Tekil Mesaj gösterimi
Alt 08 Ekim 2008, 11:35   Mesaj No:2

Emekdar Üye

Medineweb Emekdarı
Emekdar Üye - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Emekdar Üye isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 16627
Üyelik T.: 11 Şubat 2012
Arkadaşları:2
Cinsiyet:
Yaş:47
Mesaj: 4.081
Konular: 315
Beğenildi:48
Beğendi:0
Takdirleri:149
Takdir Et:
Standart Cvp: Fizilalil Kuran Kasas Suresi Tefsiri

"Sonrada`Bu şeytanın işidir; çünkü o apaçık saptıran bir düşmandır dedi" Sonra kızgınlığın neden olduğu olayın dehşeti ile kendisine geliyor ve böyle bir yük altına girmekle kendisine zulmettiğini itiraf ediyor. Affını, bağışlamasını dileyerek Rabb'ine yöneliyor:
"Musa; Rabb'im! Ben nefsime zulmettim, beni bağışla' dedi."
Yüce Allah, onun içten yakarmasına ve duyarlılığına karşılık veriyor, onu bağışlıyor!
"Allah onu bağışladı. Çünkü O çok bağışlayan ve çok esirgeyendir." Sanki Hz. Musa -selâm üzerine olsun- Rabb'ine yönelişinin sıcaklığı içinde incelmiş kalbi ile, uyanık duygusu ile Rabb'ine kendisini bağışladığını hissediyor. Mü'min kalbin inceliği ve duyarlılığı bu düzeye ulaşınca, Rabb'ine yönelişinin sıcaklığı bu noktaya varınca, dua eder etmez duasının Allah'a ulaştığını hisseder. Hz. Musa da Rabb'inin duasını kabul ettiğini hissedince vicdanını bir titreme alıyor. Bu yüzden kendi kendine bir söz verdiğini görüyoruz. Rabb'inin kendisine bahşettiği nimetlere karşılık bu sözünü tutacağını vadediyor:
"Musa; `Rabb'im! Bana verdiğin nimete andolsun ki, suçlulara asla yardımcı olmayacağım. dedi"
Bu, suçluların tarafında yer alıp onlara destek ve yardımcı olmamaya ilişkin kesin bir sözdür. Her türlü suçtan ve suçlulardan uzak olmanın ifadesidir. Kızgınlığın, zulüm ve haksızlığın ağır baskısı altında bile mücrimlerden taraf olmayacağının belirtisidir.
Bu sözü, yüce Allah'ın duasını kabul etmek, bundan önce de kendisine güç, kuvvet, hikmet ve ilim vermek suretiyle bahşettiği nimetlerin karşılığı olarak vermektedir.
ZÜLME BAŞKALDIRI

Bu derin titreme ve bundan önceki derin heyecan bize Hz. Musa'nın -selâm üzerine olsun- kişiliğini tasvir etmektedir. Heyecanlı, sıcakkanlı, duygusal ve tepkisel bir kişiliktir bu. İlerde daha bir çok yer de bu kişiliğin belirgin özellikleriyle karşılaşacağız.
Hatta şu anda Hz. Musa kıssasının bu halkasındaki ikinci sahnede bu kişiliğin belirtileriyle karşı karşıya bulunuyoruz!



18- Şehirde korku içinde etrafı gözetleyerek sabahladı. Dün kendisinden yardım isteyen kişi bağırarak yine ondan yardım istiyordu. Musa ona; "Besbelli sen bir azgınsın. " dedi.


19- Nihayet Musa ikisininde düşmanı olan adamı yakalamak isteyince; "Ey Musa! Dün bir canı öldürdüğün gibi beni de mi öldürmek istiyorsun? Sen yeryüzünde islah edenlerden değilde zorba olmak istiyorsun. "dedi.

Birinci kavga Kıpti'nin ölümü ile, Musa'nın yaptığına pişman olup Rabb'ine yönelmesi, O'ndan bağışlanma dilemesi, Rabb'inin de onu bağışlaması, bunun üzerine Musa'nın suçlulara destek olmayacağına ilişkin olarak kendi kendine söz vermesi ile sonuçlanmıştır.
Aradan bir gün geçmiş, Musa yaptığını ortaya çıkmasından korkarak şehirde sabahlamış, ifşa olmanın, eziyet görmenin endişesiyle etrafı gözetliyor... Ayette geçen "gözetleme" kelimesi, etrafına bakıp duran, birilerinden saklanan, her an bir kötülüğe uğrama, beklentisi içinde olan birinin içinde bulunduğu endişeli durumu tasvir ediyor. Aynı şekilde burada ortaya çıkan durumda, heyecanlı kişiliğin özelliklerindendir. Ayetin ifade yöntemi korkunun ve endişenin egemen olduğu durumu bu kelimeyle somutlaştırırken "şehirde" sözüyle de olayı büyütmektedir. Çünkü normalde şehir güven ve huzurun egemen olduğu bir ortamdır. Şehirde korku içinde etrafı gözetlediğine göre, bu yerde güven içinde barınamayacak kadar büyük bir korku içindedir demektir.
Hz. Musa'nın -selâm üzerine olsun- bu durumu, onun o sırada sarayın adamlarından biri olmadığını gösteriyor. Yoksa zulüm ve azgınlığın hüküm sürdüğü dönemlerde saraya mensup birinin bir kişiyi öldürmesinden daha sıradan, daha önemsiz ne olabilir ki? Şayet hala Firavun'un gönlündeki ve sarayındaki yerini koruyor olsaydı, şehirde korkarak etrafı gözetlemesi bir yana herhangi bir şekilde endişelenmeyecek, korkmayacaktı.
O, bu korku içinde saklanmaya çalışırken birden "Dün kendisinden yardım isteyen kişi bağırarak yine ondan yardım istiyordu."
Dün bir Kıptiye karşı kendisinden yardım isteyen İsrail kökenli arkadaşı bugün yine bir başka Kıpti ile kavgaya tutuşmuş ve bağırarak Musa'dan yardım istiyor. Belki de Musa'nın bu ortak düşmanına bir yumruk indirip öldürmesini istiyordu.
Ancak dünkü tablosu, öte yandan duyduğu pişmanlık, sonra Rabb'inden bağışlanma dileyip ona verdiği söz hala Musa'nın aklındaydı. Üstelik her an eziyete uğrama endişesiyle etrafı gözetleyerek saklanmasını da unutmuş değildi. Bu yüzden Hz. Musa kendisine bağırarak yardım isteyen İsrail kökenliye kızıyor ve onu sapık, yoldan çıkmış biri olarak nitelendiriyor:
Musa ona; "Besbelli sen bir azgınsın" dedi.
Bu sonu gelmez kavgalarıyla, İsrailoğulları'nın aleyhine kızgınlığın artmasından başka sonuç vermeyen dalaşmalarıyla yoldan çıkmışın, sapığın tekisin. Çünkü İsrailoğulları bir harekete girişemeyecek kadar zayıf bir durumdadırlar. Bu yüzden hiçbir yararı olmayan, üstelik zarar veren bu tür kavgaların hiçbir değeri yoktur.
Buna rağmen, görülen o ki, Kıptiye karşı duyduğu kinle öfkelenmiş, dünkü adamı öldürdüğü gibi bunu da öldürmek için kızgınlıkla üzerine atılmıştır. Bu kızgınlık, daha önce de işaret ettiğimiz gibi Musa'nın heyecanlı kişiliğinin bir özelliğidir. Öte yandan bu kızgınlık, Musa'nın içinde zulme karşı biriken tepkinin, haksızlığa, azgınlığa karşı içinde beslediği intikam duygusunun, İsrailoğulları'na uygulanan sistematik işkenceden duyduğu sıkıntının insanın kalbinde kin ve öfke çizgilerini koruyan yıllardan beri süregelen azgınlığa, haksızlığa duyduğu nefretin boyutunu da göstermektedir:
"Nihayet Musa ikisininde düşmanı olan adamı yakalamak isteyince; `Ey Musa! Dün bir canı öldürdüğün gibi beni de mi öldürmek istiyorsun? Sen yeryüzünde islah edenlerden değilde zorba olmak istiyorsun.' dedi"
Zulüm iyice azıtınca, toplum dejenere olunca, ölçüler birbirine karışınca, her yanı koyu bir karanlık kaplayınca temiz bir ruh; rejimleri, kanunları ve gelenekleri şekillendiren zulme katlanamaz, tepki gösterir. Bu tür toplumlarda zulüm genel fıtratı bozar. Öyle ki insanlar, zulüm yapıldığını görmelerine rağmen tepki göstermezler. Azgınlığı, saldırganlığı gördükleri halde önüne geçmek gibi bir duygu uyanmaz içlerinde. Hatta genel fıtratın bozulması haksızlığa uğrayanın tepki göstermesini, direnmesini yadırgayacak ve kendini veya başkasını savunmaya kalkışanı, Kıpti'nin Hz. Musa'ya dediği gibi "yeryüzünde zorbalık yapmaya" kamu düzenini bozmaya, anarşi çıkarmaya kalkışmakla suçlayacak bir düzeye varır. Bunun nedeni, diktatör tağuti rejimin insanları ezmesini görüp ses çıkarmaya, herhangi bir harekette bulunmamaya alışmalarıdır: Öyle bir an gelir ki onlar, asıl yapılması gerekenin bu olduğunu, bunun bir meziyet olduğunu, bunun edep olduğunu, ahlak ve iyiliğin bu olduğunu düşünürler. Bu yüzden haksızlığa uğrayan birinin kendini savunduğunu, tağutların kurdukları rejimleri korumak amacı ile diktikleri engelleri yıkmaya çalıştığını, bir mazlumun bu tür batıl, saçma ve yapay duvarları yerle bir etmeye giriştiğini gördükleri zaman dehşete kapılarak hemen uzaklaşırlar. Uğradığı haksızlığı bertaraf etmeye çalışan mazlumu kan dökücü ya da zorba olarak nitelendirirler. Hemen o mazlumu kınama bombardımanına tutarlar, cezalandırırlar. Ama azgın ve zalim diktatörü kınadıkları ya da cezalandırdıkları çok az görülmüştür. Zulümden dolayı ayakta kalmayacak duruma gelse bile bir mazlumun ağır bir zulme tepki göstermesini mazur gösterecek bir neden bulamazlar.
Kuşkusuz İsrailoğulları uzun süre zulüm altında kalmışlardı. Bu yüzden Hz. Musa -selâm üzerine olsun- İsrailoğulları'nın uğradığı bu zulme karşı tepki doluydu. Bu nedenle birinci kavgayı gördüğü zaman heyecana kapılmış, ama sonra yaptığına pişman olmuştu. Sonra ikinci kavgayı gördüğünde yine daha pişman olduğu şeyi yapacak kadar öfkelenmişti. Kendisinin ve kavminin olan Kıpti'yi az kalsın yakalayacaktı.
Bu yüzden yüce Allah onu yalnız bırakmıyor. Tam tersine onu gözetliyor, duasını kabul ediyor. Çünkü yüce Allah ruhları herkesten iyi bilir. İnsanın katlanma gücünün de bir sınırı olduğunu bilir. Zulüm iyice azıttığında, insaf kapılarını bütünüyle kapattığında, baskı altında tutulan, işkenceye uğratılan insanın tepki göstereceğini, karşı saldırıya geçeceğini bilir. Bu yüzden, baskı, öfke ve kızgınlığın etkisiyle normal sınırları aşan bu tür fıtri bir hareketi korkunç bir şey olarak gören zulmün etkisiyle fıtratları dejenere olmuş toplumlar gibi Musa'nın bu eylemini korkunç bir hareket olarak nitelendiriyor.
Bu, iki olayı ve onlardan sonraki gelişmeleri aktaran Kur'an'ın ifade tarzının billurlaştırdığı ibret dersidir. Çünkü Kur'an bu davranışı onaylamıyor, ama büyütmüyor da. Olayı nefse zulmetmek olarak nitelendirmesi de belki de Musa'nın soydaşlık taassubunun etkisiyle tepki gösterip heyecanlanmasından kaynaklanıyordur. Çünkü o, Allah'ın gözetimi altında peygamber olmak üzere seçilmiştir. Belki de bu nitelendirmenin nedeni Hz. Musa'nın azgın, zorba rejimin uygulamaları ile, zamansız bir kavgaya girmesi, zalimlerle dalaşmakta acele etmesidir. Çünkü yüce Allah insanların kendisinin öngördüğü metot doğrultusunda yürümek suretiyle kapsamlı kurtuluş elde etmelerini istiyor. Çünkü bireysel ve zamansız dalaşmalar rejimlerin değişmesi açısından bir yarar sağlamazlar. Nitekim yüce Allah Mekke'deki müslümanları zamanı gelmeden müşriklerle kavgalara girmekten alıkoymuştu.
Öyle anlaşılıyor ki, bir önceki öldürme olayının kokusu etrafa yayılmış ve şüpheler de Musa'nın üzerinde yoğunlaşıyormuş. Çünkü bundan önce Firavun ve kurmaylarının azgınlıklarını, zorba yönetimlerini eleştirdiği, karşı çıktığı biliniyormuş. Öteki yandan İsrailoğulları'ndan başkaları da duymuş olabilir.
Biz bunu tercih ediyoruz. Çünkü böylesine zor şartlarda Hz. Musa'nın İsrailoğulları'ndan biriyle kavga eden Firavun'un adamlarından birini öldürmesi, İsrailoğuları'nın içini rahatlatan, göğüslerindeki kini dindiren bir olay olarak kabul edilir. Bu yüzden bu tür olaylar öteden beri dilden dile aktarılır, sevinçle, coşkuyla kulaklara fısıldanır. Böylece oradan oraya yayılır, ifşa olur. Özellikle daha önce Hz. Musa'nın zorba yönetimden nefret ettiği, mazlumlara yardımcı olduğu bilinirse...
Hz. Musa ikinci Kıpti'yi yakalamak isteyince Kıpti ona bu şekilde suçluyor. Çünkü artık işin iç yüzü ortaya çıkmıştır. Kıpti bakıyor ki Musa kendisini yakalamak istiyor, bu yüzden ona şu karşılığı veriyor: "Ey Musa! Dün bir canı öldürdüğün gibi beni de mi öldürmek istiyorsun?" Adamın sözlerinin devamı ise şöyledir: "Sen yeryüzünde islah edenlerden değil de zorba olmak istiyorsun dedi" Bu ifadeden anlaşılıyor ki, Hz. Musa kendisine hayatta öyle bir yol, öyle bir çizgi tutmuş ki; bununla zulmü, zorbalığı sevmeyen salih ve yapıcı bir insan olarak tanınmıştır. İşte bu Kıpti de ona bunu hatırlatıyor. Tanıdığının tam tersi bir davranış içinde bulunduğunu yüzüne vurarak, iyi nitelikli yapıcı biri değil zorba biri olmakla, insanları uzlaştıracağına öldürmekle, kötülüğü kışkırtmakla suçluyor. Kıpti'nin konuşma tarzı ve sözlerinin içeriği, Hz. Musa'nın o sırada Firavun'un adamlarından biri olmadığını gösteriyor. Yoksa, sözlerinin içeriği böyle de olsa bir Mısırlı Firavun'un adamlarından birine bu tarzda hitap edemezdi.
Bazı müfessirler, bu sözlerin Kıptiye değil, İsrail kökenliye ait olduğunu söylemişler. Onlara göre, Hz. Musa İsrail kökenliye: "Besbelli sen bir azgınsın." deyip ikisinin düşmanı olan Kıptiyi yakalamak üzere öfkeyle ona doğru yönelince, İsrail kökenli olan adam Hz. Musa'nın kendisine kızdığını sanmış, bu yüzden yukarıdaki sözleri sarf ederek sadece kendisinin bildiği bu sırrı açığa vurmuştur. Bu müfessirlerin böyle düşünmelerinin nedeni, Mısırlıların bu sırdan haberdar olmamalarıdır.
Ne var ki, bu sözleri söyleyenin Kıpti olması daha yakın bir ihtimaldir. Nitekim bu sırrın yayılma nedenini de açıklamıştık. Mısırlı konu hakkında oluşan koşulların da yardımı ile feraseti ve sezgisi sayesinde bu sırrın farkına varmıştır.

HZ. MUSA'YA ULAŞAN HABER

Görülen o ki, adamın bir önceki olayı hatırlaması üzerine Hz. Musa daha fazla ileri gitmemiş, adamı bırakmıştır. O da Musa'dan kurtulur kurtulmaz gidip Firavun kavminin ileri gelenlerine aradıkları adamın saldıran Musa olduğunu söylemiştir. Burada geçen sahneden sonra hikâyenin akışında bir boşluk var. Sonra yeni bir sahne sunuluyor. Şehrin uzak bir köşesinden bir adam Musa'nın yanına geliyor. Firavun kavminin ileri gelenlerinin kendisi hakkında yaptıkları toplantıyı ve verilmek istenen cezayı haber vererek onu uyarıyor. Hayatını kurtarması için şehirden kaçmasını tavsiye ediyor.



20- Şehrin öbür ucundan bir adam koşarak geldi; "Ey Musa, ileri gelenler seni öldürmek için aralarında görüşüyorlar. Hemen uzaklaş. Doğrusu ben sana öğüt veriyorum " dedi.

Hiç kuşkusuz kudret eli, iradesini yerine getirmek üzere gerektiği anda hemen devreye girer, açıkca olaya müdahale eder.
Firavun'un çevresinden, hükümet üyelerinden ve kendisine yakın olanlardan oluşan bu ileri gelenler bunun Musa'nın işi olduğunu öğrendikleri, Musa'nın gerçekleştirdiği bu eylemdeki tehlike sinyalini algıladıkları kuşkusuzdur. Çünkü bu eylem özü itibariyle bir başkaldırı, bir direniş ve ezilen İsrailoğulları'na yardım niteliğindedir. Şu halde bu olay olağanüstü toplanıp bir karara varmayı gerektirecek kadar tehlikeli bir olaydır. Eğer suç, sıradan bir adam öldürme suçu olsaydı Firavun ve önde gelen kurmayları bu kadar ilgilenmezlerdi. Bu sırada kudret eli ileri gelenlerden birini seçiyor. Büyük bir ihtimalle bu adam Firavun ailesine mensup imanını gizleyen bir mü'mindir. Gafir suresinde sözü edilen kişi de budur.(Firavun ailesine mensup imanını gizleyen mü'min bir adam şöyle dedi: "Rabb'im Allah'dır dediği için bir adamı öldürecek misiniz?" (Gafir Suresi, 28)) Kudret eli "şehrin öbür ucundan" kralın adamları yetişmeden önce koşarak, olayın öneminin bilincinde olarak Musa'ya haber vermesi için onu görevlendiriyor: "Ey Musa, ileri gelenler seni öldürmek için aralarında görüşüyorlar. Hemen uzaklaş. Doğrusu ben sana öğüt veriyorum."

21- Musa, korku içinde çevresini gözetleyerek şehirden çıktı. "Rabb'im! Beni şu zalim kavimden kurtar. " dedi.

Burada bir kez daha Hz. Musa'nın heyecanlı kişiliğinin belirgin özelliğini görüyoruz. Endişeli ve korkuyor. Bu yüzden durmadan etrafına bakınıp duruyor. Bu özelliğin yanı sıra doğrudan Allah'dan yardım isteme, O'nun himayesini ve gözetimini bekleme, korkulu ortamdan kaçıp onun korusuna sığınma, güven ve kurtuluşu onun katından umma özelliğini de gözlüyoruz.
"Rabb'im! Beni şu zalim kavimden kurtar."
Sonra ayetlerin akışı onu şehrin dışında izlemeye koyuluyor. Korkuyor, endişeli bakışlarla etrafını gözetliyor. Tek başına, yapayalnızdır. Allah'a güvenmekten, onun yardımını ve yol göstericiliğini istemekten başka hiçbir şeye sahip değildir:

22- Medyen'e doğru yönelince; "Ümit ederim ki Rabb'im doğru yola iletir. " dedi.

Burada, tek başına, yurdundan kovulmuş biri olarak Şam'ın güneyinde ve Hicaz'ın kuzeyinde yer alan Medyen'e doğru çöllerden yol alırken Musa'nın kişiliğini gözlüyoruz. Mesafeler çok uzak, yollar uzadıkça uzuyor. Ne yiyeceği var ne de bu yolculuk için gerekli olan hazırlığı... Şehirden korku içinde ve çevresini gözetleyerek çıkmıştı. Kendisine öğüt veren mü'min adamın uyarısı üzerine endişelenmiş ve oyalanmadan, yanına yol azığı almadan kendisine uçsuz bucaksız çöllerde yol göstericilik yapacak bir kılavuz tutmadan çıkmıştı. Bütün bu olumsuzlukların yanında Rabb'ine yönelmiş, bütünüyle O'na teslim olmuş, O'nun yol göstericiliğini bekleyen nefsini gözlüyoruz: "Ümit ederim ki Rabb'im beni doğru yola iletir."

MEDYENE KAÇIŞ

Bir süre kendisini güvenlik daha doğrusu refah içinde, konforlu ve her türlü nimete boğulmuş bir hayat sürdükten sonra Hz. Musa'yı yeniden korkulu bir atmosferin tam ortasında buluyoruz. Yalnız başına, yeryüzünü tüm maddi güçlerinden yoksun bir durumda buluyoruz. Firavun ve askerleri peşine düşmüş, her yerde onu arıyorlar. Küçükken yapamadıklarını (öldürme olayını) şimdi yapmak için. Ne var ki o zaman Musa'yı gözeten ve koruyan kudret eli şimdi de onu koruyup gözetliyor ve onu kesinlikle düşmanlarına teslim etmiyor. İşte Musa şimdi de uzun bir yola koyulmuş, zorbaların elinin ulaşamayacağı bir bölgeye gidiyor:



23- Medyen suyuna geldiğinde, kuyunun başında insanların hayvanların, suladıklarını gördü. Onlardan başka, hayvanlarını sudan alıkoyan iki kız gördü. Onlara; "Derdiniz nedir?" dedi. Dediler ki; "Çobanlar sulayıp çekilmeden biz onların içine sokulup hayvanlarımızı sulamayız. Babamız çok yaşlıdır, onun için bu işi biz yapıyoruz. "


24- Musa onların hayvanlarını suladı, sonra gölgeye çekildi; "Rabb'im, doğrusu bana indireceğin her hayra muhtacım" dedi.

Medyen bölgesindeki bir su kaynağına ulaşması ile birlikte meşakkatli ve uzun yolculuğu sona ermişti. Suyun başına geldiğinde yorgun ve bitkindi. O sırada, Hz. Musa'nınki gibi bozulmamış bir fıtratın, insani özelliklerini yitirmemiş bir nefsin rahatsız olacağı, kaldıramayacağı bir sahne ile karşılaşıyor. Çobanların sulamak üzere hayvanlarını suyun başına sürdüklerini, öte yandan iki kadının da hayvanlarını suyun başına süremediklerini görüyor. Oysa insani özelliklerini yitirmemiş ve fıtratları bozulmamış insanlara yakışan, öncelikle iki kadının hayvanlarına su içirmelerine, sürülerini aradan çıkarmalarına müsaade etmektir. Normal olan erkeklerin onlara yol verip yardımcı olmalarıdır.
Yurdundan kaçan, kovalanan ve uzun yolculuktan yorgun düşmüş olan Musa-selâm üzerine olsun- böylesine anormal ve çirkin bir tablo karşısında yorgunluğunu, yabancılığını bahane ederek oturup dinlenmiyor. Tam tersine kalkıp o iki kadının yanına gidiyor ve bu tuhaf durumlarının nedenini soruyor:
"Onlara, derdiniz nedir? dedi."
"Dediler ki; ;Çobanlar sulayıp çekilmeden biz onların içine sokulup hayvanlarımızı sulamayız. Babamız çok yaşlıdır Onun için bu işi biz yapıyoruz."
Kadının kenara çekilmelerinin, koyunlarını arkada bırakıp suyun başına gitmekten alıkoymalarının nedenini anlattılar. Neden anlaşılmıştır, zayıflık... Onlar kadındırlar, bu çobanlarsa erkek. Babaları da çobanlık yapamayacak bu adamlarla mücadele edemeyecek kadar yaşlıdır. Bunun üzerine Hz. Musa gayrete geliyor, bozulmamış fıtratı harekete geçiyor. Gerekeni yapmak üzere öne atılıyor. Onurlu ve saygın erkeklerin yapması gerektiği gibi önce iki kadının sürüsüne su içirmek için öne geçiyor. Oysa Hz. Musa bilmediği bir yerde yabancı biridir. Burada bir dayanağı, bir yardımcısı yoktur. Üstelik azıksız, hazırlıksız çıktığı bir uzun yolculuktan geldiği için son derece yorgun ve bitkindir de. Öte yandan yurdundan kovulmuş birisidir, peşinde acımasız düşmanlar var. Ne var ki, bütün bu olumsuzluklar onu insanlığın, mertliğin ve iyiliğin gereklerini yerine getirmekten, tertemiz ruhların yakından tanıdığı tabi hakkı gerçek yerine koymaktan alıkoymuyor.
"Musa onların hayvanlarını suladı."
Bu da yüce Allah'ın gözetimi altında yetişen ruhun soyluluğunu gösteriyor. Aynı zamanda uzun bir yolculuk sonucu oldukça yorgun düşmüş olmasına rağmen onun caydırıcı, heybetli gücüne de işaret etmektedir. Belki de, çobanların içine korku salan güç onun bedensel gücünden çok ruhsal gücü olmuştur. Çünkü insanlar daha çok kalplerin ve ruhların gücünden etkilenirler:
"Sonra gölgeye çekildi." Bu ifade o günlerin kavurucu ve sıcak günler olduğuna, Hz. Musa'nın yolculuğunun bu sıcak ve kavurucu günlerde gerçekleştiğine işaret ediyor.
"Rabb'im, doğrusu bana indireceğin her hayra muhtacım dedi."
Hz. Musa -selâm üzerine olsun- bedeniyle maddi ve esenlik verici gölgeye sığınırken ruhuyla ve kalbiyle de geniş ve engin bir gölgeye, kerim ve iyilik sahibi yüce Allah'ın gölgesine sığınıyor: "Rabb'im, doğrusu bana indireceğin her hayra muhtacım." Rabb'im ben gurbetteyim, kimsesizim. Rabb'im ben fakirim. Rabb'im ben yalnızım. Rabb'im ben zayıfım. Rabb'im senin lütfuna, iyiliğine ve keremine muhtacım.
Biz bu sözler arasında bu kalbin çırpınışını, güvenilir bir koruyuculuğa, sàğlam bir dayanağa, esenlik veren engin bir gölgeye sığınışını işitiyoruz. Yakın bir duayı, kalbin tüm duygularını ifade eden bir fısıldamayı, dostça bir yaklaşımı, derin bir bağlılığı duyuyoruz.
"Rabb'im, doğrusu bana indireceğin her hayra muhtacım."

EVLİLİK ÖNCESİ SADE VE SAĞLIKLI TEKLİFLER

Biz Hz. Musa ile -selâm üzerine olsun- birlikte dua sahnesine dalmışken ayetlerin akışı kurtuluş sahnesini göstermede acele ediyor. Bu amaçla duaya verilen cevabın ne kadar çabuk geldiğini vurgulamak için ayette çabukluk ifade eden "fa" bağlacı kullanılıyor. Sanki gök koşuyor ve yalvaran bu yabancı kalbin duasına cevap veriyor.



25- O sırada iki kızdan biri utana utana Musa'nın yanına geldi; "Babam sulama ücretini ödemek için seni çağırıyor" dedi. Musa kızların babalarının yanına gelerek başından geçen olayları anlatınca O; "Korkma, o zalim kavimden kurtuldun" dedi.

Allah'ın kurtarışına bakın... Onun yakınlığını, çağrısını seyredin... Hiç kuşkusuz yaşlı adamın bu daveti; yoksul, muhtaç Musa'nın duasına gökten gelen cevaptır. Yaşlı adamın bu daveti, onun için bir koruma ve onurlandırmadır. Bu davet, iyiliğin ödülüdür. "İki kızdan biri" getiriyor bu daveti. Gelirken "Utana utana geliyordu." Temiz, iyi, iffetli ve terbiyeli kızların bir erkekle karşılaştıklarında yaptıkları gibi "Utana utana geliyordu." Ne kırıtma, ne çalım, ne gösteriş ne de baştan çıkarma. Geliyor ve en kısa, en öz sözlerle daveti ulaştırıyor, yol gösteriyor, babasının yanına götürüyor. Bunu Kur'an-ı Kerim şöyle anlatı-yor. "Baham sulama ücretini ödemek için seni çağırıyor." Kızın davranışlarındaki utangaçlığın yanı sıra sözlerinde de bir açıklık, dikkatlilik ve anlaşılırlık ön plandadır. Sözlerini ağzında gevelemiyor, olduğu gibi ve dolambaçlı hale getirmeden söylüyor. Aynı şekilde bu da özelliğini kaybetmemiş, temiz ve doğru bir fıtratın belirtisidir. Çünkü tertemiz kalmış iffetli kızlar erkeklerle karşılaştıklarında, onlarla konuştuklarında fıtratları gereği utanırlar, ama iffetliklerine ve doğruluklarına olan güvenlerinden dolayı lafı ağızlarında gevelemezler. Karşısındakini tahrik edecek, baştan çıkaracak, heyecanlandıracak şekilde konuşmazlar. Lafı uzatmadan, gerektiği kadar açık konuşurlar.
Ayetlerin akışı bu konuda fazla bir şey söylemeden sahneyi bitiriyor. Genç kızın davet etmesi ve Hz. Musa'nın da davete uyması dışında da izleyiciye düşünecek bir alan bırakmıyor. Ardından Hz. Musa ile yaşlı adamın buluşma sahnesi ile karşı karşıya kalıyoruz. Ancak bu yaşlı adamın ismi belirtilmiyor. Bu yaşlının bildiğimiz Şuayb peygamberin kardeşinin oğlu olduğu, adının da Yesrun olduğu söylenmektedir.(Daha önce "Fı Zilâl-il Kur'an"da bu adamın Şuayb peygamber olduğunu söylemiştim. Bir keresinde de bu adamın Şuayb peygamber olabileceği gibi, olmayabileceğini de söylemiştim. Şimdi ise bu adamın Şuayb peygamber olmadığını, Medyen halkından yaşlı bir adam olduğunu tercih ediyorum. Bu görüşü tercih etmemin nedeni, adamın yaşlı oluşudur. Oysa Şuayb peygamber -selâm üzerine olsun- kavminden kendisini yalanlayanların yok edilişlerini görmüştü ve geride sadece kendisine inananlar kalmıştı. Şayet bu adam kavminden geriye kalan mü'minler arasında yaşamakta olan Şuayb peygamber olsaydı, çoban!ar, yaşlı peygamberlerinin kızlarından önce hayvanlarını sulamazlardı. Mü'min toplumların davranış şekli bu değildir. ilk kuşaktan beri mü'minler peygamberlerine ve kızlarına böyle davranmazlar.
Bunun yanı sıra Kur'an'da kayınpederinin Hz. Musa'ya herhangi bir şey öğrettiğinden de söz edilmiyor. Şayet bu adam Şuayb peygamber olsaydı, on yıl birlikte yaşadığı Musa'yla konuşurken bazı peygamberlik sözlerini mutlaka işitecekti.)
"Musa kızların babalarının yanına gelerek başından geçen olayları anla-tınca O; korkma, o zalim kavimden kurtuldun" dedi.
Hiç kuşkusuz Hz. Musa'nın güvenliğe ihtiyacı vardı. Bedeninin yemeye ve içmeye ihtiyacı olduğu gibi. Ne var ki, ruhunun güvenliğe olan ihtiyacı bedeninin yiyeceğe olan ihtiyacından daha fazlaydı. Bu yüzden ayetlerin akışı buluşma sahnesinde bu saygın yaşlının "Korkma" sözünü önplana çıkarıyor. Hz. Musa'nın başından geçenleri anlatmasından sonra yaşlı adamın Musa'nın içine duygusunu akıtmak, kendisini emniyette hissetmesini sağlamak için söylediği ilk söz olarak bu kelimeyi ifade ediyor. Sonra açıklamada bulunuyor, güvenlikte oluşunun nedenini vurguluyor. "O zalim kavimden kurtuldun" Çünkü Medyen üzerinde bir etkinlikleri yoktur, yönetimleri altında değil. Bu yüzden Medyendekilere eziyet edemezler, buradakilere zarar veremezler.
Sonra sahnede iffetli ve tertemiz bir kadının sesini işitiyoruz.


26- Kızlardan biri; "Babacığım, bunu çoban olarak tut, ücretle tuttuklarının en hayırlısı budur. Çünkü hem güçlü hem de güvenilir. "

Hem o hem de kız kardeşi koyunları gütmenin, suyun başında erkeklerle didişmenin ve erkeklerin işini yapan her kadında olduğu gibi bedensel yıpranmanın zorluklarını çekiyorlardı. Bu ağır işlerin altında eziliyor, kardeşi de öyle. Evinde oturan bir kadın olmak istiyordu. İffetli, örtülü, otlakta ve su başların-da yabancı erkeklerle didişmeyen evinin kadını olmak istiyordu. İffetli bir ruh'a temiz bir kalbe, bozulmamış bir fıtrata sahip bir kadın erkeklerle düşüp kalk-maktan ve bu durumdan kaynaklanan açıklıktan, süslenip püslenmekten hoşlanmaz, tam tersine rahatsız olur.
İşte bu, yurdundan kovulmuş yabancı bir gençtir. Aynı zamanda güçlü ve güvenilir bir kişidir. Yabancı biri olmasına rağmen çobanları korkutan, bu yüzden kendisine yol verip koyunların su içmesini sağlayan gücünü de görmüştü. Halbuki ne kadar güçlü olursa olsun yabancı her zaman zayıftır. Sonra çağırmak üzere yanına giderken konuşması ve bakışlarındaki iffetli tavrından dolayı onun güvenilir biri olduğunu da görmüştü. Bu yüzden kendisini ve kardeşini çalışmaktan, didişmekten, erkeklerle içiçe yaşamaktan kurtarması için babasından Musa'yı ücretle tutmasını istiyor. Hem Musa çalışma için gücü kuvveti yerinde biridir. Namus açısından güvenilir olan birisi diğer konularda da güvenilir birisidir. Kız bu öneride bulunurken kem küm etmiyor, lafı gevelemiyor, kötü zanda bulunulmasından, hakkında dedikodu yapılmasından korkmuyor. Çünkü ruhu temizdir, duyguları paktır onun. Bu yüzden herhangi bir şeyden korkmuyor. Babasına bu öneride bulunurken sözü anlaşılmaz bir şekilde evirip çevirmiyor.
Öte yandan Musa'nın gücünü gösterme bakımından kuyunun ağzını kapattığı söylenen ve yirmi veya kırk yahut daha fazla ya da daha az kişinin zor kaldıra-bildikleri bir taşı tek başına kaldırmak gibi müfessirlerin anlattıkları rivayetlere de gerek yoktur. Bir kere kuyu kapalı değildi. Sadece çobanlar kuyunun başın-da hayvanlarını suluyorlardı, O da gelip onları uzaklaştırmış ve iki kadının hayvanlarına su içirmişti.
Aynı şekilde onun namus açısından güvenilir biri olduğunun kanıtı olarak, güya kızı görmemek için "sen arkamdan gel, yolu bana tarif et" dediğini hatta önce kendisinin kızı izlediği ancak rüzgar kızın eteklerini havalandırıp topuklarının görünmesine neden olduğu için bu sözü söylediği şeklindeki rivayetlere de gerek yoktur. Bütün bunlar yersiz zorlamalardır ve söz konusu olmayan bir kuşkuyu ortadan kaldırma amacına yöneliktir. Oysa Hz. Musa -selâm üzerine olsun-bakışlarını haramdan sakınan, temiz duygular besleyen biridir, kız da öyledir. Bir erkekle bir kadının karşılaşması esnasında iffetlilik, hiçbir zorlamaya ve yapmacık bir davranışa gerek duymadan basit ve sade bir harekette kendiliğinden belirir.
Yaşlı adam Kızının bu önerisini olumlu karşılıyor. Belki de bu adam kızının ve Musa'nın birbirlerine karşılıklı olarak besledikleri güven duygusunu, karşılıklı duyulan normal fıtri eğilimi, bir yuva kurmaya uygun doğal arzuyu hissetmişti. Güç ve güvenirlilik özellikleri bir erkekte bulundu mu bu bozulmamış, lekelenmemiş ve Allah'ın yarattığı fıtrattan sapmamış genç kız tabiatını kendine çeker. Yaşlı adam, sekiz yıl hizmet etmesi ve koyunlarını gütmesi karşılığında kızlarından birini kendisiyle evlendireceğini Musa'ya söylerken bu iki hedefi birleştir:niş oluyordu. Ayrıca bu hizmet süresini on yıla tamamlarsa kendisinden bir lütuf olacağını yoksa bunu yapmak zorunda olmadığını belirtiyor.



27- Kızların babası; "Bana sekiz yıl çalışmana karşılık bu iki kızımdan birini sana nikahlamak istiyorum. Eğer bu süreyi on yıla tamamlarsan o senin tarafından bir iyiliktir. Ben sana zahmet vermek istemem. İnşallah, beni iyi kimselerden bulacaksın" dedi.

İşte böyle, adam gayet açık ve sade bir dille hangisi olduğunu belirtmeden kızlarından birini Musa'ya öneriyor. Belki de adam; daha önce de belirttiğimiz gibi delikanlı ile arasında karşılıklı güven ortamı oluşan kızının hangisi olduğunu sezmişti. Adam kızını nikahlamasını istiyor ve bundan utanmıyor. Bir aile kurmayı, bir yuva oluşturmayı öneriyor, bunda da utanılacak bir şey yoktur. Sıkılmaya, çekingen davranmaya, dolaylı sözlerle ima etmeye gerek yoktur. Normal fıtrattan sapan, yapay boş vé anlamsız geleneklere kul-köle olan toplumlarda görülen zorlamalara, törelere gerek yoktur. Bu tür toplumlarda yaygın bu anlamsız gelenekler babayı ya da kızın velisini, kızını veya kız kardeşini ya da bir yakını, ahlâkını ve dinini beğendiği, evlilik hayatını sağlıklı bir şekilde yürüteceği yeterlilikte olduğunu düşündüğü birine sunmasına engel oluştururlar. Bu toplumlarda erkeğin ya da velisinin yahut vekilinin ilk adımı atması bir zorunluluktur. Aksi taktirde teklifin, kız tarafından gelmesi yakışık almaz. Bu tür sapık toplumların çifte standartlarından biri de şudur: Bu toplumlarda genç erkekler ve kızlar serbestçe buluşur, birbirleriyle konuşur, kaynaşırlar. Nişan ve evlilik niyeti söz konusu olmadan birbirlerinin vücutlarının gizli yönlerini görürler. Ama nişanlanma önerilince ya da evlilikten söz edilince birden herkesi yapmacık bir utanma alır, araya aşılması güç engeller konur. Açıklığa, sadeliğe ve kolaylığa engel olurlar.
Peygamber efendimiz-salât ve selâm üzerine olsun- döneminde babalar kızlarını erkeklere önerirlerdi. Hatta bizzat peygambere-salât ve selâm üzerine olsun gidip kendileriyle evlenmesini, olmasa uygun gördüğü biriyle evlendirmesini isterlerdi. Bütün bunlar açık bir dille, tertemiz duygularla, güzel bir edeple ifade edilirdi. Hiç kimsenin onuru incinmez, kesinlikle utanç duymazdı. Nitekim Hz. Ömer -Allah ondan razı olsun- kızı Hafsa'yı Hz. Ebu Bekir'e önermiş ama Hz. Ebu Bekir ses çıkarmamıştı. Sonra Hz. Osman'a sunmuş o da mazeret belirtmişti. Peygamber efendimiz-salât ve selâm üzerine olsun- bunları duyunca "belki de yüce Allah her ikisinden daha iyi birisini ona nasip eder" diyerek Hz. Ömer'in gönlünü hoş etmişti. Daha sonra peygamberimiz Hz. Hafsa ile evlenmişti. Yine bir gün bir kadın peygamberimizden -salât ve selâm üzerine olsun- kendisiyle evlenmesini istemişti. Fakat peygamberimiz mazeret bildirerek kendisiyle evlenemeyeceğini belirtmişti. Bunun üzerine kadın istediği bir kişiyle evlendirmek üzere velayetini -evlendirme yetkisini- ona bırakmıştı. Peygamberimiz de onu Kur'an'dan iki sure ezbere bilmekten başka mal varlığı bulunmayan bir adamla evlendirmişti. Adam kadına bu iki sureyi öğretmiş bu da kadının mehri yerine geçmişti.
İşte İslâm toplumu, aile binasını, organik yapısını, bu derece sade ve aydınlık bir ortamda gerçekleştiriyordu. Herhangi bir zorlamaya, lafı evirip çevirmeye, yapmacık ve eğri büğrü tavırlara yer vermeden...
Hz. Musa'nın yanındaki yaşlı adam da böyle yapmıştı. Musa'ya bu öneride bulunmuş ve kendisine zorluk çıkarmayacağına, ağır işlere koşturup yormayacağına söz vermişti. Allah'ın izniyle davranışları ve sözüne bağlılığı açısından Musa'nın kendisini iyi bir insan olarak bulmasını dilemişti. Bu da yüce Allah'a karşı kendisinden söz ederken insanın takınacağı güzel bir edep tavrıdır. Bu yaşlı adam da kendisini temize çıkarmıyor, kesinlikle iyi bir insan olduğunu söylemiyor. Sadece öyle biri olmayı ümid ediyor, bu işi de yüce Allah'ın iradesine bırakıyor.
Hz. Musa öneriyi kabul ediyor, sözleşmeyi uyguluyor; aynı açıklık ve dikkatlilikle. Ve Allah'ı şahit tutuyor.
Alıntı ile Cevapla