Tekil Mesaj gösterimi
Alt 08 Ekim 2008, 11:35   Mesaj No:1

MERVE DEMİR

Medineweb Emekdarı
Avatar Otomotik
Durumu:MERVE DEMİR isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 5587
Üyelik T.: 05 Aralık 2008
Arkadaşları:14
Cinsiyet:
Memleket:İstanbul
Yaş:35
Mesaj: 2.537
Konular: 2038
Beğenildi:114
Beğendi:0
Takdirleri:270
Takdir Et:
Konu Bu  Üyemize Aittir!
Standart Fizilalil Kuran Kasas Suresi Tefsiri

Fizilalil Kuran Kasas Suresi Tefsiri

28-Kasas


1- Ta. sin. mim.


2- Bunlar apaçık Kitab'ın ayetleridir.

Sure, apaçık Kitab'ın benzeri harflerden meydana geldiğine dikkat çekmek için bu harflerle başlıyor. Erişilmez bir üstünlüğe sahip olan; fani insanların kullandığı bu harflerden oluşan diğer sözlere oranla yüce bir makamda olan bu Kitab'ın bu tür harflerden meydana geldiğini vurgulamak istiyor:
"Bunlar apaçık Kitab'ın ayetleridir."
Şu halde bu apaçık Kitap, insan işi değildir. İnsanlar böyle bir kitap meydana getirmeye güç yetirilmezler. Bu Kitap yüce Allah'ın kuluna okuduğu vahiydir. O'nun sanatının erişilmezliği bu Kitap'ta hemen göze çarpar. Bu ilahi sanatının damgası büyük-küçük her alandaki ayırıcı ve gerçek özelliği, bu Kitap'ta kendini gösterir:



3- Ey Muhammed! İnanan bir kavim için. Musa ve Firavun olayının bir kısmını sana dosdoğru anlatacağız.

Şu halde bu Kitap mü'min topluma yöneliktir. Onlara eğitiyor, geliştiriyor, onlar için hareket metodu belirliyor, gidecekleri yolu çiziyor. Bu surede okunan kıssalar işte bu mü'min kitleyi hedef alıyor. Zaten bu kıssalardan ancak onlar yararlanırlar.
Bu kıssaların doğrudan yüce Allah tarafından okunduğunun vurgulanması; mü'minlere özen gösterildiği, onların gözetildiği anlamalarını çağrıştırıyor. Onlara büyük değerlerini, üstün ve yüce derecelerini anlatıyor. Nasıl? Çünkü yüce Allah bu Kitab'ı onlar için, onlar adına; onlarla bu özel ikramı, bu ayrıcalığı hakeden nitelikleri adına peygamberine okuyor.
"İnanan bir kavim için anlatacağız."
Bu girişten sonra, ayetlerin akışı haberi, yani Hz. Musa ve Firavun'la ilgili haberi anlatmaya başlıyor. Musa kıssasını ilk halkasından önce -Doğum halkasından- itibaren ele alarak bu haberi sunuyor. Bu kıssa daha birçok surede anlatılmış olmasına rağmen, kasas süresinin dışında bir yerde bu tür bir girişle başlamıyor. Çünkü Musa kıssasının ilk halkası, Musa'nın içinde doğduğu o zor şartlar, çocukluğunda her türlü kuvvetten ve önlemden yoksun oluşu, yine kavminin güçsüzlüğü ve Firavun'un hegemonyası altında ezilmesi... Evet bütün bunlar surenin varmak istediği ana hedefi oluşturuyorlar. Bu olaylarda kudret eli açıkça ve beşeri bir perdeye gerek duymadan hareket ediyor. İnsanlar bir şey yapamayacak durumda olunca, doğrudan doğruya kudret eli,zulme, azgınlığa ve zorbalığa darbe indiriyor. Güçsüz, kuvvetsiz zayıflara yardım ediyor, işkence gören korumasız, teşkilatsız kimseleri yeryüzüne egemen kılıyor. İşte bu, Mekke'de ezilen müslüman azınlığın vurgulamasının ifade edilmesine ihtiyaç duyduğu zorba ve azgın müşrik çoğunluğunsa bilmek zorunda olduğu bir gerçektir.
Hz. Musa'nın -selâm üzerine olsun- kıssası diğer surelerde genellikle, kendisine peygamberliğin verildiği halkadan başlar, doğum halkasından değil. O halkada ise güçlü kuvvetli iman, azgın zorbalığa karşı çıkıyor, ardından iman galip geliyor, zorbalık ise en sonunda yeniliyor, yerle bir ediliyor. Burada ise amaç, bu anlamı vurgulamak değildir. Asıl amaç, kötülüğün azması, büsbütün iğrençleşmesi durumunda kendi felaketine neden olacağını anlatmaktır. Zorbalık iyice azıttığında, onu insanlardan uzaklaştıracak birine gerek kalmayacağını, böyle bir durumda kudret elinin dolaysız olarak olaya müdahale edeceğini vurgulamaktır. Haksızlığa uğrayan zayıfların elinden tutup onları ve içlerindeki iyilik yanlılarını kurtaracağını, onları eğiteceğini, onları bir ümmet haline getirip yeryüzüne mirasçı yapacağını vurgulamaktır.
Hz. Musa -selâm üzerine olsun- kıssasının bu surede anlatılması ile güdülen amaç budur. Bu yüzden kıssa bu amacı yerine getirecek, onu önplana çıkaracak bir halkadan itibaren sunuluyor. Zaten Kur'an'da kıssa, yeraldığı surenin akışı ile bir ahenk oluşturur. Kıssa ve içinde yeraldığı sure'nin amacı kalplerin ve bu kalpleri onaracak gerçeklerin bina edilmesi doğrultusunda birbirlerini bütünler.
Hz. Musa'nın kıssasının burada sunulan halkaları ise şunlardır: Hz. Musa'nın doğumunu, bu doğumun gerçekleştiği ortamı saran zor koşulları, bununla beraber yüce Allah'ın ona yönelik gözetiminin ve yardımının anlatıldığı halka... Musa'nın gençlik dönemini, yüce Allah'ın ona hikmet ve ilim vermesini, bu dönemde bir kıptiyi öldürmesini, Firavun ve kurmaylarının onu aklamak üzere bir tuzak kurmalarını, Mısır'dan kaçıp Medyen bölgesine gitmesini, orada evlenip yıllarca hizmet etmesinin sunulduğu halka... Peygamberlik görevini yüklenmeye çağırılmasının, sonra Firavun ve kurmaylarının karşısına çıkmasının, onların da Musa ve Harun'u yalanlamalarının anlatıldığı halka... Ayrıca son akıbetin -boğulma olayının- kısa ve öz olarak sunuluşu...
Sure'nin akışı kıssanın ilk ve ikinci halkasını uzun ve detaylı sunuyor –bu iki halka bu surede yer alan kıssanın iki yeni halkasıdır- çünkü kıssanın bu iki halkası kudret elinin açıkça azgın zorbalığın aleyhinde harekete geçişini ortaya koyuyor. Yine bu bölümlerde, Firavun'un gücünün, planlarının ve önlemlerinin kaçınılmaz kader ve işleyen ilahi hüküm karşısındaki çaresizliğini belirginleştiriyor:
Firavun'a, Haman'a ve askerlerine, başlarına gelmesinden korktukları şeyi gösterelim.
Yine, Kur'an'ın kıssaları sunuş yöntemi uyarınca surenin akışı bu kıssayı da sahnelere bölüyor; bu sahneler arasında hayal gücünün dolduracağı sanatsal boşluklar bırakıyor. Hayal gücünün verdiği hareketliliğin ortaya koyduğu sanat zevkine doymakla birlikte okuyucu birbirini izleyen iki sahne arasındaki boşlukta olup biten hiçbir olayı, manzarayı da kaçırmıyor.
Kıssa'nın birinci halkası beş sahne şeklinde gelişiyor. İkinci halka dokuz sahneden, üçüncü halka ise dört sahneden oluşuyor. Birbirini izleyen halkaların ve sahnelerin arasında da bir sahnenin ya da manzaranın üzerine indirilip kaldırılan perdeleri andıran büyük ya da küçük boşluklar bırakılıyor.

FİRAVUN DÖNEMİNDE MISIR

Kıssa başlamadan önce, olayların yaşandığı atmosfer, kıssaların geçtiği ortanı canlandırılıyor. Kıssaların anlatılışına neden olan olayların perde arkasındaki amaç vurguluyor... Bu da Kur'an'ın hikâyeleri sunuş tarzlarından biridir... Burada yer alan kıssalar da konuları ve hedefleri bakımından birbirleriyle uyum oluşturuyorlar:


4- Firavun ülkesinde ululandı ve zorbalığa kalktı, halkını çeşitli sınıflara böldü. Onlardan bir topluluğu (İsrailoğulları'nı) zayıflatıyor, oğullarını kesiyor, kadınları sağ bırakıyordu. Çünkü o bozguncunun biriydi.


5- Biz istiyorduk ki o yerde zayıflatılanlara lutfedelim, onları önderler yapalım, onları diğerlerinin yerine mirasçı kılalım.


6- Ve onları o ülkede hakim kılalım. Firavun'a Haman'a ve askerlerine; başlarına gelmesinden korktukları şeyi gösterelim.

Olayların geçtiği sahne bu şekilde çiziliyor ve olayları yönlendiren el, onunla birlikte olayların gerçekleştirmeye dönük olduğu amaç bu şekilde ortaya konuluyor. Olayları yönlendiren bu elin açıkça görülmesi, bir perdeye gerek duymadan hareket etmesi, kıssanın gerçekleştirmek istediği asıl ve belirgin hedefin yanında, göz önünde bulundurulan bir diğer hedeftir. Kıssa'nın bu tarz bir girişle başlaması da bu yüzdendir. Hiç kuşkusuz bu da bu olağanüstü Kitab'ın erişilmez ifade yöntemlerinden biridir.
Bu hikâyede geçen olayların yaşandığı dönemde Mısır'ın başında bulunan Firavun'un kim olduğu kesin olarak bilinmiyor. Zaten tarih belirlemek, Kur'an'daki kıssaların varmak istediği hedefler arasında yer almaz. Ayrıca bu kıssaların verdiği mesajlara bir katkıda bulunmaz. Bu olayın, babasını ve kardeşlerini yanına alan Hz. Yusuf'tan -selâm üzerine olsun- sonra meydana geldiğini bilmemiz yeterlidir. "İsrail" Hz. Yusuf'un babası Yakub'un adıdır. Bunlar da O'nun soyudur. Böylece Mısır'da çoğalmış, büyük bir halk kitlesi haline gelmişlerdi.
İşte bu azgın Firavun yeryüzünde kibirlenmiş, büyüklük taslayıp zorbaca bir düzen kurmuştu. Mısır halkını çeşitli gruplara ayırmış, her bir gruba ayrı bir uygulamada bulunmuştu. Baskının, işkencenin en ağırını da İsrailoğulları'na uygulamıştı. Çünkü onlar Firavun ve kavminin dininden ayrı birtakım bozulmalar ve sapmalar olmuştu, ama temelde tek İlah'a inanıyor, Firavun'un ilahlığını ve bütün Firavuncuların, putçu inançlarını inkâr ediyorlardı.
Böylece tağut, böyle bir grubun Mısır'daki varlığının tahtı ve saltanatı açısından bir tehlike oluşturduğunu sezmişti. Onları sınır dışı da edemiyordu. Çünkü sayıları yüzbinleri bulan büyük bir kitleydiler. Böyle bir şey yapsa, Firavunlarla sürekli savaş halinde bulunan komşuları ile aleyhinde birleşip saldırıya geçebilirlerdi. Bu yüzden kendisine kulluk etmeyen, tanrılık iddiasını benimsemeyen bu gruptan sezdiği potansiyel tehlikeyi bertaraf etmek ve onları sistematik olarak soykırıma uğratmak için son derece iğrenç, o kadar da korkunç cehennemi bir plan uyguladı. Onları en zor ve en tehlikeli işlerde çalıştırmak, onları aşağılamak, çeşitli işkencelerden geçinmek bu planın bir parçasıydı. Yine nüfusları artmasın diye doğar doğmaz erkek çocuklarını öldürmek, kız çocuklarını erkeksiz bırakmak da uygulanan planın bir parçasıydı. Böylece, çektikleri işkence ve eziyetlerin yanında erkeklerinin azalıp, kadınlarının artmasıyla zayıf düşmelerini, kendisine başkaldıramayacak duruma gelmelerini planlıyordu.
Anlatıldığına göre, Firavun İsrailoğulları'nın hamile kadınlarının doğum yapmalarından önce ebeler gönderir ve doğan çocukları kendisine bildirmelerini isterdi. Amaç, hiçbir suçları bulunmayan çocuklara acımayan, iğrenç ve cehennemi planı uyarınca daha doğar doğmaz erkek çocukları boğazlamaktı.
İşte bu surede anlatıldığı şekliyle, Musa kıssasının doğumla ilgili bölümünün geçtiği ortam bundan ibaretti.
"Firavun ülkesinde ululandı ve zorbalığa kalktı, halkın çeşitli sınıflara böldü. Onlardan bir topluluğu (İsrailoğulları'nı) zayıflatılıyor, oğullarını kesiyor, kadınları sağ bırakıyordu. Çünkü o bozguncunun biriydi."
Ne var ki yüce Allah, Firavun'un istediğinden başka bir şey istiyordu. Zorba tağutun planladığından başka bir şey planlıyordu. Ellerindeki güçleri ve iktidarları, aldıkları güvenlik önlemleri azgın tağutları aldatır. Bu yüzden yüce Allah'ın iradesini ve planını unuturlar. Kendileri için sevdikleri şeyleri, düşmanları için de diledikleri şeyleri yine kendilerinin seçtiklerini sanırlar. Bunu da, onuda yapabildiklerini zannederler.
Yüce Allah ise, burada o zamanki iradesini, o zamanki planını açıkça duyuruyor; Firavun'a Haman'a ve ordularına meydan okuyarak, aldıkları önlemlerin, hazırladıkları güçlerin, kendilerine hiçbir yarar sağlamayacağını bildiriyor:
Biz istiyorduk ki o yerde zayıflatılanlara lutfedelim, onları önderler yapalım, onları diğerlerin yerine mirasçı kılalım."
"Ve onları o ülkede hakim kılalım. Firavun'a Haman'a ve askerlerine, haşlarına gelmesinden korktukları şeyi gösterelim."
Tağutun o iğrenç ve çirkin arzusu doğrultusunda haklarında dilediği gibi hareket ettiği, oğullarını boğazlayıp kadınlarını erkeksiz bıraktığı, işkence ve soykırımın en kötüsünü tattırdığı, buna rağmen onlardan çekindiği, tahtı ve saltanatı açısından onlardan korktuğu, bu yüzden peşlerine gözcüler ve ajanlar taktığı, doğan erkek çocuklarını izlettirip bir kasap gibi kestiği bu ezilmişlere... Evet bu ezilmişlere yüce Allah sınırsız iyilikte bulunmak istiyor. Bereketli topraklara mirasçı yapmak istiyor. (İman edip salih ameller yaparak burayı hakettikleri sürece yüce Allah bu toprakları onlara bahşetmiştir) Onları bu topraklara yerleştirip güçlü, kuvvetli olmalarını, güven içinde temelli kalmalarını istiyor. Firavun'un, Haman'ın ve ordularının korktuklarını ama farkında olmadan kuşatıldıkları felâketi başlarına getirmek istiyor.
Surenin akışı, hikâyeye girmeden önce pratik durumu ve en sonunda planlanan akıbeti bu şekilde ilan ediyor. Amaç iki gücü karşı karşıya getirmektir; bir yanda insanların, çok şeyi yapabildiğini düşündükleri Firavun'un şişirilmiş, gözlerde büyütülmüş kof gücü, öte yanda insanları ürküten basit maddi güçlerin karşısında tutunamadığı, savrulup gittiği yüce Allah'ın gerçek ve dehşet verici gücü.
Bu duyuru ile kıssa başlamadan önce kıssanın yaşandığı sahne çiziliyor; böylece kalpler sahnede geçecek olaylara, olayların gelişimine, varacağı sonuca ve daha hikâye anlatılmadan ilan edilen akıbete nasıl varılacağına ilgiyle bağlanıyor.
Bu yüzden kıssa canlılık doludur. Ve sanki tarihe gömülmüş bir hikâye değil de ilk defa karşılaşılan bir olay gibi bölüm bölüm sunuluyor. İşte bu Kur'anın ifade tarzının genel ayrıcalığıdır.

KISSA BAŞLIYOR

Sonra kıssa başlıyor. Onunla birlikte meydan okumalar ve perdesiz faaliyet gösteren kudret elinin belirginleşmesi başlıyor.
Kuşkusuz Hz. Musa -salât ve selâm üzerine olsun- kıssa başlamadan önce çizilen böylesine zor koşulların egemen olduğu bir ortamda doğmuştu. Doğarken tehlikeler etrafını sarmıştı, ölüm tehlikesi yanı başındaydı.
İşte onun şaşkın annesi, onun adına korkuyor, haberin cellatlara ulaşmasından endişeleniyor, çocuğunun boynuna bıçak atılmasından korkuyor. İşte o, küçücük yavrusuyla korkulu ortamın merkezinde yaşıyor, onu korumaktan, saklamaktan aciz. Çocuğun dünyaya geldiğinin duyulmaması için çocuğun fıtri ağlamasını, sesini engellemekten aciz. Onu korumak için bir çözüm, bir çıkar yol düşünmekten aciz bir halde bekliyor. İşte onun annesi, zayıf, çaresiz, güçsüz ve yapayalnız...
İşte burada kudret eli müdahale ediyor, titreyen, korkan ve huzursuz olan annesinin imdadına yetişiyor, nasıl davranacağına kalbine ilham ediyor, ne yapacağını gösteriyor:



7- Musa'nın annesine, "Çocuğu emzir. Başına bir şey gelmesinden korkuyorsan bir sandık içinde suya bırak, korkma, üzülme, biz onu tekrar sana vereceğiz ve onu peygamber yapacağım" diye bildirmiştik.

Aman Allah'ım! Ne müthiş kudret! Ey Musa'nın annesi, onu emzir, Ama o senin kucağındayken, senin gözetimindeyken başına bir şey gelmesinden endişelendiğin zaman, onun ağzında senin memen varken ve o gözlerinin önündeyken onun adına korktuğun zaman, "Bir sandık içinde "Korkma üzülme" O burada suda öyle bir elin kontrolündedir ki, onun yanında olmanın dışında güvenli bir ortam yoktur. Bu elin yanında, onun gözetiminde olduktan sonra artık hiçbir şeyden korkulmaz. Korkular bu elin kontrolündeki bölgeye yaklaşamaz. Bu el ateşi serin ve yakmaz hale getirir. Denizi bir sığınağa bir yatağa dönüştürür. Ne zorba, azgın Firavun ne de yeryüzünün diğer tağutları bu elin kontrolündeki güvenli, üstün ve saygın koruluğa yaklaşmaya cesaret edebilir. "Biz onu tekrar sana vereceğiz."
Şu halde onun hayatından endişelenmeye, uzaklığından dolayı üzülmeye gerek yok. "Onu peygamber yapacağız." İşte yanına ilişkin bir müjde... Ve işte en doğrusunu söyleyen yüce Allah'ın sözü.
Bu, Musa kıssasının ilk sahnesidir. Ne yapacağını, korkudan titreyen, endişeli ve kederli bir annenin hali. Bu arada güven veren, rahatlatan, geleceğe ilişkin bir müjde içeren bir ilham alan bir annenin sahnesi... Bu ilham, (ayetin orjinalinde geçtiği gibi) bu vahiy korkudan titreyen, şaşkın durumda bekleyen bu annenin kalbine bir serinlik ve bir esenlik gibi iniyor. Ayetlerin akışı Musa'nın annesinin bu vahiy, bu ilhamı nasıl algıladığını ve gereğini nasıl yerine getirdiğini belirtmiyor. Sadece bir daha açılmak üzere bu sahnenin perdeleri indiriliyor. Perdeler açılınca kendimizi ikinci sahnenin karşısında buluyoruz.

8- Nihayet Firavun ailesi onu buldu ve aldı. Çünkü o, sonunda kendileri için bir düşman ve dert olacaktı. Şüphesiz Firavun, Haman ve askerleri suçlu oldukları için yanılıyorlardı.

Bu mudur güvende olmak? Verilen söz bu muydu? Bu muydu müjde? Zavallı kadıncağız çocuğu adına Firavun ailesinden çekinmiyor muydu? Onlar çocuğunu görecekler diye korkudan titremiyor muydu? Hem zaten çocuğunun Firavun ailesinin eline düşmesinden korkmuyor muydu?
Evet!.. Ama kudret eli meydan okuyor. Açıktan açığa ve dolaysız olarak işe müdahale ediyor. Firavun'a, Haman'a ve her ikisinin ordularına meydan okuyor... Çünkü onlar saltanatları, tahtları ve kişisel egemenlikleri açısından korktukları için Musa'nın kavminden doğan erkek çocukları izliyorlardı. Herhangi bir erkek çocuğu ellerinden kaçıp kurtulmasın diye Musa'nın kavminin üzerine gözcüleri dikmiş, aralarına ajanlarını salmışlardı. İşte kudret eli, aramalarına yorulmalarına gerek kalmadan bir erkek çocuğunu kucaklarına atıyor. Hem de hangi çocuğu? Hepsinin yok olmasına neden olacak bir çocuğu! İşte kudret eli bu çocuğu her türlü güçten, her türlü plandan yoksun, kendini savunamayacak kadar çaresiz bir durumda onlara teslim ediyor. Azgın, kanlı diktatör Firavun'un onu korumasını sağlıyor. Firavun'un onu, İsrailoğulları'nın evlerinde, doğuran kadınlarının bağrında aramasına gerek kalmıyor artık.
Sonra, işte bu ilahi kudret buradaki amacı meydan okuyan bir tavırla, açıkça duyuruyor:
"Sonunda kendileri için bir düşman ve dert olacaktı."
Onlara meydan okuyan bir düşman olsun; içlerine sıkıntı, endişe salan biri olsun diye.
"Şüphesiz Firavun, Haman ve askerleri suçlu oldukları için yanılıyorlardı."
Peki bu nasıl olacaktı? Musa her türlü güçten, her türlü önlemden yoksun olarak onların ellerindeyken bu hedef nasıl gerçekleşecekti? Bırakalım da ayetlerin akışı cevabı versin:

9- Firavun'un karısı; "İkimizin de gözü aydın! Onu öldürmeyin, belki bize faydası dokunur ya da onu evlat ediniriz"dedi. Onu almakla hata ettiklerini bilmiyorlardı.

Bundan önce Firavun'un sarayının, kendisine karşı onu himaye etmesini sağladığı gibi, kudret eli şimdi de yine Firavun'a karşı karısının kalbini Musa'yı korumaya yöneltiyor. İşte bu ince ve şeffaf sevgi perdesiyle onu korumuştu. Silahla, mevkiyle veya malla değil. Onu kadının kalbindeki duygusallıkla, sevgiyle korumuştu. Bu sevgi aracılığı ile Firavun'un katılığını, sertliğini yumuşatmış, hırsına ve önlem alma eğilimine engel olmuştu. Yüce Allah'ın bu zayıf ve güçsüz çocuğu, sadece bu ince ve şeffaf perdeyle Firavun'a karşı koruması hiç de zor değildi!
"ikimizin de gözü aydın!"
Halbuki kudret eli onu Firavun'u karısı hariç- hepsine düşman olsun, içlerine sıkıntı salsın diye kucaklarına atmıştı:
"Onu öldürmeyin."
Oysa Firavun'un ve ordularının yerle bir edilmesi onun eliyle gerçekleşecektir.
"Belki bize faydası dokunur ya da onu evlat ediniriz."
Ama ilahi takdir, uzun zamandan beri korktukları felaketi, o çocuğun varlığının gerisinde saklıyordu.
"Onu almakla hata ettiklerini bilmiyorlardı."
Kendilerine meydan okuyan, kendilerini alaya alan, dilediğini yapabilen bu gücün farkında değillerdi.
Böylece ikinci sahne sona eriyor ve bir süre için perde iniyor.



CEFAKÂR ANNE


10- Musa'nın annesi, gönlü bomboş, sabaha kadar oğlunu düşündü. Eğer biz, vaadimize inananlardan olması için kalbini iyice pekiştirmemiş olsaydık, saraya alınan çocuğun oğlu olduğunu açığa vuracaktı.


11- Annesi Musa'nın ablasına; "Onun izini takip et " dedi. O da kimse farkına varmadan, Musa'yı gözetledi.

Musa'nın annesi gelen mesajı almış ve çocuğunu suya bırakmıştı. Ama şimdi nerdedir? Dalgalar ne yaptı ona acaba? Belki de kendi kendine şöyle sormuştur! Nasıl? Nasıl güvendim de ciğerparemi suya attım? Bundan önce hiçbir annenin yapamadığı şeyi nasıl yapabildin? Nasıl oldu da onun selametini bu korkunç nehirde aradım? Ya şu garip sese nasıl teslim oldum?
Kur'an'ın ifadesi zavallı annenin kalbini son derece canlı bir tabloda tasvir ediyor: "Gönlü bomboş." Aklı gitmiş, hiçbir şey düşünemiyor, gözü hiçbir şey görmüyor ve hiçbir şey yapamıyor.
"Saraya alınan çocuğun kendi oğlu olduğunu açığa vuracaktı."
Az kalsın yaptığını herkese yayacaktı. Deli gibi bağırıp: "Kaybettim, yavrumu kaybettim. Garip bir sese uyarak çocuğumu suya attım" diyecekti.
"Kalbini iyice pekiştirmemiş olsaydık." Kalbine güven verip tutmasaydık, onu sapmaktan, mahvolmaktan alıkoymasaydık.
"İnananlardan olması için"
Allah'ın vaadine inanan, O'nun sınamasına karşı sabreden ve O'nun yol göstericiliğine uyan mü'minlerden olmasını sağlamasaydık.
Buna rağmen Musa'nın annesi, araştırmaktan, bir şeyler yapmaktan geri durmadı.
"Annesi Musa'nın ablasına; `Onun izini takip et' dedi."
İzini araştır, bir haber getir. Sağ mıdır? Yoksa bir deniz canavarı mı, ya da karanın yırtıcı bir hayvanı mı yedi onu? Yahut nerede durdu, nerede karaya vurdu?..
Musa'nın ablası çekinerek, korkarak izini araştırdı. Yollarda, sokaklarda onunla ilgili bir haber edinmeye çalıştı. Ve birden onu gözeten kudret elinin onu nereye sürüklediğini öğrendi. Onu Firavun'un hizmetçilerinin ellerinde emzirecek birini ararlarken gördü.



12- Önceden, süt annelerini memesini kabul etmemesini sağladık. Musa'nın ablası; "Sizin için onun bakımını üstlenecek ve ona öğüt verip onu güzelce eğitecek bir aileyi göstereyim mi? dedi"

Hiç kuşkusuz onu gözeten güç, neler olacağını planlamıştı. Onun aracılığı ile Firavun ve ailesine bir plan hazırlamıştır; Onu bulmalarını, onu sevmelerini, onu emzirecek bir süt anne aramalarını sağlamıştır. Öte yandan bu ilahi güç şaşkına dönmeleri için çocuğun hiçbir süt annesinin memesini kabul etmemesini sağlıyor. Kendisine verilmek istenen her memeyi reddediyor. Onlarsa çocuğun ölmesinden ya da zayıf düşmesinden endişeleniyorlar. Nihayet ablası uzaktan görüp tanıyor. Böylece ilahi güç çocuğu süt anne arayan adamların şaşkınlığını Musa'nın ablası için bir fırsat haline getiriyor. Ablası onlara şöyle diyor: "Sizin için onun bakımını üstlenecek ve ona öğüt verip onu güzelce eğitecek bir aileyi göstereyim mi?" Musa'nın ablası sözlerini bitirmeden dediklerini yapıyor ve seviniyorlar. Bu arada sevimli yavrucağın kurtulması için doğru söylüyor olmasını diliyorlar.
Böylece dördüncü sahne sona eriyor. Biz de kendimizi Musa kıssasının bu halkasının beşinci ve son sahnesi karşısında buluyoruz. Kaybolan çocuk bağrı yanık anneye dönmüştür. Sağlığı da yerindedir. Güvenilir bir yerde, Firavun'un himayesinde, karısının gözetiminde yaşamaktadır. Üzerinde dolaşan korku bulutları dağılmış, artık güvenilir ve sağlam bir yerdedir. Hiç kuşkusuz kudret eli insanı dehşete düşüren olağanüstü planının ilk aşamasını bu şekilde gerçekleştirmiştir.

13- Böylece biz onu annesine geri verdik ki gözü aydın olsun, üzülmesin ve Allah'ın vaadinin gerçek olduğunu bilsin. Fakat çoğu bunu bilmez.

Bundan sonra hikâyenin akışı, Musa'nın doğumu ile onun gençliğini ve olgunluğunu temsil eden aşağıdaki halka arasında geçen uzun senelere ilişkin herhangi bir açıklamada bulunmuyor. Bu yüzden emzirmek üzere annesine geri geldikten sonra neler olduğunu, yine Firavun'un sarayında nasıl eğitildiğini, emzirme döneminden sonra öz annesi ile ne tür bir ilişkisinin olduğunu bilemiyoruz. Ayrıca delikanlılık çağına gelip hikâyenin bu ikinci bölümünde anlatılan olayları yaşayacak kadar büyüdükten sonra sarayın içindeki ve dışındaki yeri neydi, Firavun'a kulluk edenlerin ve kâhinlerinin arasında Allah'ın gözetimi altında, O'nun öngördüğü bir göreve hazırlanıyorken, hangi inanca bağlıydı bilemiyoruz.
Hikâyenin akışı bütün bunlara değinmeden doğrudan doğruya bedensel ve ruhsal olgunluğa eriştiği dönemi yansıtan kıssanın ikinci halkasına başlıyor. Yüce Allah ona eşya ve olayları yerinde ve doğru olarak değerlendirme yeteneğini ve bilgisini vermiştir; onu iyi insanların ödülü ile ödüllendirmiştir.

14- Musa, yiğitlik çağına gelip olgunlaşınca, biz ona hikmet ve ilim verdik. İşte güzel davrananları böyle mükâfatlandırırız.

Ergenlik çağına girmek, bedensel güçlerin son noktaya varmasıdır. Olgunlaşmak ise, organik ve akli gelişmenin tamamlanmasıdır. Bu da genellikle otuz yaş civarında gerçekleşir. Acaba Hz. Musa, bu yaşa kadar, Firavun'un sarayında onun ve karısının bir evlatlığı, üvey evladı oğlu olarak mı yaşamıştır? Yoksa Musa'nınki gibi saf ve seçkin ruhların sıkıldığı, rahat edemediği, böylesine kokuşmuş bir ortamda ruhu sıkılmış, huzursuz olmuş, bu yüzden onlardan ayrılıp sarayı terk mi etmiştir? Özellikle annesinin ona kim olduğunu, hangi kavme mensup olduğunu, dininin ne olduğunu kesinlikle öğretmiş olması gerekir. O da kavminin nasıl iğrenç bir zillete, aşağılık bir zulme, alçakça bir haksızlığa mahkum edildiğini, yine yaygın ve çirkin bir bozgunculuğun her tarafı kapladığını görüyordu.
Bu konuda elimizde bir kanıt yok. Ancak, az sonra göreceğimiz gibi bundan sonraki olayların akışı bu hususla ilgili bazı şeyler ifade etmektedir. Yine ona eşya ve olayları yerinde ve doğru olarak değerlendirme yeteneği ve bilgi verilmek üzerine yapılan. "İşte güzel davrananları böyle mükâfatlandırırız."şeklinde değerlendirme onun iyi bir insan olduğunu, bu yüzden yüce Allah'ın eşya ve olayları yerinde ve doğru olarak değerlendirme yeteneğini ve bilgiyi bahşederek kendisine iyilikte bulunduğuna işaret etmektedir:



15- Musa, halkının haberi olmadığı bir zamanda şehre girdi. Orada, biri kendi tarafından diğeri düşman tarafından olan iki adamı birbiriyle dövüştüklerini gördü. Kendi tarafından olan, düşman olana karşı Musa'dan yardım istedi. Musa'da onun düşmanına bir yumruk vurdu, ölümüne sebep oldu. Sonrada; "Bu şeytanın işidir; çünkü o apaçık saptıran bir düşmandır "dedi.


16- Musa; "Rabb'im! Ben nefsime zulmettim, beni bağışla "dedi. Allah onu bağışladı. Çünkü O, çok bağışlayan ve çok esirgeyendir.


17- Musa; "Rabb'im! Bana verdiğin nimete andolsun ki, suçlulara asla yardımcı olmayacağım "dedi.

Şehre girdi. Öyle anlaşılıyor ki bu şehir o zamanki başkenttir. Peki nereden gelip girdi bu şehre? Aynı şehirdeki saraydan mı geliyordu? Yoksa sarayı da başkenti de terk etmişti de, sonra da halkının farkında olmadığı bir sırada, örneğin öğle vakti uyukladıkları bir sırada mı gelip şehre girdi.
Artık nasıl olmuşsa şehre girmiştir: "Orada, biri kendi tarafından, diğeri düşman tarafından olan iki adamı birbiriyle dövüştüklerini gördü. Kendi tarafından olan, düşman olana karşı Musa'dan yardım istedi.
Bu adamlardan biri kıpti idi. Rivayete göre; bu adam Firavun'un adamlarından biriydi. Bir diğer rivayete göre de, saray aşçısıydı. Öteki de İsrail kökenliydi. Bunlar kavga ediyorlardı. İsrail kökenli olan kıpti asıllı düşmanlarını alt etmek için Musa'dan yardım istedi. Nasıl olur? İsrail kökenli adam Firavun'un adamlarından birine karşı yine Firavun'un üvey oğlundan nasıl olurdu yardım isteyebilir. Eğer Musa hala sarayda bir evlatlık ya da Firavun'un bir adamı olarak yaşıyorsa böyle bir şey olamazdı. Ancak İsrail kökenli olan adamın Musa'nın sarayla bir ilişkisinin kalmadığından, kendisinin İsrail kökenli olduğunu bildiğinden, baskı altında yaşayan kavmine yardım amacı ile kral ve adamlarından intikam aldığından emin olması durumunda böyle bir şey söz konusu olabilir. Musa'nın -selâm üzerine olsun- durumunda olan birisi için böylesi daha uygundur. Çünkü kötülük ve bozgunculuğun kokuşmuş bataklığında yaşamaya katlanması uzak bir ihtimaldir.
"Musa'da onun düşmanına bir yumruk vurdu, ölümüne sebep oldu. .Ayetin orjinalinde geçen "Vekeze" kelimesi eli yumruk haline getirip vurmaktır. İfaden anlaşıldığına göre bir tek yumrukta Kıpti ölmüştür. Bu olay, Musa'nın gücüne ve gençliğine işarettir. Öte yandan heyecanlı ve öfkeli olduğunu tasvir etmektedir. Bunun yanı sıra onun Firavun a ve onunla ilişkisi bulunan kimselere karşı duyduğu kini de vurgulamaktadır.
Ancak ayetin akışından anlaşıldığına göre, Hz. Musa Kıpti'yi öldürmek niyetinde değildi. Bilerek onu öldürmedi. Bu yüzden cansız bir ceset olarak yere yığılınca derhal geri çekiliyor, yaptığından pişmanlık duyuyor ve olayı şeytana, onun aldatmasına bağlıyor. Çünkü bu olay kızgınlıktan kaynaklanmıştı, kızgınlıksa, şeytan ya da şeytanın bir soluğudur:
Alıntı ile Cevapla

Konu Sahibi MERVE DEMİR 'in açmış olduğu son Konular Aşağıda Listelenmiştir
Konu Forum Son Mesaj Yazan Cevaplar Okunma Son Mesaj Tarihi
Başbakan Recep Tayyip ERDOĞAN ülke tv Canlı... Videolar/Slaytlar Medine-web 1 2760 22 Ağustos 2013 23:41
İran Emperyalizmi Makale ve Köşe Yazıları Medine-web 6 3368 26 Ocak 2013 21:53
gerekli gereksiz bir şiir.. Makale ve Köşe Yazıları MERVE DEMİR 0 3102 06 Aralık 2012 09:48
olmamış kayınbiradere mektup :) Komik Paylaşımlar Allahın kulu_ 10 7004 03 Kasım 2012 22:19
İslamın kurtuluşu bilinçlenme ile mümkündür Makale ve Köşe Yazıları Esadullah 11 6449 02 Ekim 2012 20:16