Tekil Mesaj gösterimi
Alt 08 Ekim 2008, 11:45   Mesaj No:5

Emekdar Üye

Medineweb Emekdarı
Emekdar Üye - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
Durumu:Emekdar Üye isimli Üye şimdilik offline konumundadır
Medine No : 16627
Üyelik T.: 11 Şubat 2012
Arkadaşları:2
Cinsiyet:
Yaş:47
Mesaj: 4.081
Konular: 315
Beğenildi:48
Beğendi:0
Takdirleri:149
Takdir Et:
Standart Cvp: Fizilalil Kuran Neml Suresi Tefsiri

De ki; Bilinmezi, gaybı ne göktekiler bilir ne de yerdekiler. Onu sadece Allah bilir."
Bu kesin bir hükümdür. Bunun ötesinde herhangi bir davacının iddiasına yer yok. Kuruntuya ve asılsız şeylere zemin bırakmak yok.
Öncelikle gayb konusu bu genel yapısı ile ortaya konduktan sonra özel olarak ahiret konusuna yöneliniyor. Zira ahiret konusu, Tevhid meselesinden sonra, müşriklerle sürtüşmelerin geçen en önemli konulardan biriydi:
"Onlar ne zaman diriltileceklerini de bilemezler."
Dirilişin zamanına ilişkin hiçbir bilgilerinin olamayacağını ifade ediyor. En kapalı şekliyle bile onu hissetmekten uzak olduklarını bildiriyor. Onlar dirilişin zamanını kesin biçimde bilemezler. Burunlarının dibine kadar gelip yaklaşsa dahi onu duygu olarak hissedemezler. Çünkü bu konu, yerde ve gökte kimsenin bilemeyeceği belirtilen gayb konularından biridir... Sonra bundan vazgeçiyor. Bu sefer de onların ahiretteki durumlarından ve onun gerçekliğine ilişkin bilgilerinin nereye kadar varabileceğinden söz ediyor:
"Onların bilgileri ahirete erememiş, o alemin berisinde kalmıştır."
Bilgileri onun sınırlarında tükendi. Ona ulaşamadı. Onun uzağında durdu. Kendisine yetişemedi.
"Aslında onlar ahiret konusunda kuşku içindedirler."
Onun geleceğine kesin inanmıyorlar. Aksine onun ne zaman geleceğini irdeliyor ve onun kopmasını bekliyor.
"Hatta ondan yana kördüler."
Aksine onlar Ona karşı kördürler. Bu konuda bir şey görmüyorlar. Onun tabiatından yapısından hiçbir şey anlamıyorlar. Bu ise birincisinden ve ikincisinden daha da kötü bir durumdur:



67- Kâfirler dediler ki; "Bizler ve atalarımız, toprak olduktan sonra yeniden mi diriltileceğiz?"

İşte bu, inkar edenlerin sürekli olarak gelip takıldıkları bir açmazdır. Hayat bizden el etek çektiğinde, vücutlarımız çürüdüğünde, kabirlerde dağıldığında ve toprak olduğunda... Evet bütün bunların hepsi gerçekleştiğinde -zaten bu haller, toprağa verildikten bir süre sonra kuraldışı nadir haller dışında tüm ölülerin başından geçen aşamalardır- bizler ve bizden önceki atalarımız bu aşamalardan geçtikten sonra biz mi bir daha tekrar diriltilecek hayata döneceğiz! Etimizin ve kemiklerimizin toprağına karışıp gerçekten toprak haline döndükten sonra biz mi bu topraktan çıkarılacağız!
Onlar böyle diyorlar. Bu maddi şekil, onlarla diğer bir hayatın tasavvur edilmesi arasında duruyor. Daha önce hiçbir şey değilken yaratıldıklarını unutuyorlar. Hiçbirisi ilk bünyelerinin kendisinden oluştuğu atomların ve hücrelerin nereden geldiğini bilmiyor. Bunların her biri dünyanın bir köşesinde, denizlerin dibinde ve uzayın değişik burçlarında bulunuyorlardı. Bunların bir kısmı uzakta bulunan güneşten bir kısmı bir insan veya bitki veyahut hayvanın nefes alışından, bir kısmı da toprak haline gelen ve bazı elementleri havaya karışan bir vücuttan derlenmiştir!.. Sonra bu hücreler ve atomlar yedikleri yemekte, içtikleri içkilerde, soludukları havada, kendisiyle ısındıkları ışınlarda somutlaşmışlardı... Sonra bir de bakmışsın ki, Allah'dan başkasının sayısını bilemeyeceği derecede darmadağın halde bulunan, Allah'ın dışında kimsenin kaynaklarını bile sayamadığı bu hücreler ve atomlar bir insan bünyesinde bir araya gelmiştir. Bunların hepsi de rahimde asılı duran bir yumurta hücresinden türemiştir. Bu yumurta hücresi zamanla kefene sarılı bir vücut haline gelmiştir. İşte onların ilk yaratılışları budur. İkinci bir hayat için onların tekrar bu şekilde veya başka bir şekilde yaratılmaları gerçekten aklın almayacağı bir mesele midir? Fakat onlar her şeye rağmen böyle diyorlar. Onların bazıları aynı şeyi ufak tefek değişikliklerle bu gün de aynen tekrar etmektedirler.
Böyle diyorlardı. Sonra cahilliğe dayalı, aşağılama ve karşı koyma ile dolu şu sözlerini ilave ediyorlardı:

68- "Bu tehdit gerek bize ve gerekse atalarımıza daha önce de yapılmıştı. Bu, eskilerin masalarından başka bir şey değildir. "

Onlar, peygamberlerin daha önceleri kendi atalarını diriliş ve kıyamet gününe karşı uyardıklarını biliyorlardı. Bu da gösteriyor ki, Arapların zihinleri İslâmın inanç sisteminden ve ana ilkelerinden habersiz değillerdi. Yalnız onlar kendilerine ve atalarına yöneltilen uyarıların uzun zaman geçmesine rağmen gerçekleşmediğini görüyorlar ve "Bunlar öncekilerin masallarıdır. Muhammed bunları toplayıp bize aktarıyor" diyorlardı. Kıyametin belli bir zamanı olduğunu, insanların onu hemen istemeleriyle ileri alınmayacağını, ricaları ile de geriye atılamayacağını Allah'ın belirlediği zaman diliminde ancak gerçekleşebileceğini, hem yeryüzündeki hem göklerdeki kulların onu bilemeyeceğini anlayamıyorlardı. Nitekim peygamberimiz -salat ve selam üzerine olsun- Hz. Cebrail'in kıyamete ilişkin sorusuna şu cevabı vermişti. Bu sorunun kendisinden sorulduğu adam, soran adamdan daha bilgili değildir.(Abdullah ibn-i Ömer'in İslam ve İman gerçeğine ilişkin hadisinden bir parçadır. Bu hadisi Müslim ve sünen yazarları kitaplarına almışlardır)
Burada onların kalplerine dokunuyor. Kalplerini daha önce Allah'ın sözünü yalanlayanların akıbetlerine yöneltiyor. Ve onlara suçlular adını veriyor:

69- Onlara de ki; "Yeryüzünü geziniz de ağır suçluların sonunun nice olduğunu görünüz. "

Bu yönelişte onların düşünce ufukları genişletiliyor. İnsanlığın bu nesli insanlık ağacından kopuk değildir. Bütün insanlık için geçerli olan yasaların hepsi onlar için de geçerlidir. Daha önceki suçluların başına gelenler, sonraki suçluların başına da gelir. Zira yasalar şaşmaz ve kimseyi kayırmaz. Yeryüzünde gezip dolaşmak insanın iç alemini ibretlik örneklere, yaşamlara ve hallere yöneltir. Böylece aydınlık pencereler açılır oraya. Böylece kalplere dokunuşlar başlar. Belki bu yolla onların uyanmaları ve dirilmeleri de gerçekleşir. Kur'an-ı Kerim, insanları sürekli geçerli olan yasaları araştırmaya, onların aşamalarını ve bölümlerini düşünmeye teşvik eder ki, tüm bağları bütün, ufukları geniş, bir hayat yaşasınlar. Donmamış, kapanmamış, daralmamış ve kopmamış bir hayata yönelsinler.
Onları bu şekilde yönlendirdikten sonra kendi elçisi olan Hz. Muhammed'e onların işlerinden ellerini çekmesini, kendileri gibi olan insanları yönlendirdiği sonları ile başbaşa bırakmasını emrediyor. Onların hileleri nedeniyle canının sıkılmaması gerektiğini, onların kendisine bir zarar veremeyeceklerini bildiriyor. Onlara karşı görevini yaptığı, mesajını ilettiği ve gözlerini açtığı için üzülmemesi gerektiğini belirtiyor.



70- Ey Muhammed, onlar için üzülme ve sana kurdukları tuzaklarda canını sıkmasın.

Bu ayeti kerime Hz. Peygamberin -salât ve selâm üzerine olsun- kalbinin hassasiyetini, önceki mesajları yalanlayanların akıbetlerinden hareketle sonlarını tahmin ettiği milletinin haline ne kadar üzüldüğünü tasvir etmektedir. Ayrıca müşriklerin, ona davasına ve müslümanlara karşı ne türden ağır baskılar yaptığını, geniş ve büyük olan kalbini daraltacak kadar ileri gittiklerini gösteriyor.
Sonra onların diriliş meselesine ilişkin görüşlerini, dünyada veya ahirette azaba uğrayacaklarını anlatan haberi alaya almalarını sergilemeye devam ediyor.

71- "Eğer doğru söylüyorsanız bize yönelttiğiniz tehdit ne zaman gerçekleşecek? diyorlar. "

Kendilerinden önceki suçluların akıbetlerine uğrayacaklarına ilişkin bir tehdit aldıklarında hemen böyle diyorlardı. Halbuki onlar Lût yurdunu, Hicr'deki Semud kavminin harabelerini, Ahkaf'taki Ad kavminin kalıntılarını, Arim selinden sonra Sebe halkının evlerini sabah-akşam görüyor ve yanlarından geçiyorlardı. Alaylı alaylı şöyle diyorlardı: "Eğer doğru söylüyorsanız bize yönelttiğiniz tehdit ne zaman gerçekleşecek? Bizi kendisiyle korkuttuğunuz bu azap nerede? Eğer doğru söylüyorsanız onu hemen getirin, veya en azından onun ne zaman gerçekleşeceğini bize haber verin!
Burada onlara cevap veriliyor. Beklenen korkunun gölgeleri ve uyarıcının onlara üstten bakışın gölgelerini kısa birkaç kelime ile ortaya koyuyor:

72- Onlara de ki; "Bir an önce gerçekleşsin diye sabırsızlandığınız azabın bir bölümü belki de yanı başınızdadır.

Bununla onların kalplerinde azabın korku ve ürperticisi harekete geçiriliyor. Bu azap, binek üzerinde binek sahibinin arkasına binen adamın onun izlediği gibi onların ardlarında kendilerini kovaladığı halde onlar bunun farkında değiller. Onlar gaflet içinde bu azabın hemen gelmesini beklerken o kendilerinin arkalarından beklemekte olabilir! Aman Allah'ım bu ne korkunç olaydır ki, insanların dizlerinin bağını çözmektedir. Onlar ise alaya alıyorlar, ona aldırmıyorlar!
Kim bilebilir? Gayb konusu bize kapalıdır. Perdesi gerilidir. Kimse onun ötesinde ne olduğunu bilemez. Bu ürperten ve insanın aklını başından alan olay bir kaç adım yakında olabilir! Akıllı olan insan ondan sakınandır. Bu gerilmiş perdenin arkası için her an hazırlık yapan, hazırlanandır!

73- Kuşku yok ki senin Rabb'in insanlara karşı lütufkârdır, ama onların çoğunluğu O'na şükretmezler.

Kusurlu ve günahkar oldukları halde onlara zaman tanınması, azaplarının geciktirilmesi ile yüce Allah'ın onlara karşı nasıl lütufta bulunduğu ortaya çıkmaktadır. Allah bu şekilde onların tevbe etmelerine ve doğru yola yönelmelerine bir fırsat daha tanımış olmaktadır: "Onların çoğunluğu O'na şükretmezler." Allah'ın bu lütfuna karşılık şükretmezler. Sadece alay ederler. Azabın acele gelmesini isterler. Kendi sapıklıklarına dalıp giderler. Hiç düşünmezler.

74- Kuşku yok ki, senin Rabb'in onların gerek içlerinde sakladıkları ve gerekse açığa vurdukları tüm duyguları bilir.

Kendilerine süre tanıyan, azaplarını geciktiren O'dur. Halbuki O, onların kalplerinin gizlediklerini de, dillerinin ve eylemlerinin açığa çıkardıklarını da bilmektedir. Yani bu bile bile bir zaman tanımadır. Lütfen bir süre vermedir. Onlar bundan sonra kalplerinin gizlediklerinden ve açığa vurduklarından hesaba çekileceklerdir.
Bu bölüm, yüce Allah'ın eksiksiz, kuşatıcı yerde ve gökte hiçbir şeyin kendisinden gizlenemediği bilgisini ortaya koyarak sona eriyor.

75- Göklerdeki ve yeryüzündeki bütün bilinmezler, tüm sırlar mutlaka apaçık kitapta yer alır.

Düşünce ve hayal yerde ve gökte dolaşıyor. Gayble ilgili her şeyi, her sırrı, her gücü,. her haberi izliyor. Bunların hepsi Allah'ın bilgisi ile sınırlıdır. Uzakta olan hiçbir şey onun dışında kalmıyor. Gayble ilgili hiçbir şey de kaybolmuyor. Surenin tümünde ilim üzerinde yoğunlaşılıyor. Ona pek çok işaretler yapılıyor. İşte bu işaretlerden biri de surenin kendisiyle noktalandığı bu işarettir.
Yüce Allah'ın sınırsız ilimlerinde söz edilmesi nedeniyle Kur'an'da İsrailoğulları'nın ayrılığa düştüğü konulara kesin çözümlerin getirildiğine değiniliyor. Zira Kur'an, Allah'ın kesin ilminin bir parçasıdır. Bu, yüce Allah'ın ayrılığa düşenlere ne türden bir lütufta bulunduğuna ve sorunlarına nasıl çözüm getirdiğine de bir örnektir. Ayrıca bu, Peygamberimiz için bir gönül alma, bir teselli mesajı olduğu gibi kendisi ile onlar arasında son hükmünü vermesi için onları Allah'a havale etmesi gerektiğini bildiren bir direktiftir de:



76- Kuşku yok ki, Bu Kur'an, İsrailoğulları'na anlaşmazlığa düştükleri konuların çoğunu açık açık anlatmaktadır.


77- Ve yine kuşku yok ki, Kur'an, mü'minler için doğru yol kılavuzu ve rahmettir.


78- Hiç kuşkusuz Rabb'in İsrailoğulları hakkında kesin hükmünü verecektir. O üstün iradelidir ve her şeyi bilir.


79- Ey Muhammed, öyleyse sen Allah'a dayan. Çünkü apaçık gerçeği savunuyorsun.


80- Sen ölülere söz işittiremezsin. Arkalarını dönüp yanından kaçan sağırlara da çağrını duyuramazsın.


81- Sen körleri de sapıklıklarından kurtarıp doğru yola iletemezsin. Sen ancak ayetlerimize inanan ve Rab'lerine boyun eğmiş müslümanlara söz dinletebilirsin.

Hıristiyanlar Hz. İsa Mesih ve annesi Meryem hakkında ayrılığa düşmüşlerdir:
Onlardan bir grup "Mesih, sadece normal bir insandır" derken bir başka grup şöyle demiştir. "Baha, oğul ve Kutsal Ruh ayrı ayrı üç şekilden ibarettir. Bunlarla yüce Allah kendisini insanlara tanıtmıştır." Bunların inançlarına göre Allah üç temel unsurdan oluşmaktadır. -Bunlar da Baba, Oğul ve Kutsal Ruhtur. (Oğul ise İsa'dır) Baba olan yüce Tanrı, Kutsal Ruh kılığında yere inmiş. Hz. Meryem'de bir insan şeklinde bürünmüş ve Hz. Meryem'den Yesri (Hz. İsa) şeklinde doğmuştur! Bir başka grup ise şöyle diyor" Oğul, Baha gibi ezeli değildir. Yalnız O, varlık aleminden önce yaratılmıştır. Bu nedenle O, Baha'dan daha geridedir. Ve O'na boyun eğer. Bir grup da Kutsal Ruh'un bir unsur olmasını reddetmiştir! Miladı 325'te İznik'te toplanan Konsul ile 381 İstanbul'da toplanan Konsul, Oğul ve Kutsal Ruh'un Lahuti bütünlük içinde Baba'ya eşit olduğunu Oğul'un ezelden beri Baba'dan kaynaklanarak oluştuğunu kararlaştırmıştır. Tulaybula'da 589'da yapılan Konsülde ise Kutsal Ruhun Oğuldan da kaynaklanarak oluştuğuna karar verilmiştir. Doğu ile Batı Kilisesi bu konularda ayrılığa düşmüş ve bu ayrılıklar hala devam etmektedir... Kur'an-ı Kerim indiği sırada bu grupların hepsinin sorunlarını çözecek apaçık bir söze hepsini çağırmıştır. Hz. İsa hakkında şöyle demiştir: "Hz. İsa Allah'ın sözüdür. Onu Hz. Meryem'e vermiştir. Ondan bir ruhtur. O ve o bir insandır. Meryemoğluna sadece kendisine nimet verdiğimiz ve İsrailoğulları'na örnek kıldığımız bir kuldur." (Zuhurat Suresi, 59) Bu, İsrailoğulları'nın ayrılığa düştüğü meselenin kesin çözümü demekti.
Hristiyanlar, Hz. İsa'nın asılması konusunda da buna bezer bir ayrılığa düşmüşlerdir! Onlardan bazıları şöyle demiştir. "Hz. İsa Allah'ın sözüdür. Onu Hz. Meryem'e vermiştir." Diğer bir grup ise şöyle demiştir: "Havarisi olan Simon ona benzetilmiş ve O'nun yerine cezalandırılmıştı" Kur'an-ı Kerim ise, bu konuda kesin haberi bildirmiştir: "Oysa O'nu ne öldürdüler ne de çarmıha gerdiler." (Nisa Suresi, 157) Yine buyuruyor ki, "Ey İsa, ben senin canını alacak, katıma yükseltecek ve kâfirlerin iftiralarından arındıracağım." (Al-i İmran Suresi, 55) İşte bu sözler, bütün ayrılıkları sona erdiren kesin açıklamalardı.
Daha önce de yahudiler Tevrat'ı tahrif etmiş ve onun ilahi olan yasalarını değiştirmişlerdi. Kur'an-ı Kerim geldi. Yüce Allah indirdiği Tevrat'ın aslını ortaya koydu "Tevrat'ta, yahudilere yazılı olarak bildirdik ki, can'ın karşılığı can, gözün karşılığı göz, burun karşılığı burun, kulağın karşılığı kulak, dişin karşılığı diştir ve yaralamalar da karşılıklılık (kısas) ilkesi geçerlidir." (Maide Suresi, 45)
Onların Tarihleri ve peygamberleri hakkında doğru bilgiler verdi kendilerine. Hem de rivayetlerinin ayrılığa düştüğü pek çok mitolojik hikâyeden uzak olarak. Bu mitolojik hikâyeler öyle hale gelmişti ki, İsrailoğulları'nın hiçbir peygamberi bunlardan yakasını temiz kurtaramıyordu... Bu rivayetlere göre Hz. İbrahim karısını Filistin kralı Ebu Malik'e ve Mısır kralı Firavun'a kız kardeşi olarak takdim etmiş ve karısı aracılığı ile onların gözüne girip bir çıkar elde etmeye çalışmıştır! Diğer adı İsrail olan Hz. Yakup dedesi İbrahim'in bereketini babası İshak'tan hırsızlık hile ve yalan yolu ile koparmıştır. Onların aktardıklarına göre bu bereket normalde büyük kardeşin hakkıydı. Onlara göre Hz. Lut'un ikiz kızı ayrı ayrı gecelerde O'nunla yatıp döl almak için kendisine içki içirip sarhoş etmek istemişlerdi. Böylece erkek çocuğu olmayan babalarının mallarını başkasına kaptırmamış olacaklardı. Neticede her ikisi de muradına ermiştir! Hz. Davud bunların inançlarına göre sarayının tepesinde dolaşırken kendi askerlerinden birisinin karısı olduğunu öğrendiği güzel bir kadın görmüş karısını elde etmek için bu askerini dönüşü olmayan savaşlara göndermiştir! Yine onların inançlarına göre Hz. Süleyman aşık olduğu ve karşı gelemediği bir karısının gönlünü almak ve ona yaranmak için (Buzağıya) tapmaya eğilim duymuştur!
Kur'an-ı Kerim geldiğinde yahudi kültürü ve mitolojisinin Allah tarafından gönderilen Tevrat'a ilave ettiği bütün pislikleri temizlemiştir. Kadri yüce olan bu peygamberin sayfalarını tertemiz hale getirmiştir. Hz. Meryem'in oğlu Hz. İsa'nın (selâm üzerine olsun) hayatına ilişkin mitolojik rivayetleri de aynı şekilde düzeltmiştir.
İşte müşrikler, kendisinden önceki kitaplara hakim olan, önceki milletlerin bu kitaplara ilişkin ayrılıklarını sona erdiren, ayrılığa düştükleri, konularda aralarında hükmeden bu Kur`ana karşı mücadele ediyorlar. Onu tartışıyorlar Halbuki Kur'an, tartışanlara arasında kesin hükmü belirleyen kitabın kendisidir!
"Doğru yol kılavuzu" Onları ayrılıktan ve sapıklıktan korur. Programlarını birleştirir. Yolu belirler. Onları, değişmeyen ve şaşmayan önemli evrensel yasalara ulaştırır. "Rahmettir" Kuşkudan, şaşkınlıktan ve ürkeklikten kendilerini korur. Belli bir halde durmayan programlar ve teoriler arasında dolaşıp durmaktan kurtarır. Onları Allah'a ulaştırır. Onun himayesi altında huzura kavuşurlar. Koruması altında sükûnete ulaşırlar. Kendi iç alemleriyle ve etraflarında bulunan insanlarla barış içinde yaşarlar, sonuçta Allah'ın rızasına ve bol olan sevabına kavuşurlar.
Kur'an metodu, insanın iç alemini diriltme ve onu tertemiz fıtratın ahengine uygun biçimde oluşturma noktasında eşsiz bir metoddur. Öyle ki bu yolla fıtrat içinde yaşadığı evren ile tam bir uyum içine girer. Bu evrende hükmeden yasalara paralel olarak hareket eder. Zorlamadan, sıkmadan, rahat ve kolay bir biçimde bu uyumu sağlar. Bu nedenle fıtrat kendi iç aleminin derinliğinde eşsiz bir güven barış hisseder. Ona düşmanlık etmez, onunla ilişki kurma yolunu bildiğinde ve onun yasalarının aynı zamanda kendisinin yasaları olduğunu öğrendiğinde evren de O'na düşmanca davranmaz. İnsanın iç alemi ile evren arasındaki bu uyum, insanın kalbi ile büyük varlık arasındaki bu barış, toplumun barışına da kaynaklık eder. İnsanlar arasında bir barış toplumun barışına da kaynaklık eder. İnsanlar arasında bir barış ortamı sağlar. Bir güven ve huzur havasını oluşturur... Bu ise, en kapsamlı şekli ve anlamı ile rahmetin kendisidir...
İsrailoğulları'nın anlaşmazlıklara çözüm getiren, mü'minleri doğru yola ileten ve onların üzerine rahmet yağdıran bu Kur'an'ı insanlığa göndermekle yüce Allah'ın onlara ne büyük lütufta bulunduğunu bu şekilde dikkat çekildikten sonra Hz. Peygamberce -salât ve selâm üzerine olsun- yöneliyor. Kendisi ile milleti arasındaki anlaşmazlığı Rabb'inin çözeceğini aralarında reddedilmesi imkansız olan hükmünü vereceğini belirtiyor. Çünkü Allah'ın hükmü kesin bilgiye dayalı sağlam bir hükümdür:
"Ey Muhammed, öyleyse sen Allah'a dayan. Çünkü apaçık gerçeği savunuyorsun!
Yüce Allah hakkın, gerçeğin zaferini, yerin ve göklerin yaratılması, gece ve gündüzün değişmesi gibi bir yasa haline getirmiştir. Bu yasa bazen yüce Allah'ın bildiği bir hikmet gereği gecikebilir. Bu gecikme ile Allah'ın belirlediği bir takım amaçlar gerçekleşir. Fakat yasa değişmez. Yasa sürekli olarak yürürlüktedir. Bu, Allah'ın verdiği sözdür. Allah sözünden dönmez. İman, Allah'ın bu sözünün doğru olduğuna inanmadan ve onun gerçekleşeceğine kesin gözüyle bakmadan oluşmaz. Allah'ın verdiği sözün bir süresi vardır. Bu süre ne ileri alınabilir ne de geciktirilebilir.
Hz. Peygambere -salât ve selâm üzerine olsun- yönelik teselli devam ediyor. Zor şartlar altında gerçekleştirilen onca öğütlere ve açıklamaya, bu Kuran'la kendilerine hitap edilmesine rağmen milletinin inatlaşmasına, sürtüşmeyi sürdürmesine ve küfürde ısrar etmesine üzülmemesi gerektiği açıklanıyor. Ayetlerin bütün bunlara karşı onu teselli etmeye ve üzülmemesi gerektiğini açıklamaya devam ediyor. Çünkü o çağrısını yapmada bir kusur işlememiştir. Fakat kalpleri diri olan, kulaklarını açan insanlar ancak işitebilir, Kalpleri harekete geçer. Ancak onlar güvenilir öğütçüye yönelebilirler. Kalpleri ölenlere, gözleri kör olup doğru yolun ve imanın delillerini görmeyenlere ise, peygamber bir şey yapamaz. Onların kalplerine ulaşmanın yolu yoktur. Sapıklığa düşmeleri ve yoldan hayli uzaklaşmaları halinde onun bir suçu yoktur.
"Sen ölülere söz işittiremezsin. Arkalarını dönüp yanından kaçan sağırlara da çağrını duyuramazsın."
"Sen körleri de sapıklıklarından kurtarıp doğru yola iletemezsin. Sen ancak ayetlerimize inanan ve Rab'lerine boyun eğmiş müslümanlara söz dinletebilirsin."
Kur'an'ın eşsiz ifade üslubu, gözle görülmeyen psikolojik bir halin canlı hareketli bir tablosunu çizmektedir. Bu psikolojik hal, kalbin donuklaşması, ruhun küllenmesi, hislerin hareketsizleşmesi, bilincin sönükleşmesidir. Kur'an bu psikolojik durumu bazen ölü biçiminde takdim eder. Hz. Peygamber salât ve selâm üzerine olsun- onları çağırır. Onlar ise çağrıyı duymazlar. Zira ölüler hissedemezler! Bazan onları sağır biçiminde tasvir eder. Çağırana sırtlarını dönüp giderler. Çünkü onlar işitmezler. Bazen de onları kör insanlar olarak anlatır. Karanlık dünyalarında ilerlerler. Yol göstereni görmezler, zira onlar göremezler! Bu hareketli somut tablolar birbiri ardına gözler önüne serilir. Böylece meselenin esprisi somutlaşmış ve bilinçte sağlamlaşmış olmaktadır! Sonra ölülerin, körlerin ve sağırların karşısında mü'minleri yerleştiriyor. Mü'minler diri işitebilen ve görebilen kimselerdir.
"Sen ancak ayetlerimize inanan ve Rab'lerine boyun eğmiş müslümanlara söz dinletebilirsin."
Sen ancak hayatı görme ve işitme ile kalplerini Allah'ın ayetlerini anlayacak biçimde hazırlayanlara işittirebilirsin. Hayatın alameti bilinçtir, hissedebilmektir. Görme ve işitmenin alameti görülen ve işitilen şeylerden yararlanmaktır. Mü'minler, hayatlarından görmelerinden ve işitmelerinden en güzel biçimde yararlanırlar. Peygamberin görevi onlara işittirmek ve Allah'ın ayetlerini göstermektir. Bu görevini yaptıktan sonra zaten onlar hemen ve anında teslim olurlar. "Rab'lerine boyun eğmiş müslümanlara söz dinletebilirsin.
İslâm, doğal bir anlayıştır. Açıktır. Sağlıklı olan fıtrata yakındır. Sağlıklı olan kalp İslâmı tanıdıktan sonra hemen ona teslim olur. Ona karşı koymaz. Kur'an-ı Kerim doğru yolu kabul eden, dinlemeye hazır olan, tartışmaya ve meseleyi bulandırmaya yönelmeyen, sırf Hz. Peygamberin kendilerini çağırması, onları Allah'ın ayetlerine ulaştırması ile imana yönelip onun çağrısını kabul eden kalpleri de işte bu şekilde tasvir ediyor.

KIYAMETİN BELİRTİLERİ VE MAHŞER

Bundan sonra onları başka bir tura çıkarıyor. Burada kıyametin alametlerini ve bazı sahnelerini onlara gösteriyor. Surenin kendisiyle noktalandığı son dokunuşa geçmeden bunlara yer veriyor. Bu turda yüce Allah'ın evrensel ayetlerine, mucizelerine inanmayan insanlarla konuşacak olan "hayvan"ın ortaya çıkışından söz ediliyor. Mahşerin bir sahnesi çiziliyor. Allah'ın ayetlerini yalan sayanların üzüntü ve suskunluk içinde kıskıvrak yakalanışları tasvir ediliyor. Bu sahneden sonra gözler önünde bulunan fakat onların kendilerinden habersiz oldukları gece ile gündüz ayetlerine dikkat çekiliyor. Tekrar ahirete dönülüyor ve Sur'a üfürüldüğü gündeki korku sahnesine parmak basılıyor. Dağların yürütüleceği ve bulutların akıp-gittiği gibi dağılıp gidecekleri günün dehşetine işaret ediliyor. Bunun yanında iyilik yapanların o gün bu korkudan yana güven içinde olacaklarını, kötülük yapanların ise yüzüstü ateşe atılacaklarını sergileyen sahneye yer veriliyor.



82- insanlara yönelttiğimiz o tehdidin gerçekleşme günü yaklaşınca karşılarına yerden bitme bir hayvan çıkarırız. Bu hayvan dile gelerek insanların ayetlerimize inanmadıklarını açıklar.

Burada sözü edilen hayvanın ortaya çıkışını anlatan pek çok hadisler de vardır. Bu hadislerin bir kısmı sahihdir. Yalnız bu sahih hadislerde hayvanın sıfatlarına ilişkin bir açıklama yoktur. Bu hayvanın sıfatlarına açıklık getiren rivayetler "sahihlik" derecesine ulaşmamışlardır. Bu nedenle biz de onun vasıflarına ilişkin her açıklamayı bir kenara itiyoruz. Bu hayvanın uzunluğunun 60 arşın olması, hem tüyleri hem kılları, hem de kanadının bulunması, üstelik sakallarının olması ne anlam ifade edebilir! Başının öküz başı gözlerinin domuz gözü, kulağının fil kulağı, boynuzunun geyik boynuzu, boynunun deve kuşu boynu, göğsünün aslan göğsü, renginin kaplan rengi, böğrünün kedi böğrü, kuyruğunun koç kuyruğu, ayaklarının deve ayakları... olması ne i,e yarar! Aslında Tefsir bilginleri bu sıfatları belirlemede boşuna yorulmuşlardır!
Kur'an'ın ve sahih hadislerin yaptığı açıklama ile yetinmek gerekir. Bunlara göre bu hayvanın çıkması kıyamet alametlerinden biridir. Tevbeden artık yarar sağlama süresinin sona erdiği geride kalanların cezayı hak edip bundan sonra tövbelerinin kabul edilmediği, o anda üzerinde bulundukları hal ile durumlarına hükmedildiği sırada... İşte tam bu sırada yüce Allah bir hayvan çıkaracak, bu hayvan onlarla konuşacaktır. Halbuki hayvanlar konuşmazlar veya insanlar onların dilinden anlamazlar. Fakat onlar o gün anlayacaklar. Ve onun kıyametin yaklaştığını haber veren harika mucize olduğunu öğrenecekler. Halbuki onlar, bu zamana kadar Allah'ın ayetlerine inanmıyorlar ve kendilerine söz verilen günü doğrulamıyor, bu güne inanmıyorlardı. Göz önünde bulundurulması gereken bir nokta da şudur. Neml Suresindeki sahneler, genellikle cinler, kuşlar ve böcekler ile Hz. Süleyman -selâm üzerine olsun- arasında geçen diyalogun ve konuşmaların sahnelerindedir. Burada bu "Hayvan"ın ve insanlarla konuşmasının verilmesi surenin sahneleri ve havası ile tam bir uyum sağlamaktadır. Böylece Kur'an'ın tasvirdeki ahengi de sağlanmış, genel sahnenin kendisinde oluştuğu birimler de bütünleşmiş olmaktadır.
Surenin akışı kıyametin yaklaştığını gösteren alametten sonra mahşer sahnesine geçmektedir!

83- O gün her ümmetten ayetlerimizi yalanlayanları grup grup bir yere topladıktan sonra saf düzeninde yürüyüşe geçiririz.

İnsanların hepsi mahşerde toplanacaktır. Yalnız burada özellikle mesajı yalan sayanların durumu ortaya konmak istenmiştir. "Saf düzeninde yürüyüşe geçiririz." Başları sonlarına katılır. Orada ne iradeleri ne belli bir yönleri ne de seçme imkanları vardır.

84- Hesaplaşma yerine geldiklerinde Allah, onlara der ki; "Ayetlerimi anlamadığınız halde yalanladınız, değil mi? Yoksa yaptığınız, başka neydi ki?"

Birinci soru utandırma ve azarlama içindir. Çünkü onların yüce Allah'ın ayetlerini yalan saydıkları bilinen bir olgudur. İkinci soru da bütünü ile aşağılayıcı bir içeriğe sahiptir. Bunun konuşma dilinde de benzer ifadeleri vardır. Yalanladınız mı? Yoksa sizin bildiğiniz başka bir şey mi var? Sizin önemli bir işiniz yoktu ki, siz hayatınızı bu işle uğraşarak geçirdiniz denilsin. Tüm yaptığınız, bu olmaması gereken çirkin yalanlamadır. Bu tür sorulara cevap verilemez. Ancak sessiz geçilir. Susulur. Sanki bu soru ile karşıdaki insanın üzerine ağzını gemleyen ve kalbini frenleyen bir şey bırakılmış olur.

85- Zalimliklerinden ötürü haklarındaki hüküm kesinleşmiştir. Bu yüzden artık konuşamaz olurlar.

Dünyadaki haksızlıkları nedeniyle cezayı hak ettiler. Bu hükme karşı sessiz ve suskun halde durdular! Bu günün arifesinde "hayvan" bile konuşmaya başlarken işte onlar şimdi konuşamıyorlar! Bu ise, Kur'an ifadesinde ve Kur'an'ın kendisinden söz ettiği Allah'ın ayetlerinde karşılıklı yerleştirme sanatının harika biçimde sergilendiğini belgeleyen örneklerden biridir.
Bu turda, sunuştaki uygunluk özel bir nitelik taşıyor. Bu özel nitelik, dünya sahneleri ile ahiret sahnelerinin içiçe verilmesi, daha etkili olması ve ders alınması için uygun olan yerlerde birinden diğerine geçilmesidir. Burada Allah'ın ayetlerini yalan sayanların mahşer alanında apışıp kalmalarını tasvir eden sahne ortaya konduktan sonra dünya sahnelerinden birine geçilmektedir. Bu sahnenin, onların vicdanını uyarması, evrenin düzenini ve olaylarını düşünmelerine yol açması ve onların yüreklerine kendilerini koruyan, hayatları ve rahatlıkları için gereken şartları oluşturan, evreni, onların hayatlarına karşı direnen, savaş açan, hayatlarının varlığına ve varlığını devam ettirmesine aykırı düşen bir varlık olarak değil de hayatlarına uygun biçimde yaratan bir ilahın varlığını aşılaması gerekirdi.

86- Geceyi dinlenesiniz diye karanlık ve gündüzü de çalışasınız diye aydınlık olarak yarattığımızı onlar görmüyorlar mı? Bu olgulardan mü'minlerin alacakları birçok dersler vardır.

Sakin olan gece sahnesi, aydınlık olan gündüz sahnesi insanda dini bir vicdanı harekete geçiren, geceyi ve gündüzü evirip-çeviren Allah ile bağını kurmasına doğru yönlendiren iki harika olaydır. Bunlar kendisini imana hazırlayanlar için iki evrensel mucizedir. Fakat anlar her şeye rağmen inanmazlar.
Eğer gece olmasaydı ve her zaman gündüz olsaydı yeryüzünde hayat sona ererdi. Sürekli gece olduğunda durum aynı olacaktı. Buna bile gerek yok; eğer gece veya gündüz şimdi olduğunun on katı daha uzun olsaydı Güneş gündüzleyin bütün bitkileri yakardı. Geceleyin de her şey donardı. O zaman da hayat imkansız olurdu. Öyleyse gece ile gündüzün hayata uygun biçimde ayarlanmasında pek çok mucizeler vardır. Fakat onlar yine de inanmazlar.
Yeryüzündeki gece ile gündüz mucizelerinden, bu evrenin şaşmayan düzeni içinde garantiye ve güvene alanın hayatlarından bir çırpıda onları Sur'a üfürüldüğü güne geçiriyor. O günde, yeri ve gökleri titreten, Allah'ın koruduğu kullar dışında orada bulunan herkesi ürperten korkudan söz ediyor. İstikrarın ve sağlamlığın alameti olan yüksek dağların yürütülmesinden bahsediliyor. Bu günün sevap yönünden iyilik ve güvene, ceza yönünden, korku ve ateşe atılma gibi sonuçlar doğuracağından söz ediliyor.


87- Sur'a üflediği gün, Allah'ın diledikleri dışında kalan göklerdeki ve yeryüzündeki herkes dehşete kapılır. Herkes boyun eğerek O'nun huzuruna gelir.


88- Sen dağları görünce onların yerlerinden hiç kımıldamadıkları sanırsın. Oysa onlar bulutlar gibi hareket ederler. Bu her şeyi özenerek yaratan Allah'ın ustalığıdır. Hiç kuşkusuz O, yaptığınız her şeyden haberdardır.


89- Kimler iyilikle gelirse karşılığında daha iyisini alırlar. Böyleleri o gün hiç korkuya kapılmazlar, gönülleri rahat olur.


90- Kimler kötülükle gelirse yüzükoyun cehenneme atılırlar. Kendilerine "Bu sadece vaktiyle işledikleriniz kötülüklerin cezası değil midir" denir.

Sur, içine üfürülen borudur. Bu boru, Allah'ın güven ve huzur içinde kalmalarını dilediği kimselerin dışında yerde ve göklerde bulunan herkesi kuşatan korku borusudur. Güven içinde olan bu kimselerin şehitler olduğu söylenmiştir. Bu üfürüş ile göklerde ve yerde canlı olan her şey bayılır düşer. Allah'ın diledikleri hariç.
Bundan sonra diriliş borusu çalınır. Ondan sonra da Toplanma borusu. Son borunun çalınması ile herkes toplanır "Herkes boyun eğerek O'nun huzuruna gelir." Boyun eğmiş, teslim olmuş halde.
Bu korku ile birlikte bütün bir evrenin düzenini altüst eden kapsamlı evrensel bir inkılâb da yer alıyor. Bu inkılâb onun akışını sekteye uğratıyor. İşte bu akışın sekteye uğramasının bir görüntüsü de sağlam-yüksek dağların yürütülmesi, bulut gibi hafif, çabuk bir biçimde dağılıp gitme!erdir. Dağların bu şekildeki sahnesi korkunun çağrıştırdığı olgularla bütünleşiyor. Korku bu ortamda ön plana çıkıyor. Sanki burada dağlar da diğer korkuya kapılanlar gibi korkmuş, ürperen!erle birlikte ürpermişlerdir. Şaşkınlaşmış, apışıp kalmış varlık!arın içinde onlar da apışıp kalmış kararsız ve belirsiz bir yöne doğru yol almaya başlamışlardır!
"Bu her şeyi özenerek yaratan Allah'ın ustalığıdır."
Ne yücedir O! Bu varlık aleminde sanatının eşsizliği, sağlamlığı her şeyde ortaya çıkar. Onda bir açıklık, bir çelişki, bir gedik, bir eksiklik, bir unutma ve bir tutarsızlık bulmak mümkün değil! Düşünebilen insan her biri birer mucize olan O'nun bütün sanat eserleri üzerinde düşünür buna rağmen plan ve hesap dışı bırakılan tek bir boşluğa rastlayamaz. Büyük-küçük değerli-değersiz her sanatında bu özellik vardır. Her şey kendisini izleyen ve inceleyenlerin başlarını döndüren bir plan ve program içinde işlemektedir. "Hiç kuşkusuz O, yaptığınız her şeyden haberdardır. Bu yaptıklarınızdan, hesaba çekileceğiniz gündür. Her şeyi en sağlam biçimde yaratan onu belirlemiştir. Onun için ne bir an ileri ne de geri alınabilen bir zaman belirlemiştir. Yaratma yasasını bu şekilde eşsiz bir hikmet ve planlama ile gerçekleştirmiştir. Böylece birbirine bağ!ı bir birini tamamlayan her iki hayatta eylem ile karşılığı arasında bir uyum sağlamıştır. "Bu her şeyi özenerek yaratan Allah'ın ustalığıdır. Hiç kuşkusuz O, yaptığınız her şeyden haberdardır."
Bu korkunç ve dehşet verici günde bu korkunun dışında huzur içinde olmak, dünya hayatında iyilik yapanların mükafatı olacaktır. Onlar bunun da ötesinde sevaba kavuşacaklardır. Bu onların iyiliklerinden daha fazla ve daha bereketlidir.
"Kimler iyilikle gelirse karşılığında daha iyisini alırlar Böyleleri o gün hiç korkuya kapılmazlar, gönülleri rahat olur."
Bu korkudan yana güven içinde olmak bile başlı başına bir mükafattır. Bundan ötesi ise, Allah'ın lütfu ve bağışıdır. Onlar dünyada Allah'dan korkmuşlardı. Dolayısı ile hem dünyada hem de ahirette korku içinde bırakılmamış olmaktadırlar. Tam tersine, yerde ve göklerde kim varsa hepsinin korkuya kapıldığı günde yalnız Allah'ın koruduğu kimselerin güven içinde kaldığıdır.
"Kimler kötülükle gelirse yüzükoyun cehenneme atılırlar"
Bu korkunç bir sahnedir. Onlar yüzleri üzerine ateşe atılıyorlar. Sıkıştırılmaları ve azarlanmaları gittikçe artıyor.
"Bu sadece vaktiyle işledikleriniz kötülüklerin cezası değil midir." Onlar doğru yoldan sapmış ve ona karşı yüzlerini ekşitmişlerdir. Onlar yüzlerini böyle ekşittikleri için ateşe atılarak cezalarını bulacaklardır. Çünkü olar daha önce gece-gündüzün açıklığı gibi apaçık gerçeği gördükleri halde yüz çevirmişlerdi.

DAVETİN ÖZÜ

Neticede son dokunuşlara yer veriliyor. Burada Hz. peygamber çağrısını yaptığı davasını ve yolunu özetliyor. Davasını bu kadar açıkladıktan sonra kendileri için uygun gördükleri akıbetlerle onları başbaşa bırakıyor. Başladığı gibi yine Allah'a hamd ederek noktalıyor. Onları Allah'a havale ediyor. Ayetlerini on!ara göstermesini kendisine bırakıyor. Yaptıklarından onları hesaba çekecek olanında yine O olduğunu hatır!atıyor:



91- Ey Muhammed de ki; "Bana sırf bu şehrin Rabb'ine kulluk etmem emredildi. O bu şehri dokunulmaz kıldı. Her şey O'nundur. Bana O'nun buyruğuna boyun eğenlerin ilki olmam emredildi.


92- "Bana bir de Kur'an okumam emredildi. Kim doğru yola gelirse kendi iyiliği için doğru yola gelmiş olur. Kim eğri yola saparsa de ki; ben sadece bir uyarıcıyım. "


93- "De ki; Hamd Allah'a mahsustur. O ilerde size ayetlerini gösterecek, siz de onları tanıyacaksınız. " Rabb'in onların yaptıkları işlerden kesinlikle habersiz değildir.

Araplar'ın müşrikleri de Mekke'nin kutsal bir şehir olduğuna, Kabe'nin Kutsal bir ev olduğuna inanıyorlardı. Zaten onlar Araplar'a karşı üstünlüklerini Kabe'nin kutsallığından alıyorlardı. Buna rağmen bu evi kutsal kılan ve bütün bir hayatlarını bunun üzerine kuran Allah'ın birliğini kabul etmiyorlardı. Hz. Peygamber -salât ve selâm üzerine olsun- inanç sisteminin temellerini sağlamlaştırılması gerektiği gibi sağlamlaştırıyor. Bu şehri kutsal kılan Allah'a kulluk yapmak!a görevli olduğunu açıklıyor. Ona asla ortak koşamayacağını belirtiyor. İslam Düşüncesindeki Tek İlahlık Gerçeği'ni bütünü ile ortaya koyuyor. Bu Şehrin Rabb'i evrende yer alan her şeyin Rabb'idir "Her şey O'nundur" Yine açıkça müslümanlardan olmakla emredildiğini ilan ediyor. Öyle müslümanlar ki, onların her şeyi Allah'ındır. Başkasının onlarda bir payı ortaklığı yoktur. Bu zaman içinde uzayıp gelen muvahhidlerin, teslim o:muşların kervanıdır.
İşte Hz. Peygamberin mesajının özü budur. Bu mesaj vasıtası ile, Kur'an'ın okunmasıdır.
"Bana bir de Kur'an okumam emredildi.
Kur'an bu davanın hem kitabı, hem ana yasası ve hem de vasıtasıdır. Peygamber bu silahla kafirlere karşı mücadele etmekle görevlendirilmiştir. Ruhlara ve akıllara mücadelede o tek başına yeterlidir. Onda insanın iç alemini bütünü ile kuşatıcı, duyguların tüm kapılarını zorlayıcı, katı kalbleri sarsıcı, artık rahat edemeyecek biçimde yerinden oynatıcı bir özellik vardır. Bunun ötesinde savaşın farz kılınışı ise mü'minleri belalardan, sıkıntılardan korumak ve bu Kur'an ile özgür bir ortamda çağrının yapılmasını garantiye almak içindir. Otoritenin gücü ise Allah'ın yasalarını uygulamak içindir. Çağrıya gelince Kur'an onu yeter:
"Bana bir de Kur'an okumam emredildi."
"Kim doğru yola gelirse kendi iyiliği için doğru yola gelmiş olur. Kim eğri yola saparsa de ki; Ben sadece bir uyarıcıyım."
İşte burada Allah'ın terazisinde sapıklık ve doğru yol ile ilgili konularda bireysel sorumluluk esastır. Bu bireysel sorumlulukta insanın onuru ve şerefi de ortaya çıkmaktadır. Zaten İslam bunu garantiye almaktadır. İnsanları hayvan sürüleri gibi imana sürüklemez. Sadece onlara Kur'an okur. Sonra onları kendi hallerine bırakır. Kur'anın onların iç alemlerindeki görevlerini yapmasını bekler. Kur'an kendine has, derin nüfuz sahibi metoduna uygun biçimde onlara yönelir. Fıtrata, Kur'an'ın metoduna uygun düşen değişmez yasalarına uygun biçimde ve derinlerine inerek hitab eder.
De ki; "Hamd Allah'a mahsustur."
Bu kendisinden söz edeceği Allah'ın eylemine bir giriştir.
"O ilerde size ayetlerini gösterecek, siz de onları tanıyacaksınız."
Yüce Allah gerçekten doğru söylüyor. Yüce Allah her gün kendi kullarına onların iç alemlerine ve dış alemlerine yerleştirdiği ayetlerinden bazılarını gösteriyor. Sırlarla dolup taşan bu evrenin sırlarından bazılarını onlara açıp gösteriyor.
"Rabb'in onların yaptıkları işlerden kesinlikle habersiz değildir."
İşte bu şekilde surenin sonunda onlara sanki dokunuşta bulunuyor. Hem de bu kapalı, güzel, ürpertici ifade ile... Sonra onları kendi hallerine bırakıyor. Dilediklerini yapsınlar diye. Her şeye rağmen onların iç alemlerinde bu derin, etkili dokunuşun izleri silinmez.
"Rabb'in onların yaptıkları işlerden kesinlikle habersiz değildir."
NEML SURESİNİN SONU
Alıntı ile Cevapla