum bu olunca, göğün ve yerin emre uyarak, hedeften şaşmadan, bozulma, sarsılma göstermeden O'na boyun eğerek ayakta durması, Allah'ın ayetlerinden bir işarettir.
"Sonra sizi, kâbirlerinizden bir çağırmaya görsün, hemen çıkıverirsiniz."
Evrendeki bu ince düzeni ve bu eşsiz egemenliği seyreden biri; yüce ve ulu yaratıcıdan gelen bir emirle kabirlerden çıkılması buyrulduğu zaman güçsüz insanların bu direktifle koşmamasını asla düşünemez.
Ve ardından bu açıklamaları bitirmek üzere son vurgu geliyor; işte göklerde ve yerdeki yaratıkların tümü Allah'a boyun eğmektedir.
"Göklerde ve yerde olanlar O'nundur, hepsi O'na boyun eğmiştir."
İnsanlardan birçoğunun Allah'a boyun eğmediğini ve kulluk etmediğini biliyoruz. Fakat bu gerçek, göklerde ve yerde bulunan her şeyin Allah'ın şaşmaz ve geçilmez kanunlarına boyun eğdiği ve O'nun iradesine bağımlı olduğunu belirtmektedir. Onlar, isyankâr olup, kâfir olsalar da bu kanunun egemenliğindedirler. Akılları ile Allah'ı yalanlasalar kalpleri ile O'nu inkâr etseler de aynı yasaya boyun eğip aynı prensiplere uyacak ve gerçek yaratıcı onlara diğer kullara hükmettiği gibi hükmedecektir.
Çünkü onların bu emre itaat etmekten başka yapabilecekleri bir şey de yoktur. Bu engin ve görkemli gezinti, gafillerin görmezlikten geldiği diriliş ve kıyamet meselesini belirterek bitiyor.
"Önce yaratan, ölümden sonra tekrar dirilten O'dur. Bu O'nun için daha kolaydır. Göklerde ve yerde olan en yüce sıfatlar O'nundur. O güçlüdür, hikmet sahibidir."
Geçtiğimiz ayetlerde yoktan var etme ve yeniden diriltilme olayına değinilmişti. Bu detaylı gezinin ardından bu konu,burada yeniden tekrarlanmakta ve yeni eklemeler yapılmaktadır. "Ölümden sonra diriliş O'nun için daha kolaydır." Allah için kolay, veya zor diye bir şey yoktur. "O'nun işi bir şeyin olmasını dileyince ona "Ol" demektir. O şey hemen oluverir" (Yasin Suresi, 82) Fakat O, insanların kavrayışına göre hitab etmektedir. İnsanların ölçüsüne göre yoktan var etmek, bozulup dağılanın var edilmesinden daha zordur. Durum böyleyken ne oluyor da yeniden var etmeyi Allah için daha zor görüyorlar, oysa o yapısı açısından daha kolaydır!
Göklerde ve yerde üstün nitelikler O'nundur. O, kimsenin ortak olmadığı nitelikleriyle göklerde ve yerde tektir. Hiçbir şey O'nun benzeri değildir. O hiçbir şeye ihtiyacı olmayan fakat her şeyin kendisine muhtaç olduğu eşsiz yaratıcıdır. İstediğini yapacak güce sahiptir, dilediğini idare edecek hükme maliktir.
Surenin akışı, insan kalbini geniş ufuklarda ve engin ortamlarda gezdirdikten; görünen ve görünmeyen hallerde dolaştırdıktan sonra onu yeni bir vurguyla yüz yüze getiriyor.



28- Allah size kendisinden bir misal vermektedir: Size verdiğimiz rızıklarda, emrinize verilen kölelerin, hizmetçilerin eşit suretle hak sahibi olmalarına razı olur ve birbirinizden çekindiğiniz gibi onlardan da çekindiğiniz ortaklar var mı? İşte biz aklını kullanan bir toplum için delillerimizi böyle açıklıyoruz.

Bu örnek, cin, melek, put ve ağaç gibi her ne türden olursa olsun Allah'ın yaratıklarından birini O'na ortak koşan kimseler için verilmektedir. Onlar, kölelerini ne sahip oldukları mala ortak kabul ederler, ne de herhangi bir açıdan kendilerine eşit sayarlar. Durumları o kadar ilginç ki, tek rızık veren yaratıcıya ortaklar koşuyorlar, fakat kölelerin kendi mallarına ortak olmasını reddediyorlar. Oysa malları, Allah'ın kendilerine verdiği nimetlerdir. Kendi yaratıkları da değildir. Bu, hesap ve değerlendirişleriyle, derin bir çelişkiye düşmüşlerdir. Allah bu örneği onlara adım adım açıklıyor. "Size kendinizden bir misal vermektedir. Sizden uzak değil, araştırılması için yolculuk da gerekmez... Sahip olduklarınız (köleleriniz)den verdiğimiz rızıkta size eşit olan ortaklar var mı?" Kölelerin onlara eşit olması bir kenara, malla üzerine herhangi bir pay sahibi olmalarına da razı olmazlar. "Birbirinizden çekindiğiniz gibi onlardan da çekinir misiniz?
Yani siz eşitlik gözeterek hür ortaklarınızı saydığınız gibi özgür ortakların hakkın gözettiğiniz gibi onların hakkını da gözetiyor, size haksızlık, hakkınıza tecavüz etmelerinden endişe duyduğunuz gibi, siz de onların hakkına tecavüz etmekten çekinir misiniz? Sizin yakınınızda ve kendinizle ilgili bir konuda durum böyle olur mu? Sizin için olmazsa en yüce sıfatlara sahip olan Allah için nasıl uygun görüyorsunuz?
Bu açık mantık kurallarına ve doğru düşünmeye dayanan, gayet yalın kesin yargılı, tartışma götürmez bir örnektir.
"İşte aklını kullanan bir toplum için delillerimizi böyle açıklıyoruz."
Onların şirk konusunda düştükleri çelişkiler bu şekilde sunulduktan sonra, bu ikilemin asıl sebebi açıklanıyor ve bunun hiçbir düşünce ve akla dayanmayan nefsi eğilimlerin eseri olduğu belirtiliyor.

29- Hayır, zulmedenler bilgisizce keyiflerine uydular. Allah'ın saptırdığı kimseleri kim doğru yola eriştirebilir?

Keyfi eğilimlerin sınırı ve ölçüsü yoktur. Onlar; nefsin değişken eğilimlerine, dengesiz atılımlarına, isteklerine ve korkularına bağlıdır. İstekleri ve emelleri ne gerçeğe dayanır, ne sınır tanır, ne de bir ölçü ile yenilebilir. Çünkü hidayete yer bırakmayan, delaletten korunmaya imkân vermeyen sapıklığın kendisidir. "Allah'ın saptırdığı kimseleri kim doğru yola eriştirebilir?" Çünkü bu sapıklık da nefsi arzuların sonucu olur. Kötü gidişten alıkoyacak yardımcı yoktur onlara.

MÜ'MİNLERE RABB'LERİNDEN ÖĞÜTLER

Değişken ve dengesiz eğilimlerin güdümünde yürüyenleri bu noktada bırakarak, Resulullah'a yöneliyor. Onu yarattığı fıtrata, Allah'ın insanları değişmez dinine yönelmesini emrediyor. İnsan yapısına ve fıtratına uygun olan bu dindir. Müşriklerin, değişken arzu ve eğilimlerinin ardına takılarak grup grup ayrılmaları gibi kapalılık ve ayrılıklar yoktur bu dinde; ayrılan müşrikler olduğu gibi, ayrılığa düşmediği değişmez tek dindir!



30- Ey Muhammed! Yüzünü Allah'ı birleyici olarak doğruca dine çevir: Allah'ın yaratma kanununa uygun olarak dine dön ki, insanları ona göre yaratmıştır. Allah'ın yaratması değiştirilemez. İşte doğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.


31- Yalnız O'na yönelin ve O'ndan korkun; namazı kılın ve Allah'a ortak koşanlardan olmayın.


32- Müşrikler dinlerini parçaladılar ve bölük bölük oldular. Bunlardan her fırka kendi yanındakiyle böbürlenmektedir.

Evrenin içeriği, dıştan görünen sahneleri, nefsin derinlikleri ve yapısında geçen bu gezintilerin ardından yönelimin doğru dine bağlı kılınmasına ilişkin bu direktif yerinde ve zamanında geliyor... Öyle ki, yoldan çıkmış kalpler, tutumlarını haklı gösterecek her türlü gerekçeyi yitirmiş ve her türlü cephane ve silahtan yoksun kaldıkları gibi, yapısı bozulmamış kalpler de onu karşılamaya hazırlanmıştır. İşte Kur'an'ın uyguladığı yol, insanı oraya götüren güçlü metod budur. Kalplerin karşı koyamadığı nefislerin reddedemediği metod:
"Yüzünü Allah'ı birleyici olarak doğruca dine çevir..."
Doğruca O'na yönel. Gerçek bilgiye dayanmayıp; sadece arzuların ardına takılıp giden, dağınık arzu ve eğilimlerin etkisinden koruyan, işte bu dindir... Sen yönelimini insan yapısının onayladığı dine çevir ve hiçbir yana eğilme. Ve başkalarına da aldırış etme.
"Allah'ın yaratma kanununa uygun olarak dine dön ki, insanları ona göre yaratmıştır. Allah'ın yaratması değiştirilemez."
Böylece insan nefsinin yapısı ile bu dinin yapısını birbirine bağlıyor. Her ikisi de Allah'ın dilediği yapıda her ikisi de varlığın yapısıyla uyumlu, her biri yapı ve yöneliminde diğeriyle uyumlu. İnsan kalbini yaratan Allah'dır. Bu dini ona hükmetmesi, onu yönetmesi, hastalığını tedavi etmesi ve sapmadan koruması için indiren yüce Allah, yarattığını bilir. O lâtiftir, haberdardır. Yapı da değişmez, dinde; "Allah yaratması değiştirilemez." Nefisler yapılarının dışına çıktıklarında; onları yapılarına döndürecek ve yapıyla uyum içinde olan bu dindir sadece. İnsanın yapısıyla varlığın yapısını kesiştiren din.
"İşte doğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.
Bu davranış sonucu bilgisizce, keyfi eğilimlerin güdümüne giriyor, hedefe götüren doğru yoldan sapıyorlar.
Yönelimin doğru dine bağlı kılınmasına ilişkin direktif Peygamberimize yönelik ise de kastedilen tüm mü'minlerdir. Bunun için direktif yönün doğru dine bağlı kılınmasının ne demek olduğunu açıklamaya devam ediyor.
"Yalnız O'na yönelin ve O'ndan korkun; namazı kılan ve Allah'a ortak koşanlardan olmayın."
Yönelimin doğru dine bağlı kılınmasını; Allah'a yönelme ve her durumda O'na dönme, hatadan sakınma, iç duyarlığı koruma, gizli, açık her konumda Allah'ın kontrolünü göz önünde bulundurma, her hareket ve durgunluk anında o kontrolü duyumsama, salt Allah'a kulluk için namaz kılma ve mü'minlerle müşrikleri birbirinden ayıran özellik olan Allah'ı bir bilme olarak veriyor.
Müşrikleri ise; "Dinlerini parçaladılar ve bölük bölük oldular" olarak niteliyor. Şirkin türleri çoktur. Müşriklerin kimi cinleri, kimi melekleri, kimi ataları, kimi yöneticileri, kimi papazları ve hahamları, kimi ağaçları-taşları, kimi gezegen ve yıldızları, kimi ateşi, kimi geceyi-gündüzü, kimi sahte değer yargıları ve arzuları Allah'a ortak koşarlar. Şirkin türleri sayılmakla bitmez... Her grup kendi yanındaki ile sevinmektedir. Oysa doğru din birdir, değişmez ve kollara ayrılmaz; bağlılarını tek Allah'dan başkasına götürmez. Yerin ve göklerin emri ile varlığını sürdürdüğü ve yerdeki göktekilerin O'nun olup O'na baş eğdiği Allah'dan başkasına.
Surenin bu bölümü de ana konu etrafında ilerliyor. İnsanlarla olayların kaderlerinin bağlı olduğu, hayat, evren ve doğru dinin yapılarının çelişmesiz biçimde uyum sağladıkları genel ve evrensel yörüngesinde.
Kur'an bu bölümde, değişmez yapılar yanında, insanın değişken psikolojik éğilimlerinin görünümü ve doğru dinin güçlülüğü karşısında şirk türü inançların güçsüzlüğünü, darlık ve bolluk anlarında insan psikolojisinin durumlarını tasvir ediyor. Ki o insan psikolojisi, Allah'ın sarsılmaz ölçüsüne dayandığı ve rızkı dilediğine genişletip dilediğine kısan kaderine boyun eğmediği sürece, değerlendirim ve tasarımlarında denge sağlayamamaktadır. Rızkın uyandırdığı çağrışımları aracılığı ile onları, malı arttırıp temizleyen yönteme yönlendiriyor. Hedefe ulaştıran açık yolla uyum içindeki yönteme... Onları bu yolla öldüren, dirilten ve rızık veren Allah'ın tanımasına ulaştırıyor. Allah'ın yaptıklarına karşın O'na ortak koştuklarının ne yaptıklarını soruyor. Peygamberimiz -salât ve selâm üzerine olsun- ve müslümanları, çalışma ve kazanmanın olmadığı sadece yapılanların hesabı ve karşılığının görüleceği gün gelmeden doğru yollarına yönelmeleri konusunda uyardığı gibi, müşrikleri de her yerde görülen, şirk inancının yol açtığı olumsuzluk konusunda uyarıyor. Sözün Allah'ın rızkına ilişkin açılımında; kalplerini, bu rızkın gökten inip ölümünden sonra yeri canlandıran ve Allah'ın emri ile içinde gemilerin yüzdüğü su gibi maddi hayatlarına ilişkin ve ölü kalpleri, gönülleri diriltmek için Resule inen açık ayetler gibi manevi hayatlarına ilişkin türlerine yöneltiyor, fakat onlar ne doğru yolu buluyor, ne de dinliyorlar. Onları yaratılışlarının evreleri ve zulmedenlerin özürlerinin kabul edilmeyeceği ve memnun olmayacakları gün olan, yaratıcılarına ulaşana dek hayatlarına ilişkin bir geziye çıkarıyor... Bu bölüm Peygamberimizin -salât ve selâm üzerine olsun- yatıştırılmaları ve Allah'ın hak vaadi gerçekleşene dek direnmeye yönlendirilmesiyle sona eriyor.


33- İnsanlara bir zarar dokundu mu, Rabb'lerine yönelerek O'na yalvarırlar. Sonra Rabb'leri, onlara kendinden bir rahmet tattırınca, hemen onlardan bir grup, Rabb'lerine ortak koşarlar.


34- Böyle yaparlar ki kendilerine verdiğimiz nimete karşı nankörlük etsinler. Haydi! Biraz eğlenin bakalım, yakında sonunuzun ne olduğunu bileceksiniz.


35- Yoksa onlara ortak koşmalarını söyleyen bir delil mi indirdik?


36- Biz insanlara bir rahmet tattırdığımız zaman sevinirler. Şayet yaptıklarından dolayı başlarına bir kötülük gelirse hemen ümitsizliğe düşerler.


37- Görmediler mi, Allah dilediğine rızkı genişletiyor da, daraltıyor da. Şüphesiz inanan bir toplum için bunda ibretler vardır.

Değişmez bir değere dayanmayan ve bilinen doğru bir yolda yürümeyen insan nefsinin görünümü. Geçici etkilenimler, değişik tasarımlar, olaylar ve akımlara bağlı serkeşlikler arasında sallantıdaki görünümü. İnsanlar kendilerine bir zarar dokunduğunda Rabb'lerini hatırlıyorlar. Ve kendisinden başka tutunacak şey bulamayan, O'na dönüşün dışında kurtuluşu olmayan güce sığınıyor. Fakat bu, üzüntünün zorluğun kalkmasına kadar sürüyor. Allah onlara katından bir rahmet tattırdığında ise, "Onlardan bir grup, Rabb'lerine ortak koşarlar." O grup kendilerine doğru yolu gösteren bir inanca ve doğru bir yönteme dayanmayanlardır. Rahatlık, onları Allah'a sığındıran zorunluğu kaldırmış, O'na döndüren zorunluğu unutturmuştur. Bu durum onları, Allah'ın verdiği hidayet ve rahmete karşı şükür yerine küfre sevk etmiştir.
Peygamberimizin mesajı, karşısına dikilen müşriklerin şahsında bu grup hemen tehdit ediliyor. Grubun, onların şahsında tehdidine bağlı olarak hitap onlara yönelerek, onların "Haydi! Biraz eğlenin bakalım yakında sonunuzun ne olduğunu bileceksiniz."
Hemen anında yöneltilen bu tehdidin ardından Allah'ın nimet ve rahmetini bırakıp küfre düştükleri, şirke ilişkin dayanaklarının tutarsızlığını vurgulamak için onlara sorular yöneltiyor.
`Yoksa onlara ortak koşmalarını söyleyen bir delil mi indirdik?"
Allah'dan gayrısından, akidesine ilişkin bir şey alması insana yakışmaz. Öyle ise; tutturduğunuz bu şirkin gerekliliğine bu hüccet mi indirmişiz size? Bu, dayanaksız şirk inancının tutarsızlığını açığa çıkaran, ayıplayan ve alaya alan bir soru. Diğer yandan soru, inanç ilkelerinin Allah katından inmiş olması gerektiği, aksi taktirde güdük kalacağına da açıklık getirmektedir.
Kur'an ilerleyerek, insan psikolojisinin rahatlık durumunda basitliğe kayan ve yanılgıya düşen, zorlukla karşılaştığında ise umutsuzluğa kapılan başka bir yönüne ışık tutuyor.
"Biz insanlara bir rahmet tattırdığımız zaman sevinirler. Şayet yaptıklarından dolayı haşlarına bir kötülük gelirse, hemen ümitsizliğe düşerler." İfadeden anlaşıldığına göre, bu her durumda yaptıklarını ölçebilen değişmez bir çizgi ve hayatta karşılaşılan değişimlere bağlı olarak nefsin görünümüdür. Burada "insanlar" sözüyle o çizgiye bağlı olmayan ve o ölçütü kullanmayanlar kastedilmektedir. Çünkü onlar bir rahmetle karşılaştıklarında onun kaynağı ve hikmetini unutturan düşüncesizlik tavrıyla seviniyor, havalara uçuyor ve kendinden geçiyorlar. Sonra da iyiliği verene şükretmiyor ve iyiliğin içerdiği denemenin farkına varmıyorlar. Yaptıklarına bağlı olarak Allah'ın iradesi onları yakalayıp kötü bir durum tattırdığında da Allah'ın zorlukla denemesindeki hikmetine karşı körleşiyorlar, Allah'ın zorluğu kaldıracağı ve rahmetle mükafatlandıracağına ilişkin tüm ümitlerini yitiriyorlar. Bir, Allah'la ilişkisi kesilmiş, O'nun yasalarını kavrayamayan ve hikmetini anlayamayan kalplerin durumudur. İşte o "bilmeyenler" bunlardır. Sadece dünya hayatının dış görünüşünü bilenler!
Bu tasviri, durumlarının garabetini, kısa görüşlülüklerini ve sağduyudan yoksun olduklarını ortaya koyan bir soru izliyor. Aslında darlık-bolluk meselesi, değişmez bir yasaya bağlı olup Allah'ın dilemesinden kaynaklanır. Rahmetiyle nimetlendiren ve zorlukla deneyen, koyduğu yasalar ve hikmetinin gerektirdiği doğrultuda rızkı genişletip daraltan O'dur. Her an yaşanan olgu budur. Fakat onlar görmüyorlar.
"Görmediler mi, Allah dilediğine rızkı genişletiyor da, daraltıyor da."
Dolayısıyla genişlediğinde sevinip şımarmanın azaldığında ise, ümitsizliğe kapılmanın anlamı yoktur. Bunlar Allah'ın hikmeti doğrultusunda, insanları değişmiş olarak etki altına alan durumlardır. Onlar, mü'min kalbi için her şeyin Allah'a bağlı olduğu, yasanın sürekliliği ve durumlarının değişikliğine karşın sistemin değişmez olduğunu gösteren kanıtlar içerir:
"Şüphesiz inanan bir toplum için bunda ibretler vardır."
Rızkı genişletip daraltan ve dilediği doğrultuda veren ve engelleyen Allah olduğuna göre, insanlara mallarının artma ve kazanma yolunu açıklayanın da Allah olması gerekir. Mallarının artması, kazanması, onların sanıları doğrultusunda değil, Allah'ın onlara gösterdiği doğrultuda olacaktır.



38- Akrabaya, yoksula, yolcuya hakkını ver. Allah'ın rızasını isteyen-ler için bu daha hayırlıdır. Ïşte onlar kurtuluşa erenlerdir.


39- İnsanların mallarında artış olsun diye verdiğiniz herhangi bir faiz, Allah katında artmaz. Allah'ın rızasını isteyerek verdiğiniz zekât böyle değildir. İşte zekât veren o kimseler, sevaplarını ve mallarını kat kat arttıranlardır.

Mal Allah'ın malı olup onu kimi kullarına rızık olarak verdiğine göre, malın ilk sahibi Allah'dır. O, malın bir bölümünü kulları arasında bölüştürmüştür ki, onu o gruplara, malı elinde bulunduranlar ileteceklerdir. Diğer bir nokta da, onu hak olarak adlandırmasıdır. Burada o gruplardan akraba, yoksul ve yolculara değiniliyor. Bunun dışında ne zekâtın oranı sınırlandırılmış ne de hak sahipleri tek tek sayılarak belirlenmiş değildir. Fakat ilke kesin çizgilerle belirlenmiştir. İlke; malla rızıklandıranın O olması dolayısıyla mal Allah'ın malıdır ve onda muhtaç gruplar için, onu elinde bulunduranların aracılığıyla ulaştırılmak üzere, malın gerçek sahibince belirlenmiş bir pay vardır... Mala ilişkin İslami görüşün temeli budur. Mal Allah'ın malı olunca, ilk sahibi olması özelliğine bağlı olarak; mülk edinilmesi, artırılması ve muhtaç olanlara yardım olarak verilmesi gibi tüm pozisyonların da Allah'ın kararlaştırdığı kurallara göre olması gerekir. Onu elinde bulunduran istediği gibi kullanma serbestisine sahip değildir.
O burada, mala mutemet olmaları için en uygun yola yöneltmektedir ki; o yol malın, akraba, yoksul ve yolcuya daha geniş bir tanımla Allah yolunda harcanmasıdır: "Allah'ın rızasını isteyenler için bu daha hayırlıdır. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir."
O devirde kimileri mallarını, daha çok geri döneceğini gözeterek zenginle-re hediye vererek çoğaltmaya çalışıyorlardı. Onlara hemen bu noktada bunun, malın gerçek artış yolu olmadığını açıklıyor: "İnsanların mallarında artış olsun diye verdiğiniz herhangi bir faiz, Allah katında artmaz." Ayet genel anlamı açısından malların her ne biçimde olursa olsun, faiz türü metodlarla artırma yollarının tümünü kapsıyorsa da, rivayetler bu ayette kastedilenin, bu hediye vererek malın artmasını sağlamak olduğunu bildiriyorlar. (Bu metodda bilinen faiz gibi bir haramlık yoksa da o malın temiz, saygın artırılma yolu değildir) Bu arada onlara malın gerçek artma yollarım da açıklıyor. "Allah'ın rızasını isteyerek verdiğiniz zekât böyle değildir. İşte zekât veren o kimseler, sevaplarım ve mallarını kat kat artıranlar-dır."
Malin kat kat artırılmasını garantiye alan yol; insanlardan hiçbir şey beklemeksizin, sadece Allah'ın hoşnutluğu gözetilerek hak sahiplerine verilmesidir..
İnsanlara rızkı genişletip daraltan O değil mi? Dolayısıyla mallarını, Allah'ın hoşnutluğunu gözeterek muhtaçlara verenlerin mallarını artıracak; insanların hoşnutluğunu gözeterek mallarını muhtaçlara verenler orada daha çok kazanacaklardır. Görüldüğü gibi dünyada ve ahirette kazanan bu ticarettir.
Kur'an şirk meselesini, kazanç, rızık ve o günkü müşriklerin kendi hayatlarına ve onlardan öncekilerin hayatlarına etkisini irdeliyor ve eski müşriklerin kalıntılarının tanıklık ettiği akıbetlerini ortaya sürüyor.


40- Sizi yaratan, sonra rızıklandıran, sonra öldüren daha sonra da dirilten Allah'dır. O'na koştuğunuz ortaklarınızdan böyle bir şey yapan var mıdır? Allah onların ortak koştuklarından münezzehtir ve yücedir.


41- İnsanların elleriyle kazandıkları (günahları) yüzünden karada ve denizde fesat çıktı. Allah'da belki dönerler diye yaptıklarının bir kısmını böylece kendilerine tattırır.


42- De ki; "Yeryüzünde dolaşın da daha öncekilerden ortak koşanların sonunun nasıl olduğuna bir bakın."

Onları gerçek durumları ile yüz yüze getiriyor. Yalnız Allah'ın oluşturduğu konusunda tartışmaya giremedikleri veya ortak bildikleri ilahlarının bu oluşumlarda pay sahibi olduğunu ileri süremedikleri, onları yaratanın, rızık veren, öl-düren ve ölümden sonra diriltecek olanın Allah olduğu gerçekleriyle. İşte, yalnız Allah'ın yaratıcı olduğunu onaylıyorlar, ilahlarının kendilerine herhangi bir rızık verdiğini ileri süremiyor ve öldürme konusunda da Kur'an'ın söylediği ile çelişen bir kanıta sahip değiller. Geriye sadece olup olmayacağı konusunda çekişmeye girdikleri ölümden sonra dirilme kalıyor. Vicdanlarına yerleştirmek için Kur'an bu konuyu onlara, düştükleri sapıklığın ötesinden yapılarına seslenen, eşsiz bir yöntemle, herkesçe onaylanan ölçüler içinde sunuyor. Yapı ölümden sonra dirilme işini reddetmez.
Sonra onlara ortaklarınız içinde bunlardan bir şey yapan var mı" diye soruyor. Onlardan cevap beklemiyor. Bu, cevaba ihtiyaç duymayan ayıplama babında sadece olumsuz cevap için oluşturulmuş bir sorudur! Ona Allah'ın eksikliklerinden beri görülmesini eklemekle yetiniyor. "Allah onların ortak koştuklarından münezzehtir ve yücedir."
Ardından onlara hayatın durumları ve konumlarının, insanların eylemleri ve elde ettikleriyle olan ilişkilerini insanların iç tutumları, inançları ve eylemlerinin bozukluğunun yeryüzünün düzenini bozarak, karaları ve denizleri fesatla doldurduğu ve fesadı yeryüzünün her köşesine egemen ve baskın kıldığını açıklıyor:
"İnsanların elleriyle kazandıkları (günahları) yüzünden karada ve denizde fesat çıktı."
İşte kargaşanın doğması ve ortama egemen olmasının kaynağı. O, mantıktan yoksun ve rastlantı sonucu olmayıp, "onlara şer ve bozgunculuktan dolayı ettiklerinin bir kısmını tattırmak için" Allah'ın yönlendirimi ve yasalarına bağlıdır. Allah onu, olumsuzluğunu gördüklerinde "belki dönerler" bozgunculuğa karşı durur, düzelirler diye oluşturmaktadır.
Gezinin sonunda, kendilerinden öncekilerin başlarına gelenlerin bir çoğunu bilen ve yeryüzünü gezdiklerinde, kalıntılarından da onların başlarına gelenleri anlayan müşriklere, öncekilerinin başına gelen kötülüklerin kendi başlarına da gelmemesi konusunda uyarıyor.
"De ki; Yeryüzünde dolaşın da daha öncekilerden ortak koşanların sonunun nasıl olduğuna bir bakın."
Yeryüzünü gezdiğinizde gördüğünüz gibi aynı yolu izleyenlerin akıbetleri hep aynıdır.
Alıntı ile Cevapla